Düşünce ve Kuram Dergisi

Rojava Demokratik Ulus Deneyimi

Beşir Ekinderen

2011 yılının Mart ayında Arap ülkelerindeki toplumsal hareketlerden etkilenen bir grup yurttaş Dera’da Esad Rejimi aleyhine gösterilere başladı. 15 Mart’ta Cuma namazı çıkışında Şam ve Dera’da yapılan gösterilere rejimin sert karşılık vermesi sonucunda onlarca yurttaş hayatını kaybetti ve bu olaylar giderek ülkenin diğer şehirlerine de yansımaya başladı. ‘Arap baharı’ denilen sürecin Suriye ayağı bu biçimde oldukça sıradan gösterilerle yaşanmaya başladığında çok fazla değerlendirme yapıldı, fakat hiç kimse günümüzdekine benzer sonuçları tahmin etmedi. Öncesinde Mısır, Tunus’ta gerçekleşen gösteriler iktidar değişikliği ile sonuçlanmış fakat bu devletlerin katı ulus-devlet yapısı korunmuştu. Ne Mısır’da ne de Tunus’ta devletin sınırları, merkezi otorite değişikliğe uğramıştı. Suriye’de de beklenti daha çok bu yönlüydü. Gerek devletler gerekse de siyasal analistler rejimin erkenden el değiştireceği beklentisine girdi. Bu dönemde hem uluslararası hegemon güçler hem de bölgesel güçler böylesi bir değişikliğe göre pozisyon almaya başladı. Arap ülkeleri dahil olmak üzere hemen herkes rejime sırtını döndü. Beşar Esad’ın yanında kala kala bir İran kaldı demek abartı olmaz. 

Bugün neredeyse rejimi ayakta tuttuğu söylenen Rusya dahi 2011’den 2015’e kadar rejime ciddi bir destek vermedi. Desteği daha çok Hmeymim üssü üzerinden verdiği stratejik savunma desteğiydi ki bunun da sahada ciddi bir etkisi yoktu. Ta ki Rusya’nın askeri olarak müdahale ettiği, 30 Eylül 2015 tarihine kadar bu durum böyle devam etti. Bu tarihte Rusya, Beşar Esad rejimine destek için ayaklananlara askeri müdahalede bulunma kararı aldı ve bu kararını uygulamaya başladı. 1 Ekim 2015’te Rusya savunma bakanlığından yapılan açıklamada Tartus’ta Rus hava filosuna bağlı 50 savaş uçağı ve helikopterin olduğu belirtiliyordu. Halbuki aynı Rusya 2013 yılının Haziran ayında ‘Tartus’taki üssün boşaltıldığını, bu üssün stratejik bir öneminin olmadığını ve Suriye’de savunma bakanlığına bağlı tek bir kişinin dahi bulunmadığını’ belirtiyordu. Belli ki aradan geçen iki yılda köprünün altında çok sular akmış, hesaplar değişmişti. Elbette ki Rusya’nın müdahalesi ile Suriye’deki ayaklanma-direniş ve genel olarak savaş durumu farklı bir hal aldı. Zaten ABD ve müttefikleri 2014 yazından itibaren fiili olarak bu savaşa dahil olmuşlardı. Şimdi Rusya’nın da dahiliyetiyle sahadaki durum daha da karmaşık bir hal alıyordu. Nasıl ki rejim ve çeteler karşısında bağımsız bir çizgide mücadele eden YPG-YPJ’nin 2014’te Kobanê’de DAİŞ karşısında da direnip sonuç almaya yaklaşması ABD vb. güçlerin Rojava özgürlük güçlerine destek vermesini beraberinde getirdi. Aynı şekilde rejiminde görece ayakta kalmayı başarması, Rusya’nın böyle bir müdahalede bulunmasına yol açtı ve savaş bu aşamadan sonra farklı bir rotada ilerledi. Kuşkusuz, Suriye’deki ayaklanmanın daha ilk günlerinden başlayarak YPG-YPJ’nin öncülüğünü yaptığı güçleri rejime ya da muhalefet denilen ÖSO gibi gruplara yedekleme çabası aralıksız sürdü.

‘Batı’ ittifakı Türkiye üzerinden Rojava özgürlük güçlerini ÖSO’nun yedeği haline getirmek isterken Rusya-İran-rejim gibi güçler de kendilerinin yanına çekmek istedi. YPG-YPJ’yi bir tarafa eklemleme temelinde her iki kanattan da girişimler-saldırılar oldu. AKP yönetiminin bu amaçla DAİŞ’in yönünü Kobanê’ye verdiği çok fazla konuşuldu, değerlendirildi. Özgürlük güçlerinin iradesini kırıp ya teslim alma ya da ezip yerine geçme stratejisi aralıksız sürdürüldü. Bu kapsamda özgürleştirilen Efrîn 2018 Mart’ında, Girê Spî ve Serêkaniyê 2019 Ekim’inde radikal İslami görüntünün arkasına gizlenmiş çetelerin işgaline maruz kaldı. Fakat tüm bu saldırılara rağmen özgürlük güçlerinin yürüyüşü kararlı bir biçimde devam etti ve günümüzde tüm dünyanın ilgiyle baktığı, umut olarak gördüğü Rojava Özerk Yönetimi hayat buldu. 

Baştan beri Rojava özgürlük güçlerini bağımsız siyaset yapamaz hale getirmek isteyenler, dönüp dolaşıp bu iradeyi kabul etmek, bu irade ile çalışmak zorunda kaldı. Görüldüğü üzere, bugünde Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılar günü birlik olarak devam ediyor. Bugünlerin sıcak gündemlerinden biri AKP-MHP iktidarının yeni bir işgal saldırısı oluyor. Belli ki Rojava Özerk Yönetimi yeni bir sınavdan geçecek. Birileri Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê’ye bakıp farklı yerleri gözüne kestirirse de özgürlük devrimini gerçekleştiren halkın da bir hesabının olduğu, bu sürece geçmişte yitirilenlerin tekrardan kazanılacağı bir süreç olarak baktıkları görülüyor. Açık ki tüm saldırılara karşı on yılı aşkın bir süredir ayakta duran ve giderek kurumsallaşıp örnek oluşturan Özerk Yönetim, yeni saldırıları da boşa çıkaracak yeterli bir tecrübe biriktirmiş, bunun hazırlığını yapmış durumdadır.Böylesi bir genel giriş temelinde, daha somut olarak Rojava’da gelişen alternatif toplum sistemini, özerk yönetim biçiminde ifadeye kavuşan demokratik ulus projesini irdelemekte fayda var. Şüphesiz, halkların boğaz boğaza getirilmek istendiği Ortadoğu coğrafyasının bünyesindeki farklı halkları ve inançları ortak bir gelecek perspektifinde buluşturan ulus devlet dışı toplumsal örgütlenme modelini daha fazla tartışmak gerekli oluyor.

 

Demokratik Ulus Fikriyatı

19 Temmuz 2012 yılında ilanı yapılan Rojava Devrimi, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fikri öncülüğünde gelişti ve devrimin öncüleri buldukları her fırsatta bu gerçeği dile getirmekten çekinmedi. Elbette ki, devrimin bu düzeye gelmesinde, gelişip güçlenmesinde esas belirleyici faktör, devrimi yürüten akıl oldu, düşünce oldu. Bu düşünce de hiç kuşku yok ki demokratik ulus fikriyatı olmaktadır. 

Abdullah Öcalan Demokratik Uygarlık Manifestosu adlı eserinin 5. Cildi ‘Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü’ kitabında ulus ve demokratik ulus tanımları üzerinden değerlendirmelerde bulunur ve şöyle söyler: Devlet amaçlı ulusla ulus amaçlı devlet mücadeleleri çağın kanlı gerçeğinin ana etkenidir. İktidar ve devletle ulusu buluşturmak modernite çağının sorunlarının ana kaynağıdır. Modernite çağının sorunlarını diktatörlükler ve hanedan devletlerinden kaynaklanan sorunlarla karşılaştırdığımızda, modernite çağında sorunların devlet ulusundan kaynaklandığını ve bu durumun ikisi arasındaki en büyük farkı oluşturduğunu görürüz. Sosyal bilimin en karmaşık konularından biri olan ulus-devlet, modernite karşıtı tüm sorunların çözümleyici aracı olan sihirli bir değnekmiş gibi sunulur. Özünde ise toplumsal sorunu bir iken bin yapar. Bunun nedeni de iktidar aygıtını toplumların kılcal damarlarına kadar yaymasıdır. İktidarın kendisi sorun üretir; sermayenin zor biçiminde örgütlenmiş potansiyel karakterinden ötürü baskı ve sömürü olarak toplumsal sorun üretir. Ulus-devletin amaçladığı homojen ulus toplumu, ancak iktidarla tüm uzuvları testereyle kesilip eşitlenir gibi yapay ve şiddet yüklü sahte (sözde hukuken) eşit yurttaşlar inşa eder. Bu yurttaş kanun lafzında eşittir, ama hayatın her alanında birey ve kolektif varlık olarak azami eşitsizliği yaşar. 

Öcalan, devamla ‘Demokratik ulus sadece zihniyet ve kültür ortaklığıyla yetinmeyen, tüm üyelerini demokratik özerk kurumlarda birleştiren ve yöneten ulustur. Belirleyici olan yönü budur. Demokratik, özerk yönetim tarzı demokratik ulus olmanın başta gelen koşuludur. Bu yönüyle ulus-devletin alternatifidir. Devlet yönetimi yerine demokratik yönetim büyük bir özgürlük ve eşitlik imkânıdır. Demokratik ulusun alternatif modernitesi demokratik modernitedir. Tekelcilikten kurtulmuş ekonomi, çevreyle uyumu ifade eden ekoloji, doğa ve insan dostu olan teknoloji demokratik modernitenin, dolayısıyla demokratik ulusun kurumsal temelidir.’ değerlendirmesinde bulunur. Rojava özgürlük devrimi esasen bu zihniyet temelinde yeni bir toplum inşasına yönelmiş ve öncelikle bilinçlerde bir değişim ve dönüşüm yaratmak istemiştir. İktidarcı, devletçi sistemin toplumları nasıl dumura uğrattığı, kendi gerçeğinden uzaklaştırarak sistemin yedeği haline getirdiği bilinmektedir. Hemen hemen toplumun tüm bileşenleri verili kapitalist modernist sistemin doğruları ile hareket eder-yaşamını sürdürür durumdayken Rojava özgürlük güçleri bir nevi hakikat tartışmasına soyunmuş, doğru ve yanlış hayatın münakaşasına girmiştir. Toplumun öncelikle var olanı tanıması ve bu temelde karşı tutum alması amaçlanmıştır. 

Kuşkusuz devrimin en güçlü yanı ve devrim karşıtlarının en korktukları yan da bu hakikat tartışması olmuştur. Devrim güçleri iktidar devlet dışı bir toplum, eşit-özgür bir yarın tartışması yaptıkça saldırılar artmış, devrim yönetimi milliyetçi-devletçi bir kısır döngünün içine çekilmeye çalışılmıştır. Gerek içerden gerekse de dış güçler eliyle böylesi bir sistemli saldırı ile Rojava özgürlük güçlerinin sisteme alternatif karakteri ortadan kaldırılmak istenmiştir. Fakat buna rağmen halklar demokratik ulus fikriyatını benimsedikçe, devrimin ideolojik perspektifine hakim oldukça katılımları daha da artmıştır. Rojava Devrimi’ni Kürtlerle sınırlı tutmak isteyen, bu sayede Kürt-Arap ve diğer halklar arasında çatışma ve savaş çıkarmayı hedefleyen akıl saldırılarını şiddetlendirdikçe Kürt-Arap-Ermeni-Süryani-Türkmen-Çerkes halkları daha fazla yan yana gelmiş, birbirini tanıdıkça daha fazla dayanışma içine girmiştir. Milliyetçi argümanlar üzerinden yapılan propagandalar her seferinde devrimin yıkılmaz iradesine çarpıp geri dönmüş, halkların eşit-özgür bir gelecek inşası her geçen gün büyümüştür. 

Açık ki Rojava Devrimi’nin öncelikle zihinlerde bir yeni yaşam kurduğunu söylemek, bu tespiti yapmak gerekir. Devrim halkların birbirlerine düşman değil, kardeş olduğunu; düşmanın halklar değil egemenler olduğunu, farklı dil ve kültürlerin ayrışma değil yeni yaşamın zenginliği olduğunu gözler önüne sermiştir. Haliyle bu durum yüzyıllardır halkları bölüp parçalayarak yöneten ve bu biçimde kendisine güç devşiren güçleri rahatsız etmiş fakat halklar için de muazzam bir güç ve irade birikimine yol açarak bugün devrimin kalıcılaşmasında başat rol oynamıştır. 

 

Demokratik Özerk Yönetim

Öcalan ‘Demokratik Ulus ruh ise Demokratik Özerklik’ bedendir’ dedi ve her ikisinin bir bütün olduğunu dile getirdi. Şüphesiz Rojava devrimi de bu felsefe temelinde hayat buldu ve büyüdü. Sadece söyleyen, felsefik ideolojik bir tartışma yapan değil de bunu hayata da uyarlayan, yaşamsallaştıran bir pratik ortaya çıktı. Demokratik ulus düşüncesi bu temelde ete kemiğe büründü, varlık kazandı. Mahalle ve köylerden başlayarak vilayetlere kadar oradan tüm Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne gelecek biçimde tabandan gelişen bir toplumsal örgütlenme sistemi açığa çıkarıldı. Tüm toplumun komün ve meclislere dayalı olarak örgütlendiği bu yeni sistemde halk tali, edilgen bir pozisyondan çıktı yaşamın asli unsuru haline geldi. Birilerinin halk adına karar aldığı süreç geride kaldı, halk kendi geleceği için kendisi karar almaya başladı. Yerellerde halkın komün ve meclislerden seçtiği kişiler belli bir mekanizma dahilinde merkezi yönetimi oluşturdu ve tüm bölge adına konuşur-karar alır hale geldi. 

Elbette, bu durum her açıdan yeniydi ve toplumu derinden etkiledi. Egemen ulus devlet sisteminin halkı sürü olarak gören ve yaklaşan siyasetine karşı demokratik Özerk Yönetim örgütlü toplum-örgütlü halk düsturuyla hareket etti ve gün geçtikçe bunun meyveleri daha fazla alınmaya başlandı. Gerek siyasal-askeri alanda gerekse de ekonomik ve sosyal yaşamda halkın doğrudan katılımı ile şekillenen yeni yaşam oldukça renkli oldu, zenginlik arz etti. Bu sayede tekçi zihniyete dayalı ulus-devlet yapısı ciddi bir sarsılmayı yaşadı ve söz söyleyemez hale geldi. Başta Kürt halkı olmak üzere geçmişte Baas rejiminin zulmünden dolayı ses çıkaramaz, kendisini ifade edemez hale gelen halklar deyim yerindeyse çiçek misali açtı. Her halk kendi kültürü, inancıyla sistemin içinde var olmaya, sözünü söylemeye başladı. Kuşkusuz, bu durum tarif edilemez bir sinerjinin de ortaya çıkmasını beraberinde getirdi. Her halk ve inançtan toplum kesimleri kendi kimlikleri ile örgütlendi, temsilcilerini seçti ve genel meclis aracılığıyla yönetime katıldı. Bu haliyle hem parçalanarak zayıf düşürülen toplumsal kesimler toparlanmış oldu hem de ortak bir irade de buluşarak birbirini güçlendiren, besleyen bir noktaya geldi. Kuzey ve Doğu Suriye, Rojava devrim coğrafyasına her anlamda saldırılar bugünde devam etmektedir. Hem siyasal diplomatik alanda hem de ekonomik ve askeri alanda gelişen saldırıların aralıksız sürmektedir. Fakat bugünden daha iyi görülüyor ki Rojava Devrimi’ni ayakta tutan yegane güç halkların bir aradalığına dayanan bu ortak irade, ortak yönetim gücüdür. Bu güç layıkıyla muhafaza edildiğinde devrim iradesini kırmak mümkün değildir. 

 

Kadın Odaklı Yeni Yaşam

Rojava Devrimi aynı zamanda kadının her anlamda sözünü söylediği, karar süreçlerine eş düzeyde katıldığı bir devrim sürecini ifade etmektedir. Dün yaşamda görünmeyen, herhangi bir söz hakkı bulunmayan kadın devrim ile birlikte yaşamın merkezinde konumlanmaya başlamış, yaşama yön veren bir pozisyona gelmiştir. Öcalan’ın bu konuda şu tarihi değerlendirmesi yaşanan değişimin hangi temelde olduğunu açıklar mahiyettedir: Öncelikle kadını tanımlamak ve toplumsal yaşam içindeki rolünü belirlemek doğru yaşam için esastır. Bu yargıyı kadının biyolojik özellikleri ve toplumsal statüsü açısından belirtmiyoruz. Varlık olarak kadın kavramı önemlidir. Kadın tanımlandığı oranda erkeği tanımlamak da olasılık dahiline girer. Erkekten yola çıkarak kadını ve yaşamı doğru tanımlayamayız. Kadının doğal varlığı daha merkezî bir konumdadır. Biyolojik açıdan da bu böyledir. Erkek egemen toplumun kadının statüsünü alabildiğine düşürmesi ve silikleştirmesi, kadın gerçekliğini kavramamızı engellememelidir. Yaşamın doğası daha çok kadınla bağlantılıdır. Kadının toplumsal yaşamdan alabildiğine dışlanması bu gerçeği yanlışlamaz, tersine doğrular. Erkek zorbaca ve yok edici gücüyle kadın şahsında aslında yaşama saldırmaktadır. Toplumsal egemen olarak erkeğin yaşama düşmanlığı ve yok ediciliği, yaşadığı toplumsal gerçeklikle yakından bağlantılıdır. Kadının politik alana katılımı temelinde vuku bulan bu değişim ve dönüşüm sürecinin başta Rojava olmak üzere bölgede ve dünyada ciddi bir yankı uyandırdığı görülmektedir. Yakından bakıldığında devrime en fazla kadınların sahip çıktığı, devrimin öncülüğünü kadınların yaptığı anlaşılmaktadır. Kadını yaşamın belli alanları ile sınırlayan-tutan liberal zihniyetin aksine yaşamın hemen her alanında kendisini ifade eden, rol alan bir kadın gerçekliği söz konusudur. Başta yönetim faaliyetleri olmak üzere savunmadan ekonomiye, sosyal yaşamın düzenlenişine kadar bir bütünen kadın odaklı yeni bir hayatın şekillendiğini görmek mümkündür. 

Devrimin Anayasası rolü oynayan Rojava toplumsal sözleşmesinin ikinci maddesinde ‘Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Kadın özgürlükçü, Demokratik, Ekolojik, bir toplumsal sistemi esas alır’ denilmektedir. Buradan da görülmektedir ki, yeni toplumsal sistem kadın özgürlükçü bir bakış açısıyla oluşturulmakta, kadına kurucu bir rol verilmektedir. Şüphesiz, bu bakış açısının doğal bir sonucu olarak tüm toplumsal birimlerde Eşbaşkanlık sistemi hayata geçirilmiştir. Devrimin kendisini üzerinden var ettiği en yereldeki komün ve meclisten en merkezi yönetime kadar tüm yaşamda Eşbaşkanlık sistemi hâkim kılınmıştır. Rojava toplum sözleşmesi kadın ve erkeğin eş düzeyde temsiliyetini karar altına almış, yaşam bu ilkeye göre düzenlemiştir. 

 

Öz Savunma

Rojava devrimin ayrılmaz bir parçasıdır. Devrimin bugünlere gelmesinde belirleyici bir role sahiptir. 2012 yılında devrimin ilanından günümüze kadar her daim saldırılar olmuş bu saldırılara karşı öz savunma temelinde karşılık verilmiştir. 2013 yılında Serêkaniyê’de 2014 yılında Kobanê’de gelişen saldırıların boşa çıkarılması, devrim güçlerinin inisiyatif alarak işgal altında bulunan diğer alanları özgürleştirme hamleleri ile sürmüş, 2019 yılında Baxoz’da DAİŞ’in son kalesinin düşürülmesine kadar bu süreç devam etmiştir. Başta DAİŞ-Nusra gibi paravan örgütler-çete grupları eliyle yapılan saldırılar 2018 yılından itibaren doğrudan Türkiye tarafından yürütülmeye başlanmıştır. Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê’nin devrim güçlerinin elinden çıkarılması ile başlayan bu saldırılar aralıksız devam etmiştir. Belli bir alanı kontrol altına alma, işgal-ilhak etmenin ötesinde bu dönemde düzenli olarak özerk yönetim alanları tank ve top saldırılarına maruz kalmış, hava saldırıları olmuştur. Bu saldırıların fiziki olarak kayıplar verdirme amacı olsa da esas ve daha da önemli kısmı toplumsal psikolojiyi bozmaktır. Türkiye eliyle geliştirilen bu saldırılarla özerk yönetim alanlarında oluşan görece istikrar ortamı darbelenmek, buralardaki güven iklimi dağıtılmak, bu sayede toplum göçertilmek istenmiştir. Fakat tüm bu girişimlere rağmen özerk yönetim alanları Suriye’de her zaman en güvenli, en istikrarlı alanlar olmayı başarmış, Suriye’nin diğer şehirlerinden insanların güven içinde gelip yerleştiği bir konum kazanmıştır. Bugün Kuzey ve Doğu Suriye coğrafyasında Suriye’nin her yerinden gelip yerleşenler mevcuttur ve bu kesimler geleceklerini de burada görmektedir. Elbette Rojava Özerk Yönetimi’nin ayakta durması, varlığını sürdürmesi ve devrimin kazanımlarının korunması halkta geliştirilen öz savunma bilinci ile doğrudan bağlantılıdır. Devrimin düşmanları saldırılarını arttırdıkça halk daha fazla örgütlenme, kendisini savunma ihtiyacı duymuş bu temelde her alanda arayışlara girmiştir. Savunma meselesi hiçbir zaman ulus-devletlerde olduğu gibi bir grubun-ordunun işi gibi görülmemiş, halk savunmayı doğrudan kendisi üstlenmiştir. Zaten geliştirilen YPG ile YPJ örgütlenmesi ve daha sonrasında hayat bulan QSD yapılanması halkın fiili örgütlenmesinin sembolik ifadeleri olmuştur. Bununla da kalınmamış her köy ve mahallede öz savunma birlikleri örgütlendirilmiş, şehirlerde Asayiş oluşumuna gidilmiştir. Tüm bu alanlarda gelişen örgütlenmeler olası saldırıları önemli oranda boşa çıkarmış, yanı sıra gelişen saldırıların halk nezdinde büyük bir korku ve paniğe yol açmasını engellemiştir. 

Biliyoruz ki bugünde Türkiye başta olmak üzere belli başlı bölgesel güçlerin ve hegemonik yapıların Özerk Yönetim bölgelerine dönük saldırıları vardır. Özerk Yönetim iradesini kırmak için her türlü yol denenmektedir. Fakat buna rağmen devrim güçleri ayakta durmakta, gelişen saldırıları gerek fiili olarak gerekse de siyasal-diplomatik sahada boşa çıkarmakta, psikolojik üstünlüğü elde bulundurmaktadır. 

 

Sonuç Olarak;

Rojava’da gelişen demokratik ulus birliğine dayalı toplumsal devrim hiç kuşku yok ki köklü bir zihniyete dayanmaktadır. Öcalan’ın fikirleri, verdiği perspektifler temelinde hayat bulan devrim öncelikle verili kapitalist sistemden, onun doğrularından bir kopuşu ifade etmekte, verili olana ilkin düşünce de karşı koymaktadır. Kapitalizmin kendisini alternatifsiz göstermeye çalıştığı, bunun için yoğun çabaladığı günümüzde, Rojava Devrimi alternatifin nasıl olması, hangi esaslara dayanması gerektiğini düşünce düzeyinde ortaya koymuş peşi sıra bu düşüncenin uygulayıcısı olmuştur. Bu anlamıyla devrim iradesi diğer tüm alanlardan önce ideolojik-felsefik alanda kapitalizmin doğrularını sorgulamış, hakikatin hiç de söylendiği gibi olmadığını, iddia edilenlerin hayatın gerçeği olarak değerlendirilemeyeceğini göstermiştir. Denilebilir ki ilk savaş zihniyet düzeyinde verilmiş ve kazanılmıştır. Bununla birlikte devrim ulus-devlet modelinin tek ve geçerli toplumsal çözüm modeli olmadığını hatta ulus-devletin halkların başına bela olduğunu tüm açıklığı ile ortaya koymuştur. Ulus-devlet yapılarının en geri biçimleriyle halklara kendilerini dayattığı, tekçi zihniyetleri ile adeta farklı olana kan kusturduğu bir dönemde, Rojava Devrimi halklar ve inançların zenginlik olduğu perspektifinden hareket ederek yeni yaşamın en güzel örneğini açığa çıkarmıştır. Rojava’da bugün her halk ve inanç kendi kültürü, inancı temelinde örgütlenmekte, bunun için merkezi otoriteden destek almakta ve genel karar süreçlerine belirlediği temsilciler üzerinden katılmaktadır. Her halk kendi diliyle eğitimini görürken, her inanç topluluğu özgürce ibadetini yapmakta ve bu hiçbir biçimde sorun olmamaktadır. Kürt ile Arap, Arap ile Ermeni ve Süryani ortak geleceklerini birlikte tartışmakta, birlikte çözüm üretmekteler. Yaşamda ikinci plana atılan adeta yok sayılan kadın adeta küllerinden yeniden doğarcasına hayatın her alanında kendisini ifade etmekte, yaşama öncülük etmektedir. Elbette tüm bunlar Ortadoğu gibi katı ulus-devlet yapılarının hakim olduğu, insanların açlık ve yoksullukla terbiyesinin en ileri düzeyde hayata geçirilmeye çalışıldığı bir coğrafyada olmakta ve kendisiyle birlikte büyük değişimlere de vesile olmaktadır. Devrim gerek siyasal alanda gerek öz savunma alanında ve bunlardan daha da önemlisi toplumsal barış perspektifiyle herkese umut olmakta, herkesin imrenerek baktığı bir noktada durmaktadır. Şüphesiz, saldırılar vardır, durmamıştır. Fakat devrim güçlerinin de demokratik ulus birliği temelinde yarattıkları güçlü bir örgütlenme vardır ve geçmişte nasıl ki bu birlik her türlü saldırıyı boşa çıkardıysa bundan sonrasında da gelişecek saldırıları boşa çıkaracağı görülmektedir. 

 

 

 

Yararlanılan Kaynaklar; 
Abdullah Öcalan; Kürt Sorununda Demokratik Ulus Çözümü
Rojava Toplumsal Sözleşmesi 
Abdullah Öcalan; Özgürlüğün sosyolojisi
Abdullah Öcalan; Yol Haritası
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.