Düşünce ve Kuram Dergisi

Devlet ve Demokrasi İkileminde Ortadoğu Çözümü!

Aydın Saka

Oscar Wilde “Tarihte borçlu olduğumuz görev, onu yeniden yazmaktır” der. Sorumluluklarımıza işaret eder. Zira bu sorumluluk hissini taşımadan tarih ve şimdiye olan ilgimizin pratik değeri kalmaz. “pratik” diyoruz çünkü güncelde yaşanan sorunların çözümü sadece “bilme”yi yeterli görmez, bir o kadar ve belki daha fazlası “yapma”yı talep eder. Wilde’in “borçgörev” kuramları ile ifade ettiği güncel sorunlara çözüm arayışının işaret ettiği yer/özne ise tarihtir.

Tarih ile şimdi arasındaki bu bağlamın diyalektiğini en güçlü ifadelendiren A.Öcalan olmuştur. “Tarih günümüzde saklı, biz tarihin başlangıcında gizliyiz” derken, çözümün de, sorunun da adresini ve dolayısıyla diyalektiğini ifade eder. Bu bakış açısı “Doğu”ludur. Batı toplumlarında zaman algısı “ileri”ye dönüktür. Bir tür gelecekçilik yapılır. Çözüm gelecektedir. İyi olan gelecekte yaşanacaktır ve insanlık hep kötüden iyiye doğru yol alan bir katilikle ilerler. Doğu toplumlarında ise iyi-güzel ve doğru olan geride kalmıştır. Gün geçtikçe de bundan uzaklaşmaktadır. Her yeni gün biraz daha bozulma, kötülük ve felaket getirecektir.

Bu denli iki zıt zaman algısının elbette birçok sebebi sayılabilir. Ancak en temelde şunu göstermek yanlış olmaz. Doğu toplumları doğal-neolitik toplumsallığı derinliğine yaşamış toplumlardır. Bu öylesine içsel bir hal almıştır ki, belki onlarca kat uygarlık kültürüne üstün ve içkin sayılabilecek bir ahlaki-politik ilkeler bütünü, geleneksel kültürel bir demokratik ana nehir oluşturmuştur. Uygarlık, karşı devriminin tüm bu değerlere karşı geliştiğini bilen Doğu toplumları, gitgide derinleşen ve genişleyen uygarlık kültürünün (kültürsüzlüğünün) kendi ontolojik gerçeğinden bir şey alıp götürdüğünün bilinci ve hissiyatındadır. Dolayısıyla zaman algısı iyi olandan uzaklaşması biçiminde gelişir ve bu algı tüm toplumsal çözüm arayışlarını geçmişetarihe yöneltir. Doğudaki uygarlıkçı iktidar ve devlet yapıları da bu algının dışında kalmazlar. Ve en dogmatik-diktatöryel tarzda gelenekselliği bahane ederek, varlıklarını sürdürürler. Son iki yüz yıldır Batı toplumları karşısında Batı zaman algısıyla hareket edip vaatlerde bulunsalar da, kendi toplumlarına karşı, kendi toplumlarının zaman algısıyla kendilerini pazarlarlar.

 

Zaman Algımız Tarih Algımızdır

Batı toplumları ise bir nevi uygarlıkçı algılayışın/kavrayışın içinde doğmuşlardır. Dolayısıyla zaman algılarını belirleyen husus uygarlıkçı algının evrenselliği ve “iyi”liği üzerine kuruludur. Mitolojik ve tek tanrılı dinsel gelenekler Doğu’da doğmuş olmalarına rağmen uygarlıkçı özlerini Batı toplumlarında daha yaşamsal kılmışlardır. Doğu devlet geleneğindeki (toplumlarında da vardır, fakat çoğunlukla iktidar ve devlet geleneği olarak toplumlara dayatılmıştır) kadercilik, Batı toplumlarında gelecekçilik olarak genel bir kavrayış halini almış ve pozitivizm ve aydınlanma düşüncesi bunu bir katilik/bilimsel yasası haline dönüştürmüştür.

Zaman algımız aynı zamanda tarih algımızdır. Dolayısıyla yukarıda ifade edilen iki algı arasındaki fark, güncel sorunların çözümünde yansıyan farkı da ortaya koyar. Batı toplumları sorunları tarihe yüklerken, çözümleri de geleceğe erteler. Marksist geleneğin sosyalizm ve komünizm tahayyülüyle de buna dahildir. Doğu toplumları ise hem sorunları, hem çözümleri tarihte aralar. Çünkü sorunların da, çözümlerin de gelişimine tanıklık etmişlerdir.

Çözüm arayışlarında Doğu toplumlarının tarihten/geçmişten kopmamalarının en temel nedeni toplumsallığın geleneksel kültürel yapısından dolayıdır. Her toplumsallık kendi tarihsel hafızasını toplumsal kültürden kodlamıştır. Ve toplumsal sorunların çözümünde ilk başvurdukları yer bu kültürel kodlardır. Bu sürekliliği hem kabile direnişlerinde, hem de dinsel, kültürel hareketlerin sürekli kendilerini üreterek karşı bir direniş odağı haline getirmelerinde gözlemek mümkündür. Bu yaklaşımın Batı toplumlarından üstünlüğü sürekli toplumsal hakikatle olan içiçeliğidir. Kapitalist Modernite’nin başlangıç dönemi olan 15001600’lü yıllara kadar da bu üstünlük merkezi uygarlık konumunda kalmasını sağlamıştır. Ama 1500’lü yıllarla birlikte Ortadoğu toplumlarının hakikat algısında-özellikle iktidarcıhegemon üst sınıflarda bir kopuş yaşanır. Bu tam bir kopuş değildir. Ama Avrupa aklının merkezi hegemonyayı ele geçirmesine yol açan bir kopuştur. Avrupa’nın merkezi hegemonya haline gelmesinde en belirleyici husus kendi hakikat algısını, Ortadoğu toplumlarından çok daha fazla toplumsal kılmasıdır. Özellikle 1500 ve 1600’lü yıllardaki Rönesans, Reformasyon, aydınlanma ve yeni gelişen bilimsel yöntem bu üstünlüğü tartışmasız bir biçimde sağlamıştır. Denilebilir ki “kapitalizm bu hakikat algısının üzerinden gelişti”! Bu hem farklı bir tartışma konusudur, hem de üst sınıfların karakterini ifade eder. Tarih, iktidar sahiplerinin bu tarz gasp ve sömürü-kârlı devrimlerle doludur. Ama bu gasp Avrupa hakikatçiliğinin toplumsal olanı yakalamadaki üstünlüğünü ortadan kaldırmaz.

“Sonuçta çözümü belirleyecek olan, kapsadığı hakikat payıdır. Diğer bir deyişle toplumsal eylemde başarıyı belirleyen, taşıdığı hakikat gücüdür. Hakikatin kendisi ise, toplumsal olgunun içeriği anlam ve yaşam güçlerinin ifade edilme paylarıdır. Hakikat payı yüksek ifadeler toplumsal olgunun ihtiva ettiği anlam ve yaşam gücünün temsiline bağlıdır.”

Fakat Kapitalist Modernite’nin toplumsal hakikat zeminini yakalamadaki başarısına rağmen çözüm diye sunduğu Ortadoğu halklarının binlerce yıl içinde yaşanan ama toplumlar tarafından hiçbir zaman gelişmesine ve temel bir toplumsal biçimleniş olmasına izin verilmeyen kâra dayalı sermaye pazarlamacılığı ve tüccar spekülasyonudur. Yani aslında halkların bin yıllarca tenezzül etmeyip, sürekli tehlikeli addederek bastırdığı bir “düşük profilli gerçeği” toplumsal hakikat zemini üzerinden temel bir üretim biçimi, dolayısıyla ideolojik, siyasi ve kültürel bir sistem haline getirmiştir.

Bu Kapitalist Modernitenin kaçınılmazlığını/doğruluğunu değil, hakikat zeminine dayanma başarısını ve bu zemini sömürme becerisini gösterir. Demek ki, her kim ki toplumsal sorunlara çözüm geliştirmek istiyorsa toplumsal hakikat zeminine dayanmak durumundadır.

Peki, nedir Ortadoğu hakikati?

1-Ahlaki ve politik yapısı geleneksel kültür içinde kodlanmıştır. Her ne kadar üzerine karanlık bir perde çekilmiş ve bu toplumsal hakikat yozlaştırılmaya çalışmışsa da iktidar sınıfı dışında kalan toplumsal kesimler bu özü taşımaya devam etmektedir. Dolayısıyla Kapitalist Modernitenin bir çözüm olarak dayattığı liberal birey ve toplum, vatandaş, devlet hukukunu kabul etmekten uzaktır. Buna paralel olarak geliştirilen her türlü oryantalist ‘çözüm’ dayatması (buna her türlü aydınlanmacı/pozitivist düşünce dahildir) toprağa vurulmaya çalışılan beton sıvası gibi dökülmektedir.

2-Komüne dayalı ekonomik ve siyasi (kabile tarzı ve gelenekselliği) Ortadoğu hakikati, kapitalizmin ekonomi olmayan sermaye pazarlamacılığını reddetmekte ve kendi toplumsal hakikatine uygun olan (hem iklimsel coğrafik, hem kültürel ahlaki) dayanışmacı komün tarzı üretimini daha tercih edilebilir bulmaktadır. Bu anlamda kapitalist üretim biçimi halen Ortadoğu’da ‘meşruiyetini’ sağlayamamıştır ve hırsızlık muamelesi görmektedir.

3-Bu ilk iki hakikatin gösterdiği en temel hakikat, sorunların iktidar kaynaklı olduğudur. O halde çözüm iktidar dışında aranmak durumundadır. Yani Kapitalist Modernite’nin sürekli tahakküm üreten pozitivist bilimciliği ve bununla topluma dayatılan cinsiyetçi, devletçi, milliyetçi, sınıfçı ideolojik tahakküm/biçimleri sorunların temel nedenidir ve çözüm bunların aşılmasıyla mümkündür.

Bu genel çerçeve ışığında iki temel çözüm iddiası olan devlet ve demokrasi ana akımlarının Ortadoğu bağlamında ve dolayısıyla evrensel yönüyle yapısal ve konjektürel durumuna bakalım.

1-Devlet:

I-Öncül;

a-İktidarlı/devletli geleneğin 5000 yıllık merkezçevre ikilemine dayalı gelişen uygarlıkçı sistem yapısal sorunlar yaşamaktadır. Öncelikli olarak merkez hegemonya olan batılı (ABD dahil) güçler ideolojik meşruiyetini kaybetmişlerdir. Gerek bilimci ve dayandığı olgucu putçuluk gerekse de liberal ve neo-liberal siyaset-demokrasi anlayışı Ortadoğu zemininde geleneksel ve toplumsal hakikatle kan uyuşmazlığı içindedir. Dolayısıyla merkezi hegemonya için ontolojik olan bu temel varyasyonlar Ortadoğu toplumları için kuşkuyla yaklaşılan unsurlar durumundadırlar.

b-Merkezi hegemonyanın öncülük ettiği Kapitalist Modernite’nin dayandığı “üçlü sac ayağı” Ortadoğu toplumlarında herhangi bir hakikate denk düşmemektedir. Çözüm diye sunulan ulus-devlet, artık kendisini bile savunmakta zorlandığı ve kendi içinde belli yönleriyle aşmayı denediği bir olgu haline gelmiştir. Buna rağmen Ortadoğu toplumlarına bunu dayatmaktan vazgeçmiş değildir. Zira sömürü ve tahakküm zihniyeti gereği genişlemek durumundadır ve başka bir çözüm alternatifi sunma zihniyetinde değildir. Her ne kadar çeşitli reformlar yapmak istese de özünde ulus-devletçiliği çok güçlü bir biçimde dayatmayı ve derinleştirmeyi sürdürmektedir. Yine kapitalizm Ortadoğu toplumlarının yakından tanıdığı ama hep tehlikeli gördükleri bir merkezi hegemon dayatması olarak çözüm diye sunmaktadır. Ortadoğu toplumları ahlaki olarak buna yabancıdırlar. Tıpkı zaman algısında olduğu gibi, ekonomi ve üretim alanında da tam bir tezatlık vardır. Ortadoğu’da komün ekonomisi geleneksel bir üretim biçimi olarak binyıllarca toplumsal hakikat bellenmiştir. Ortadoğu toplumlarının tanımadığı diğer bir olgu da endüstriciliktir. Endüstriyalizm neredeyse her kentin ağır bir sanayi sitesi haline gelmesini dayatan ve bunu eko-sisteme rağmen yapan endüstri tapınıcılığıdır. Konjonktürel olarak gelinen aşama yapısal sorunları doğurmuştur ve belki bazı noktalarda iyileşme söz konusu olmayacaktır. Ortadoğu toplumları açısından endüstriyalizm en çok kendisini köy-kent dengesinin kent lehine bozulmasında gösterir. Bu durum Ortadoğu toplumlarının en karakteristik -geleneksel kültürel yapısı olan kıra/tarıma/hayvancılığa dayalı yaşamının, dolayısıyla doğal durumunun ölümüdür.

Her üç sacayağında da açığa çıkan temel sonuç merkezi hegemonyanın Ortadoğu çözümüne katacağı bir şey yoktur. Tüm bu dayatmalar çatışma unsuru olmaktan öteye gitmez.

II. Öncül;

Çevre hegemonya olarak bölge ulus-devletleri merkezi hegemonyaya rağmen hareket etme karakteristiğinde değildirler. Gerek kuruluş karakterleri, gerek dayandıkları güç odakları onları bu pozisyona koymaktadır. Sistemle çatışma (Suriye-İran gibi) pozisyonları fazla sürdürülebilir değildir. Kapitalist moderniteyi aşacak bir hakikat güçleri yoktur. Kapitalizmin toprağında(1.Dünya savaşı ) doğup büyümüşlerdir. Yine Türkiye, İsrail ve bazı Arap devletleri bölge hegemonyası için giriştikleri mücadele zaman zaman merkezi hegemonyaya “küstüm” oyunu oynasalar da, sistemin siyaset araçları olmanın ötesine geçemezler. Daha fazla pay talepleri, daha fazla bağlanma ile sonuçlanmaya götürmektedir. Saplandıkları ulus-devlet anlayışları onların ilkeli ve çözüme dair siyaset üretmelerini engellemektedir. Tüm bu devletlerin ortak özelliği anti-demokratik olmalarıdır. Benzemek istedikleri

merkezi hegemonya iddiaları için bile olsa içte yapmaları gereken liberal demokratizasyonu bile yapmaktan büyük imtina etmektedirler. Tüm bunlara rağmen bunlar Ortadoğu halklarının devletleridirler ve kendi toplumsal hakikatlerine yaklaştıkları oranda çözüme katkıları olabilir. Belki karakterleri gereği çözüm gücü değildirler, ama zorlandıklarında demokrasiyi tanıma ve alan açma pozisyonuna girebilirler.

 

2-Demokrasi:

I.Öncül:

Zayıf bırakılmış olsa da Ortadoğu toplumsal kültüründe ahlaki ve komünal özelliklerin varlığı halen kültürel olarak direniş halindedir. Ve özünde günceldeki çatışmanın ana nedeni bu geleneksel kültürel demokratik yapı ile kapitalist modernitenin birbirilerini geriletme ve kendini sürdürme savaşıdır. Moderniteler savaşının esası budur. Demokrasi güçlerinin direniş gösterebilmelerinin tek nedeni toplumsal hakikati yakalamadaki üstünlüğüdür. Yoksa hiçbir şekilde sistem karşısında direnebilme gücünde, siyasetinde ve örgütlülüğünde değildir. Fakat bu direniş potansiyelinin sadece geleneksellikle sürdürülmesi imkansız hale gelmiştir. Dolayısıyla tarihsel ve toplumsal hakikat yeniden güncellenip imkansız hale gelmiştir. Dolayısıyla tarihsel ve toplumsal hakikatin yeniden güncellenip özüne uygun bir paradigma, örgüt ve eylem anlayışına kavuşturulmak durumundadır. Direniş artık kendini sistemden soyutlayarak ve sistemin dışında kalarak yapmak çok zorlaşmıştır. Bunun için sistemin içinde ama sisteme karşı bir mücadele perspektifi (ve bilinci) ile toplumsal hakikati mücadele zeminine dönüştürmek gerekmektedir.

II. Öncül:

Son iki yüzyılda başta gelenek adına geliştirilen dinsel, kültürel ve etnik hareketler olmak üzere tüm çağdaşlık iddiasındaki sosyalist, komünist, geleneksel kültürel İslamcı demokrasi güçleri, kendi toplumsal hakikat zeminlerinde mücadele etmediklerinden hep yenilgi ile yüz yüze kalmışlardır. Birinci gruptaki direniş ve kurtuluş hareketleri daha gelenekçi olmakla birlikte esasen Ortadoğu’daki iktidarcı devletçi geleneğin kendini konumlandırma direnişleri olarak tanımlanabilir. Burada geleneksel iktidarcılığın en büyük başarısı halkların demokrasi ve özgürlük istemlerini kendi iktidar hedeflerine kanalize edebilmeleridir. Tüm Ortadoğu ulus-devlet yapılanmalarında bu demokratik öz ile devletçi özün ilk başlarda birlikte hareket etmeleri, fakat daha sonra iktidarcı geleneğin kendini merkezi hegemonyaya bağlayarak, demokrasi dinamiklerini bastırıp tasfiye ettiklerini görebiliriz. Sonuçta bu gelenek sisteme yedeklenmiştir. İkinci dalga direniş unsurları ise (sosyalist, feminist, kültüralist ve kültürel İslamcı) büyük kahramanlık ve direnişlere rağmen Ortadoğu hakikat zeminini göz ardı ettikleri için (bu yönüyle iktidarcı gelenek çok daha başarılıdır) tutunma zemini bulamamışlardır. Demokrasi, özgürlük, eşitlik adıyla ama batı hegemonyacılığının çözüm perspektifleri ile “çağdaşlaşma”, “gelişme”, “laikleşme”, “ulusal kurtuluşçuluk”, “sosyal demokrasi” v.b daha sayılabilecek birçok kavram bayraktarlığında demokrasi oluşturmaya çalışılmıştır. Tamamen Batı’nın ideolojik hegemonyasıyla şekillenen bu hedefleşmelerin niyetsel olarak demokrasiye bağlanması sonucu değiştirmemiştir. Bir nevi Batı hegemonyasının karikatürü olunmak istenmiş, onun demokrasi, sosyalizm, feminizm ulusal kurtuluşçuluğu hedeflenmiştir. Bu ise Ortadoğu hakikatiyle kan uyuşmazlığıdır. Yine bu güçler devlet ve iktidarı güçlü çözümleyememişler ve demokratik direniş tarihinin bilincini, pratiğini, hakikatini güncelleyememişlerdir. Dolayısıyla merkezi ve çevre hegemonya baskısı altında hep ezilmiş ve tasfiye olmuşlardır.

 

3-Çözümde Devlet ve Demokrasi:

“Çözüm”den ne kastedildiğine dair Ortadoğu gerçekliği açısından çok farklı yanıt geliştirilebilinir. Merkezi hegemonyanın çözüm algısı, tahakkümünü daha da geliştirme ve derinleştirme olduğu için kendi sistemik araçları olan ulus-devletçiliği, kapitalizmi ve endüstriyalizmi çözüm diye dayatmaktadır. Bölgesel arayışlar bu genel perspektif içinde ama daha çok kendine alan açarak bazen uzlaşmalı, bazen çatışmalı bir biçimde varlığını güçlendirme olarak algılamaktadır çözümü. Fakat bu güçlerin kendi özgünlüklerinde (İran Şiacılığı, TC ılımlı İslamcılığı) geliştirdikleri ideolojik, siyasi argümanlar oryantalist modernist algının içinde ve ona hizmet eden bir pozisyonda olduğu için, hangi yönde hareket ederlerse etsinler efendilerinin hizmetine daha çok girmekten kurtulamayacaklardır.

Demokrasin güçleri ise çözüm için hem iki yüz yıllık süreçten çıkarılacak dersler ışığında, hem de toplumsal hakikati yakalama ve ona göre konumlanma bakımından yeni bir tarihsel süreçle karşı karşıyadırlar. Temel ilkesel yaklaşımlarımızı yukarıdaki genel çerçevede anlamak mümkün olduğundan tekrarlamaya gerek yoktur. Fakat çözüm perspektifimizi daha da somutlaştırmakta fayda vardır.

Öncelikli olarak toplumsal hakikat perspektifini kabul ediyorsak, her toplumsallığın farklı bir hakikati olduğunu kabul etmiş oluyoruz. Dolayısıyla her toplumun çözümü de farklı olacaktır. Elbette demokrasi ve özgürlük güçlerinin genel paradigmal bir çerçevesi olacaktır. Nitekim bunu her türlü devletçi (ulus-devlette dahil) iktidarcı, cinsiyetçi, milliyetçi, sınıfçı, antiekolojik ve oryantalist kavrayışın dışında kalmak, bireyci ve liberal toplum anlayışına karşı ahlaki-politik ve komünal toplumsallığı benimsemek olarak somutlaştırabiliriz. Fakat bu genel doğrular ışığında çözüm perspektiflerimiz pratiğe dönük olmak durumundadır. Yani çözüm perspektifimiz yaşamsal bir karşılığa denk gelmelidir. Her toplumsallık farklı bir yaşamsal hakikat ise, tek bir çözüm modelinden bahsedemeyiz.

Birincisi; konjonktürel güç dengeleri bakımından devletli iktidarcı sistemle yürütülen mücadelede her iki güç de (Devlet ve Demokrasi) bir birine üstünlük sağlama durumunda değildirler. Dolayısıyla en genel anlamda çatışma değişik biçim ve araçlarla sürse de “devlet-demokrasi” denkleminde uzun bir geçiş sürecinin yaşanma ihtimali yüksektir. Böyle bir öngörüyle hareket etmek hem kendini stratejik ve taktik konumlandırma hem de karşı güçle gerekirse ilkeli uzlaşmalar temelinde yeni çözüm perspektifleri geliştirme olanağını sunmuş olur. Burada önemli olan devlet ve demokrasi alanlarının birbirlerini tanıyarak yasal ve anayasal düzeyde bir çözüm zemininin oluşturulmasıdır. A.Öcalan’ın formülasyonuyla “devlet ulusuyla, demokratik ulusun varlığını ve özerkliğini esas alan demokratik anayasal çözümdür.”

İkincisi; bu konjonktürü de gözeterek ama daha çok ilkesel ve pratik olarak geliştirilecek olan çözüm perspektifidir. A. Öcalan buna Demokratik Konfederalizm çözümü demektedir. Genel bir çerçeve olarak hem örgütsel şeması ve ilişkileri bilindiğinden hem de devletlerle olan ilişkileri bilindiğinden tekrarlamaya gerek yok. Burada önemli olan A. Öcalan’ın geliştirmiş olduğu bu çözüm perspektifini yeni bir “akıl” derekesinde dogmalara boğmamak ve olabildiğince (ilkeleri göz ardı etmeden) esnek uygulama koşullarına kavuşturmaktadır. Tek bir toplumsal hakikat yoktur, Dolayısıyla tek bir çözüm de yoktur derken, çözümün çoklu varsayanlarını kast ediyoruz nasıl ki KCK (Kürdistan Toplumlar Topluluğu) Kürt ve Kürdistan hakikatine uygun bir demokratik konfederal örgütlenme perspektifi ise ve bir sözleşmeye dayanıyorsa, aynı şekilde Arap, Fars, Türk vb. diğer toplumların da kendi hakikatine uygun ve Demokratik Konfederalizm perspektifiyle oluşturulan çözüm modelleri ve sözleşmeleri olabilmelidir.

A.Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm çözümünün özü demokrasinin toplumsallaştırılmasıdır. Daha doğrusu toplumun derinliğine demokratik temelde örgütlenerek söz ve karar hakkına sahip olması, politikleşerek demokratik siyaset aracılığıyla kendi özgürlüğünü sağlamasıdır. Bu çerçevede komünden meclislere varan her türlü sosyal ve siyasal irade olma mekanizmasını tüm toplumsal yapıya taşırmaktadır. Demokratik Konfederalizm çözümünün ana perspektifini böyle özetleyebiliriz.

 

4-Güneybatı Kürdistan ve Ortadoğu çözümü

Demokratik konfederal çözüm hedefleşmesinin belki de en somut ifadeye kavuştuğu formülasyon Demokratik Ulustur. Demokratik Ulus, A. Öcalan’ın faşist uluslaşma olarak değerlendirdiği ve kapitalist modernite tarafından halklara dayatılan ulus devlet sistemine karşı geliştirdiği bir paradigmal önermedir. Ulus-devlettin “tek”leştiren faşizmine karşı toplumun demokratik komünalizm ve demokratik özerklik tarzında örgütlenerek kapitalist moderniteye alternatif bir çözüm perspektifine kavuşturulmasıdır. Her etnik yapının kendi demokratik uluslaşması olabileceği gibi birçok halkın bir araya geldiği (sadece etnisite temelinde halklar bağlamında değil, dinsel, kültürel ve diğer tüm farklılıkların aynı anlayışla kabul görüp özgürce örgütlenebileceği, söz ve karar hakkına sahip olduğu ) bir algıya dayanmaktadır.

A. Öcalan’ın çözümünün en temel özelliği teori ve pratik bütünlüğüdür. Bu anlamda toplumun ontolojik yapısının demokratik çözümü bağrında taşıması en temel dayanak noktasıdır. Dolayısıyla ne Batılı Oryantalist bir gelecekçilik ne de gelenekselliğin koflaşmış çıkmazında kalmayı kabul etmez. Bu minvalde Güneybatı Kürdistan özgünlüğünde gelişen Kürt Halk Devrimi önümüze çok somut veriler sunmaktadır. Kuşkusuz konjonktürel kimi risk alanları vardır. Örneğin kapitalist modernitenin bu demokratikleşme devrimi karşısında nasıl bir tavır geliştireceği henüz kestirilememektedir. Ayrıca bölge ulus-devletleri kendi anti-demokratik yapılarından dolayı mevcut devrimi büyük bir tehlike olarak görmektedirler.

Beş bin yıllık uygarlık karşı devriminin, içine sızarak boşa çıkarma ihtimali de yok değildir. Fakat hem iç hem dış risklere rağmen Güneybatı Kürdistan devriminin ayakta kalma potansiyeli hem devrimin demokratik güçleri açısından hem de konjonktürel olarak vardır. Kuşkusuz bu potansiyeli oluşturan en temel şey teorinin toplumsal hakikatle olan bağıdır. Bu anlamda Güneybatı Kürdistan devrimi aynı zamanda önderlik teorisinin sınandığı devrimdir.

Birçok kaygı ve varsayımı sıralamak mümkündür. Fakat güncelde heyecan duymamızı gerektiren bir halk devrimi yaşandığı kuşkusuzdur. Devrimin oluş biçimi tamamen demokratik yönünü ifade etmektedir. Devrim öncesi ve sonrasında devrimin aktif özneleri olan TEV-DEM ve PYD’nin beyan ve açıklamaları bunu göstermiştir. En başta emperyalizme tavır alınmış ve her türlü dış müdahale reddetmiştir. Aynı tavır bölge gericiliğini temsil eden Esad rejimine karşı da alınmıştır. Kendi çözümünü üçüncü bir yol olarak ilan etmiştir. Devrim süreci içerisinde demokratik perspektif hep önde tutulmuştur. En başta Kürtler arasında birliği geliştirerek demokratik Kürt uluslaşmasını gerçekleşmiştir. Buna paralel Kürdistan’da yaşayan Arap, Asuri, Ermeni, Êzîdî vb. halklarla ilişkilenerek milliyetçi olmayan bir üst uluslaşma perspektifiyle hareket etmiş özgünlüklerini tanıyarak demokratik uluslaşma içinde söz ve karar sahibi olmasını pratik olarak sağlamıştır. Yani demokratik konfederal çözümün en temel bir hedefleşmesi olan demokratik uluslaşmada önemli bir mesafe alınmıştır.

Devrim diğer bir niteliği devlet+demokrasi üzerine kurulmuştur. Devleti tümden ortadan kaldırmamış ama demokrasi alanından çekilmesini sağlamıştır. Fakat kendi demokrasi örgütlenmesini de devletleşme temelinde yapmamaktadır. Bu anlamda siyasi ve örgütsel olarak devletleşmemeyi taahhüt etmiştir. Devrimin demokrasi ayağı çok daha takdire şayandır. Zira devrimin temel dinamiği demokratik örgütlülüktür. Demokratik örgütlenmeler halkın bizzat içinde yer aldığı ve kendi kendini yeniden inşa ettiği örgütlenmelerdir. Demokrasinin istikrar ve disiplin yönünü bu örgütlenmelerde görebiliriz. Devrim sürecinde hiçbir talan ve yağmanın olmaması dünyada bir ilktir ve devrimin demokratik niteliğine işaret eder.

Bu örgütlenmenin teorik temeli demokratik komünalizmdir. Toplumun her kesiminin komünden meclislere kadar örgütlü bir güç haline dönüştürülmesidir. Devrim öncesi ve sonrasında kadınların ve gençlerin gösterdikleri örgütlenme güçleriyle devrimin öncülüğünü yapmış olmaları bu örgütlenmenin en somut sonucudur. Hiç şüphe yok ki Güneybatı Kürdistan devrimi kadının sosyal, siyasal ve kültürel öncülüğünde gelişen bir kadın devrimidir. Yine devrim sonrasında işçi esnafların hızla kendilerini örgütlemeleri demokratikleşmenin derinliğini ifade etmektedir.

Tüm bu somut veriler Ortadoğu çözüm perspektifinde Güneybatı Kürdistan devriminin potansiyelini göstermektedir. Aynı zamanda önderlik paradigmasının halkların baharına nasıl bir soluk getirdiğini, özgürlük ve demokrasinin o kadar da uzak olmadığını göstermektedir. Kuşkusuz hem içten hem dıştan iktidarcı-devletçi gelenek karşı devrim koşullarını kollayacaktır. Yine devrim içinde başta ekonomik diplomatik ve sosyal alanlar olmak üzere birçok sorun peydahlanacaktır. Fakat Güneybatı Kürdistan devrimi sahip çıkıldığı ve mücadele edildiği taktirde Ortadoğu çözümünün devlet ve demokrasi ikileminde demokrasinin ağırlık kazandığını göstermiştir.

Tüm bu somut veriler Ortadoğu çözüm perspektifinde Güneybatı Kürdistan devriminin potansiyelini göstermektedir. Aynı zamanda önderlik paradigmasının halkların baharına nasıl bir soluk getirdiğini, özgürlük ve demokrasinin o kadar da uzak olmadığını göstermektedir. Kuşkusuz hem içten hem dıştan iktidarcı-devletçi gelenek karşı devrim koşullarını kollayacaktır. Yine devrim içinde başta ekonomik diplomatik ve sosyal alanlar olmak üzere birçok sorun peydahlanacaktır. Fakat Güneybatı Kürdistan devrimi sahip çıkıldığı ve mücadele edildiği taktirde Ortadoğu çözümünün devlet ve demokrasi ikileminde demokrasinin ağırlık kazandığını göstermiştir.

Bu devrimin gösterdiği diğer bir gerçek de aynı zihniyet ve pratikle devrim sürecine yönelen Kürdistan’ın diğer parçaları hem kendi işlerinde hem de bulundukları devletler ve halklarla geliştirecekleri demokratik konfederal ve demokratik özerklik çözümleriyle tüm Ortadoğu’nun demokratikleşmesini sağlama potansiyeline sahiptir. Böylece Demokratik Özerk Kürdistan= Demokratik Ortadoğu çözümü pekâlâ gerçekleşme koşullarına sahiptir.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.