Düşünce ve Kuram Dergisi

Ortadoğu Toplumunda Tarihsel Direnişler ve Çözüm Arayışları

Mahmut Yamalak

Ortadoğu’nun politik arenasında boy gösteren devletlerin arasında kanbağı doku uyuşması ve akrabalık olduğu gibi, devletçi geleneğe karşı gelişen direnişler de aynı tarihsel-toplumsal mirası paylaşarak devam edegelmiştir. Direnişler dönemlere göre değişik özellikler sergilerken, devletler de direnişler karşısında birleşme, taktik ve strateji geliştirmede ustalaşmışlardır. Etnisite, din, mezhep, tarikat, kabile, aşiret gibi sosyo-politik olgular her iki tarafta da kullanıldığından bölgenin siyaseti kendine özgü bir dil kazanmıştır. Herhangi bir politik, dinsel veya toplumsal hareketin ontolojik yapısı derinlikli incelenmeden tanımlanması güçtür. Tüm bu olgular çoğunlukla içiçe geçerek Ortadoğu’daki politik, ideolojik hareketleri beslemektedirler. Bu içiçelik kimi zaman o kadar derinleşmiştir ki, bir direniş hareketini bunlardan birisiyle tanımlamak bakış açısını daraltmaktan başka bir işe yaramaz.

Bu tarihsel gerçeklikten dolayı bugün kapitalist modernitenin Ortadoğu hamlelerini ve bunun karşısında bölge halklarının direnişlerini salt klan, kabile, aşiret, etnisite, din, mezhep veya sınıf bağlamında değil, genel yapısal özellikleriyle incelemek anlaşılmalarına daha iyi hizmet edebilir.

 

Kapitalizmin Çöküş Kuramı

Yukarıda belirtilen saiklerle incelendiğinde Ortadoğu’daki direnişler bir sis perdesinin ardından gizlenen adacıklar gibi birbirinden kopuk ve en önemlisi de nedensellik bağından yoksun kalmaktadır. Bu noktada A. Öcalan’ın direnişlerdeki nedensellik bağı konusundaki görüşleri önemle incelenmeyi gerektirir. Öcalan, “merkez-çevre diyalektiği” ekseninde bir direnişler tarihi açıklaması yapar. Bu diyalektik, merkezi uygarlığın bunalım süreçleriyle açıklanmaktadır. Marks’ın salt Avrupa kapitalizmine uyarladığı bunalım teorisi, Öcalan’da beş bin yıllık kapitalist uygarlığın tümünün yapısal karakterini ve evrelerini açıklamaya dönüşür. Marks’a göre, sömürüyü içte ve dışta geliştirdikçe, giderek sömürecek alan bulamayacak olan kapitalizm kaçınılmaz olarak krize girecek ve karşısında direnişleri bulacaktır. “Kapitalizmin çöküş kuramı” olarak adlandırılan bu görüş her grup ve çevre tarafından değişik yorumlara tabi tutularak dal-budak sarar. Ancak teorinin özü aynıdır: Kapitalizm, kapitalist olmayan alanlara yayılınca dış ve iç pazar genişler, ancak yayılacak yeni alanlar kalmayınca bu görece istikrar kriz ve çatışmaya dönüşür. Esasen sınıf mücadelesinin gelişeceği koşullar da böyle oluşur.

Teori genel olarak doğru olmakla birlikte, en başta salt kapitalizmin son birkaç yüzyılını, sınırlı bir coğrafyada incelediğinden, genel direnişler tarihini anlatmaya yetmemektedir. Öcalan’ın uygarlık krizine dönük görüşleri kapitalist modernitenin tarihini ve yapısal karakterini tanımlamaya dönüktür. Bu açıdan Ortadoğu direnişlerinin nedensellik bağını içermekle birlikte, tüm bir uygarlık tarihi içinde bir bakış açısı vermektedir. Kapitalist uygarlığın kriz süreçlerini ve bunların nedenlerini “merkez-çevre” diyalektiğiyle açıklarken görüşlerini şöyle formüle eder:

  • Merkez-çevre ilişkisi değişken olmakla birlikte süreklilik arz eder. Merkezi durumda olan güç değişebilir ama ilişkinin karakteri değişmez.
  • Kâr ve artık-değer nedeniyle sistemi oluşturan güçler arasında sürekli bir rekabet ve çatışma vardır.
  • Bu iki nedenden dolayı sistemde inişli-çıkışlı ama sürekli bir bunalım vardır.
  • Son olarak, tüm bu nedenlerde gösteriyor ki, kapitalist modernite sistemi hegemonik karakterli olmak ve buna bağlı olarak da sürekli genişliğine ve derinliğine yayılmak zorundadır.

Merkezi uygarlık kendi içinde güçler arası rekabet ve çatışma sonucunda bunalıma girdiği zamanlarda iki tedbire başvurarak krizi atlatmaya çalışır. Birincisi, içe yönelip ezilen sınıf ve kesimler üzerindeki baskının dozunu artırır. İkincisi, dışa yönelerek baskı, sömürü, talan, işgal ve istila seferleriyle hakimiyet alanlarını çoğaltmaya çalışır. Bu her iki yönelim de karşı direnişleri doğurur. Devletçi iktidarın baskı ve sömürü uygulamaları karşısında toplumdan yükselen direnişler farklı görünümlere bürünse de aynı nedensellik ilişkisi içerisindedir. Direnişler, merkezi uygarlığın iç ve dış baskılarından etkilenen toplumsal kesimlerin varolma mücadelesidir. Çoğunluğa karşı azınlık direnişleri, merkeze karşı çevre direnişleri veya iç egemene karşı sınıfsal direnişler özünde yayılmacı karakter taşıyan bir kıyım makinesinin dişlilerinden kurtulma, varkalma, varlığını sürdürme çabasının pratik ifadesidir.

Amaç ve hedefleri bağlamında devletçi uygarlığa karşı farklı görünümlerle ortaya çıkan direnişler genel olarak bu diyalektik ilişki ve nedensellik bağı içinde ifadesini bulabilir. Bir yerde asimilasyonist politikalara karşı kimlik mücadelesiyken, bir yerde varlığını korumaya dönüşür. Hegemon iktidara karşı özerklik elde etme, büyük devlet altında federe bir yapı kurma, din içinde resmi bir mezhep olma gibi programatik hedefler direnişlerin zaman, zemin ve ihtiyaçlarından kaynaklanan pratikleşmelerdir.

 

Kabile ve Aşiret Direnişleri

Gutilerin Sümer devletine karşı savaşları, Amortilerin Sümer-Akad devletini içten fethedip sisteme dahil etme çabası, Hurrilerin güçlerini birleştirip aşiretleşmesi, Med-Perslerin aşiret konfederasyonu şeklinde örgütlenerek Babil ve daha sonra Asur’a karşı direnmesi, göçebe kabilelerin kent devletlerine ve yerleşik aşiretlere karşı saldırıları gibi zengin örneklerler dolu olan Ortadoğu tarihi dikkatle incelenmeyi gerektirir. Devletli uygarlığa karşı direnişin ana kaynağını oluşturan kabile direnişleri Demokratik Uygarlık paradigmasında direniş mirasının temelidir.

“Kabile algımızı geliştirirken, sadece geleneksel yapılanmalara takılmamak gerekir. Akrabalık bağıyla örülmek kabile anlamına gelmez. Sadece kan bağları kabile olmak için yeterli ve gerekli değildir. Kabile temel nitelikte toplumsal oluşumdur. Toplumun anlamlı yaşamının temel örüntüsüdür.”

Kabile, klandan sonraki toplumsal örgütlenme değildir yalnızca, bununla birlikte kendisinden sonraki tüm toplumsal örgütlenmeleri belirleyen zemindir. Kabile siyasal bir nitelik kazanmış ve “eşit ve özgür karakterli” toplumsal örgütlenme olarak da önem taşır. Bu nedenle kabile direnişleri diğer tüm direnişleri de şu veya bu düzeyde etkiler. Yayılan devletçi uygarlığa karşı toprağını korumak ister; verimli olanları sömürüp depolarını dolduran kentlere yönelir; verimli arazileri üzerinde paylaşım, bölüşüm savaşlarına girişir; işbirlikçileşen kabile üst tabakalarına karşı özgürlükçü-komünal değerleri korumaya çalışır… her durumda kabile savaşları bugünkü direniş biçimlerini ilkesel olarak taşıyan yapısal özellikleri barındıran direniş odağıdır. Ortadoğu direniş geleneği bu mirastan beslenir.

 

Evrensel Tarih Yorumu

Evrensel tarih yorumu bütünsel tarihi gelişim içinde makro ve mikro gelişmelerin yerini bulduğu ve birbirleriyle diyalektik ilişki içinde oldukları, hakikate en yakın yorumdur. Evrensel yorumla bölgesel gelişmeler, halkların ve kültürlerin tikel tarihi, yaşanan dönüşümler, iktidar ve devlet tekelinin aldığı biçimler ve onlara karşı sergilenen direnişlerin birbiriyle ilişkileri ve tekil düzeyde özgünlükleri açıklanır. Evrensel tarih yorumunda kabile, tarihsel gelişimin çok önemli bir dinamiğidir. Kabile, evrensel tarih anlamanın anahtarıdır. Sınıfla açıklamaya çalışılan tarih parçalı ve tek yönlü olurken, temel dinamiği kabile olan tarih anlatımı evrensel bütünlüğü serimler. Öcalan, bu toplumsal gerçeklikten hareket ederek bir tarihsel bakış açısı oluşturur. Tarihte hep minör sahalarda gösterilen, önemi teslim edilmeyen, tali, detay-alan olarak gösterilen kabile direnişleri, Öcalan’da tarihsel-toplumsal temel birim haline gelir. Temel birim olan klandan farklı olarak kabile, klanın da yetkinleşmesi, siyasal nitelik kazanmış hal, olarak hak ettiği yere yerleşir. Sınıf savaşımı da “kabile” temel birimiyle anlam kazanır.

“Sınıf savaşımı dediğimiz olgunun temelinde kabile kültürünün köleleşmeye karşı binlerce yıllık direnmesi vardır. Sadece etnik bir direnme değildir söz konusu olan. Benim ayrı bir kavram olarak önemsediğim husus burada geçerlidir. Sınıf savaşı değil, sınıflaşmama, sınıf olmayı kabullenememe savaşı daha önemlidir.” (A. Öcalan)

Kabile direnişlerinin bu temel önemi yanında, ikili özelliğini de dile getirmek gerekir. Uygarlık her zaman yayılma eğilimindedir, yayılma da baskı da direnişe yol açar. İçteki egemene karşı gelişen direniş sınıfsal bir özellik taşırken, dışa karşı ise kabilesel bir yapıya bürünür. İster sınıfsal ister kabilesel tarzda olsun, direnenler başarı ve zafer elde etmek için uygarlığın kullandığı kimi yol, yöntem ve araçlara başvururlar. Yenilgileri yok olma anlamına gelirken, başarıları sistemle aynılaşma tehlikesi barındırır. Uygarlığa karşı direnişlerin paradoksal yapısını oluşturan bu durum, Ortadoğu direnişlerinde de her zaman karşımıza çıkar. İktidar makinesi, kendine karşı savaşanları da kendine benzeştirerek varlığını sürdürmeye meyillidir.

Kabile, merkezi uygarlık açısından sistem dışı bir güçtür. Onunla savaştığı oranda kendi savunmasının zayıf noktalarını güçlendirebilir; kabilenin yaşam alanlarına yayılarak topraklarını artırabilir. Kabile anti-uygarlık karakteri olsa da uygarlık kadar örgütlü olmadığından her zaman büyük tehlike arz etmez, ancak büyük güçler halinde birleşirse tehdit oluşturabilir. Bu nedenle uygarlık da her zaman için böl-yönet politikasına başvurmaktadır. Kabileler uygarlık için sürekli taze kan taşıyarak onu beslerler. Türk kabilelerinin İslam’a, Got’ların Roma’ya dönük rolleri böyledir. Bu özellikleriyle kabile-uygarlık ilişkisi diyalektik çelişki barındırır. Zıtların varlığı ve birliği yasasında olduğu gibi taraflar birbirinden beslenerek büyür, yaşarlar. Özellikle kabile şeflerinin hanedanlığa evrilmesiyle bir çeşit proto-uygarlık gücü oluşur. Kabile şefiyle özgür yaşamı korumaya çalışan kabile arasındaki çelişki-çatışma şef lehine gelişince, kabilenin uygarlık için taşıdığı tehlike avantajına dönüşür. Bu, özgür kabilenin yenilgisi demektir. Özgür kabile yenilir, teslim alınır, kabile şefi sistemle bütünleşir. Kabile direnişlerinin paradoksal yapısı böyle somutlaşmaktadır. Kabile içi sınıf savaşımında şefin kazanması kabilenin de uygarlığa yenilmesi anlamına gelir. Böylece bir direniş daha uygarlıkla bütünleşerek sona erer.

Tersi durumda, kabile özgür ve komünal karakterini korusa demokratik değerler varlığını sürdürecektir. Direnişler, demokratik ve özgürlükçü kesimlerin kolayca teslim olmadıklarının kanıtıdır. Binlerce yıllık baskıcı geleneğine ve giderek büyüyen baskı mekanizmasına rağmen uygarlık karşısında yılmadan direnen ve bir gelenek yaratan bu tarihsel miras sayesindedir ki bugün Kürdistan’da devam eden bir mücadeleden söz edilebilmektedir. Burada Öcalan’ın tarih felsefesindeki temel parametrelerden birine dikkat çekmek gerek. Neolitikten sonra, uygarlık karşısında eşiti özgür ve komünal yaşamı binlerce yıldır temsil eden ve günümüze taşıyan güç kabile direnişleriyle somutlaşan komünal topluluklardır. “Tarihin motor gücü” olarak bir sınıf gösteren klasik sosyalist görüşten farklı olarak, sınıfı da kapsayan kömünal toplum anlayışı sosyalizm de yeni bir bakıştır. Bu gerçeklik kabileyi komünalizm’in öznesi yapar. Bu nedenle kabile direnişi özünde komünalizm’in beşiğidir. İlk komünal toplulukların yurdudur. Uygarlığa karşı ısrarla ayakta kalan direniş mirası da komünal yaşamı koruma çabasından başka bir şey değildir.

 

Dinsel ve Sınıfsal Direnişler

İlk kutsallaştırma ve tanrılaştırmanın içinde sınıfsallığı da barındırması, dinsel gelimin sınıfsal karakterinden kaynaklanır. Totemin ata ruhundan tanrı katına çıkarılması iki şeye işaret eder: Birincisi, kabile veya topluluk içinde egemen hale gelmiş kesimlerin ataları diğerlerine oranla başat hale gelmiştir. Diğer bir deyişle kabile içinde bir kesim egemen hale gelmiştir. İkincisi, göçebe kabilelerin yerleşik kabileler üzerinde veya bir kentin başka bir kent üzerinde egemenlik kurma çabası tamamlanmıştır. Bu durumda baskın olan kabile veya kentin totemi diğerlerinden daha yüksek bir mertebeye çıkar. Kent koruyucuları olan totemler, kentler arası işgal-istilalardan sonra ya baştanrı, büyüktanrı olurlar ya da ikinci, üçüncü dereceye iner veya önemsiz figürler haline gelirler. A.Şenel’e göre Mezopotamya’da Oanes, Mısır’da Osiris bu şekilde baştanrı olurlar. Yunan’larda Zeus, Aryen’lerde Indra çoban toplulukların çiftçi topluluklar üzerindeki hakimiyetini simgeler.

Dinsel düşünce ve sınıflaşma içiçe gelişir. İlk din adamlarının kabile içinde ayrıcalıklı bir konuma yükselmesi, dinlerin çıkışında sınıfsal bir başkaldırı özelliği de taşımaları ve son olarak dinler içindeki mezhep ve tarikat ayrışmaları dinlerdeki sınıflaşmanın aynı zamanda pratik bir süreç olduğunu da gösterir. Sınıflaşma derinleştikçe dinsel düşünce de tahakkümcü bir niteliğe bürünür. Tanrılar ayrışır, bazıları elenir, gözden düşer. Sınıflaşma, dinsel düşüncenin felsefik yapısını da değişime uğratır. Başlangıçta “doğaya düzen veren tanrılar” fikri geçerliyken, dindeki hegemonik karakterin artmasıyla birlikte “doğayı yaratan tanrılar” fikrine geçilir. Din adamı yeni hegemonik güç olarak kutsanır; kutsallık ile sınıflaşma içiçe gelişerek dinin hegemonik yapısını belirler.

Sümer Zigguratlaranı din, devlet ve sınıfı anlamının temel alanı olarak gösteren Öcalan bu yapı üzerinde özenle durur. Tapınak, tıpkı kabile gibi, kenarda duran önemsiz bir figür konumundan merkezi uygarlığın dölyatağına dönüşür. Dr. Hikmet Kıvılcımlı gibi birkaç sosyalist önder-aydın dışında kimsenin eğilmediği tapınak, Öcalan’ın tarih-toplum çözümlemesinde sistemin tüm özelliklerini yansıtan bir konuma yükselir. Tapınağın katları sınıflaşmanın değişmeyen sistemini verir. Üst kat tanrının, onun temsilcisinin ve daha sonra egemen sınıfın mekânıdır. Orta kat rahibin, bürokratın, ideoloji üreten kurumların mekânıdır, alt kat ise kulun, kölenin, işçinin, ezilenin katıdır. Bu sınıfsal ayrışıma bugün de ana hatlarıyla devam etmektedir. Dinsel ve sınıfsal direnişlerin aynı kategori içinde değerlendirilmesi evrensel tarih açısından bütünlüklü bir bakış açısı oluşturur. Sınıfsallık ekonomik temelle değil, içinde ekonomiyi, ahlakı, inancı, yönetimi, barındıran daha toplumsal düzlemde ele alınmaktadır. Tapınak etrafında incelenen uygarlığın kendisidir. İnancı yeni bir formasyona kavuşturan rahip, bunun için toplumdaki inanç ve mitolojiden hareket eder. Toplumsal inancı sınıfsal ihtiyaçlarına göre yorumlayarak tapınak yönetimini pro-devlet olarak meşrulaştırır. Tapınak etrafında ürün kontrolü, ticaret ve askerileşme başlar. Tapınak toplumun yasalar, duvarlar, yollar ve yeni kentlerle uygarlığa geçmesinin ideolojik, yönetimsel ve zora dayalı geçişini sağlar. Rahip, şef ve yönetici ise tüm bunlar üzerinde yükselen imtiyazlı sınıf olarak devletin çekirdeğini oluşturur. “Önce devlet mi oluştu yoksa sınıf mı” tarzındaki kısır tartışma da bu yaklaşımla önemsizleşir. Devlet, sınıf ve kent uygarlığın sacayağı olarak tapınak etrafında birlikte varolurlar. Karşılarına komünal toplumun değerleri ve değerlerin savunucusu direniş güçleriyle savaş halinde…

 

Anlam Sanatı Kavgası

Dinsel düşünce de özünde bir sınıfsal bakışı barındırarak oluşur. Tapınak etrafındaki sınıflaşmanın yanında, yeni bir din veya mezhep de sınıfsal özelliklere sahiptir. Bu kez ezilen kesimlerin devletçi uygarlığa ve onun anlam örüntüsüne karşı bir mücadele simgesidir söz konusu olan. Ortadoğu’daki dinsel direnişlerden yola çıkan Öcalan şu ortak karakterin altını çizer: “Şu toplumsal kuralı çok iyi bilmek gerekir: Büyük bir anlam sanatı kavgasını vermeden, hiçbir ciddi sınıf kavgası olmaz.” Sınıfsal ve dinsel başkaldırılar aynı etkiyle yola çıkarlar; anlam örüntüsü oluşturmak… Dinlerin çıkışı salt ekonomik planda bir hak arayışı, ideolojik muhalefet veya yönetimde pay kapma istemiyle açıklanmaz. Her biri kendi zamanının çok ciddi ve kapsamlı bir muhalefet dinamiği olan dinler, aynı zamanda birer anlam arayışıdırlar. Kendi kavramlarını oluşturma, hakikat algısını yeniden düzenleme ve ideolojik bakış açısı oluşturma arayışıdırlar.

“Önemle belirtmeliyim ki, tarihin her döneminde sınıfsal ve diğer toplumsal kavgalar öncelikle kavramlar dünyasında ve özellikle de resmi ideolojilerle gayri resmi olanlar arasında verilir. Maddi sosyal gerçeklikler kendilerini manevi kültürle ifade ederek geliştirirler.” (A.Öcalan)

Yukarıdaki alıntıdan anlaşılacağı üzere, maddi, sosyal gerçekliklerin manevi kültürle kaynaşıp yeni bir muhalefet dinamiği oluşturması tarihsel direnişlerin yapısal karakterini oluşturur. Ortadoğu’daki dinsel direnişler böylesi bir yapıya sahiptirler. Hz. İbrahim’in Babilli Nemrut’a karşı başkaldırısı maddi ve manevi yanlar içerir. Aşağı Mezopotamya’dan gelip kuzeyi askeri olarak kolonileştiren Babil’e karşı sınıfsal bir başkaldırı olduğu kadar ideolojik bir duruştur da. Savaşacak gücü oluşturamadığından ülkeden çıkışı tercih eder. Yeni yaşam alanları arar, sömürgecinin ulaşamayacağı diyarlara göçer. Bunlarla birlikte köklü bir anlam arayışını da içeren bir başkaldırıdır. Simgesel olarak putları parçalaması, sorgulama tarzı “hakikat ve anlam” diye ona verilenleri kabul etmediğini gösterir. Ateşe atılarak cezalandırılması metaforundan da anlaşılıyor ki, anlamsal ve pratik başkaldırı sonucunda güçlü bir direnme savaşını da göstermiştir. Hz. Musa’nın Mısır’daki çıkışı bir kavim şahsında köleliğe karşı direnişi gösterirken, daha göç yollarında ideolojinin köşe taşlarını döşemesi anlam arayışının derinliğini gösterir. Hz. İsa’nın direnişi bir kavim yerine evrensel düzeye taşırması, Hz. Muhammed’in örgütlü ve ideolojik başkaldırısı da sınıfsal, yaşamsal ve anlamsal arayışın nasıl içiçe oluştuğunu gösterir.

Zerdüştilikteki toplumsal ve ahlaki yaşam hedefi de, İbrahimi dinlerdeki direniş ve arayış da kabile ve kavim özellikleri taşımalarının yanında, sınıfsal yanları da olan hareketlerdir. Genellikle kabile ve aşiret direnişlerinin dıştan gelişen sınıfsal direniş olmalarına karşın, dinsel direnişler ise iç egemene karşı gelişen direnişler olmaktadır. Bununla birlikte, klasik sınıfsal direnişler olmadıkları da görülmelidir. Sınıfsal yapıları karmaşıktır. Yoksul sınıflardan aristokratlara dek uzanan geniş bir skalaya sahiptirler. Daha çok, sistemden rahatsız olan tüm kesimleri ama esas olarak da ezilen kesimleri kapsarlar. Merkezi iktidarın sömürü ve baskısına olduğu kadar inanç sistemine de muhalefet ederler. Tanrı-kral kültüne, insanın tanrı kadar güçlenmesine karşıdır. Bu nedenle yeni bir “tanrı” yorumu geliştirir. Peygamberleri “tanrı elçisi” ilan ederler. İsa’nın “tanrının oğlu” olması da o ifadede simgeleşen iktidar ekine uzak durmasıyla çelişmez. İdeolojik çatışmaları hegemonik iktidarın tüm anlam dünyasına dönüktür. Varolan sisteme ait olan hiçbir şeyi kabul etmeyen, radikal, ideolojik bir kopuşu, yeni bir anlam arayışını temsil ederler.

Dinsel direnişler Öcalan felsefesinde en güçlü toplumsal-siyasal-ideolojik muhalefet dinamiğidir. Hegemonyaya karşı başlatılan bu direnişler, kendi zamanlarında hegemonyayı tümden kaldıramazlarsa da dönüştürmeyi başarırlar. İktidar-devlet tekelini reforma zorlarlar. Reform ve devrimle bu kazanımlarını kalıcılaştırmamaları onların bir açmazıdır. Sistemden radikal kopuşları gerçekleştirmiş ancak buna uygun bir kurumlaşmayı oluşturamamışlardır. Hz. Musa Mısır hegemonik gücünü atlatmayı başardıktan sonra Filistin’de yeni ve üstelik kabilesel bir hegemonik güce dönüşmeyi engelleyemez. İseviler üç yüz yıl merkezi iktidara karşı direndikten sonra, sistemin en güçlü temsilcilerinden olan Roma’nın resmi dini olmaktan kurtulamazlar. Hz. Muhammed’in İslam’ı daha ilk yüzyıl içinde Emevi sülalesi eliyle karşı-devrimci bir iktidara dönüştürülerek özüne yabancılaştırır. Dinsel direnişler, içerdikleri tüm toplumsal ve haklı özelliklere rağmen hegemonyanın el değiştirmesinden öte bir sonuç vermemiştir. Bununla birlikte, yüzyıllarca devam edegelen soylu direniş mirasında önemli oranda temsilini yaptıkları unutulmamalıdır.

 

Tarihten Güncele Direnişlerin Yapısı

Ortadoğu’da direnişi tarihsel-toplumsal olarak temsil eden ve taşıyan bu iki direniş damarının güncelde yaşanan kördüğüme nasıl bir çözüm üretebileceği sorusu güncel politikalar açısından son derece önemlidir. Üretimden doğan sınıfların belirsiz olduğu; ulus-devletin gecikmeli, eksik ve vahşice uyarlanmaya çalışıldığı; dinlerin anlam yitimine uğrayıp içi boş gerekçelerler mezhep kavgalarında boğulduğu, geleneksel yaşamın durağanlığa ve kısırdöngüye sıkıştırıldığı ve modernitenin tüm gücüyle yüklenip dizayn etmeye çalıştığı bu coğrafyada yaşanan sorunlara çözüm bulmada nasıl bir katkı sunacakları, tarihsel-toplumsal perspektife bağlı olarak cevaplandırılabilir.

Her isyan ve krizden çıkış arayışı merkezi uygarlık tarafından yenilgiye uğratıldıkça, merkezi uygarlık daha da güçlenerek gelişir ve toplumsal hakları daha fazla gasp eder. Hegemonyanın yükselişi toplumdaki komünal değerlerin de erimesi anlamına gelir. Bu yüzden beş bin yıllık merkezi uygarlık tarihi olan Ortadoğu’da bugün çözüm daha karmaşık ve zorlu bir hal almıştır.

“Bunalım anları toplumların çözüldüğü, dolayısıyla hakikatlerin değişime uğradığı anlardır.” der Öcalan. Ortadoğu’daki bunalım hakikatin parçalanmasına, farklı hakikat algılarının oluşmasına yol açmıştır. Yaşam ve anlam dünyası bu denli parçalanan bir coğrafyada çözüm de giderek zorlaşır. Merkezi uygarlığın otoriter-totaliter yapısına karşın ısrarla sürdürülen direnişin özü, toplumların özgürlükçü-komünal yapısının koruma ve varlığını sürdürme olduğundan, zorluklarına rağmen çözümün mümkün olduğunu göstermektedir. Dinsel, mezhepsel, etnik, kültürel direnişler merkezi uygarlık karşısında her zaman direnebildiğinden dolayı, bugün Ortadoğu’da güçlü bir direniş dinamiğinden söz edilebilmektedir.

Evrensel tarih, bu direniş geleneğinin belirli özelliklerini de göstermektedir.

1-Tarihe yön veren tüm direnişler sistemden zarar gören sınıf ve tabakaları kapsarlar. Hz. Musa’nın kavimsel dini dahi, çıkışında Mısır’ın en yoksul kesimlerine dayanarak var olur. Farklı etnik, kültürel topluluklar, sınıflar ve inanç grupları yeni direnişle birlikte kimliklerini koruyabilecekleri koşulları dayatırlar. Bir direniş farklı yorumlara bürünerek tüm coğrafyaya yayılabilmektedir. Örneğin Karmatiler, İsmaililer, İslam’ın yeni bir yorumu olarak Sünni İslam’a başkaldırmış olsalar da, içlerinde çok farklı inanç grupları olan Mazdekileri, Maniheistleri hatta Hıristiyanları bile kapsarlar. Bugün bu kapsayıcılığa Öcalan’ın “demokratik ulus” formülünde rastlamaktayız. Bir kültür ulusu olarak formüle edilen demokratik ulus, özgürlüğe eşitliğe dayalı, farklılıkları barındıran demokratik kurumlarda üyelerini birleştiren; etnik ve kültürel yapıları, inanç gruplarını, siyasal grupları bir araya getirip varlıklarını güvenceye alacak özelliklere sahiptir. Ortadoğu direniş kültürü tekçiliği kabul etmeyen, çoğunlukla varolan yapısını bugün her zamankinden daha güçlü bir şekilde dayatmaktadır.

2-Çözüm üretmek için pratik örgütlenmenin yanında ideolojik bir formasyon da gerekir. Modernizme radikal karşı koyuşun parametlerini içeren, ona alternatif olabilen, özgürlükçü-komünal, yeni anlam ve hakikat arayışına dayalı bir ideolojik netlik ve zihinsel dönüşüm olmadan bu denli örgütlü bir mekanizmaya ve onun bilinç çarpıtan yöntem ve kurumlarına alternatif olunamaz.

3-Son derece örgütlü bir modernizm karşısında dönemsel tepkiler ve kısa süreli örgütlemelerle elde edilen kısa vadeli başarılar istenilen sonucu vermez. Direnişlerin kurumlarını ve örgütlerini de yaratması gerekir. İdeolojik ve pratik çabanın yanında örgütlenme ve kurumlaşma sağlanırsa sonuç alınabilinir. İçte, bölgede ve bölgeyle ilgili olan her kesimde gerçekleşecek örgüt ve kurumlar bugünden özgür ve eşit yaşamı eğitim ve eylem yoluyla topluma hâkim kılarlarsa, bölgesel direnişin zemini de aşılabilir.

Farklılıklara saygılı, demokratik değerlerle oluşmuş, ideolojik bir formasyona ulaşabilmiş ve bunun kurumlaşmasını oluşturabilen bir direniş Ortadoğu direniş geleneğini temsil edebilir. Demokratik Modernite, Ortadoğu’da ekonomik, ahlaki, politik ve yönetimsel alternatifi oluşturmanın ifadesi olarak anlaşılmalıdır. Kendisi için düşünce üretemeyen toplum olmaktan çıkıp, bölgesel bir direnişin dinamiklerini barındıran Kürt halkı bu direnişin öznesi olmanın haklı gururunu yaşamaktadır. Elbette bu direniş Ortadoğu’nun tarihsel direniş mirasına dayanmaktadır. Ve ancak bölgesel düzeyde tüm halklar ve inanç grupları için bir zihinsel, sosyal, ahlaki ve politik dönüşümü başarabilirse en güzel rengine kavuşacaktır.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.