Düşünce ve Kuram Dergisi

Devlete Giden Yol

Yavuz Delal

Aslında doğru ifade yeni bir siyasal mekanizmaya giden yoldur. Zira ne Hz. Muhammed ne de hemen sonrasındaki Hulefa-i Raşidin (dört halife) dönemlerinde devlet tabiri kullanılmıştır. Bu belirlemeyi bir kenara bırakıp, devlet tabirini kullanarak, devlete giden yolun Medine Vesikasından geçtiğini söylemek gerekir. Ama bunun içinde kaçınılmaz olarak Medine Vesikasına giden yolun çözümlemesini yapmalıyız.

 

Medine Vesikasının şafağı

Burada kısaca sınırları belirlenmiş bir toprak parçası üzerinde sosyal ve politik bir hukuk ihdas ederek siyasal birliği sağlayan Medine Vesikasının nasıl ve hangi dinamiklerle mümkün olduğunu açmaya çabalayacağım. Ve bunu, nasıllarına cevap verecek olan vesikanın oluşma koşullarını veya asıllarını kısaca açıklayan bir yöntemle anlaşılır kılmaya çalışacağım.

 

Siyasi ortam:

Arap yarımadasında egemen olan siyasi gelenek kabile ruhudur. Çağın şartları doğrultusunda yarımadanın başlıca şehirlerinden Mekke’de Kureyş, Taif’te ise Sakif kabilesi etrafında oluşmuş bir siyasal birlik var; ve bu şehir devletlerindeki siyasal birlik, özgür kabilelerden müteşekkil bir kabile konfederasyonu şeklinde. Buna karşın yarımadanın önemli bir başka şehri olan Medine’de ise siyasi hayat kaos içerisinde bulunmakta. Yüzyılı aşkın bir zamandır aralıklarla iç savaş yaşayan Medineliler, bu savaşlardan bitap ve bıkkındır; fakat çokça denemelerine karşın kalıcı barışı ve siyasal birliği mevcut sosyal dinamiklerle tesis etmeleri mümkün olmuyor. Medine’nin siyasal birliği sağlayan bir yönetim biçiminden mahrum olması, vesikanın oluşabilmesinin en esaslı kaynağı olmuştur.

 

Sosyal ortam:

Medine’de Evs ve Hazreç isimli iki Arap kabilesi ve ana üç kabileden müteşekkil Ben-i İsrailli Yahudiler bulunmaktadır. Üzerinde uzlaşılmış bir siyasal birlik sağlayamadıklarından ve sık sık iç savaş yaşadıklarından Medine ahalisini oluşturan her kabile kendi mıntıkasında inşa ettiği hisarında kendi güvenliğini sağlamaktadır. Yani Medine, Mekke ve Taif’ten farklı olarak içinde kalelerin bulunduğu mahallelerden müteşekkil bir şehirdir; ve merkezi siyasal bir mekanizması yoktur. Merkezi bir siyasi otoritenin olmayışı savunma alanında da kendini gösteriyor ve tüm şehir kaotik düzenini sosyal hayatta da yaşıyordu.

 

Hicretle birlikte sosyal dokuya eklenen yeni olgu:

Kabile örgütlenmesinin ve kabile geleneklerinin ve ruhunun hâkim olduğu Medine, artık Mekke’den kendi davetiyle göç almakta. Fakat bu göçmenler (Muhacir), Arap yarımadasında o güne kadarki sosyal grupların hiçbirine benzememektedir. Bunlar tam olarak inanç ve fikir etrafında teşekkül etmiş yeni bir sosyal gruptur. Bu grubu, Mekkeli çeşitli kabilelerden ve Medineli düşman iki kabile Evs ve Hazreç’ten olan Araplar oluşturmakta ve bunlar arasında kimi sonradan olmak üzere Habeşli Bilal, Farslı Selman, Romalı Süheyb ve Kürdistanlı Gaban gibi insanlar da bulunmaktadır. Bu göçmenler, Arap Evs ve Hazreç kabilelerinden onlara katılanlarla (Ensar) birlikte Medine için tam anlamıyla yeni, farklı ve dolayısıyla çekici bir sosyal olgu olmuştur.

Bu yeni sosyal olgu ile Medine’deki demografik şema da değişir. Buna göre büyük oranda Evs ve Hazreç kabilelerinden müteşekkil Araplar ve Ben-i İsrail’den müteşekkil Yahudilerden olmak üzere toplam 10.000 olan Medine nüfusunun demografisi Evs ve Hazreç’ten inananlarla (ensar’la) birlikte muhacirlerin oluşturduğu 1.500 Müslüman’ın katılımıyla değişir.

Böylece Medine’ye göç eden Mekkeli Müslümanlarla birlikte Medine’de artık üç ana sosyal grup vardır.

 

Bunlar:

1- Yeni bir sosyal grup olan Müslüman Araplar.

2- Müslüman olmayanmüşrikAraplar.

3- Ben-i İsrailli Yahudiler.

En genel anlamıyla Medine’deki sosyopolitik ortam, ancak yepyeni bir paradigma ile toparlanacak olgunluğunun zirvesine çıkmış bulunmaktadır. Buradaki tek sorun, yeni paradigmayı projelendirecek, projeyi modellendirecek yepyeni bir önderliğe ihtiyaç duyulmasıdır. İşte Hz. Muhammed burada devreye girecektir.

 

Vesikanın asılları:

Medine Vesikası’nın asıllarından kastettiğim şey vesikanın maddeleri ve içeriği değildir. Bu konuda Muhammed Hamidullah’ın “İslam Peygamberi” adlı eseri fazlasıyla bilgi vermektedir.

Kastettiğim asıllar, yukarıda “düzensizlikte olgunluğun zirvesine çıkmış sosyal ve siyasal ortam” ile “yepyeni bir paradigmayla gelen önderlik” biçiminde ifade ettiğim birbirini tamamlayan öğelerdir.

Aslında Mekke ve Medine şartlarıyla vesikanın öncesi ve sonrası dönem, sosyal ve siyasal antropolojiyi ilgilendiren bir çalışmaya muhtaçtır. Burada genel hatlarını özetleyeceğim sosyopolitik vakıa ile önderlik arasındaki yeterlilik gerek şartlılığı amacımı ortaya koyacaktır. Çünkü amacım vesikanın kurucu temel iki ögesi olduğunu ve bu iki ögenin birbirini tamamlayan içerikte bir konjonktüre sahip bulunduğunu göstermektir.

Her ne kadar bütün Arap yarımadası kokuşmuş durumda olsa da yarımadanın en önemli merkezlerinden biri olan Mekke’nin siyasal birliği konfederasyon şeklindedir. Uzlaşılmış ve gelenekselleşmiş bir yönetim biçimine sahip oldukları için Mekke’de bürokrasi ve merkezi yönetim oturmuştur. Sosyal ve politik bakımdan Kureyş kabilesinin merkezi konumda olması itiraz görmemektedir. Kabileler arasında küçük sürtüşmeler haricinde ciddi bir problem yoktur. Kabile geleneği hem sosyal hem de siyasal yaşamı yürütebilmektedir. Henüz kabile ruhu çatırdamamıştır. Ekonomi ciddi sıkıntılar olmadan işlemektedir. Fakat Mekke’deki sosyal ve siyasal ambiyans, karizmatik önderlik yeteneğine ve sevilip sayılan kişiliğine rağmen Hz. Muhammed’i entegre edememektedir. Zira Hz. Muhammed mevcut sosyal ve siyasal dokuyla asla örtüşmeyen fiili bir durum yaratmış; hem sosyal hem kültürel ve hem de siyasal dokuyu kökten değiştirecek bir paradigmayla ortaya çıkmıştır.

Mekkelilerin temel olarak şaştığı ve şehir devletine entegre edemediği şey, Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu paradigmanın onun karizmatik kimliği ile uyumsuz olduğu iddiası değildir; aksine Hz. Muhammed, yepyeni bir paradigmayı ileri sürebilecek bütün özelliklere sahiptir. O’nun güvenilir, sağlam, yumuşak huylu, anlayışlı, doğru, dürüst, vefadar, akil ve adil bir deha olduğu kabul edilmektedir. Onu saymayan, onu sevmeyen neredeyse tek bir Mekkeli yoktur!

 

Mekke’den Medine’ye hicret:

Fakat temel problem, Mekke’de bu özelliklerle mümeyyiz olan bir karizmanın yepyeni bir paradigmayla önderlik edeceği sosyal ve siyasal bir ortamın bulunmayışıdır. Hz. Muhammed’e paradigmasından vazgeçmesi, en azından yumuşatması halinde şehir devletin yöneticiliği teklif edildiği hatırlandığında Mekkeliler için Hz. Muhammed’in önderlik kabiliyetinin değil de getirdiği yeni paradigmanın problem olduğu anlaşılacaktır. Hz. Muhammed’in Mekke’de tutunamamasının tek nedeni fiili durum yaratan yeni paradigmaya özgürlük tanımayan Mekke sosyal ve siyasal ambiyansının onun için hazır olmamasıdır. Bu yüzden Hz. Muhammed, yaratacağı fiili durum için özgürce yaşayabileceği yeni bir yaşam alanı aramak zorunda kaldı. Ve Medinelilerin daveti üzerine Mekke’den Medine’ye gitme kararı aldı. Tarihin kırılma anı işte bu hicret kararıyla gerçekleşmiş oldu.

Medine’de ise sosyal ve siyasal vakıa Mekke’dekinin tam tersiydi; Sosyal dokusu yarı yarıya putperest Araplardan ve Yahudi Ben-i İsraillilerden müteşekkil olan ve siyasal birliği bulunmayan Medine, epey bir zamandır kendisini bu kaotik vakıadan kurtaracak bir önder arayışındadır.

 

Çünkü:

1- Hem putperest Araplar hem de Yahudiler, adına “Buas” denilen yüzyıldan fazladır sürdürdükleri savaşlardan bıkmış ve bitap düşmüşlerdir.

2- Uzun yıllardır Yahudilerle birlikte yaşayan Medineli putperestler inançları konusunda Mekkeliler gibi katı değildir. 

3- Öteden beri Yahudiler yeni bir kurtarıcı peygamberden bahsettiklerinden, peygamber iddiası Medineli Araplar için şaşırtıcı değildir.

4- Hem putperest Arap kabileleri hem de Yahudi Ben-i İsrail kabileleri kendi aralarında siyasi birliği kurmaya ve konfederasyon şeklinde örgütlenmeye dair girişimlerinden hiçbir sonuç alamamaktadır.

Çünkü kendi aralarındaki hiçbir girişim eski düzene tekrar dönmeye engel olamıyordu. Medineliler zaten bu işin ancak yepyeni bir önder ve yepyeni bir paradigmayla gerçekleşebileceğini zımnen anlamış ve kabul etmiş durumdaydılar.

Medine’deki ortam karizmatik yepyeni bir önderi ve yepyeni bir paradigmayı kabul etmeye hazırdır. Hz. Muhammed için de gerekli olan sosyal ve siyasal dokusu düzensizlikte olgunlaşmış bir şehirdir; ve bu konuda Medine hazır bulunmuşluk içindedir. Kısaca Medinelilerin kaostan çıkış arayışı ile Hz. Muhammed’in Mekke zulmünden kaçış arayışı birbirini tamamlayan bütün unsurlara sahiptir. Medine, Hz.

Muhammed’e onu taşıyabilecek bir ortam veriyor, Hz. Muhammed de Medine’ye ihtiyacı olan önderlikle geliyordu.

Medine Vesikasına giden yolu belirginleştirme: Buraya kadarki belirlemeyi “Medine Vesikasının Şafağı” ifadesiyle formüle edebiliriz! Bu, Medine Vesikasına giden yolda Mekke’nin ve Mekkelilerin; Medine’nin ve Medinelilerin nasıl bir ambiyansta bulunduğunun bilinmesine ilişkindir. Birinci ve ikinci belirleme konjonktür ve arayıştır.

1- Vesikanın temel iki unsurundan biri olan Mekkeli Müslümanlar adına Hz Muhammed, on yıl boyunca şiddetli baskı altında tutulan ve baskıdan kurtulamayacakları belli olan Müslüman toplumun artık Mekke’de yaşama imkânının kalmadığına karar vermiş ve hicret arayışına geçmiştir. Yani Mekke’deki mücadeleyi fiili olarak Mekke’de sürdürmeme kararı almıştır. Çünkü bu konjonktürde Mekke’de kalmak sonu belli olmayan kısır bir döngüye mahkûm olmak demekti. Çünkü müşrikler Mekke’de iman eden bir toplumun varlığını kabul etmiyor, iman edenler de iman etmekten vazgeçmiyordu. Burada dikkat edilmesi gereken şey Mekke’den çıkma arayışına davanın hak olmasının engel olmamasıdır. Zira başlangıç itibarıyla hicret arayışını Allah’ın açık bir emri değil, sosyal ve politik yaşamın içinde bulunduğu durum, sünnetullah gereği, zorunlu kılmıştır. Çünkü davanın hak olması kısırdöngü içinde kalmak anlamına gelmiyor.

2- Vesikanın diğer temel unsuru olan Medineli

Araplar ve Yahudiler ise Mekkeli müşriklerin Müslümanlara şiddetli baskılarının olduğu dönemde, yani eş zamanlı olarak kendi aralarında devam ettirdikleri 120 yıllık geçmişi olan Buas harbinin baskısı altındaydılar. Buas Harbinden bitap düşmüş olan sosyal ve siyasal yaşam da Medine’nin konjonktürüydü. Bu konjonktürde Medineliler sosyal ve siyasal düzeni sağlayacak, adına Buas denilen anlamsız savaşın kısır döngüsünden onları kurtaracak bir arayışın içindeydiler.

 

Sonuç olarak:

Mekke’den kaçmak isteyen Müslümanların arayışı ile Medine’deki kaostan kurtulmak isteyen Medinelilerin arayışı eş zamanlı olarak gerçekleşmiş ve birbiriyle örtüşecek konjonktüre sahip olmuştu. Mekkeli Müslümanların baskıdan, Medineli Arapların da kaostan kurtulmayı irade etmeleri onları bir arayışa, arayışları da onları Akabe müzakerelerine, müzakerelerin rasyonelliği de onları sözleşmeye giden yola ulaştırmıştır.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.