Düşünce ve Kuram Dergisi

Devletlerarası Komplo Yenilmiştir

Yılmaz Dağlum

Kavram olarak çok daha geniş kapsamı olmakla birlikte, sözlüklerde aslı Fransızca olan komplo sözcüğü, “bir kimseye, bir kuruluşa karşı toplu olarak alınan gizli karar, gizli düzen” biçiminde tanımlanmaktadır. Bu kısa ve dar tanım bile komplo gerçeğinin hiçbir insani, ahlaki, siyasi ve hukuki yanının olmadığını göstermek için yeterlidir. Savaşın bile bir ahlakı, yasaları vardır. Komplo ise tüm etik değerlerin inkarı anlamına gelir. Başta Kürt halkı, Türkiye halkları aleyhine geliştirilen komplonun Pentagon ve NATO’nun kozmik odalarında hazırlanan gizli plan, ortak karar ve uygulama gücü oluşturularak adım adım uygulanan bir toplumkırım komplosu olduğu açıktır.

Genelde tüm Türkiye halklarına, özelde Kürt halkına ve onun Özgürlük Hareketine karşı geliştirilen devletlerarası komplo, görünüşte bir kişiye, -Abdullah Öcalan’a-, karşı imiş gibi geliştirildi. Hâlbuki öyle değildi. O’nun şahsında bir halka karşı geliştirilen dünya tarihinin en kapsamlı, geniş katılımlı ve en büyük komplosu idi. Kürtler bu komployu “uluslararası komplo” olarak adlandırdılar. Öcalan ise 15 Ekim 1998 tarihinde MED-TV’de yaptığı açıklama ile komployu deşifre ediyordu. Kendisine karşı adeta bir sürek avı başlatıldığını belirterek, bu kovalamacayı “Amansız Takip, Büyük Takip” olarak adlandırıyordu. 9 Ekim 1998’de başlayan ve 15 Şubat 1999’da Kenya’da Türkiye Özel Harekât elemanlarına teslim edilinceye kadarki süreci izleyenler, bu sürecin gerçekten de amansız bir takip olduğunu anlamışlardır.

Komployu birden bire ortaya çıkan tekil, konjüktürel bir olay olarak değerlendirmek yanıltıcı olur. Bu komplonun derin tarihsel arka planı oldu gibi; 21.yy dünya sistemini, bu çerçevede Ortadoğu’yu yeniden düzenlemeyi tasarlayan merkezi hegemonik sermaye ve iktidar tekellerinin dönemsel stratejik hedefleri vardır. Bu çerçevede olayı devletlerarası bir komplo olarak ele almak daha aydınlatıcı olacaktır.

Komplonun tarihsel arka planını birçok yazar Haçlı Seferleri dönemine kadar götürmektedir. Selahattin Eyyubi,Hattin Savaşında Haçlıları bir daha bellerini doğrultamayacakları bir yenilgiye uğratır.Bu durum, İslam âlemi için Kürt asıllı Komutan ve Devlet Adamı Selahattin Eyyubi önderliğinde kazanılan büyük bir zaferdir. Batılılar için yaşadıkları bu büyük yenilgi: “Kutsal mekânların ele geçirilmesi” kisvesi altında Ortadoğu’nun zenginliklerinin ele geçirilmesi rüyalarının sona ermesi anlamına gelmektedir.

Olaya bu pencereden bakanlar için, Kürtler ve Ortadoğu halkları bu tarihsel olayı unutmuş ve güncel gelişmelere nasıl yansıdığını hesaplamıyor olabilirler. Ancak Batılıların da bu olayı unuttuklarını sanmak hata olur. Merkezi hegemonik iktidar tekellerinin Ortadoğu’ya yönelimlerinde küresel hegemonyanın tamamlanması zorunluluğunun yanı sıra, bilinçaltında bu olayın da önemli bir rol oynadığını söylemenin abartı olmayacağı dillendirilmektedir. Nitekim Afganistan ve Irak işgallerini başlatan oğul Bush’un, bu saldırıyı “Yeni Haçlı Savaşı” olarak tanımlaması süreci lisan olarak değerlendirilemez. Bu büyük devletlerarası komplo ile “aslında Hıristiyan Batı Selahattin Eyyubi’nin, atalarına tattırdıkları yenilginin intikamını Selahattin’in torunlarından almaktadır”demektedirler. Bu yorumları yapan ve bu anlamda Abdullah Öcalan’ı “Çağdaş Selahattin” olarak değerlendirenler az değildir.

Yabana atılır bir değerlendirme olmamakla birlikte, komplonun tarihsel arka planı çok daha derinlere gitmektedir. Olayın temelinde Ortadoğu’nun, özelde de Mezopotamya’nın tarihsel toplumsal kültür gerçeği, toplumsal geleneğinin gücü yatmaktadır. Batı’nın merkezi hegemonik sermaye ve iktidar tekellerininbugüne kadarki tüm yönelimleri Ortadoğu’nun kültürel direnişi ile boşa çıkarılmıştır. Bunun iyi çözümlenmesi gerekmektedir. Bugün Batılı merkezi hegemonik iktidarların tüm saldırılarına karşı direnen, bölgenin ulus devlet karikatürü iktidarları ya da çeşitli örgüt, tarikat, cemaat vb. değil, kökleri toplumsallığın doğuş dönemine kadar uzanan tarihsel toplum kültürü, geleneğinin gücüdür. Özellikle de son iki yüz yıllık askeri saldırı ve katliamlara eşlik eden kültürel soykırımlara,kozmopolitik kültür ve modernist yaşam dayatmalarına karşı direnişinin belirleyici öğesi bölgenin kadim kültürü, geleneğinin gücüdür. Bu yönlü çözümlemeler son derece azdır. Bu gerçeğe işaret eden Öcalan şunları söylemektedir:

“Toplumsal gelenekle güncellik arasındaki ilişkinin doğru tanımlanması sosyal bilimlerde halen ciddi bir sorundur. Güncel yaşanan olguyu, olay ve süreçleri geleneğe bağlamadan ne kadar tanıyabiliriz? Gelenek güncellik üzerinde ne kadar etkilidir? Toplumun kendisi hangi ölçüler içinde gelenek ve güncelliği bir arada ve nasıl yaşayabilir? Bu sorulara yanıt vermeden, güncel durum ve olası gelişmeler hakkında gerçekçi değerlendirmeler yapmak güçtür. Bu durumda yapılanlar eksik ve yanlışlıklarla dolu olacaktır. Yöntem olarak sürekli tarih ve günceli birbirine bağlamaya çalışmamız bu nedenledir. Bir kez daha kanımı dile getirirsem, geleneğin büyük oranda şifreli de olsa güncelin içinde gömülü olduğudur. Güncel an ve koşullar sanıldığından çok az geleneksel veriyi değişime uğratmaktadır. Ama olgular dünyasında bunu anlamak için birkaç kodlu şifreleri çözmek gerekir. Yoğun tarihsel tanımlamalar yapmamın nedeni, bu güncel örtük şifreleri çözmek içindir.”

Öcalan İmralı’da geliştirdiği tüm savunmalarında bu şifreleri çözerek değerlendirmelerini bu tarihsel-toplumsal temeller üzerinden geliştirmektedir. Ortadoğu halklarının doğal topluma daha yakın aşiretsel, kabilesel toplumsal yapısı, geniş aile ve komünal yaşam geleneğiyle, kapitalist modernist kültür ve bireyciliği azdıran yaşam tarzına karşı -ideolojik-politik önderlikten, çağdaş bir hedefler programından, alternatif paradigmadan yoksun olsa dadirenmektedir. PKK’nin çıkışında da ahlaki, politik ve demokratik toplum ile demokratik komünal yaşam değerleri başattır. Bu da sistemin boy hedefi olması için yeterli bir neden olmaktadır.

1989-1990 yılları SSCB şahsında Reel Sosyalizmin çözülmesi ardından, Warşova Paktında yer alan Doğu Avrupa ülkelerinin yeniden düzenlenmesi gerekmekteydi. Başta Yugoslavya ve Romanya’da bir hayli kanlı yaşanan bu yeniden düzenlenme süreci, büyük trajediler ardından NATO şemsiyesi altında yapılan müdahalelerle bu ülkelerin bir kısmının AB ve NATO’ya kabulünden sonra tamamlandı. Batılı merkezi hegemonik sermaye ve iktidar tekellerinin küresel egemenliklerini ilan etmeleri için Ortadoğu’nun da ele geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi gerekliydi. “Yeni Dünya Düzeni” projesi de bu dönemde geliştirildi. Bu temelde Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek hedeflenmekteydi.

Bu hedefe ulaşmanın önünde önemli engeller bulunmaktaydı. Aslında bölge 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde, başta Skoys-Picot,birçok anlaşmasıyla parçalanmış, önce manda rejimi, ardından geliştirilen ulus devletlerle kontrol altına alınmıştı. Sözünü ettiğimiz bu engellerin birincisi, merkezi iktidar ve sermaye tekellerinin ajan yapıları olarak oluşturulan ulus devletler bir statüko kazanmış, hem kendi halkları nezdinde birer despot olarak görülerek reddedilmeye, hem de petrol zengini bu iktidarlar küreselleşen sermayenin serbest dolaşımını kösteklemeye başlamışlardı. Radikal toplumsal devrimlere yol açmadan bu yapıların küresel sermayenin serbest dolaşımına uygun hale getirilmesi, restore edilmesi gerekmekteydi.

Bölgedeki ulusal kurtuluş hareketleri, -başta Filistin, FKÖ olmak üzereuysallaştırılmış ve sistemiçine çekilmişlerdi. Sistem karşıtlıkları törpülenmiş, denetlenebilir bir düzeye getirilmişlerdi. Bu genel tabloyu bozan, sistemiççileşmemekte ısrar eden, sistem karşıtlığını her vesileyle açığa vuran, sistemin yapısallığını tehdit eden Kürt Özgürlük Hareketi bir çıbanbaşı olarak durmaktaydı. Ayrıca dünya genelinde “dönemi kapandı” denilen silahlı direnişve gerilla mücadelesi egemen devletlerin inkar-imha politikasında ısrar etmeleri nedeniyle meşru savunma temelinde varlığını korumaya devam etmişti. Bu yönüyle de halkların özgürlük ve demokrasi umudu olmayı sürdürmeyi başarmıştı. İkinci ve asıl önemli olan da bu engeldi. Ne pahasına olursa olsun bu engelin aşılması gerekmekteydi. Bu engel aşılmadan bölgeye yapılacak her müdahalenin aksi sonuçlar doğurması, hatta bölgesel bir devrime yol açması olasılığı hiç de az değildi.

Bu nedenle de Kürt Özgürlük Hareketinin sistem iççileştirilmesi; bu olmazsa tasfiye edilmesi küresel sistemin varlığı ve geleceği açısından yaşamsal önemdeydi. Tehdidin büyüklüğü birkaç bin kişilik gerilla gücünden gelmiyordu. Çünkü daha büyük gerilla ordulaşmasına sahip olan devrimler sisteme hizmet eder konuma getirilmişlerdi. Yine tehdidin büyüklüğü 40 milyonluk bir halkın yeni bir ulus-devlet kurma amacında olması da değildi. Çünkü diğer örneklerde de görüldüğügibi ulusdevlet bir sistem yaratımı olduğu ve sisteme hizmet ettiği için kabul edilebilirdi. Kürdistan’ın Güneyinde zaten bir devletçik oluşturulmaktaydı. Dolayısıyla tehlike daha derindeydi ve ona göre daha kapsamlı tedbir ve yönelimler gerekmekteydi.

Asıl tehdit ve tehlike Kürt Özgürlük Hareketinin felsefesi, bağımsız-demokratik siyasi karakteri ve yaşam tarzından kaynaklanmaktaydı. Daha küçük, etkisiz bir ideolojik grup iken oluşan komünal yaşam tarzı, demokratik halkçı kültürü ve ahlaki yapısı kapitalist hegemonik güçler için kabul edilemez bir durumdu.Bu küçük grubun, reel sosyalizmin etkisinde olsa da ortaya çıkışından başlayarak, kapitalist sisteme alternatif olduğunu iddia eden reel sosyalizme yönelik önemli eleştirileri vardı. Yani küresel sermaye ve iktidar tekellerinin merkezlerine olduğu kadar reel sosyalizmin “Kâbelerine” de mesafeliydi. Yine diğer Kürt Hareketleri gibi,ülkenin diğer parçaları üzerinde egemenlik sürdüren sömürgeci devletlerin hiçbirine dayanmıyordu. Tamamen ideolojik, siyasal bağımsızlığı, halkının özgücüne dayanmayı ve iradeli duruşu esas almaktaydı. Kolay yolundan saptırılabilir bir hareket değildi. Bu özelliği yaşam ve mücadele pratiği içinde defalarca kanıtlanmıştı.

Hareketin bu özelliklerinden kaynaklansa gerek, daha ilk emekleme adımlarını atar atmaz Türkiye Özel Savaş Rejiminin boy hedefi haline getirilmişti. İlk ciddi yönelim ise hareketin öncü kadrolarından Haki Karer’in18 Mayıs 1977’dekatliyle gerçekleşmişti. Gerek yurtiçinde, gerekse yurtdışındayken Sayın Öcalan’a karşı birçok başarısız suikast girişiminde bulunulmuştu. Yani daha yolun başındayken, Kürtler adına özgürlükçü ve demokratik hareket geliştirme çalışmalarının tehlikeleri fark edilmiş ve bertaraf edilmeye çalışılmıştı.

Hareketin Ortadoğu’ya açılmasıyla birlikte komplolar da peşi sıra gelmeye başlatılmıştı. İlk olarak 1985 yılında hareketin durumu NATO bünyesinde tartışılmış ve hareketi kriminalize etmek için ortak hareket edilmesi kararlaştırılmıştı. Bu çerçevede esas cepheden mücadele etme görevi ise, göçmen Türk ve Kürt nüfusun en yoğun olduğu, dolayısıyla Avrupa’daki en güçlü kitle tabanı durumunda olan Almanya’ya verilmişti. 2 Şubat 1986 günü İsveç’in Sosyal Demokrat Başbakanı OlofPalme’nin katledilmesi ve bu cinayetin PKK’ye yüklenmeye çalışılmasıyla NATO’nun komploları devreye girmişti.

Almanya’da geliştirilen Duesseldorf Davası da NATO’nun Almanya’ya vermiş olduğu görevin pratik uygulaması olmaktaydı. OlofPalme Cinayetinin Kürtlere mal edilmesi, en ciddi komplolardan biridir. Bu komplo,genelde gerilla hareketine,özelde de 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğüne karşı geliştirilen tek ciddimuhalefet olması itibariyle Özgürlük Hareketi’nin Ortadoğu halkları ve dünya kamuoyunda yarattığı büyük sempatinin kırılması ve hareketin terörize edilmesi hedefine yönelikti. İlk olarak bu cinayetten sonra İsveç ve hemen ardından Almanya terör örgütleri listesine Kürt Özgürlük Hareket’ini de aldılar.

Gerilla direnişiyle birlikte kitleselleşen, serhildan dediğimiz halkın demokratik başkaldırısıyla devrime çok yaklaşan Özgürlük hareketinin tasfiye edilmesi amacıyla, yine bir NATO planlaması olarak TSK ile Kürdistan’ın güneyindeki işbirlikçi ilkel milliyetçi güçler harekete karşı ortak saldırıya geçirildiler. 1992 Güney Savaşı,Özgürlük mücadelesinin stratejik bir aşama yapmasını önlemesi bakımından önemli bir komploydu. Merkezi hegemonik sermaye ve iktidar tekellerinin vurucu gücü “Çekiç Güç”ün koruması altında 4 Ekim 1992 günü toplanan Güney Kürdistan Parlamentosu iki önemli karar almıştı. Bunlardan birincisi federasyon ilanı, ikincisi de Özgürlük Hareketinekarşı savaş ilanıydı. Saldırıya verilen isim Sandviç Operasyonuydu. Ama sergilenen direniş, saldırganların heveslerini kursaklarında bırakmıştı.

Daha sonraları ABD, İngiltere ve bir bütün olarak Batı’nın himayesinde geliştirilen Washington Antlaşması, Londra ve Ankara planlamalarının hemen hepsi, Özgürlük mücadelesini önlemeye dönük ve Türkiye, PDK ve YNK’ninde rol aldığı devletlerarası komplolar olarak değerlendirilmektedir. Yine 1998’da sistemin sıkıştırmasıyla Sayın Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasına dönük komploya Suriye İstihbaratından bazı kesimlerin katıldıkları da tespit edilmiştir.

6 Mayıs 1996’da PKK’nınŞam’daki Parti Merkez Okulu önünde bomba yüklü arabanın patlatılmasıyla gerçekleştirilen saldırı ile Öcalan ve konferansta bulunan parti yönetiminin tasfiye edilmesi amaçlanmıştı. Bu komploda da NATO Gladiosunun bir kolu olarak örgütlenen Türkiye Özel Harp Dairesi ile birlikte bazı Kürt işbirlikçilerinin de rol oynadıkları bilinmektedir. Ankara Gölbaşı’ndaki Özel Harekâtkarargâhında elektronik kontrol panellerinin başında bekleşenler, bombanın patlamasıyla sevinç naraları atmışlardı. Sayın Öcalan’ın da anlattığı gibi bombanın patlatıldığı sırada kendisiKürdistan’daki komutanlardan bazılarıyla telefon görüşmesi yapmaktadır. Patlamayla birlikte telefon konuşması kesildiğinden saldırıyı düzenleyenler Öcalan’ın öldüğünü sanarak olayı doğrulatma ihtiyacı bile duymadan, patlamadan yaklaşık yarım saat sonra Reuters’in ilişkide oldukları Londra’daki şeflerinden birini arayarak “Suriye’de, Şam’da gerçekleşen bombalı bir saldırıda Abdullah Öcalan öldürüldü” haberini vermekten bir beis duymamışlardır.Bunda haksız da sayılmazlar. Çünkü bombalı minibüsün önünde patlatıldığı ev yerle bir olmuş, ailenin 7 üyesi yaşamını yitirmiştir. Buna karşın, Ajansın muhabiri Ankara’dakiler kadar emin olmamış ya da haberi doğrulatmak görevi ona verilmiş olacak ki, dönemin PKK Avrupa temsilcilerini arayarak Ankara mahreçli haberi doğrulatmak istemiştir. Olay ilk olarak dünya kamuoyuna böyle duyurulmuştur.

Komplonun zamanlaması kendi başına önemli mesajlar içermekteydi. 6 Mayıs tarihi hem Türkiye Devriminin öncü kadroları Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edilişlerinin yıldönümü, hem de aynı gün Suriye’de her yıl “SıtteEyyar” adıyla Şehitler Günü olarak anılmaktadır. Bir taşla birden fazla kuş vurulmak istenmektedir. Hem Denizlerin şahadet yıldönümünde gerçekleştirilen bu büyük komplo ile Kürt Özgürlük Mücadelesi tasfiye edilecek, hem de Suriye Baas Rejimine bir tehdit mesajı verilmiş olacaktı. Aynı süreçte Şam’daki büyük garaj, postane ve kapalı çarşıda bombalar patlatılmıştı. 6 Mayıs’ta bombanın patlatıldığı yere yakın bir meydanda Hafız Esad halka hitap etmişti. Bu saldırı ile Türk Devleti Gladiosu eliyle Suriye’ye, “istediğimiz an sizi can evinizden vurabiliriz” mesajı vermiş oluyordu.Bu olay üzerinde bu denli durmamızın nedeni, 9 Ekim 1998’de başladığı ve direkt Öcalan’ı imha etmeyi amaçlayan komploların aslında çok önceden başlamış olduğunu ifade etmektir.

Diğer yandan 9 Ekim komplosunun hazırlıkları da yalnızca yurtdışında geliştirilen ittifaklar, işbirlikçilerin kullanıma hazır hale getirilmeleri, güç yığmalar vb. ile sınırlı değildi. İçeride de önemli hazırlıklar yapılmaktaydı. Direkt ve açıktan Sayın Öcalan’ı hedefleyen hamle başlatılmadan önce en azından serhildan kitlesinin daraltılması, gerillanın etkisizleştirilmesi ve örgüt içinde de “liberal!” eğilimlerin, yani tasfiyeciliğin geliştirilmesi gerekmekteydi. Bu konuda da azımsanmayacak mesafe aldıran çalışmalar yapılmıştı. 1993-’97 arasında on yedi bini aşkın faili meçhul-aslında bellicinayet işlenmiş, dört bini aşkın köy yakılıp yıkılarak boşaltılmış, on binlerce yurtsever tutuklanmış, sürgün edilmişti. Böylece gerillanın etkinlik alanları insansızlaştırılmıştı. 14 Mayıs 1997 Güney operasyonu veaynı yılda Botan’a dönük büyük “uçar birlik” operasyonu ile 1998 Nisan’ında Amed’teki “Murat Operasyonu”, gerillanın etkisizleştirilmesi için geliştirilen Türkiye tarihinin en büyük askeri operasyonlarıydı. Yılları ve büyük çalışmaları gerektiren bu hazırlıklar yapıldıktan sonradır ki direkt olarak Öcalan hedeflenebilmişti. Hatta tüm bu hazırlık çalışmaları yürütülürken, bir yandan da 1997’de bizzat Türkiye Genelkurmay Başkanlığı temsilcileri, Avrupa’da PKK temsilcileriyle görüşerek ateşkes ve sorunun diyalogla çözümü için zemin yaratma (?) girişimlerinde bulunuyorlardı. Bu görüşme ve karşılıklı mektup teatilerine dayanarak SayınÖcalan bir kez daha tek taraflı ateşkes ilan etmişti…

Türkiye Devleti ve Gladiosu taşeronluğunda geliştirilen komplo ve suikast girişimlerinin başarısız kalması üzerine büyük devletler direkt işe karışmak zorunluluğu duymuş olacaklar ki ABD koordinatörlüğünde hazırlanan yeni bir konseptle direkt NATO devreye giriyordu. Görünürde yine Türkiye Devleti ve TSK başroldeydi. İşi asıl yürütenler perde arkasında durmayı tercih ediyorlardı. İlk olarak 16 Eylül 1998’de Hatay’ın Reyhanlı ilçesindeki askeri birlikleri denetleyen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Suriye’yi tehdit eden açıklamalar yaptı. 1 Ekim’de TBMM’nin açılış konuşmasını yapan dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de Suriye’yi tehdit etti. Ardından Suriye sınırına tanklar, ağır silahlar ve asker kaydırıldı-ne kadar da bugünkü gelişmelere benziyor!-. NATO Doğu Akdeniz’de tatbikat adı altında TomaHawk ve Cruis füzeleriyle donatılmış ABD savaş gemileri İskenderun Limanına geldiler…

Bu arada Avrupa’daki yoldaşları da Öcalan’a alternatif bir yer aramaktaydı. Birçok Avrupa ülkesinin parlamenterleri, aydınları vb. Öcalan’ı kendi ülkelerine davet etmekteydiler. Bu gelişmeler içinde Sayın Öcalan,değişen dünya koşullarını da dikkate alarak Kürt Sorununun Demokratik Siyasi diyalog yoluyla çözümünü sağlamak ve sorunu yaratıcısı olan merkeze, Avrupa’ya taşırmak amacıyla Avrupa’ya çıkışı tercih etmişti. 9 Ekim 1998 günü Abdullah Öcalan, “Suriye’nin kendisi

Komplo karşı tepki olarak yalnızca Kürdistan’ın kuzeyinde değil, dört parçasında ve yurtdışındaki Kürtler hiçbir yerden yönlendirilmeden topyekûn ayağa kalkmışlardı. Özellikle de Ecevit’in “Öcalan Türkiye’de” açıklamasının hemen ardından Türkiye’de “Güneşimizi Karartamazsınız!” sloganıyla zindanlarda başlayan kendini yakma eylemleri, fedai eylemleri, serhildanlar, yakıp yıkmalar çığ gibi yayılmaktaydı. En önemlisi de Kürdistan’ın doğusunda, hemen hiçbir siyasi örgütsel çalışması olmamasına karşın Kürt halkı orada Sayın Öcalan’ı görkemli serhildanlarla sahiplendi. Bu serhildanlar daİran rejimi yetmiş kadar kürdü katletti.Böylesi bir tepki ve sahiplenmeyi hiçbir güç beklemiyordu. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı MadelineAlbgriht bu gerçeği “Öcalan’ın yakalanmasından sonra herkes yüzünden bir savaşa girmesini önlemek amacıyla” Suriye’den ayrıldı. Bu çıkıştan hareketle olay “9 Ekim Komplosu” olarak da anılmaktadır. Yunanistan, Rusya, Roma, tekrar Rusya, Tacikistan, Yunanistan ve Kenya’ya uzanan amansız takip’in ardından CİA ve Mossad ajanları tarafından 15 Şubat 1999 günü Nairobi havaalanında Türkiye Özel Harekât Kuvvetlerine teslim edilmesi ve SayınÖcalan’ın İmralı ölüm çukuruna konulmasıyla komplonun birinci aşaması tamamlandı. Komplonun birinci aşaması tamamlandı. Amaasıl önemli olan sonraki aşamaların neler olduğuna bakmaktır.

Birincisi, TürkiyeDevleti ve Özerkleşen Türk Gladiosu özellikle de Sovyetler Birliği’nden boşalan Türkî Cumhuriyetlere dönük özgün amaç ve planlamalara sahipti. Oysa ABD, İngiltere ve İsrail Türkiye’yi bu bölgede bir koçbaşı, bölgeyi denetim altına almak için taşeron olarak kullanmak istemekteydiler. Türkiye’nin bölgeye ilişkin özgün amaçlarıyla ABD’nin planlamaları çelişmekteydi. O nedenle komplo, bir yandan ABD, İngiltere ve İsrail’in planlamalarıyla çelişen Türkiye ve Gladiosunu yola getirmek için Kürt sopasını kullanmak; diğer yandan Kürt Özgürlük hareketini bastırmak ve eğer gerçekleştirebilirse “Öcalan’dan kurtararak” PKK’yi kullanılabilir paramiliter bir güç haline getirmek amacıyla tezgâhlanmıştı. Buna göre, Türkler APO’yu öldürecek ya da idam edecek, PKK ve Kürtler de intikam almak için kontrolsüz bir şiddete yönelecekti.Böylece her iki güç de zayıflayarak kendilerine muhtaç duruma geleceklerdi.Aynı zamanda Türkî Cumhuriyetler ile Ortadoğu’ya dönük özgün amaçlarında ısrar etmesi durumunda Türkiye’ye müdahale zemini yaratılmış olacaktı. Gelişecek kontrolsüz bir Türk-Kürt savaşı Ortadoğu’da bir yüzyıl daha kapitalist hegemonyanın devamını garanti altına almış olacaktı. Dolayısıyla bu komplo, Sayın Öcalan’ın da birçok kez dile getirdiği gibi Kürtlere karşı olduğu kadar Türklere karşı da geliştirilmiştir.

Komplo karşı tepki olarak yalnızca Kürdistan’ın kuzeyinde değil, dört parçasında ve yurtdışındaki Kürtler hiçbir yerden yönlendirilmeden topyekûn ayağa kalkmışlardı. Özellikle de Ecevit’in “Öcalan Türkiye’de” açıklamasının hemen ardından Türkiye’de “Güneşimizi Karartamazsınız!” sloganıyla zindanlarda başlayan kendini yakma eylemleri, fedai eylemleri, serhildanlar, yakıp yıkmalar çığ gibi yayılmaktaydı. En önemlisi de Kürdistan’ın doğusunda, hemen hiçbir siyasi örgütsel çalışması olmamasına karşın Kürt halkı orada Sayın Öcalan’ı görkemli serhildanlarla sahiplendi. Bu serhildanlar daİran rejimi yetmiş kadar kürdü katletti.Böylesi bir tepki ve sahiplenmeyi hiçbir güç beklemiyordu. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı MadelineAlbgriht bu gerçeği “Öcalan’ın yakalanmasından sonra herkes Kürtlerin tepki göstereceğini biliyordu. Ama bu düzeyde bir kalkışmayı hiçbirimiz beklemiyorduk” diyerek itiraf etmek zorunda kalmıştı.

Abdullah Öcalan esaret altında tutulduğu İmralı’da yüzyılın komplosunun gerçek amacını çözerek deşifre ettiği gibi, geliştirdiği barışçı politikayla ilk elde çıkması kaçınılmaz gibi görülen bir Türk-Kürt savaşını engelleyerek boşa çıkarmıştı.

Yenilen darbe ne denli büyük ve öldürücü olursa olsun, öldüremezse, doğru değerlendirilerek doğru dersler çıkarılması temelinde güçlendirir Abdullah Öcalan’a karşı geliştirilen devletlerarası komplo ile teslim edilmesi, Kürt Halkının özgürlük mücadelesi için gerçekten de öldürücü olacağı hesaplanarak vurulmuş bir darbeydi. Ancak, Sayın Öcalan’ın engin sağduyusu, halklarımıza karşı duyduğu büyük sorumluluk ve barış insanı kimliğiyle belki de yüz binlerce insanın ölümünü engellemekle kalmamış, komplocuların hedeflerinin aksine, Kürt halkı ve özgürlük mücadelesini Türkiye’nin tüm yapısal sorunlarının çözümünün öncüsü haline getirmiş ve bu büyük komplodan güçlenerek çıkmasını bilmiştir.

Pentagon ve NATO’nun kozmik odalarında hazırlanan halklarımızın idam fermanı Öcalan, Özgürlük hareketi ve Kürt Halkının büyük direnişiyle yırtılmış, komplo ve komplocular yenilgiye uğratılmıştır. Ancak hala da komplocuların tüm umutları tüketilemediğinden değişik versiyonlarla hala sonuç almaya çalışmaktadırlar. Başta Özgürlük Hareketi Kürt Halkı ve Türkiye devrimci demokratik güçleri olarak özgürlük davasından bir milim sapmadan komplocularla birlikte Türkiye’nin başına bela olan Yeşil Türkçü faşist iktidar ve savaş rantçısı kliğinin umutlarını kırmanın zamanıdır. Halklarımızın hakkı olan farklılıkları temelinde eşit, özgür ve gönüllü birlikte yaşamasının yolu bundan geçmektedir.

 

Yararlanılan Kaynaklar

1)Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.