Düşünce ve Kuram Dergisi

Devrimi Yeniden Kurmak

Turan Uysal

a. Kavram ve Kuram Olarak

Kavramlar da tıpkı canlı varlıklar gibidir, zamanla değişirler, yeni anlamlar kazanırlar. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de çok yaygın olarak kullanılan devrim kavramı için de aynı durum geçerli. Devrim çok zengin bir anlam çeşitliliğine sahip ancak bütün evrensel kavramlar için geçerli olan bir özellik vardır: Kavramın zamanla topluma mal olarak zihinlerde aynı veya benzer çağırışımlar yaratması ve böylelikle bir konsensüsle sonuçlanması olayıdır bu. Bu konsensüs eleştirel yaklaşmayı ortadan kaldırmamaktadır elbette. Konsensüs yerleşik olanı ifade eder, bu anlamda statiktir. Diğer yandan bu “yerleşikliğin” kıyılarını döven dalgalar vardır. Biz buna dinamik süreç diyebiliriz. Dinamizm değişimi, var olanı yıkmayı öngörür, aynı zamanda yapıcıdır, yeniyi kurar. Kavramların bu manada iki yüzü vardır; bir yandan direnç gösterirken, diğer yandan değişime karşı oldukça duyarlıdır.

Genel olarak yerleşik bir düzeni tümüyle değiştirme, yerine yenisini koyma şeklinde tanımlanan devrim[1] sözcüğünü bu bağlama oturtarak demokratik modernite paradigması çerçevesinde yeniden irdelemeye çalışacağız.

Batı dillerinde “Revolution” sözcüğüyle karşılık bulan devrim -Kürtçe’de şoreş- kavramı astronomide Aristoteles ile Batlamyus sisteminin çöküşünü ilan etmek amacıyla kullanıldı. (Geo-santrik gök sistemi anlayışının çöküşü, helio-santrik gök anlayışının zafer kazanması.)

Kavram zamanla başta sosyal, politik olaylar olmak üzere geniş bir yelpazede kullanılmaya başlandı. (Örneğin, bilimsel devrim, endüstriyel devrim, felsefi devrim vb…)  Mesela bilim felsefecisi Thomas Kuhn bilim alanındaki radikal değişimleri (devrimsel) “paradigma” kavramıyla dile getirdi. Yeni paradigma eskisinden tamamen farklı, onunla kıyaslanamaz yepyeni bir süreci ifade etmektedir. Aristotelesçi astronomiden, Kopernikçi astronomiye geçiş bu çapta değerlendirilebilecek bir gelişmeydi. En eski bilimlerden biri olarak kabul edilen astronomide yaşanan bu değişim Rönesans döneminin fikri temeline oluşturdu. Radikal değişim anlamında bir devrimdir bu.

Kuşkusuz sosyal ve siyasi olaylar daha karmaşık yapıya sahiptir. Pozitivist bilim mantığında bir önermenin ya da teorinin yeni bir tez veya teoriyle çürütülmesi olayını tanımlamak görece daha kolaydır. Ancak toplum gibi oldukça esnek bir yapıdan söz edildiğinde hangi olayın devrim olarak değerlendirilebileceği konusu çoğu zaman karmaşıklığa yol açabilir. Zira, burada devrimle birlikte anılan ve değişimin çeşitli derecelerini ifade eden reform, revizyon ve restorasyon gibi kavramları da hesaba katmak gerekir. Keza darbe, müdahale gibi sözcüklerde doğru bir biçimde tanımlanmak zorundadır. Çünkü çok iyi biliyoruz ki, egemenler tarafından karşı-devrim biçiminde gerçekleştirilen hamleler de “devrim” diye tanımlanabilmektedir. Örneğin monarşik sistemlerde bir kralın devrilip yerine yenisinin tahta geçirilmesi bir devrim değildir. Orta Çağ’da bu yönlü saray darbelerine sıkça rastlanırdı. Bağlantılı olarak mutlakiyetçi monarşiden meşruti monarşiye geçiş-İngiltere’de Magna Carta İmparatorluğu’nda Islahat Fermanı’yla başlayıp 1. ve 2. Meşrutiyetle devam eden süreç de bu kapsamda değerlendirilebilir. Bunlar bir tıkanma sonucu ortaya çıkan yenilenme çabalarıdır. Sistemin ana ekseni, yani özü aynı şekilde korunmaktadır. Reformasyon, bu anlamda mevcut sistemi ayakta tutma amacıyla kimi formel değişikleri öngören bir girişimin, çabanın adı olmaktadır. Kavram salt siyasal sistemler için değil, herhangi bir dinsel yapıda ortaya çıkan değişiklikleri anlatmak için de kullanılmaktadır. Martin Luther’in Katolik Kilisesinin kapısına 95 tezini asarak başlatmış olduğu hareketin mezhepsel bir ayrışmayla son bulması gibi- Restorasyon (yenileme) da ise değişimden ziyade – Fransız Devriminden sonra Napolyon’la başlayan restorasyon sürecinde olduğu gibi – var olan sistemin eskimiş, işlemez yanlarının giderilerek yeniden ayağa kaldırılması amaçlanır. Reformasyonda olduğu gibi restorasyon süreçlerinde de köklü, yapısal değişikliklere rastlanmaz.

Devrimin ayırt edici yanı bu noktada ortaya çıkmaktadır. Devrim hem bir doğuştur hem de yeniden bir yapılanmadır. Bunun hızı ve zamanı konusunda kesin belirlemelerde bulunmak bizi pozitivizme götürür. Kavramın tanımlanmasıyla ilgili deterministlik yaklaşımlarla da sıkça karşılaşmaktayız. En büyük sıkıntıda devrim-evrim ilişkisini kurmada yaşanmaktadır. Devrim, kapitalist moderniteden kopuştur. Sorunu böyle adlandırırken ortaya koymak istediğimiz tanımın daha da belirginlik kazanması açısından kimi metodolojik kanunların yeniden irdelenmesinde fayda vardır.

 

b. Devrim – Evrim İlişkisi

İngilizce ve Fransızca’da revolution (devrim) sözcüğü, evolution (evrim) bir ön ek getirilmesiyle türetilmiştir ve her biri ayrı bir kutbu işaret etmektedir. Evrim tanım olarak çok ağır ve birbirine bağlı aşamalar şeklinde gelişen değişim süreçlerinin ifade etmektedir. Aynı durum biyolojik dünya için geçerli olduğu gibi toplumsal olaylar için de geçerlidir. Nitekim biyolojik dünyada basitten karmaşığa doğru bir gelişme modelinin, özellikle Darwinizm’le birlikte başat hale geldiğini biliyoruz. Buna göre, organik dünya doğal ayıklanma ve mutasyon yoluyla  gelişmiş olana doğru yol almaktaydı. Sözü edilen evrim düşüncesi eski çağlara kadar geri gitmektedir. Eski Yunan filozoflarının aradığı şey her şeyin temelindeki “ilk” ti. Thales buna “su” dedi. Farklı yanıtlar arayan düşünürler oldu. Çeşitli dinsel düşüncelerde de evrim mantığının izlerine rastlamak mümkündür. Birike birike en sonunda bir teoriye dönüşen evrim düşüncesi belki de en büyük darbeyi Hristiyanlığın “Yaratılış” inancına vurdu. Fakat esasta ortaya çıkan bütün düşünce paradigmaları bundan büyük ölçüde etkilendi. Newtoncu fizikle birleşen bu düşünüş tarzı gelişmenin düz ve doğrusal bir çizgide ilerleme gösterdiği savıyla kısa sürede bütün sosyal ekolleri etkisi altına aldı. İster sağ, ister sol olsun bu son derece kaba ilerlemecilikten nasiplenmeyen bir kesim kalmadı neredeyse. Bu anlamda 19.yy bilimciliğinin toplumsal kuramlara yansıması basit analojiler yoluyla çok büyük ve sarsıcı oldu. Organizmacı görüş bunun ürünü olarak gelişim gösterdi. Örneğin Herbert Spencer toplumunda tıpkı bir organizma gibi evrimleşerek en sonda endüstriyel düzeye ulaşacağını savundu. Buna bağlı olarak modern sosyolojinin kurucusu olmakla payelendirilen Auguste Comte (1789-1857) toplumsal değişmenin birbiri ardından gelen üç aşamadan  (teolojik evre, metafizik evre, pozitif evre) geçtiğini, geçmek zorunda olduğunu öne sürdü.[2]  Marksizm de büyük ölçüde bu gelişme kuramından etkilendi.

Evrim düşüncesinin zihinlerde iyice yer edinmesiyle birlikte devrim ile evrim arasında diyalektiksel bir ilişki de doğmuş oldu. Böylece “devrimci yol mu”, “evrimci yol mu” gibi bir ikilemin ortaya çıkışı bir çok siyasi hareketin doğrultusunu ve kanununu belirleyen ana unsur haline geldi. Devrim ile evrim sözcükleri bu andan itibaren iç içe geçerek birlikte anılmaya başlandı. Bu tam da Aydınlanma felsefesine dayanan kapitalist modernitenin, katı dualistik düşünce yapısına uygun, ona uyumlu bir anlayıştır. Temelini esasta özne-nesne ayrımından alan bu düşünüş tarzının Descartes’le birlikte yavaş yavaş başat hale geldiği bilinmektedir. Hegel (1770-1831) felsefesini omurgasını oluşturan tez-antitez-sentez formülasyonuyla zirvesini yaşayan bu düşünce sistematiği ilerlemeci anlayışı kaderin bir halkası gibi insanlığın boynuna geçirmekten geri durmadı. Modernist  paradigmanın devrim tanımını da evrimliliğin öne sürmüş olduğu ilerlemecilik fikri üzerine oturtuldu. Buna göre devrim bir önceki dönemde daha gelişkin bir dönemi ifade etmekteydi. Hayli göreceli bir kavram olan ilerlemecilik fikri baştaki tanımı daha kompleks bir hale getirdi.

 

c. Marksizm ve Devrim-Evrim İlişkisi

Hegel’in kurmuş olduğu diyalektiği, “olumsuzlamanın olumsuzlanması” biçiminde tercüme eden Marksizm ilerlemeci düşünce anlayışını daha da pekiştirerek deyim yerindeyse zihinlere çiviledi. Herhangi bir felsefi ekol gibi dünyayı yorumlamakla yetinmediğini, onu değiştirme iddiasında olduğunu savunan Marksizm’in tarihi, üretim temeline dayanan (köleci-feodal-kapitalist-sosyalist üretim tarzları) çağların birbirini izlemesi şeklinde değerlendirmesi onun evrimci-düz, ilerlemeci yanını ortaya koymaktadır. Doğrusal bir zaman okuna işaret eden bu sistemde devrim, bu tarzlardan birinden bir sonrakine sıçramayı ifade etmektedir. Üretim ilişkilerinde yaşanan niteliksel bir değişim devrim kavramıyla karşılık bulmaktadır. Başka bir deyişle, üretim ilişkilerinin üretim güçleri önünde engel olmaya başlaması yapısal bir bunalıma yol açmakta; bunalım ise ancak yeni bir üretim ilişkisinin hakim olmasıyla aşılabilmektedir, bu da devrimdir. Devrim, burada evrimsel gelişmenin yönünü değiştirmekten çok onu hızlandıran bir görev üstlenmektedir. Ekolün kendisini bilimsellikle addetmesinden de açıkça anlaşılacağı gibi tarihsel materyalizm 19. yy pozitif bilim anlayışının ağır etkisindedir. Tarih ve toplumsal değişim süreçleri “bilimsellik” adı altında dar sınıf çelişkileri temelinde irdelenmektedir. Buna göre tarihin devindirici gücü sınıf çelişkisi ve bundan doğan çatışmalardır.

Bu genel çerçevenin tarihsel olay ve olguların doğası karşısında dar ve yetersiz kaldığı çabucak fark edilir, bu defa devrimlerin önüne “sınıf” sıfatı eklenir. Marks daha gençliğinde (1843) İngiliz, Amerikan ve Fransız Devrimi’ni inceleme fırsatı bulur. Ona göre bu devrimlere öncülük eden orta sınıfın en ihtiraslı kesimleridir. Amerikan devrimi aynı zamanda ulusal bir devrim olarak nitelendirilir. Ama genel teorik bir şablon olarak bu devrimler burjuva devrimleri şeklinde tanıma kavuşturuldu. Oysa çok iyi bilinir ki, İngiltere gibi en erken sanayileşen bir ülkede burjuvalaşmış toprak sahipleri yanında Yeomanlar ve kentli yoksul kesimler olmasaydı burjuvazi tek başına asla bir devrim yapamazdı. Keza bu devrimlerde rol oynayan kesimlerden hiçbiri kendisini burjuvazinin temsilcisi olarak ilan etmemişlerdir.[3]  Bunların her biri birer devrimdir, meşruti monarşiler yıkılmış, yerine halk meclisleri kurumuştur. Burjuva sınıfının zamanla palazlanarak iktidarı ele geçirmesi bu gerçeği değiştirmemektedir. Kaldı ki, Fransa da bu geçiş sürecinin çok kanlı geçtiği bilinmektedir. Devrim de asıl rol oynayan San Cullotlar ile kent meclisleridir, ki bunlar da çoğunlukla komün tarzında örgütlenmiş yapılardır. Bunlara “burjuva devrimleri” demek egemen bir sınıfı hiç de hak etmediği bir şekilde payelendirmek anlamına gelmektedir.

Teorideki en önemli hatalardan biri de proletaryanın doğusunda objektif zemin oluşturduğu gerekçesiyle kapitalist modernite sisteminin olumlanması durumudur. Bu konuda belki de en çarpıcı örneklerden biri Engels’in Tarihte Zorun Rolü adlı eserinde Bismark’ın Almanya’ nın birliğini kurmasını devrimci bir hamle olarak tanımlamasıdır.[4] Aynı şekilde Marx İngiliz sömürgeciliğinin Hint köy yapısını bozunuma uğratmasını “asya tarihindeki ilk toplumsal devrim” biçiminde değerlendirerek çok açık bir oryantalist tavır sergilemekten geri durmamıştır. Marksist devrim şemasında yerini bulan bu olayları devrim diye nitelemek sömürgeci ulus-devlet tekliğini meşru görmekten başka bir anlama gelmemektedir. İlerlemecilik adına kapitalist modernitenin kapsam alanına dahil olmamış köy toplumları açık bir biçimde aşağılanmıştır.

Kapitalist modernitenin sol versiyonu olarak ortaya çıkan Marksizm politik arenada karşılığını çok güçlü şekilde bulmakta gecikmedi. Buna bağlı olarak evrim ile devrim sarkacı arasında gidip gelen polemiklerin ardı arkası kesilmedi, tartışmalar 19. ve 20. yy’ ları boyunca devam etti. Daha solda yer aldıklarını savunanlar karşıtlarını revizyonizm (yeniden gözden geçirip düzeltme) ile suçlamaya başladılar. Yavaş ama kesintisiz değişimi esas alan, şiddeti reddeden, parlamenterizmi savunan hareketler bu şeklide değerlendirildi. 1.Dünya Savaşı öncesinde sosyal şövenizm batığına saplanan Sosyal Demokrat partiler de bu kategoride değerlendirilebilir. Eduard Bernstein’in Evrimci Sosyalizm adlı eserinin bu kesimlere esin kaynağı olduğunu biliyoruz. Benzer bir tartışmanın Lenin ile Kautsky arasında yaşandığı tarihte kayıtlıdır. Kautsky, Bolşevikleri “Proletarya Diktatörlüğü” adı altında şiddet ve terörle iktidarda kalmaya çalışmakla eleştirir. Bolşevikler ise “Radikal Devrimciliği” savunarak her türden evrimci eğilimlerin karşısında durmaktadır. Buna göre değişim süreci proletaryanın nihai zaferine kadar devam edecekti. Geçiş süreci bu anlamda çok kanlı ve sancılı geçti. Yıkım çok büyük oldu. Kuşkusuz yaşanan bir devrimdi, fakat Rus Devrimi kapitalist modernite zihniyet ve yaşam tarzını aşmayan bir devrimdi.[5]

Bir türlü esasına girilemeyen devrim konusundaki ekol içi tartışmalar hiç dinmedi. Örneğin Marx ve Engels tarafından 1848-9 yıllarında kullanılan “Kesintisiz Devrim Teorisi” daha sonraları 1.Troksky (1879-1940) tarafından tekrar gündeme getirilir. Marksist devrim teorisinde bu, burjuvazinin aciz veya güçsüz olduğu durumlarda burjuva devriminin işçi sınıfı ya da partisi tarafından gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir. Burada da düz, ilerlemeci anlayışa uygun şekilde burjuva milli demokratik devrimi, sosyalist devrime gitmede bir ön adım olarak değerlendirilmektedir.

Toplum gibi muazzam bir esnekliğe sahip bir yapıyı matematiğin denklemleri gibi pozitivist şablonlarla izah etmeye kalkışmanın sonuçları çok tahripkar oldu. Bu yaşanan devrimlerin ortaya çıkarmış oldukları kazanımları küçümsemek değildir kesinlikle. Tam aksine teorideki yanlışlıkları ortaya koymak daha iyi bir gelecek kurmak için de büyük fayda sağlayacaktır. Bugüne dek yapılan devrim okumaları genellikle Marksist literatür üzerinden gerçekleşti bu literatürün dayanmış olduğu tarih felsefesi toplumsal tarihe uymamaktadır. Toplumsal hakikat ile uyuşmayan düşüncelerin zamanla eskiyip aşılacağı açıktır, bunun çokça örnekleri görüldü.

 

d. Devrimi Yeniden Düşünmek

Kökenini tanrısal yasa anlayışında bulan ve Batı düşünce sisteminde sıkı bir nedensellik ile düz bir şekilde kesintisiz ilerleme anlayışı başta açıklamaya çalıştığımız Kuantum ile Kozmos fiziğindeki gelişmeler ile artık geçerliliğini yitirmiştir. Gelişmenin diyalektiğinde kaos aralığı her olguda kendini göstermektedir.”[6]

Newton fiziği ile Klasik Evrim Kuramı’nın pozitif sosyoloji, özelde ise Marksizm üzerindeki etkisi çok büyük oldu. Dönemin zihniyet yapısı buna göre şekillendi. 19.yy termodinamiği doğrusal zaman akımın yani geri dönüşümü olmayan tarihsel süreçler düşüncesini değişmez bir yasaymış gibi zihinlere kazımıştır.[7] Tarih ve toplum birer kapalı sistem gibi algılandı. Buna göre Tanrı saati kurmuştu ve her şey sabit, değişmez yasalara uygun olarak hareketini ve gelişimini sürdürmekteydi. Klasik fizikte her şey ölçülebilirdi ve herhangi bir olayın sadece tek bir sonucu vardı. Olasılıklara hemen hiç şans tanınmamaktaydı. Biyolojik dünyada her şeyin belli bir düzen içinde gelişim gösterdiği, çok az sapmaların olduğu varsayıldı. “Düzensizlik”, “kaos” gibi kavramların böyle bir sistemde yeri yoktu, ya da çok az önemsenmekteydi. Kısacası her olayın bir nedeni vardı; neden sonuca götürmekteydi. Dolayısıyla olaylar arası kesin bağlantılar kurulabilmekteydi. Bir önceki olay bir sonrakinin nedeni idi. Klasik devrim teorisi ve tanımlamaları böylesi bir zeminde gelişme gösterdi.

Tarih birçok hakikat biçimine tanık oldu. Sonuçta “bilimselcilik” de bir hakikat algısı ve dünyası yarattı. İyi bilinir ki gerçeğe (toplumsal doğaya) daha yakın hakikat rejimlerinin ayakta kalma şansları her zaman için daha fazladır. Bu yetkinliğe sahip olmayanlar erkenden eriyip yok olmaya mahkumdur. Nitekim üzerinden çok uzun zaman geçmeden Newton fiziği A. Einstein’in “özel ve genel görelilik” teorisiyle ilk büyük ve sarsıcı darbeyi almış oldu. Binlerce yıldır inanılan “mutlak zaman” kavramı bir anda tuzla buz olmuştu. İkinci ölümcül darbe kuantum fiziğinin neden-sonuç ilişkisini, dolayısıyla kesin bilinebilir yargısını yerle bir eden, olasılıklara geniş imkan tanıyan, kaosun veya belirsizliğin önemini ortaya koyan anlayışından geldi. Heisenberg bu süreci “belirsizlik ilkesi” şeklinde kavramlaştırdı. Buna göre bir parçacığın hızını ve yerini aynı anda saptamak mümkün değildi. Hızı bilinirse yeri, yeri bilinirse hızı saptanamaz. O halde iddia edildiği gibi her şey sabit ve ölçülebilir değildi. Bunun genelleştirecek olursak; dünya veya en geniş anlamda evren çok karmaşık olaylar demetinden meydana gelmiştir. Bu oluşumda her çeşit bağlantı birbirinin yerini alabilir, birbiriyle bütünleşebilir, bunu önceden kestirebilmek imkansızdır. Burada her olasılık eşit şansa sahiptir. Mekanik evren yorumları böylece anlamını yitirmekte ve hızla mitsel anlatılar kategorisine dahil olmaktadır.

Klasik termodinamik de Darwincilik de tek bir tarihsel sonucun mümkün olduğunu kabul etmişlerdir. Yani kararsızlık süreci sonun sonunda tek bir denge durumu ortaya çıkabilecekti.[8]   20.yy ikinci yarısında klasik termodinamikte devrimsel nitelikte bir gelişme yaşandı. Bu gelişme gösterdi ki, toplum enerjisinin her zaman korunduğu ilkesi yalnızca kapalı sistemler için geçerliydi, açık sistemler için aynı şey geçerli değildi. Yani sistemde bir enerji akışına izin verildiğinde mümkün sonuçların sayısında büyük bir artış meydana gelmekteydi. Bu durumda yeni bir denge durumu için küçük oluşlar, etkiler sonucun belirlenmesinde çok önemli rol oynamaktaydı. Biyolojik sistemler için de aynı şey geçerli. Bir olaydan diğerine geçişte bir “kaos” süreci yaşanmaktadır. Sonucu belirleyen ise iç dinamiklerin kendi aralarındaki etkileşim düzeleridir. Gelişme çizgisel değil, çatallanmalar yaşanmakta, ne tür bir sorunun ortaya çıkacağı ise önceden belirlenmektedir. Sonucu belirleyen olan iç dinamiklerin birbiriyle olan ilişki durumlarıdır.

Fizikteki yeni gelişmeler eski kalıpları bir bir yıkarken birçok kavramı analizden geçirerek yeniden tanımlamak bir zorunluluk haline geldi. Özellikle tarihsel olayları değerlendirmede “çoklu olasılıklar kuramı” önümüze yeni bir fırsat sunmuştur. Ve artık rahatlıkla söyleyebilir ki, tarih birbirini izleyen ardışık olaylardan meydana gelmemektedir. Konu ile ilgili bir çok örnek verilebilir. Örneğin yerleşik köy yaşamının tarım devrimiyle başlayan tezini ele alalım. Urfa-Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ve yüksek bir mühendislik dehası olarak kabul edilen dev tapınağın tarım devriminden önce inşa edildiği arkeoloji dünyasının otoriteleri tarafından kabul edilmektedir. Bu yapı yerleşik yaşama dair önemli bir işarettir. Tapınağın gün yüzüne çıkarılması öncelik—sonralık olayını tartışmalı hale getirdi. Hakeza Orta Asya’daki boyların çoğu tarımdan önce hayvanları evcilleştirmişlerdir. Ayrıca birçok boy ve kabile köleciliği yaşamadan feodalizme geçiş yapmışlardır. Ve yine iddia edildiği gibi devrim, sanayi proletaryasının en çok geliştiği bir ülkede değil, yarı feodal, yarı kapitalist bir ülkede gelişmiştir.

Bir sonraki aşamanın bir önceki aşamadan daha ileri ve gelişkin olduğuna dair elimizde hiçbir kanıt yoktur. Teknikteki gelişmelerin erkeze alınması mekanik dünya anlayışının öne sürmüş olduğu bir savdan öteye bir şey değildir. Hitler Almanyası’nın Bismarck Prusya’sında; Bismarck Prusyası’nın henüz merkezileşmemiş Prenslik Almanyası’ndan daha ileri olduğunu kim iddia edebilir? Esas olan olay ve olguların hangi değerler ekseninde ele alındığıdır. İlerlemeci anlayışın bu anlamda büyük ölçüde faşizme hizmet ettiğini belirtmek gerekir. Sosyal Darwinistlerin “doğal seçilim kanunu” topluma uyarlayarak ne tür felaketlere yol açtıkları herkesin malumudur. 20.yy’ın ilk çeyreğinden itibaren ortaya çıkan ve kısa sürede büyüyüp canavarlaşan totaliter rejimleri bilim adına öne süren bu gelişmelerden kopuk ele almak mümkün mü? Kaptalist moderniteyi bu yönüyle bir bütün olarak anti-devrim şeklinde değerlendirmek en doğru olanıdır. 19. ve 20.yy boyunca ortaya çıkan demokratik halk hareketlerinin şiddetle veya ince yöntemlerle bastırılmasını ancak karşı-devrim kavramıyla açıklayabiliriz.

Egemen sistem sahip olduğu teknik araç-gereç ve enformasyon sayesinde zamanda ve mekanda her geçen gün daha fazla bir genişleme gösterebilir. İktidar merkezlerinin gitgide daha kompleks bir yapı haline geldikleri de genel bir doğru. İnsanlık değerleri açısından aleyhte yaşanan gelişmelerdir bunlar. Kuşkusuz buna karşı direniş de hiç dinmedi. Devrim niteliğinde ortaya çıkan demokratik değerlerden söz ediyorsak, bunları yaratan geniş halk kitleleridir. Devrim halkların eseridir. Teknik araçların birikerek gelişim göstermesinde de halk kesimlerinin belirleyici rolü vardır. Taş aletlerinin bulunuşundan, sabunun, tekerleğin bulunuşuna teknolojinin gelişiminde hiçbir egemenin rolü yoktur. Nitekim antropologlar neolitik dönemde ortaya çıkan teknik buluşları 16.yy’a mukayese ederek ortaya çıkan bu gelişmeleri “devrim” şeklinde nitelendirmişlerdir. Bir gasp sistemi olarak doğup hızla yayılan devletçi iktidar sistemleri tüm bunları tekeline alarak kendine mal etti. “Sanayi Devrimi” veya “Bilimsel Teknolojik Devrim” olsun bunların hiçbiri burjuva sınıfının damgasını taşımamaktadır. Burjuvazi bu devrimleri kendi ekonomik ve ideolojik çıkarlarına göre yeniden dizayn ederek “bilimciliği” geliştirdi. Bilimcilik bir karşı-devrim argümanıdır ve bilimin bir tahakküm aracına dönüşmesini ifade eder.

Demokrasi kavramı içinde aynı durum geçerlidir. Demokrasiyi yaratan halklardır ve demokrasi ile devrim arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Demokrasi devrimi objektif şartlarına hazırlar, olgunlaştırır; devrim ise bir sürecin devamı olarak iradi, örgütlü bir mücadeleyle oluşum halindeki bu süreci hızlandırıcı bir rol oynar. Demokrasiye dayanmayan, onu özümsemeyen devrimle kalıcı olamazlar, yıkıcı olurlar ve kısa sürede karşıtına benzemekten kurtulamazlar. “Burjuva Demokratik Devrimi” adıyla bir yandan demokrasi egemen sınıfa mal edilirken, diğer yandan demokrasi ile devrim arasındaki kopmaz ilişki görmezden gelinerek egemen sınıfın ayakta kalma çabaları bir devrim şeklinde tanımlanmaktadır. 19.yy’da oluşan son literatürün yaratmış olduğu bu kavram çarpıtması zihinleri bulundurmaktan öteye bir işe yaramamaktadır. Bu literatürün dayanmış olduğu sütunların toplumsal hakikat karşısında birer birer yıkıldığına tanık olmaktayız.

 

e. Devrim Bir İnşa Olayıdır

“İnsan toplumunda bu aralıklara (kaos) kriz bölgesi denilmektedir. Krizden nasıl bir toplumsal gelişmenin çıkacağını ondan etkilenen güçlerin mücadele düzeyleri belirleyecektir. Çok sayıda sistem çıkabilir. Daha ileriye olduğu gibi geriye doğruda çekebilir (…) Sürekli ilerleme evrensel kurama da uymamaktadır.’’[9]

İnsan toplumunda ortaya çıkan bu kaos aralıklarına devrim anları da demekte mümkündür. Devrim anlarında eski düzen çatırdamaya başlamıştır, sistem tüm yönleriyle bir sürdüremezlik içindedir. Dağılma sürecine giren düzeni çatlakları arasından birçok dinamik oy vermektedir. Bunlar arasında kıyasıya bir mücadele başlar. Dinamikler arasında yeniyi temsil edenler yanında eskiyi olduğu gibi korumak ya da ufak tefek değişikliklerle ayakta tutmak isteyen kesimlerde bulunmaktadır. Sonucu belirleyecek olan dinamikler arası mücadelenin yaratacağı etkilerdir.

Kaos aralığı sürecinde yeniyi temsil eden güçlere devrimci dinamik diyebiliriz. Bunlar esas olarak özünü, devletini uygarlığa karşı direnç göstermiş doğal toplum ya da demokratik uygarlık unsurlarından almaktadır. Devrimci dinamizm bu anlamda evrensel bir özelliğe sahiptir. Evrensellik yerelliği de kendi içinde barındırır. İkisinin iç içeliği demokratik modernite paradigmasının en temel bir özelliğidir. Oldukça dinamik bir süreçtir. Bu ve değişim momentumunu belirleyen de doğal toplum dinamikleri ile devletçi sistem güçleri arasındaki çelişki ve çatışmalardır. Çelişki iktidarcı devlet sisteminin tamamen ortadan kalkmasıyla ancak son bulur. Bunun zamanını kestirmek elbette zor. Pozitivist takvimlendirmelere başvurmak ciddi yanılgılara yol açabilir. Esas olan şu ki, değişim ve mücadele süreçleri klasik devrim teorileri ile açıklanamayacak kadar boyutlanmış ve çeşitlenmiş bulunmaktadır. Mevcut durumda devrim artık bir inşa süreci olarak önem kazanmaktadır. İnşa olayında zamana yaydırılmış bir mücadele tarzı esastır. Bu bazen devletçi sistemle geçici uzlaşmalar temelinde yan yana yaşamak şeklinde olabileceği gibi bazen de çok şiddetli dünya ya da bölgesel savaşlar biçiminde olabilir. Gelişme çok yavaş da olabilir, umulmadık şekilde hızlı da olabilir. Evrim ile devrim arasındaki klasik ayrım burada anlamını yitirmekte veya aralarındaki çizgi iyiden iyiye flulaşmaktadır. Evrim ile devrim değişiminin iki ana veçhesidir, birbirlerinden ayrı değerlendirilemezler. Nitekim yeni Darwinistler de organik dünyada ortaya çıkan gelişmelerin kompleks yapısını dile getirmeye başlamışlardır.

Devrim, iradi müdahalenin adıdır, yani özneler veya özneler toplamı tarafından gerçekleştirilebilir bir olaydır. Biz buna en geniş mana da mücadele diyoruz. Mücadeleler tabanda gelişerek, mekanda yatay bir genişleme içine girer. Mekânsal genişleme büyüdükçe kapitalist modernitenin iktidar alanı o oranda daralma içine girecek diğer bir değişle bir büzülme durumu yaşayacaktır. Şüphesiz genişleme salt mekânsal değildir, zihniyetteki kültürel kodların değişimi devrimsel hamleyi hızlandıran en önemli faktör konumundadır. Devrimin ağırlık noktası burasıdır. Başvurulacak yöntemler iyi seçilmek durumundadır. Üstten dayatmacı jakobenik yönelimler kısa süreli alt üst olmuşlara yol açabilir; ancak geçmişte çokça örnekleri görüldüğü gibi bunlar sistem içi hareketlenmelerdir. Sistemdeki köklü değişimler meydana getiremedikleri için devrimsel sonuçlar yaratma gücü ve yeteneğinde değildirler.

Keza, devrim hem anlam hem de kapsam alanı bakımından herhangi bir ülke veya bölgenin (salt toprak temelli) sınırları içinde hapsolmayacak denli evrensel bir boyut kazanmış durumdadır. İnsan toplumunun yaşadığı her yer devrimsel alanın kapsamı içindedir. Demokratik modernitenin dinamizmi her yerde aynı şiddette olmasa da iktidarcı sisteme karşı bir direniş halindedir. Bu dinamizmi çok geniş bir yelpazede değerlendirmek gerekmektedir. Kadın hareketinden, çevrecilere, demokratik, sosyalist gruplara kadar tüm ezilen kesimler bu dinamiğin birer bileşeni konumundadır. Açık, net bir programa bir stratejiye sahip olunması önemlidir kuşkusuz. Daha kısa vadeli programlar etrafında birleşmiş, mobilize hareketlenmelerde azımsanmayacak gelişmelere damga vurabilirler.

Mücadele yol ve yöntemlerinde de muazzam bir zenginleşme yaşanmaktadır. 19. ve 20.yy’ları boyunca devrimde zorun rolü ile legalizm-illegalizm gibi konu başlıkları çokça tartışıldı. Şiddete ve savaşa büyük bir önem atfedildi, bu yer yer kutsandı. Legaliteden yana kesimler reformculukla, revizyonizmle suçlandı. Demokrasi büyük ölçüde ötelendi. Demokratik modernitenin devrim perspektifinde savaşlara ancak meşru savunma sınırlarında imkan tanınmaktadır. Bu da varlığını koruma, gelişimini sürdürme temelinde olacaktır. Nitekim aynı evrensel ilke doğada da mevcuttur. Meşru savunma temelinde yürütülen mücadeleler daha sert geçebilir. Demokratik değerlerin görece daha gelişkin olduğu alanlarda şiddet içermeyen esnek mücadele yöntemlerine başvurmanın her halükarda daha kalıcı sonuçlar doğuracağının tarih defalarca bize göstermiştir. 20.yy’da gerçekleşen devrimlerden sonra yaşanan iç savaş süreçlerinde milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, belki bir o kadarı da sakat kalmıştır. Otaya çıkan tahribat ve yıkımların izleri onlarca yıl silinememiştir. Kavramsal olarak da “şiddet” yerine “meşru savunma” demek daha isabetli olmaktadır. Şiddetle zoru icat edip, büyük ve düzenli ordular kuran, onları dünyayı birkaç defa yok edebilecek korkunç silahlarla donatan devletçi uygarlık sistemidir. Buna karşı olmak devrimci görevlerin başına gelmektedir.

Diğer yandan devrim, kavram olarak daha çok makro olayları dile getirmek için kullanıla geldi. Oysa kriz süreçlerinde (kaos aralığı) küçük çaplı hareketlenmelerin sonuç üzerindeki etkisi çok büyük olabilmektedir. Organik dünyada sistemler kararlı haldeyken mikro olaylar kimi zaman görmezden gelinebilir. Kararsızlık hallerinde -biçimin özü koruyamayacak şekilde bozunuma uğraması- durum tamamen değişmektedir. Atmosferik olaylar için buna “kelebek etkisi” denildi, ancak aynı şeyin toplumsal olaylar içinde geçerli olduğu artık kanıtlanmış durumdadır. Haliyle devrim olayını tek tek bireyler üzerinde ele almak büyük önem arz etmektedir. Egemen sistemden koparak zihnini özgürleştirmeyi başarmış, demokratik değerleri özümsemiş, doğal toplum veya demokratik modernitenin ahlakını içselleştirmiş birey devrimci bireydir. Ya da kendinde devrimi gerçekleştirmiş devrimdir. Devrim anlarında tek bir kişinin çabası büyük gelişmelere yol açabilir. Zira birey, etkin bir varlık olarak yeniyi yapılandırmada büyük rol sahibidir. Kaos aralığında bu etkinin kat sayısı inanılmaz şekilde büyümektedir.

Önce devrim, sonra inşa paradigmasının klasik devrim tanımında bir anlamı vardı. Yeni perspektifte eskiyi yıkma ile yeniyi inşa etme devrimsel faaliyetin iki yüzü gibidir. Biri diğerinden ayrı düşünülemez. İnşa pozitif bir eylemdir, yapılandırmayı amaçlar, dolayısıyla daha büyük ve katıcı sonuçlar doğurabilmektedir. Birey burada da kilit öneme sahiptir. O, devrimci düşüncenin somutluk kazandığı canlı varlıktır. Bunlardan hareketle devrim, hem makro hem de mikro olanda gerçekleşen olağanüstü esnekliğe sahip bir olay veya olaylar zinciridir diyebiliriz.

Konu, örnekler üzerinden daha da detaylandırılıp incelenebilir elbette. Devrim ve evrim olaylarına bakışta yaşanan yetmezliklere dikkat çekmeyi amaçladığımız bu yazıda kısa da olsa demokratik modernite düşüncesini konu ile ilgili postulatlarına da yer vermeye çalıştık.

Devrim toplumsal bir olay olarak oldukça akışkan ve sürekli bir yapıya sahiptir. Dogmatik yorum ve analizler işin bu doğasının kavramasında daima engelleyici bir rol oynamıştır. 19. ve 20.yy’lar bu dogmalara göre şekillendi. Ortaya çıkan devrimlerin uzun süre ayakta kalamamalarının bir nedeni de budur. Baştan yanlış kurgulanmış bir tasarının doğru sonuçlar vermediği açıktır.

O halde devrim her şeyden önce bir kurma işidir diyebiliriz. Devrim de bir sonuç değildir, değişim sürecinin tüm aşamalarında vardır. Dinamiktir ve her kurulum süresinde kendi ekolojisinin yeniden yaratır…

 

[1] Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, s.437
[2] Emre Kangar, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Remzi Kitabevi, s.95
[3] Ali Fırat, Bir Halkı Savunmak
[4] Marksist Düşünce Sözlüğü, İletişim Yayınları, s.136-7
[5] Ali Fırat, Demokratik Uygarlık Çözümü, 5.Cilt
[6] Ali Fırat, Bir Halkı Savunmak
[7] Manuel de Landa, Çizgisel Olmayan Tarih, Metis Yayınları, s.20
[8] Age, s.10
[9] Ali Fırat, Bir Halkı Savunmak

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.