Düşünce ve Kuram Dergisi

Diplomasinin Ulusal Birliğe Etkileri

Nilüfer Koç

Hiç bir Kürt ve Kürdistan’lının dilinden düşmeyen ulusal birlik kavramının Ortadoğu bölgesinde sürekli bir biçimde yaşanan değişimler dolaysıyla yeni bir tanımlamaya ihtiyacı bulunmaktadır. Kürt siyasetinin bölge ve küresel savaşta parçalı oluşun nedenleri ortaya konulmadan, birliği sağlamanın zor olacağı açıktır. Bu nedenle Kürt Ulusal Birliği kavramına yeni tanımlamaları da getirmek elzemdir. Kürt Ulusal Birlik diplomasisini Kürtlere karşı geliştirilen bölgesel ve küresel Kürt karşıtı diplomasinden kopuk ele almakta yetersiz kalacaktır. Zira yabancı güçlerin Kürtlere dönük diplomasisi inkar üzerinde şekillenirken, Kürt diplomasisi de bu karşı mücadeleyi hedeflemektedir.

Bu nedenle hem kapitalist modernist güçlerin diplomasiye yükledikleri anlam ve bunu Kürtler üzerinde nasıl uygulamaya konulduğunu hem de Kürtlerin diplomasisini ele almayı gerektirmektedir.

Devletsiz bir halk olan Kürtler devlet sahibi halklardan diplomasi ve dış ilişkileri bir hayli farklıdır. Kapitalist modernist paradigma temelinde devlet ve iktidara dayalı diplomasi taraflar arasında karşılıklı menfaatler üzerine kurulan ve geliştirilen ilişkiler olarak tanımlanmaktadır. Bu ilişkilenme de ‘diplomasi savaşın silahsız yapılanıdır’ ya da ‘savaş diplomasinin silahlarla yapılanıdır’ tanımlamaları da yapılmaktadır. Diplomasinin sınırları, uygulama biçimi ise devletler arası anlaşmalarla belirlenmiş. Bu nedenle devletlerin veya devletlerden oluşan uluslararası kurumların diplomasinin sorunları çözme ya da barışı tesis edileceğine inanmak, yukarıda yapılan tanımlamalara itibariyle yüzeysel kalacaktır. Zira menfaat ve çıkarlar için ‘diplomasi savaşın silahsız yapılanıdır’ ya da ‘savaş̧ diplomasinin silahlarla yapılanıdır’ gerçeği bulunmaktadır. İngiliz Lord Palmerston’un “İngiltere’nin ebedi dostları ve düşmanları yoktur, değişmez çıkarları vardır’ söylemi diplomasi gerçeğini en yalın haliyle ifade etmektedir. Günümüzde de bu tanımla maalesef geçerliliğini korumaktadır.

Abdullah Öcalan’ın demokratik modernite paradigmasının somut uygulama boyutu olan demokratik özerklik ve bunların dört parça Kürdistan’ı kapsayan demokratik konfederal çözümüne göre, Demokratik Ulus ve Demokratik Ulusal Birlik diplomasisinin son yıllarda uygulmaya konulması; Ulusal Birlik Diplomasisi kavramının içeriğini değişmesine de yol açmıştır. Burada ulus tanımlamasının farklılaşması nedeniyle Lenin’in genel ulus tanımını aşan demokratik sıfatın eklenmesiyle diplomasi alanını doğrudan toplumsal alana kaydırılmış, böylelikle devlet-iktidara dayalı diplomasi esas gücü olarak sistem dışı güçler belirlenmiştir. Lenin’in çizdiği ulus ve ulusal tanımından doğan ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı tanımını Öcalan, geniş bir analiz ile ele alarak ulus kavramını dar çerçeveden çıkararak demokratik ulus tanımına kavuşturmuştur. Demokrasi kavramı bütün toplumsal farklılıkları kapsayan homojenliği kökten reddeden, buna alternatif olarak heterojenliği esas almaktadır. Bu nedenle Kürt diplomasisi ulusal birlik konusunda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ya da Güney Afrika’da kurulan Afrika Ulusal Kongresi (ANC) gibi yapıları aşmaktadır.

Geleneksel Kürt diplomasisinin realitesini hala Güney Kürdistan’da oluşan federal Kürdistan Bölgesindeki Kürt yönetimi, kapitalist modernist anlayışla sürdürmektedir. Bu da devlet-iktidar, milliyetçi ve cinsiyetçi bir paradigmaya dayalı mevcudiyetini korumaktadır. Her ne kadar bu bir azınlığı kapsasa da küresel güçlerle ideolojik yaklaşımı olan Kürt kapitalizmi versiyonu olarak kendisini tanımlaması, ona uluslararası alanda bir meşruiyet kazandırılmaya çalışılacağı var sayılmaktadır. Yine Kürdistan Federe Bölge diplomasisinin dayandığı miras, 20. Yüzyılda kurulan KDP’nin siyasal parti geleneğine dayanmaktadır.

Diplomasinin ulusal birliğe etkilerini anlatmak için öncelikle Kürtlerin ve Kürtler dışındaki güçlerin diplomasi tanımının farkını iyi kavramak lazım. Kürt ulusal diplomasinin tarihsel olarak en geniş kapsamlı ve en örgütlü ulusal kongrenin birlik çalışmaları oldu. O çalışmalar 2013’de denendi. O dönem Öcalan, Brüksel, Diyarbakır ve Hewler’de Kürt konferanslarının yapılması için öneriler sunmuştu. Brüksel ve Amed konferansları ardından Hewler’de toplanan kongre bileşenlerinin dört aylık çabaları ABD, İran ve Türkiye’nin müdahalesiyle yapılmadan sonlandırılmıştır. Dört ay içerisinde sözkonusu devletlerin çeşitli yöntemlerle uyguladığı baskılara bakıldığında, var olan Ortadoğu konjonktüründe devletlerin Kürt birliğinden korktuğu bir kez daha açığa çıkmıştır.

 

Diplomatik Alanda Kürt Kartının Kullanımı!

Kapitalist modernitede genelde olduğu gibi Kürt sorunuda kendini “ulusal” boyutta ortaya koymaya çalıştı. Kürt sorunu denilince akla hemen ulusal sorun olarak gelmesi kapsamlı bir araştırmadan ziyade konjonktür gereği söylemleştirilmiştir. Fakat gerçek olan şudur ki, sadece sorunlu olan Kürt gerçekliği olmayıp Kürtlükle ilgili olan her şey ve herkes sorunlu hale getirilmiştir. Kendini sorunlu hissetmeyen, düşünmeyen kimse yok gibidir. Sonunda sorun olan yaşanılan gerçekliğin mahiyetine ilişkindir.

Kürt hakikati kapsamında ve kapitalizm koşullarında tüm unsurlarıyla ulus olmaya değil, ulusal yok oluş sürecine sokuldu. Dolayısıyla Kürt ulusal sorunundan ziyade ulus olmama sorunu daha ağır basmaktadır. Kürtlerin kendi anavatanlarını ulusal vatanı haline getirmelerine fırsat tanınmadı. Yani ulus olmanın temel mekânı olarak ana yurt olmaktan önemli oranda çıkarıldı. Başka ulusların vatan aidiyeti kapsamında ele alındı. Bizatihi ulusal varlığın kendisi Kürtleşmeden, Kürt ulusu oluşmadan hakim ulusların içinde eritilmeye çalışıldı. Arap, Türk, Fars hakim ulus-devlet kültürleri içinde nesneleştirildi, sömürgeleştirildi ve asimilasyonla eritilmesi amaçlandı. Bunun için modernite unsurlarının tüm güçleri seferber edildi. Burada sorun, Kürtleri ulus olmaktan çıkarma amaçlı uygulama ve politikaların sistematik işlemesidir. Bu, 20. Yüzyıl statüsünde Kürtlerin direnişi, bir kırılma yarattıysa da hala önemli oranda hegemon ve bölgesel güçler tarafından canlı tutulmaya çalışılmaktadır.

En son bölgesel ve küresel güçler 19. Yüzyıldan başlayarak 20. Yüzyıla kadar Kürdistan ve Kürtler üzerinden sürdürdükleri diplomatik pazarlıklar, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşmasıyla Kürt inkarına resmi bir boyut kazandırdı. Çünkü bu Antlaşmayla Batılı devletler çıkarları gereği Avrupa-Ortadoğu pazarlığında İsrail-Filistin yanı sıra Kürt-Türk; Kürt-Fars; Kürt-Arap sorununu resmileştirerek kurumsallaştırmışlardır. Böylelikle bölgenin yeni diplomatik pazarlık dengesinde Kürt sorunu temel denge ilan edilmiştir. Sözkonusu güçlerin barışmalarıda, çatışmalarıda Kürtlerin sırtında yapılmıştır. Lozan’da yapılan konferansta Kürtler dillendirilmediği gibi, inkar ederek Batı ve Ortadoğu devletleri arasında diplomatik bir menfaat aracına dönüştürüldü. Lozan Antlaşmasının Kürtler açısından dünya çapında başka bir emsali bulunmamaktadır. Çok bilinçli ve hesaplı bir şekilde bir halkın varlığı resmi inkara kavuşturulmuştur. Kürtler için ‘yoksunsuz’ kararı verilmiştir. Bunun sonucu olarak Kürtlerin varlığı sorunsallaştırılarak, Kürtler artık hep Kürt sorunu diye dünya gündemine sokulmuştur. Bu nedenle devletlere dayalı diplomasi de Kürt varlığı sorunsallık biçiminde devletler arası diplomaside araçsallaştırılmıştır. Tarihsel olarak Kürtler çeşitli dönemlerde sorunsallaştırma ve araçsallaştırılmaya karşı büyük direnişler göstermişlerdir. Ne yazık ki, uluslararası diplomasi de, devletler arası menfaat ve çıkar politikaları gereği, çatışma halinde oldukları karşı bir devlete iradelerini dayatmada Kürtler kurban ederek, Kürt sorununu diplomatik olarak Kürt kartı adıyla kurumsallaştırılmıştır. Yaklaşık yüz yıldır kurumsallaştırılmış Kürt sorunu/Kürt kartı Kürt halkının meşru haklarının sorunsallığı üzerinde şekillenmiştir. Dolaysıyla Kürtler bunu bilerek diplomasi yapmak zorunda. Kürt diplomasisi bu gerçeği derin analiz etmeden, yüz yıl boyunca gelişen tüm diplomatik oyunları çözmeden ulusal birliğe hizmet edemez. Kürt diplomasisinin neden hala birliğe gereken etkide bulunmadığı eleştirisi ve beklentisini ortaya atanlar, esasında tarihsel geçmişi bilmeyenlerdir. Kürt ve Kürdistan parçalanmışlığı ne kadar derin olduğu ancak, 1806’da başlayan Baban Hareketinden en son Kürt isyanı olarak adlandırılan 1978’de kurulan PKK Hareketine kadar dayatılan bölgesel ve küresel sömürge politikalarını gözden geçirmekle mümkün. 1639 Kasr-ı Şirin ile başlayan 1878 Berlin Antlaşması, 1914 Paris Konferansı , 1916 Sykes-Picot Antlaşması, 1917 Erzincan Mütarekesi, 1918 yılında Mondros mütarekesi, 1919 Paris Antlaşması, 1920 Sevr Antlaşması, 1923 Lozan Antlaşması, 1926 Ankara/Musul antlaşması, 1975 Cezayir Anlaşması yanısıra Türk, İran, Irak ve Suriye devletlerinin uluslararası güçlerle Kürt karşıtı yaptıkları ikili/bilateral anlaşmalar ile sayısızca toplantı ve konferans yapılmıştır. Bu tablo görülmeden Kürt ve Kürdistan üzerinde parçalama siyasetinin toplumu ve Kürt siyasetini ne kadar derinden vurduğu da pek anlaşılmaz.

Bu tarihsel süreçler içerisinde yapılan bütün uluslararası diplomatik ilişkilerde Kürtler için biçilen temel çerçeve: “Başka ulusların boyunduruğu ve devletlerin sömürgesi olarak yaşamaları” olmuştur. Yapılan antlaşmalarla bunun bir zorunluluk olduğu teyit edilmiş ve ne yazık ki bu durum hala içinde yaşadığımız 21. Yüzyıla kadar etkisini göstermektedir.

Hiç şüphesiz parçalanmışlığa karşı büyük direnişler olmuştur. Tüm ayaklanma ve isyanlarda Kürtler arası iç ilişkiler, yani diplomatik temaslar geliştirilmiş, ‘birlikten güç doğar’ inancıyla ciddi çabalarda sözkonusu olmuştur.

Nitekim Kürt diplomasisinin Ulusal Birliğe etkide bulunması, yukarıda belirtilen inkar edilme politikası ile bugün ise kendisini hala somut bir biçimde parçacılık, aşiretçilik, bölgecilik, dincilik, mezhepçilik ve particilik ulustan daha önde görülmektedir. Kürt diplomasisinin hala birliğe gereken katkıyı sunmaması, Kürdistan’da kendisini yaşatıp toplumsal taban bulabiliyorsa bu, ulusal ilkeler ve değerler konusunda ulusal düzeyde bir konsensüsün ve orak ulusal aklın bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Ulusal Birlik konusunda Kürt diplomasisi, şimdiye kadar genelde sömürgeci devletlerin saldırıları karşısında savunma ihtiyacının sonucu ve ihtiyacı olarak ele alınmıştır.

 

Parçalanmış Bir Ulusun Diplomasisi de Parçalı Karakterde Olur

Sözkonusu realite görünmeden Kürt diplomasisini anlamak zordur. Cevaplandırılmasının önceliği olan sorular Kürtler nasıl bir diplomasi yapması ve en önemlisi de Kürtleri çıkar siyaseti içerisinde dayanacağı gücü nedir sorusudur. Sorunun cevabını kırk yılı aşkın sürdürülen Özgürlük Mücadelesi vermektedir. Tarihin deneyimlerinden; Kürt diplomasisi açısından çıkarılacak en temel sonuç, Kürtlerin diplomatik gücünün halk ve savunma alanın örgütlenmesiyle ilgilidir. Zira Kürtler devletsiz de olsalar, geniş ve kapsamlı örgütlenmiş toplumsal ve savunma mücadeleleri ile bugün, Ortadoğu’da bir aktör konumuna ulaşmış ve başta sömürgeci güçler olmak üzere başka güçler tarafından dikkate ve ciddiye alınmak zorunda kalmışlardır. Kürt kartı veya Kürt sorunu olarak kurumsallaştırılan inkar, Kürt halkının aydınlanması ve örgütlenmesiyle önemli bir oranda kırılmıştır.

Özgürlük Mücadelesi, Kürdistan’ın coğrafik olarak paylaşılmasını ve sömürgeleştirilmesini salt siyasal ve coğrafik boyutuyla ele almamış, daha kapsamlı bir bakış kazandırmıştır. İnşa edilen Kürt sorunuyla küresel ve bölgesel güçler böl-yönet yöntemiyle ile mikro düzeyinde indirgedikleri inkar ve asimilasyon politikasıyla siyaseten, kültürel, sosyolojik ve zihinsel olarakta Kürt halkını parçalamışlardır. Bölgesel ve küresel diplomasi de hala Kürtlere ve Kürt sorununa bu parçalanmışlık ve bölünmüşlük üzerinden ele almaktadırlar. Parçalılık ne yazık ki hem Kürtleri birbirlerine karşı; hem Kürtleri sömürgeci güçlere karşı; hem de sömürgeci güçleri Kürtlere karşı konumlandırılmış; siyaset yapma imkanlarını Kürtler açısından adeta imkansız kılmıştır.

Geleneksel Kürt diplomasisi de, şimdiye kadar bu parçalanmışlığa göre konumlandığı için birliğe değil, ‘böl-yönet’ politikası ile güçsüz kılınmıştır. Kürdistan sadece coğrafik olarak parçalanmamıştır. Kürtlere karşı savaşın en vahşi yanı olan, ulus olma şuurunu yitirmesine götürmüştür. Dolaysıyla ulusal kimlik şuuru kazanılmadan ne siyasette ne de diplomasi gibi hiçbir alanda etkisi olmaz. O halde en başta giderilmesi gereken eksilik, ulus tanımının doğru yapılması olmaktadır. Tüm çabalara rağmen, şimdiye kadar siyasetin ve diplomasinin etkide bulunmaması, bölünmüşlük ve parçalılıktan kurtaramamasının en önemli nedeni; uluslaşma şuurundan uzak kalmasıdır. Bu tanımlama yapıldıktan sonra Ulusal Birliği ve buna katkıda bulunacak tüm etkenleri tartışmak mümkün olacaktır.

Uluslaşma ortak bir zihniyet ve kimlik bilincini oluşturma faaliyetidir. Şimdiye kadar solcu siyasette ulus tanımı Lenin belirttiği; siyasi sınırlara (coğrafya), tek dile, kültüre, dine ve tarih kriterlerini aşan daha geniş ve derinlikli bir tanımlamayı gerektirir. Bu kriterler hiç şüphesiz bir ulusun tarihsel ve maddi temelini oluşturmaktadır. Ancak bunun da ötesinde bunlar ilkeler, değerler ve kurumlar temelinde ortak bir bilinç ve zihniyet düzeyine kavuşturulmadıkça uluslaşma gerçekleşemez. Bu nedenle tekrar edersek ulusal birlik sadece somut ihtiyaçlardan veya bir tehlike karşısında, birkaç siyasi partinin bir araya gelmesi ya da anlaşma imzalaması değildir.

Ulusal birlik sorunu, ‘Ulusun’ siyasi, sosyal ve kültürel kesimlerinden fertlerine kadar, tüm toplumsal kesim ve bireylerinin temel bazı ilke ve değerler etrafında, ortak bir zihniyet ve bilinç oluşturma sorunudur.

Hem Kürdistan ilk parçalandığı/bölündüğü Kasr-ı Şirin’le Osmanlı ve Safevilerin 16. Yüzyılda Kürdistan üzerinden iktidar savaşları ve hem de kapitalist sistemin yayılmayacılığının başladığı 19. Yüzyıl ve kurumsal iktidarını Ortadoğu’da inşa ettiği 20. Yüzyılda, Kürdistan hegemonyaların merkezinde olmuştur. Buna karşı Kürtler diplomatik ilişkilerle kendi aralarında birlik arayışlarına girmiş, bazı kritik dönemler için önemli sonuçlarda alabilmişlerdir.

16.Yüzyılda İdris-i Bitlisî’ öncülüğünde Kürt diplomasisinin Osmanlı-Safevi savaşında Kürt beyliklerini usta diplomatik yetenekleriyle bir araya getirerek, Kürtlerin iki büyük imparatorluk arasında yenilgiden kurtarmayı başarmıştır! İdris-i Bitlisî Kürtlerin iki sömürgeci imparatorluk çatışmasında varlıklarını güvenceye almak için öncelikle Kürtlerin birliğini sağlamayı esas alır, ardından diplomasiyle oluşturduğu Kürt birliğiyle Osmanlılarla mutabakata varması önemli bir deneyimdir. Osmanlılar bu dönemde Kürt beyliklerini statüsünü kabul ederken, Safeviler Şiilik inancıyla kamufle edilmiş Fars iktidarını zor aygıtıyla hem Kızılbaş ve hemde Sunni-Şafi Kürtlere dayatarak, Azerileri kılıç zoruyla boyunduruğuna alır ve Kürtlere karşı da böyle bir hazırlık içindedir. Hiç şüphesiz İdris-i Bitlisî’nin diplomatik yeteneğiyle yaptığı; Osmanlı-Kürt mutabakatı Alevi Kürtlerin soykırımına yol açtığı tartışmaları diplomasının tek yanlılığı ve darlığıdır.

Daha sonraları İdris-i Bitlisî gibi çok sayıda Kürt lider de ulusal birlik arayışları içine girmiştir. Kuzey’deki Şeyh Said’den Güney’deki Şex Mahmud Berzenci’ye; Dersim’de Seyit Rıza’dan Koçgiri direnişlerinde iç siyaset üzerinden güç arayışına girmişlerdir. Doğu Kürdistan’da Qazi Mohamed, başta Komela olmak üzere diğer Kürt örgütlerini yanına çekerek iç diplomatik ittifakla Mahabad Kürt Cumhuriyetini kurmaya çalışmıştır. Yine o dönem tüm liderler Ortadoğu üzerinde hakimiyet sağlayan İngiliz, Fransız ve Rus devletlerinin diplomatik kurumlarına yazışma üzerinden Kürt halkının karşı karşıya olduğu soykırım ve inkara karşı destek istemişlerdir. Ancak bir bütünen Kürt diplomasisi açısından uluslararası ilişkiler içerisinde yer alarak, amaç ve hedefleri doğrultusunda kendilerini ifade etmeleri konusunda güçlü bir mirasları yoktur, olan da son derece zayıftır.

Öcalan, varlığı sorunsallaştırılan Kürt halkının bölgesel ve küresel düzeydeki durumunu şu sözlerle çok yalın ifade etmektedir: “Yakın dönemde, kapitalist modernite sürecinde belki de dünya da en çok diplomatik oyunlara kurban edilen halk Kürtler olmuştur. Bütün 19. ve 20. Yüzyılda Ortadoğu’nun parçalanmasında ve kapitalist sistemin hegemonyası altına alınmasında Kürtler kurbanlık rolü oynamıştır. Özellikle I. ve II. Dünya Savaşlarının en trajik kurbanları olmuşlardır. Ortadoğu diplomasisinde (ulus-devlet diplomasisi) Kürtlere biçilen rol hep piyonluk olmuş ve bu durum çok ağır sonuçlar doğurmuştur. Kürtler soykırıma varan acı tablolarla karşılaşmışlardır. Bunda şüphesiz Kürt işbirlikçileri kadar Kürt direnişlerinin modern yöntemlerden kopukluklarının da önemli payı vardır.”

20.Yüzyılın sonlarında siyasi partiler biçiminde Kürt siyasetine damgasını vuran parti örgütlenmeleri de iç diplomasiyle birlik arayışlarına girişmişlerdir. Bunlardan en önemli birisi

Kürdistan’da ilk 1946’da kurulan siyasi parti, Doğu Kürdistan’da (Mahabat Kürt Cumhuriyeti sürecinde) Kürdistan Demokrat Partisi-KDP’dir. Bu gelenek Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde Kürt aydınlarının kurduğu Güney KDP’si dir. Yine Kuzey Kürdistan’da TKDP’dir. Ayrıca 1975’te YNK partiler kervanına katılmıştır. 1978’de de PKK kurulmuştur. Partiler ya sömürgeci güçlerin artırdığı baskı ya da siyasetten çıkan boşluklardan faydalanmak amacıyla ulusal ittifaklara girişmişlerdir. Uzun bir süre bu tür ittifak tarzı, günümüzde de ulusal birliğin birkaç partinin bir araya gelmesi algısına neden olmuştur. Hiç şüphesiz birlik arayışları önemli girişimler olmuştur, çünkü ‘birlik güç doğurur’ inancı hep olmuştur.

Oysa birkaç partinin ittifak kurmaları hiçte ulusal birlik olmamaktadır. Bu tür ittifakların sağladığı katkı siyasi partiler arası çatışma ve çelişkileri bir süreliğine durdurmaya hizmet etmiştir.

Daha sonraki süreçlerde de Kürt siyasi güçleri çeşitli cepheler oluşturarak, büyük tehlikelere karşı cephe oluşturmaya kalkışmışlardır. Ancak bunlar genelde dönemsel olmuştur. Sömürgeci güçlerin iç zaaflardan faydalanarak her defasında cephe tarzı ulusal diplomatik örgütlenmeleri parçalamayı bilmiştir. Yakın tarihimizde KDP, YNK, İKDP, KDP-İ, Komala, PSK gibi örgütlerin bu yönlü çokça girişimleri olmuştur. Oluşturdukları ulusal diplomatik ittifakların neden kısa sürelerde sömürgeci güçler tarafından parçalamaya açık oldukları sorusunda, Kürt halkının parçalanmışlığının tek siyasetten değil, kültürel, zihinsel ve toplumsal olduğundandır. Mezhepçilik, bölgecilik, tarikatçılık, sınıfsallık, aşiretçilik ve particilik anlayışları ulusal diplomatik ittifakları dönemsel kılmış ve hatta sonunda bu örgütlerin birbiriyle rekabet ya da çatışma haline sokmuştur. Dolaysıyla diplomasinin Kürt birliğine etkilerini ele alırken, Kürt siyasetine öncülük yapan siyasi ya da toplumsal hareketlerin, öncelikle gerekli olan bir ulus bilince ve bunun dayandığı bir ulusal zihniyete ulaşmalarıdır. Sözkonusu Kürt siyasetindeki çeşitli kategoriler üzerindeki parçalanmışlık ne yazık ki, öncü siyasal kurumlarla sınırlı kalmamıştır.Önemlice siyaset oluşumu, kendi üst kimliğini topluma dayatarak toplumsal alanında aşiretçilik, dincilik, bölgecilik temelinde parçalanmayı derinleştirmişlerdir. Özgürlük için sömürgeci güçlere karşı peşmerge ordularıyla mücadele etmekte yeterli olmamıştır. Dolaysıyla Kürt diplomasisinin hem içte ve hem de dışta etkili olmasının en esaslı bir güç odağına ihtiyacı vardır.

Yine bu durumu çok çarpıcı ifade eden Öcalan,  “Kürtlerin tarihinde olumlu veya olumsuz yönde, çok sayıda diplomatik ilişki süreci varlığını hep sürdürmüştür. Çok parçalanmışlık ve topluluklar arasındaki yalıtılmışlık, elçilik faaliyetlerine yüksek değer biçilmesine yol açmış, doğru ifa edildiğinde toplumsal yaşama değerli katkılarda bulunmuştur. Kötü niyetle ve farklı kişisel ve zümresel çıkarlar peşinde ifa edildiğinde ise, düşmanlıklara ve çatışmalara hizmet etmiştir.” der

 

Diplomasinin Ulusal Birliğe Etkilerinin Başlangıcı

90’larla birlikte Kürt ulus bilinci yükselmeye başladı. Bunun sonucu geniş çatı örgütleri oluşmaya başladı. Bu durum Kürt diplomasisine de etkide bulundu. Kürt ulusal meclisi veya kongre kurma arayışları başlatıldı. FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü), ANC (Güney Afrika Ulusal Kongresi) benzeri oluşumları incelenmeye başlandı. Onların hem ulusal hem de uluslararası üzerindeki etkileri üzerinde duruldu, araştırıldı. Çünkü meclis ya da kongreler, toplumsal olarak farklıları bir araya getiren, ortak hedef ve amaçlara yönlendiren önemli ulusal organlardır. Ulusal nitelemesi ise yarattığı nitelik ve çerçevesidir. Ulusal meclis ya da kongre, esas olarak bir ulusun genel çıkarlarını gözeten farklı mezhep, inanç, ideolojik, cins gibi kişi ve kesimlerin bütününden oluşmuş en üst mercii karşılar. Bir ulusu oluşturan farklı kesimlerin her birinin kendisini kendi özgünlüğüne göre örgütlenmesi ve öznel çıkarlarını gözetmesi kadar; asgari müştereklerin buluşması ise ulusal kongrenin/meclisin temelini oluşturur.

Kürdistan tarihinde ise ulusal kongre ve meclis oluşumlarıyla yaratılan ulusa bilinç, diplomatik olarak Kürtler arası birliği etkileyecek araçlardır.

Tarihte Kürtler arası diplomatik ortaklık ve birlik için ittifak arayışları çokça olmuştur. Ancak bunların hepsi kısa ömürlü olmuştur. 1980’lerde Sovyetlerin çözülmeye başlamasıyla dünyadaki ikili dengenin bozulma sürecine girmesiyle siyasette çok başlılığı, yani multilateral diplomasi de beraberinde getirmiştir. Bu kaos ortamında Kürtler de birlik temelinde güçlenmeye çalışmışlardır. Örneğin bu süreçte 1983 PKK-KDP antlaşması; 1988’de Güney Kürdistan’da geniş katılımlı Kürdistan Ulusal Cephesi’ne benzer arayışlar hızlanmıştır.

 

Toplumsal Dirilişle Ulusal Bilincin Gelişimi ve Diplomasi

Kürt diplomasisin ulusal birliği etkilemesi algı ve zihniyete köklü bazı değişiklikleri zorunlu kılmaktadır. 90’ların başında Öcalan, bu gerçeği şu cümlelerle ifade etmektedir: “Ulusal birlik kavramı, söylenince bazen yanlış anlaşılıyor; sanki irili ufaklı örgütlerin bir cephe şeklinde birleşmesini düşünme var. Bu da var ama, bundan önce Kürt halkının, halk olarak birliğini sağlamaktır. Yani ulus olduğunun farkına varmak ve o ulus olma gereği sonucu mücadele edilen mecraya girmiş olmasını sağlamak. Ulusal birlikten daha çok bunu anlamak gerekir. Yoksa birkaç örgütün bir araya gelme meselesi sorunu değil. Halkın artık ulus olma şuurunu elde etmiş olması ve bir ülkesinin, varolan ülkesinin Kurtuluş Mücadelesinin emrine girmiş olmasını kavramış olmasıdır.”

Buna dayalı olarakta 90’lardan başlayarak Kürdistan’da halk hareketini simbiyotik bir şekilde gelişimiyle Kürt birliğine ve diplomasiye etkisini de açığa çıkarmıştır. Kürtlerde ulusal birlik bilincinin gelişmesiyle 1992’de Kürdistan Ulusal Meclisi, bunun olumlu ve olumsuz etkileri sonucu Sürgünde Kürt Parlamentosu-PKDW’ye evrilmiştir. PKDW ile dört parça Kürdistan ve diasporadaki Kürtler bir araya gelmiştir. siyasal ve toplumsal hareket ve kanaat önderleri ilk defa bir çatı altında bir araya gelmiştir. Bu çatı altında kendi sorunlarını tartışmış, ulaştıkları ortak talepleri dış dünyaya yansıtmaya çalışmışlardır. Parlamentonun diğer önemli bir işlevi ise dört parçadan farklı aşiret, mezhep, inanç, bölge, kadın-erkek; genç yaşlı gibi tüm toplumsal dinamikleri bir araya getirerek ulus bilincinin gelişmesini sağlamıştır. Bu birliktenlik, varlığı parçalanmışlığa dayalı diğer geleneksel Kürt siyasal hareketlerini de olumlu anlamda zorlamıştır. PKDW’nin güçlü mirasını Mayıs 1999’da, Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) devr alarak; günümüze kadar hem iç ve hem de dış siyasette önemli bir ulusal diplomasiyi açığa çıkarmıştır. Öyleki particilik, dincilik, cinsiyetçilik ve üst sınıf kimliğini dayatan geleneksel Kürt siyasetini zora sokarak, istemeselerde KNK’nin çalışmalarına ya dolaylı ya da direk ulusal birliğe gelmelerini toplum zorlamıştır. KNK’de ifadesini bulan, Kürtçenin tüm lehçeleri, inanç, bölge, aşiret, sınıf, kadın, genç ve farklı kimliklerin ortak hedef belirleyebileceğini göstermiştir.

Yaklaşık 22 yıldır KNK konferans, çalıştay, seminer, panel gibi araçlarla ulusal birlik diplomasisini gündemde tuttuğu gibi, Kürtlerin ortak karar alabileceğini göstermiştir.

Kuzey Kürdistan’da DTK öncülüğünde hem siyasal ve hem de doğrudan ulusal boyutta sorun teşkil edilen hususlara karşı bir birlik anlayışı da sözkonusu. Özellikle asimilasyon sonucu Kürt dili üzerinde gelişen tehlikeye karşı oluşturulan Kürtçe dil platformu gibi diplomatik forumlarla çözüm arayışlarında Kürt ortak aklı geliştirilmektedir.

2007’de KNK çatısı altında başlayan ulusal birlik prensipleri tartışması bir ihtiyaç haline gelmiştir. O yüzden Kürtler arası ilişkileri belirleyecek olan Ulusal Birlik Strateji Belgesi, 2008’de KNK kongresinde karar altına alındı. Belge içerisindeki kimi kavramlar toplumun belleğine yansımaya başlamıştır. Örneğin belgede ifade edilen ulusal birlik ilkelerinden birisi: Hiçbir Kürdistani parti sömürgeci veya küresel güçlerle ittifaka girerken bunu diğer bir Kürdistani parti ya da hareket zarar vermemesi ilkesidir. Diğer önemli bir ilke ise Kürtler Arası Savaşın Yasaklanması İlkesi: Kürtler arası savaş, ulusumuzun yaşadığı en büyük trajedilerden biridir. Bu, kısmen sömürgeci ve egemen güçlerin kurguladıkları, komplo ve kışkırtmalardan kaynaklansa da, esas olarak ulusal bilinç zayıflığı ve demokratik kültürün yetersizliğinden doğmaktadır. Bu durum uluslaşma sürecimize ve ulusal birliğimize büyük zararlar verdiği gibi, bizi büyük kazanımlar elde etmekten de alı koymaktadır. Onun için Kürtler arası savaş, hiçbir gerekçe ve bahane ile kabul edilmemeli ve ilkesel olarak yasaklanmalıdır. Kürtler arası savaş, ulusa yapılmış bir ihanet olarak görülmelidir. Brakujiyi tamamen ortadan kaldırmak hedefiyle, demokratik uluslaşma ve siyaseti geliştirme süreçleri hızlandırılmalıdır.

 

Kadınlarla Değişen Ulusal Birlik Diplomasisi

2006 yılında Kürt kadın hareketi, Kadın Kurultayında aldığı karar çerçevesinde başlattığı ulusal birlik için siyasal-diplomatik çalışmalar oldu. Ve bunlar için atılan adımlar neticesinde Kürt Ulusal Birlik kavramına demokrasi kavramı da eklenerek adı, Demokratik Kürt Ulusal Birliği oldu. Zira Kürt Ulusal Birliği ve diplomasisi erkeklerin başkanlık yaptığı siyasi partilerin birliği değil, kadın iradesinin de içinde yer alması gereken bir gelişme olarak ortaya çıktı. Bunun sonucu 2010 Amed; 2012’de Hewler’de yapılan Kadın Ulusal Birlik Konferanslarıyla ulusal birliğe yeni bir içerik katmıştır. Yani Ulusal Birlik salt siyasi parti ve hareketlerin değil, aynı zamanda kadın iradesini de kapsayan yeni bir gelişme olarak katkı sunmuştur. Zira İdrisi Bitlis’den günümüze kadar birlik diplomasisi hep erkekler tarafından yürütülmüştür. Kadın bakış açısının gelişimiyle iktidarcı anlayış yerini toplumsal demokratik diplomasiye yönelmiştir.

2000 yılı 1325 sayılı bir karar ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, “kadınların barış süreçlerine katılmaları, çatışmaların önlenmesi, çatışma sırasında ve sonrasında kadınlara yönelik şiddetin engellenmesi konularında tedbir alınmasına, bu tedbirler alınırken de kadınların karar alma, uygulama ve hesap sorma süreçlerinde etkin olarak yer almasını” destekler niteliktedir Kürt kadınının bu yaklaşımı.

 

Demokratik Ulus İle İktidarcı-Devletçi Kürt Diplomasisi Yol Ayrımında

Şu an Kürdistan’da ideolojik iki çizgi ve iki paradigma yan yana yürümektedir. Modern, çağdaş, plüralist, kadın özgürlükçü, demokratik ve toplumcu karakterdeki diplomasisi ile iktidarcı-devletçi diplomasi olmaktadır.

Öcalan,”Hem konjonktürel hem de sınıfsal açıdan birleşik bir Kürt ulus devletinin şansının az olduğu göz önüne getirildiğinde, bu amaçla yürütülen diplomasilerin çözümleyici şansının oldukça az olduğu görülecektir. Son iki yüzyılda bu amaçla yürütülen faaliyetlerden başarılı sonuç alınmadığı bilinmektedir. Kürt sorununun doğası başarılı olmasına el vermemektedir. Kürtlere ilişkin ulus-devlet diplomasisi çözümleyici değil tıkayıcı, parçalar arası çelişkiyi artırıcı ve düşman ulus-devletlere açık davetiye çıkaran birçok olumsuz role tanıklık etmiştir. Bu nedenle yeni bir diplomasiye, demokratik ulus diplomasisine şiddetle ihtiyaç vardır”, demektedir.

Kürt ulusal birlik diplomasisinin ilkeleri uygulandıkça etkisi olacaktır. KNK’nin Ulusal Strateji Belgesinde şöyle yazmaktadır: “Ulusal strateji”de iç ve dış dinamiklerin pozisyonu: Kürdistan’ın kurtuluşu, Kürt ulusunun özgürlüğü ve Kürdistan halklarının işgalci, kolonyalist düşmanın elinden kurtarılması için bütün ulusal güçlerin meşru politik yöntemlerle savaşa seferber edilmesi, ‘Ulusal Strateji’nin anlamını ifade ediyor. “Ulusal Strateji”nin belirlenmesinde temel ve belirleyici unsur ‘demokratik ulusal çıkarlar” diyor.

Kürt halkı ve diğer topluluklar adına, tüm ulusal, sosyo-politik, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik örgütler, politik şahsiyet ve aydınlardan oluşan, “büyük ulusal güç”, “ulusal strateji”nin sosyal bileşimini oluşturuyor.

Uluslararası güçler de, Kürdistan’a dair politikalarını “direkt” ya da “indirekt” kendi jeostratejik çıkarlarına göre yürütüyorlar. Bu realiteye göre, dünya reelpolitik dengeleri göz önünde bulundurulmalı, ulusal çıkarlara ve Ortadoğu barışına katkıda bulunacak “çok yönlü ittifak”lar hesaplanmalıdır.

Somut ifade edilen kriterler ise: Ulusal güç ve dinamikler, bu noktalarda birbirlerine karşı yüksek bir kararlılıkla sorumludurlar:

Demokratik Ulusal çıkarlar herşeyin üstünde tutulmalıdır.

Ulusal varlıklar ve korunup sahiplenilmeli ve sembollere saygılı olunmalıdır.

İşgalci ve sömürgeci devletlere karşı savaşımda, diğer örgütlerin üzerinden dar ve örgütsel hesaplara girilmemelidir.

Ulusal örgütlerle her ne şekilde olursa olsun diyalog içinde olunmalıdır.

Ulusal güçler arasındaki dayanışma en üst düzeyde tutulmalıdır.

Kerkük ve tüm Kürdistan sınırları, işgalcilere karşı her ne yöntemle olursa birlikte korunmalıdır.

Ulusal güçler arasındaki çatışma (savaş), ulusal suç olarak kabul edilmelidir.

Herhangi bir ulusal güç, bir diğer ulusal güç aleyhinde yanlış bir pratik sergilerse, bu kırmızı bir alarm olarak kabul edilmeli ve bu ulusal yoldan sapmaya karşı, tüm ulusal dinamikler alarm içinde olmalı, ulusal çıkarları koruma amaçlı aktif ve caydırıcı refleks gösterilmeli ve bu şekilde ulusal birliğin içten kırılmasının önüne geçilmelidir.

Demokratik Ulusal Birliğin kalıcı hale gelmesi için meclis, platform, kongre veya başka türden örgütlemler geliştirilmelidir.

 

2013 Kürt Ulusal Birlik Konferansı Deneyimi

Arap Baharı ardından Mart 2011’de başlayan Suriye savaşı Kürdistan’ı 3. Dünya Savaşının merkezine taşıdı. Ve savaş yeni güç dengelerinin de oluşumuna götürdü.

Kürtler aleyhinde olan alt üst olma aşamasına giren kapitalist modernist güçler, 3. Dünya savaşıyla yeni dengeler oluşturma savaşlarına başladılar. Kürtlerin tekrar bu süreçte kimliksiz ve statüsüz kalmaması ve yine hegemon güçlerin paylaşım savaşının kurbanları olmaması açısından Öcalan, ağır tecrit sistemi altında olmasına rağmen, Kürtleri acil ulusal birlik konferansı veya kongreyi gerçekleştirme çağrı yaptı. Konuya ilişkin KDP Genel Sekreteri ve Federe Güney Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’ye inisiyatif alma çağrısında bulundu. Hatta Mesut Barzani’nin kongre başkanı olmasını önerdi. İmarlı Görüşmeleri sürecinde Öcalan, Türk devlet yetkililerine Kürtlerin birliği Türk devletini zorlamayacağı konusunda ikna etme mücadelesi verdi. Yarattığı başarılı diplomasisiyle de Türk devletini bir dengede tutabildi. Buna dayanarak Kürt güçlerine hemen Kürt ulusal kongresinin yapmalarını önermiştir. Bunun sonucu 15-17 Haziran 2013’de Diyarbakır’da yapılan Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansına gönderdiği yazılı açıklamada Öcalan: “Benim içinde bulunduğum İmralı koşulları nedeniyle tek başıma bir müzakere yürütmem hem imkânsızdır hem de doğru değildir. Ben, bana yüklenen önderlik misyonum gereğince müzakere sürecinin yolunu açıyorum, bu yolda yürümesi ve sürecin içini doldurması gerekenler sizlersiniz… Bu temelde geniş katılımlı toplanan konferansınız müzakere sürecinin en temel siyasal mekanizması olmak durumundadır” dedi.

Daha öncesinde ise Öcalan, 2013’te Diyarbakır Newroz’a gönderdiği mesajda Ulusal Kongrenin toplanması için Güney Kürdistanlı liderlere çağrısını yineledi. Buna karşın Mesut Barzani, “Sayın Öcalan’ın açıklamalarına katılıyorum ve destekliyorum” ifadesini kamuoyu nezdinde ifade etmişti.

Öcalan’ın çağrısı temelinde Mesut Barzani PKK’nin sözkonusu Kongre için belirlediği Kongre Komitesiyle ortaklaşarak, kongreye davet edileceklerin listesini kararlaştırıldı. Toplantıya dört parçadan şu parti ve örgütler katılmıştı: “PKK, KDP, YNK, DTK, HDK-İran, BDP, Rojava Kürdistanı Halk Meclisi (MGRK), Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (ENKS), HDK, KNK, PJAK, Yekgirtûya Îslamî, Komela Îslamî, Goran Hareketi, Tevgera İslami, Kürdistan Komünist Partisi, Kürdistan Sosyal Demokrat Partisi, Partiya Zehmetkêşên (Emek Partisi), İHD, Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK), PSK, HAK-PAR, KSK, Kürdistan Bağımsızlık Partisi, Kürdistan Demokratik Kadın Hareketi, Kürdistan Devrimci ve Emekçi Gençliği-İran, İran Komünist Partisi, Dicle-Fırat Diyalog Grubu, Özgürlük ve Sosyalizm Partisi, İran Kürdistanı Emekçiler Partisi, Kürdistan Çalışma Örgütü-İran, MEYA-DER, Halk İslami Hareketi, KADEP, DDKD, PÇDK, Partiya Ayînde ya Kurdistanê YNDK ve PDK-Bakur.

22 Temmuz 2013’te Hewlerde toplanan Kürt siyaset ve toplumsal örgüt temsilcilerinin ilk toplantıda konuşan Barzani, “Başlıca amacımız Kürdistan’ın dört parçasındaki tüm siyasi kesimlerin ortak talep ve stratejik birliktelik ile barış ve birlikte yaşama mesajını bölge halklarına iletmektir. Bu kongrede Türk, Arap ve Fars halklarına Kürt halkının barış ve eşitlik temelinde birlikte yaşamak istediğini söyleyeceğiz” diyerek kongrenin bir ay içerisinde Hewlêr’de yapılması gerektiğini belirtmişti.

Bu toplantı ardından Kuzey Kürdistan’dan 6, Güney’den 5, Rojhilat’tan (Doğu) 5 ve Rojava’dan 5 olmak üzere toplam 21 kişilik Kürt Ulusal Kongresi Hazırlık Komitesi oluşturuldu. Ve sonuç bildirgesinde: “Tüm taraflar kongrenin amaç ve mesajlarının başarıya ulaşması için gerekli her türlü yol ve yöntemi, en uygun mekanizmayı kullanarak, kongrenin aldığı kararları ve görevleri yerine getirmek için çalışma yürütülmesi konusunda ortak inançlarını ifade ettiler. Toplantı katılımcıları kadınların, gençlerin, sivil toplum örgütleri temsilcilerinin ve Kürdistani tüm halkların ortak ve eşit yaşama aktif katılmasına ağırlık verdiler. Toplantı tüm Kürdistani siyasi partilerin ilişkilerinin güçlendirilmesine ve Rojava Kürdistan›ında Kürtlerin meşru haklarının elde edilmesi için siyasi çevrelerin ortak çalışmasının önemine dikkat çekti. Toplantı, kongrenin en kısa zamanda gerçekleştirilebilmesi için tüm Kürdistanı temsil edecek 21 kişiden oluşan bir hazırlık komitesinin kurulmasına karar verdi.” denilmişti.

 

Kürtlerin Bir Araya Gelmesi Yetmemektedir

Kürt ulusal diplomasisin 2013 Kürt Ulusal Kongre hazırlık çalışmalarında görüldüğü üzere, içte kullanılan kapsayıcı dil, üslup ve yöntemler başarı için yeterli olmamıştır. Zira ABD, İran ve Türk devletleri kongrenin olmaması için ellerinden geleni yapmışlardır. Hazırlık çalışmaları sürecinde de tehdit, uyarı gibi yönelimler arttırarak, KDP üzerinde ciddi bir baskı oluşturmuşlardır. KDP’yi en zayıf noktası olan finans, iktidar olguları üzerinden tehdit ederek geri çekilmesine neden oldu. Yine Kürtlere değil, sırtını tarihte olduğu gibi Kürt halkını sorunsallık üzerinde tutan sömürgeci güçlere vermesi; halkımız büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır.

2013’ten bu yana çok şey yaşandı. O tarihte yapılan Ulusal Kongre çalışmaları istenen ve beklenen sonucu vermese de önemli veriler ortaya çıkardı. Derslerle dolu tecrübeler bıraktı. Yani o çalışmaların derslerinin çıkarılması halinde büyük kazanımlara dönüştürülebilir. O çalışmalar boşa gitmemiştir. Yeter ki dersleri çıkarılabilsin.Oradan bugüne birliksizliğin her parça Kürdistan’a kaybettirdiği daha net görülmektedir. Güney Kürdistan’da yapılan bağımsızlık referandumu sonrası, yaşananlar bile birliksizliğin nasıl kaybettirdiğinin çok çarpıcı örneği olmuştur. Referandum büyük kaybettirmiştir. Kürtler birlik olsa idi, Kerkük ve diğer yerler kaybedilmiyebilirdi. Diyer kayıpları sıralamanın gereği yoktur, onlarda biliniyor. Tarihsel zaman Kürtlerin önüne mutlaka birliklerini oluşturma görevi koymuştur. Geçmişimizden çıkarılacak derslerle birliğin sağlandığı, demokratik ve özgür yaşanacağı zamanının geldiği umuduyla…

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.