Düşünce ve Kuram Dergisi

Olmak Yada Olmamak: Kürt Birliği ve Ayrılığı

Michael M. Gunter

Ünlü İngiliz şair William Shakespeare’in sorduğu soru şuydu: “Olmak ya da olmamak.” Bu sözler günümüzde Kürtlerin birliği ya da ayrılığı konusunda da tamamen geçerlidir. Kürtlerin birliği ve Kürt milliyetçiliğinin önündeki engeller yalnızca Kürtlerin yaşadığı devletlerdeki (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) daha gelişmiş birlikler ve milliyetçilikler değildir, bunun yanı sıra Kürtler arası ayrılıklar ve iç çatışmalar da kimi sorunlar oluşturmaktadır. Örneğin on yedinci yüzyılda yaşayan Kürt şair Ehmedê Xani, Kürt millî destanı Mem û Zin’de şöyle yakınıyordu: “Aramızda bir uyum olsaydı, içimizden bir kişiye itaat etseydik Türkleri, Arapları, Persleri, hepsini tebaası ederdi. Dinimizi, devletimizi mükemmelleştirir, kendimizi öğrenim ve bilgelikte geliştirirdik.”[1] Bundan bir asır önce ise Kürdistan’daki seyahatlerini kayıt altına alan bir Hristiyan misyoneri olan Wigram, Kürtlerin “kadim bir halk” olmalarına rağmen “milli bir bağlılıkları olmadığını” ve “Birleşik Kürdistan’ın ütopik bir görüş” olduğunu söylüyordu[2]. O dönemde Washington Post gazetesinin dış muhabiri olan Jonathan Randal ise şaka yollu şöyle diyordu: “Öyle şüphe ediyorum ki Kürtlerin genetiğindeki serseri bir kromozom, bölünerek çoğalma eğilimine yol açıyor.”[3] Yakın zamanda, 2021 yılının şubat ayında Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bulunan Gare’de Kürdistan İşçi Partisi (PKK) gerillalarına karşı düzenlediği başarısız saldırının ardından Kürtlerin ayrılığı bir kez daha görünür hâle geldi. PKK ile ilişkili KNK (Kürdistan Ulusal Kongresi) de şöyle diyordu: “Hem HPG’nin (PKK’nin Halk Savunma Güçleri) hem de KCK’nin (Kürdistan Demokratik Topluluklar Birliği), Güney Kürdistan’ın KDP’sini (Kürdistan Demokratik Partisi) Türkiye’nin işgal saldırısına karşı net bir duruş sergilemediği için eleştirdiğini belirtmek gerekir.”[4] Kürtlerin bu zaferinin sonuçlarını analiz eden KNK, “Gare bölgesinde daha fazla keşif ve araştırmanın yerel Kürdistan yetkilileri tarafından engellendiğini, gazetecilerin bölgeyi ziyaret etmesine izin verilmediğini”[5] kaydetti. Burada işaret edilen elbette uzun yıllardır geleceğini Türkiye ile işbirliğine bağlı gören Barzani ailesinin başında olduğu Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) ile PKK arasındaki ayrılıktı. Türkiye ile KBY arasındaki iş birliği sıklıkla PKK’nin zararına olmuştur. Kürtlerin ayrılığı uzun süredir devam eden Suriye iç savaşında da yürürlüktedir. Türkiye’nin SDG/PYD (Suriye Demokratik Güçleri/Demokratik Birlik Partisi) ittifakına yönelik saldırıları, Kürtler arasında büyük dehşete yol açmıştır. Kürtlerin ayrılığı, düşmanlarının onlara karşı böl-yönet taktiklerini kullanmalarına imkân tanımaktadır.

Ne var ki 2014-15 yıllarında, Irak ve Şam İslam Devleti (DAEŞ) karşısındaki varlık savaşında iki farklı Kürt grubu kısa süre de olsa birlikte çalışarak önce Şingal’deki Ezîdîler’i kurtarmayı, sonrasında da destansı Kobanê muharebesini kazanmayı başardı. Nitekim ikinci örnekte Türkiye dahi KBY peşmergelerinin ülke içerisinden geçip Kobanê’ye geçişine izin vererek kısa bir süreliğine de olsa yardım sağlamış oldu. Bu, genellikle eksik kalan bir jestti ve birliğe işaret ediyordu.

Kürtlerin ayrılığının bir başka talihsiz örneği ise 25 Eylül 2017 tarihinde yapılan KBY referandumu sırasında yaşandı. Felaketle sonuçlanan referandum, KBY’nin topraklarının önemli bir kısmını ve diğer kayıpların yanı sıra Erbil ve Süleymaniye’deki iki modern uluslararası havaalanına geçici erişimini kaybetmesine neden oldu. Neyse ki daha yakın zamanda doğmuş olan KBY devlet gemisi, düşmanlarının bölünmüş olmasından faydalanarak ve bağımsızlık arzularını geçici olarak azaltarak rotasını düzelttiyse de bu durum bölgesel komşularını KBY’ye karşı düşmanlaştırdı. KBY’ye destek veren tek bölgesel komşunun İsrail olması ise elbette diğer komşuları daha da uzaklaştırdı.

Bağımsız bir KBY olasılığı, daha büyük bir birlik arayan tüm Kürtlerin üzerine düşünmesi gereken birkaç ilginç soruyu da gündeme getirmektedir. Öncelikle belirtmek gerekir ki Kürtler ve diğerleri bağımsızlığı, bir sürecin başlangıcından ziyade sonuymuş gibi ele almakta, bu yönde tartışmaktadır.[6] Bu nedenle ilk olarak Türkiye, Suriye ve İran’ın Kürt kısımlarını da içeren pankürtçü bir devletten değil, yalnızca KBY için sıralı veya kademeli bağımsızlıktan bahsedildiği açık olsa gerek. Pek çok Kürt’ün hayallerini pankürtçü bir devlet süslese de Kürt milliyetçiliğinin Kürtlerin yaşadığı her devlette hayli farklı gelişim aşamalarında olduğu ve ayrılıkları göz önüne alındığında böyle bir devletin kurulma olasılığı hayli düşüktür.[7] Dolayısıyla Saddam Hüseyin’in ateşlediği başarısız savaşlar sonucunda devlet benzeri bir yapıya kavuşmayı başaran Irak’taki

Kürtler, bağımsızlığı ilk elde etme olasılığı en yüksek olanlar gibi görünmektedir. Irak ve Suriye gibi ev sahibi devletlerin süregelen zayıflıkları göz önüne alındığında Suriye’deki Kürtler de ikinci sırada gibi görünmektedir[8]. Bununla birlikte Türkiye ve İran’ın bölgede varlıklarını sürdüren devletler olarak süregelen güçleri değerlendirildiğinde bu iki ülkedeki Kürtlerin bu sırayı devam ettirme olasılıkları çok daha azdır. Ne var ki Türkiye’de Kürt siyasetinin daha gelişkin durumu göz önüne alındığında, Kürtlerin Türkiye’de bazı etnik haklara sahip olma olasılıkları da hayli yüksektir.

Böylelikle şu soru ortaya çıkmaktadır: Bağımsız bir KBY ile hâlen Suriye, Türkiye ve İran sınırları içerisinde kalan Kürdistan’ın diğer parçaları arasındaki ilişkiler nasıl kurulacaktır? KBY, söz konusu diğer Kürt bölgeleri üzerinde irredantist iddialarda bulunacak mıdır? İsrail’in tüm Yahudilere yaptığı gibi KBY tüm Kürtlere otomatik olarak vatandaşlık verecek midir? Bağımsız bir KBY, diğer devletlerde yaşayan Kürtler için çifte vatandaşlığa izin verecek midir? Tüm bunlara ek olarak Mesud Barzani, başarısızlıkla sonuçlanan bağımsızlık referandumunun ve Bağdat’ın Kerkük’ü geri almasının ardından KBY’deki başkanlık görev süresi olağanüstü ve teknik olarak yasadışı bir biçimde uzatılmışsa da neticede başkanlık makamını terk ettiğinde Irak Kürdistanı’ndaki iki ana siyasi partiden biri olan Kürdistan Demokratik Partisi’nin (KDP) başkanlık koltuğundan kalkmamıştır. Bu nedenle, KBY’nin herhangi bir yeni başkanı veya lideri, KDP’nin ömürlük başkanından daha az reel iktidara sahip olacaktır. Bu ne tür bir emsal teşkil edecek ve daha da önemlisi başarılı, bağımsız bir KBY’nin anayasal gelişimi için ne anlama gelecektir?  Ne var ki Barzanilerin aile bağları, görünüşte içsel olan bu sorunlardan daha güçlü görünmektedir. Barzani ailesi KBY’deki en güçlü üç pozisyonu aile içinde paylaşmayı başarmıştır: En yaşlı olan Mesud Barzani KDP’nin başkanıdır, yeğeni Neçirvan Barzani KBY’nin başkanıdır ve oğlu Mesrur Barzani ise KBY’nin başbakanıdır. Irak’ın diğer ana Kürt partisi olan Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne (KYB) uzun süre başkanlık eden merhum Celal Talabani’nin oğlu Kubat

Talabani ise başbakan yardımcısı rolüne razı olmuştur. KBY’de aile bağları PKK’ye nazaran çok daha önemli görünmektedir. Yine de bu denli engellere rağmen KBY’nin göreli başarısını inkâr etmek de mümkün değildir. Bu, özellikle Kürt düşmanları karşısında pankürtçü bir uzlaşmanın ve daha büyük bir birliğin bilgeliğini göstermektedir.

KBY’nin bağımsızlığı olasılığına dönersek, ayrı vize rejimleri ve mali kanunları içeren başka ne gibi yasal sorunlar ortaya çıkabilir? Bağımsız bir KBY ekonomisini nasıl düzenler? Abdullah Öcalan’ın Kürdistan İşçi Partisi (PKK) hâlâ sosyalizmin (Marksizm) sadık bir savunucusuyken KBY ise kapitalist bir yol izlemektedir. Petrol zengini KBY, kaynaklarını Türkiye’de yaşayan petrol yoksulu Kürtlerle paylaşacak mıdır? Başka bir deyişle KBY petrolü tüm Kürtlere mi aittir, yoksa yerel bir kaynak mıdır? Arap devletleri arasında da benzer sorunlar vardı ve Saddam Hüseyin 1990’daki Kuveyt işgalinin gerekçesi olarak bu sorunları ileri sürmüştü. Ne yazık ki uzun süredir hayli fazla sayıda Kürt yetkili için kişisel servet birikimi, pankürtçü cömertlikten önde geliyor gibi görünmektedir. Öte yandan, mevcut ekonomik sorunlarıyla da kısmen tanık olduğumuz üzere, KBY gibi petrol kaynaklarına fazla bağımlı olan rantiye devletler, sağlam bir ekonomik gelişim için zemin sağlayamazlar.[9]

Tüm bunlara ek olarak bağımsız bir KBY’nin ekonomik altyapısı nasıl olacaktır? Şu an KBY’de reel bankaların yokluğu, pek çok insanı hayat birikimlerini ceplerinde taşımaya veya evlerinde saklamaya mecbur bırakmaktadır. Pek az ATM vardır. KBY büyük ölçüde bir nakit ekonomisidir ve uzun vadeli gelişmiş bir para politikasından, mali disiplinden, yeterli rezervlerden yoksundur. KBY’nin kendi para birimini yaratmaya yönelik herhangi bir girişimi muhtemelen çökecektir. Olası bir uzlaşma, ABD dolarına veya Euro’ya sabitlenmiş sembolik bir para birimi yaratmak olabilir. ABD doları kullanan Liberya, Panama ve Doğu Timor’da bunun emsalleri zaten mevcuttur. Dahası, bugün KBY’de yaygın olan büyük çaplı ahbap çavuş kapitalizmi ve yolsuzluk ne olacaktır? Peki ya Türkiye’de halen yaklaşık 50.000 Kürt ailesine gelir sağlayan köy koruculuğuna ne yapılacaktır?

2016 yılının başlarında Dünya Bankası Grubu, KBY hakkında 219 sayfalık bir ekonomik rapor yayınlayarak mali uyum ve ekonominin çeşitlendirilmesi için reform seçenekleri önerdi. Raporda petrol sektörüne olan yüksek bağımlılık, kamu sektörünün ekonomideki aşırı rolü, ithalata bağımlılık, finansal sistemdeki zayıflıklar ve nakit ekonomisine bağımlılık konuları ele alındı. Arazi ve su kaynaklarından çok daha iyi yararlanarak, mevcut insan kaynakları ve girişimci ruhla özel sektörü büyük ölçüde genişleterek, yüksek verimli sanayileşmiş ekonomiler arasındaki ve doğu-batı ticaret yolları üzerindeki avantajlı coğrafi konumdan faydalanarak, yabancı uzmanlığın sunduğu avantajlardan yararlanarak ekonomik çeşitlendirmenin gerçekleştirilmesi mümkün olabilir. Dünya Bankası tarafından, KBY planlama bakanlığı ile birlikte yürütülen bir diğer araştırmada ise 2015 yılında 1,4 milyar dolar olarak tahmin edilmekteydi.[10] Bağdat hükümetinin fonları durdurmasıyla oluşan yeni sorunlar göz önüne alındığında, bu rakam bugün daha da yüksek olacaktır.

Peki ya su kaynakları? Türkiye içerisinde bağımsız bir Kürdistan, devletin temiz su kaynağının ve hidroelektrik enerji üretme kapasitesinin büyük bir kısmını miras alacaktır ki bu da Türkiye’nin Kürt bağımsızlığına karşı çıkmasının önemli bir nedenidir. Öte yandan KBY ve Rojava (Suriye Kürdistanı) tatlı su kaynaklarını Türkiye’den akan akarsulardan temin etmektedir ve en azından bu noktada Türkiye’deki Kürt kardeşlerinden potansiyel olarak çok daha az avantajlı bir konumda bulunmaktadırlar. Daha az ama yine de sembolik olarak önemli bir sorun, bayrak ve milli marş seçme konusudur. Şu anda pek çok Kürt ortak milli marş olarak “Ey Raqip” marşını paylaşmaktadır.

Artık görevde olmayan Trump yönetimi 20 Ocak 2017 tarihinde göreve gelmeden kısa bir süre önce, Washington’daki önde gelen düşünce kuruluşlarından Atlantic Council, eski Büyükelçi Ryan Crocker başkanlığında, KBY’nin gelecekteki barış ve istikrar çıkarları için Irak’ın parçası olarak kalması çağrısında bulunan ayrıntılı bir rapor yayınladı.[11] KBY’nin bağımsızlık referandumu karşısında Trump yönetimi bu rapordaki tavsiyeyi desteklemeyi seçti. Trump hükümetinin o dönemdeki dışişleri bakanı Rex Tillerson şöyle bir beyanatta bulundu: “ABD, Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin tek taraflı referandumunu tanımamaktadır. […] Oylama ve sonuçlar meşruiyetten yoksundur. Bizler birleşik, federal, demokratik ve refah içerisinde bir Irak’ı desteklemeye devam etmektedir.”[12] Elbette daha önceki yıllarda ABD, Türkiye’de Kürt bağımsızlığına karşı çok daha sert argümanlar ortaya koymuş ve PKK’yi terör listesine eklemiştir. Ne KBY, KDP ne de SDG/PYD/YPG bu denli olumsuz bir şekilde damgalanmamıştır.

Sonuç. Tarihî Kürt birliği ve ayrılığına dair yukarıda sunduğumuz analiz, Fransızların ünlü deyişine canlı bir örnektir: Bir şey ne kadar çok değişirse o kadar aynı kalır. Kürt birliği için yapılan çağrılar ve ayrıntılı planlar, sağır kulaklara çarpmaya devam ediyor. Ancak, devam eden Kürt bölünmüşlüğü sorunu ve Kürtlerin güdük kalmış milliyetçilik anlayışı benzersiz değildir. Örneğin, Fransız milliyetçiliğinin gelişimine dair ikonoklastik analizinde[13] Eugen Weber, Fransa’nın kırsal ve köy sakinlerinin çoğunun kendilerini 1870 sonlarına kadar, hatta I. Dünya Savaşı’nın arifesine kadar Fransız ulusunun üyeleri olarak görmediklerini belgeliyordu. Nüfusun yüzde 25’i Fransızca bile konuşamıyordu, halkın yarısı Fransızcayı yabancı dil olarak görüyordu. Hatta günümüzde dahi langue d’oc (Oksitanca) güney Fransa’da yaklaşık on milyon kişinin konuştuğu Provensal lehçesine dönüşerek yaşamını sürdürmüştür. Kuzey Paris bölgesinde konuşulan Oïl dili ise aşama aşama modern Fransızcaya dönüşmüştür. Her birinin ilgili lehçeleri, bazı kırsal alanlarda hâlâ yerel lehçe olarak varlıklarını sürdürmektedir.  Fransızların Avrupa’nın en eski ulusları arasında olduğu ve hatta Fransa’nın modern milliyetçiliğin doğum yeri olduğu şeklindeki geleneksel görüşe rağmen on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar nüfusun çoğu ulusa tam anlamıyla entegre olmamıştı. Paris’in kuzey ve doğusundaki kısmen istisnai olan bölgeler dışında tipik Fransız köyü fiziksel, politik ve kültürel olarak izole hâlde kalmıştı. On dokuzuncu yüzyılda bir Fransız gözlemcinin belirttiği gibi “her bir vadi, adeta Merkür ve Uranüs gibi, komşularından bambaşka, küçük birer dünyadır. Her köy birer kavim, kendi vatanseverliği olan bir tür devlettir.”[14] Jakobenlerin merkezileşmiş, tek dile sahip Fransız ulus-devleti modeli, yerleşik halkın çoğu için hayal olmaktan öteye gitmiyordu. Kürtlerin mevcut durumuyla aralarındaki benzerlik daha çarpıcı olamazdı. Weber’in bulgularının ortaya koyduğu üzere bugün hâkim olan Fransız milliyet algısının, araştırmacıların zirveye ulaştığını ilan etmelerinin ardından ancak yüz yıldan uzun süre sonra kırsal kitlelerin ruhuna dokunabildiği düşünüldüğünde, bugünün parçalanmış hâldeki Kürt milliyetçiliği, ayrılık sorunu ve iç çatışmalar pek şaşırtıcı olmasa gerek. Tıpkı Fransız milliyetçiliği gibi, Kürt milliyetçiliği de bitmeyen bölünmelerini üzerinden atarak birleşik bir Kürt milliyetçiliğine dönüşebilir. Tüm bunlarla birlikte, Kürtlerin bölünmüşlüğünün kısmen sorumlusu olarak gösterilen ayrı Kürtçe lehçelerinin —diğerlerinin yanı sıra Kurmanci, Sorani, Dimili (Zaza) ve Gorani— sürmekte olan bolluğu da benzersiz bir durum değildir. Almanca dilinin iki ana dalı Hochdeutsch (Yüksek Almanca) ve Plattdeutsch (Aşağı Almanca) olarak varlıklarını hâlen sürdürmektedir. Bunlardan ilki standart Almanca olarak kabul edilmektedir. Norveççenin de iki resmi biçimi vardır: Bokmål (kitap dili) veya Riksmål (ulusal dil) ile Nynorsk (yeni Norveççe) veya Landsmal (kır dili). Modern Yunancanın da iki farklı versiyonu bulunur: demotik ya da popüler edebi biçim ve reform edilmiş olan klasik biçim. Kanton Çincesi (Yue) veya Şangay Çincesi (Wu) konuşanlar için de Mandarin Çincesi anlaşılmazdır. Kürt milliyetçiliğini daha da geliştirmeye yardımcı olacak ve bu nedenle, Kürt ayrılığı açmazını muhtemelen hafifletecek olan şey, Kürtçenin lehçelerinden birinin standart Kürtçe dili olarak ileri çıkması olurdu. Ancak bu hayli imkânsız görünmektedir.

Dahası, Kürtlerin ayrılığının sürmesinin bir diğer nedeni de Kürdistan’ın halihazırda var olan devletlerin parçası olmaya devam etmesidir. Bağımsız bir Kürdistan; Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi devletlerin toprak bütünlüğünü tehdit edecektir. Yeryüzündeki hiçbir devlet, kendi kaderini tayin doktrinini destekleyip kendi olası yıkımına onay vermeyecektir. Ancak günümüz Ortadoğu’sunun mevcut devlet sisteminde büyük bir çöküş yaşanırsa pankürtçü bir devlet ve çok daha büyük bir birlik ortaya çıkabilir. Dolayısıyla Kürtlerin ayrılığı, Polonya’nın 1795 ile 1919 yılları arasındaki kötü durumunu anımsatmaktadır. Polonya’yı Almanya, Avusturya ve Rusya’nın dayattığı iç sömürgeciliğin zincirlerinden kurtararak bir Polonya devleti kurmak için I. Dünya Savaşı’nın getirdiği kargaşanın beklenmesi gerekmişti. Nasıl ki 1991 ve 2003 yıllarında Saddam Hüseyin’e karşı yapılan Körfez savaşları ve 2011’den bu yana süren Suriye iç savaşı, Kuzey Irak ve Kuzeydoğu Suriye’de aksayan ve kusurlu Kürt proto-devletlerinin ortaya çıkmasına neden olduysa, ancak yeni bir dünya savaşı ve ardından milli zarların yeniden atılmasının bağımsız bir pan-Kürdistan ve çok daha büyük bir Kürt birliğinin oluşmasına yol açması muhtemeldir.

Ne var ki Kürtlerin ayrılığı, yalnızca başkalarının suçu değildir. Kürtler çoğu kez bencil, partizan ve açgözlü liderlerin kurbanı olmuştur. Örneğin KYB, Barzani’nin 1992 yılında kurulan bölgesel Kürt yönetimine katılmama gerekçelerinin KDP tarafından nasıl haklı çıkarıldığına işaret etmiştir: “Önder Barzani’nin kutsiyet ve yüceliğinin” parlamenter sürecin getireceği “sorgulamalar, eleştiriler, imalar ve günlük suistimal ile itibarsızlaştırılmasına izin vermeyeceğiz.”[15] Barzani kendisi de “iç çatışmanın en azından kısmen hegemonya sorunu ile ilgili” olduğunu söylemişti.[16] Kuzey Irak’taki bir STK çalışanının dediği gibi: “Barzani, Kürtlerin gerçek lideri olduğunu düşünüyor. Ama Talabani de kendisi için aynı görüşte. Haklılıklarını kanıtlamak için tek bir peşmerge kalana kadar birbirleriyle savaşacaklar.”[17] İlerleyen yıllarda Barzani ve Talabani, KBY gömleği içinde bir tür birlik kurmayı başarmış olsa da 25 Eylül 2017 tarihinde yapılan başarısız bağımsızlık referandumunun ardından bu birlik şok edici bir biçimde çökmüştür. Şimdiye kadar hiçbir Kürt lider gerçek bir milli devlet adamına dönüşmeye yeterli olduğunu kanıtlayamamıştır. Kürtlerin bir Bismarck’ı veya Garibaldi’si olamadığı için Almanya ve İtalya’nın birleşmelerinden önceki hâlleri gibi bölünmüş durumda kalmaktadırlar.  Çoğu durumda Türkiye’deki PKK ve Suriye’deki PYD gibi farklı Kürt partilerinin Irak’ta KBY ve KDP ile birlikte uyumlu hâlde çalışması mümkün olmasa da tüm bu partilerin Türkiye tarafından kullanılmaktan, birbirlerine karşı şiddete kışkırtılmaktan veya diğer Kürtlere karşı savaşmak için Türkiye ile ittifak kurmaktan kaçınması mümkün olsa gerektir. Geçmişte tüm Kürt partilerinin liderleri, tarihte olduğu gibi bu şekilde kullanılmayacağına söz vermişlerdir çünkü bu basitçe Türkiye’de işçi olanlar da dahil olmak üzere Kürtlerin Türkiye tarafından sömürülmelerini güçlendirmekte ve böylece onları zayıflatmaktadır. Bu elbette anlaşılması zor bir mesele değildir. Bütün Kürtler bunu bilmektedir. Ama acaba bütün Kürtler bunu uygulayacak karakter sağlamlığına ve Kurdayeti anlayışına sahip midir? Yoksa bazı Kürtler küçük, kısa vadeli çıkarlara kanarak Kürtlerin uzun vadeli çıkarlarının raydan çıkmasına mı izin verecektir?

Aynı zamanda Türkiye, Kürtlere adil davranmanın kendi uzun vadeli çıkarlarına olduğunu, diğerlerini ezmek veya asimile etmek isteyen baskın bir etnik grup yerine tüm vatandaşları için ortak bir yurttaş milliyetçiliğine sahip laik bir devlet içerisinde Kürtlerin ve Türklerin sadık birer ortak olabileceğini ne zaman anlayacaktır? Sadece bazılarını değil tüm vatandaşlarını adil bir şekilde destekleyen bir devlet, tüm vatandaşlarının sadakatini kazanarak Türkiye’yi güçlendirecek hem etnik Türkler hem de etnik Kürtler olmak üzere tüm vatandaşlarının kahramanı haline getirecektir. Abdullah Öcalan’ın kadın hakları ve çevreyi de vurgulayan demokratik özerklik tezinin başarmak istediği de bir ölçüde budur: Aşağıdan yukarıya, ademi merkeziyetçi yönetim, doğası gereği baskıcı olan ulus-devletten büyük ölçüde bir kopuş sağlayacaktır. Büyük Afrikalı-Amerikalı lider Martin Luther King’in haykırdığı gibi: “Bir hayalim var.”

* Tennessee Teknoloji Üniversites

İngilizceden Çeviren: Oğul Köseoğlu

 

 

[1] Martin van Bruinessen, Agha, Shaikh and State: The Social and Political Structures of Kurdistan (Ağa, Şeyh ve Devlet: Kürdistan’ın Toplumsal ve Politik Yapıları) Londra, Zed Books Ltd., 1992, sf. 267. Kürt şair devamında şöyle diyordu: “Türklerin ve Taciklerin [Perslerin] bu denizleri ne zaman dalgalanır, ne zaman kıpırdanırsa kana bulanan Kürtler olmuştur. [Kürtlerin düşmanları] onları bir boğaz gibi ayırmıştır. Bunun nedeni [Kürtlerin] ayrılığıdır. Daima asi ve ayrı.” Ehmedê Xanî, Mem û Zin, çev. Salah Saadalla, Avesta, 2008.
[2] Edgar T.A. ve W.A. Wigram, The Cradle of Mankind: Life in Eastern Kurdistan (İnsanlığın Beşiği: Doğu Kürdistan’da Yaşam), 2. baskı, Londra, A.&C. Black, 1922, sf. 39, 35 ve 37.
[3] Jonathan C. Randal, After Such Knowledge, What Forgiveness? My Encounters with Kurdistan (Bunları Bildikten Sonra Ne Affetmesi? Kürdistan ile Karşılaşmalarım) New York, Farrar, Straus and Giroux, 1997, sf. 11.
[4] Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK), “Gare Saldırısı – Kürdistan: Güney Kürdistan, Musul ve Kerkük’ün İşgaline Yönelik Başarısız Bir Girişim,” Brüksel, 2021, sf. 7.
[5] A.G.B, Sf. 10.
[6] Bu fikirleri Michael Rubin’e borçluyum, Kurdistan Arising? Considerations for Kurds, their Neighbors, and the Region (Kürdistan Yükseliyor Mu? Kürtler, Komşuları ve Bölge için Görüşler) Washington, DC, American Enterprise Institute, 2016. Ayrıca bkz. 179 sayfalık Rand Corporation analizi, Alireza Nadr ve ark., “Regional Implications of an Independent Kurdistan” (Bağımsız bir Kürdistan’ın Bölgesel Sonuçları) Santa Monica, Calif.: Rand Corporation, 2016.
[7] Genel arka plan için bkz. Michael M. Gunter, The Kurds Ascending: The Evolving Solution to the Kurdish Problem in Iraq and Turkey, (Yükselen Kürtler: Irak ve Türkiye’deki Kürt Sorununa Gelişen Çözüm) 2. baskı, New York: Palgrave Macmillan, 2011; Michael M. Gunter, The Kurds: A Divided Nation in Search of a State (Kürtler: Devlet Arayışında Bölünmüş Bir Ulus) 3. baskı, Princeton, Markus Wiener Publishers, 2019.
[8] Suriye veya Rojava’daki Kürtler için bkz. Michael M. Gunter, Out of Nowhere: The Kurds of Syria in Peace and War (Apansız: Barışta ve Savaşta Suriye Kürtleri) Londra, Hurst and Company, 2014.
[9] Michael M. Gunter, “Iraqi Kurdistan’s Two Contrasting Economic Images” (Irak Kürdistanı’nın İki Zıt Ekonomik İmajı) International Journal of Contemporary Iraqi Studies 6:1 (2012), sf. 89-95; Michael M. Gunter, “Economic Opportunities in the Kurdistan Region of Iraq” (Irak’ın Kürdistan Bölgesinde Ekonomik Fırsatlar) Middle East Policy 18, 2011, sf. 102-109.
[10] Dünya Bankası Grubu, Kurdistan Region of Iraq: Reforming the Economy for Shared Prosperity and Protecting the Vulnerable (Irak Kürdistan Bölgesi: Paylaşılan Refah ve Savunmasızları Korumak için Ekonomide Reform) Washington, DC, Dünya Bankası Grubu, 2016.
[11] Atlantic Council, “Report of the Task Force on the Future of Iraq: Achieving Long-Term Stability to Ensure the Defeat of ISIL” (Irak’ın Geleceğine İlişkin Görev Gücü Raporu: Daeş’in Yenilmesini Sağlamak İçin Uzun Vadeli İstikrara Ulaşmak), Washington, D.C., Kasım 2016.
[12] Andrew Bernard, “Tillerson: The United States Does Not Recognize the Kurdish Referendum” (Tillerson: Birleşik Devletler Kürt Referandumunu Tanımıyor) The American Interest. https://www.the-american-interest.com/…/tillerson-the-united-states-does-not-recognize (BAĞLANTI YANLIŞ VERİLMİŞ, ÇALIŞMIYOR), 30 Eylül 2017, 8 Ocak 2018 tarihinde erişim sağlandı. Ayrıca bkz. Rhys Dubin ve Emily Tamkin, “Iraqi Kurds Vote for Independence over U.S. Objections” (Iraklı Kürtler ABD İtirazlarına Rağmen Bağımsızlık Oyu Kullandı), Foreign Policy, 25 Eylül 2017. http://foreignpolicy.com/2017/09/25/iraqi-kurds-vote-for-independence-over-u-s-objections, 8 Ocak 2018 tarihinde erişim sağlandı; Katrina Manson, “US Warns Kurdistan over Independence Referendum” (ABD, Kürdistan’ı Bağımsızlık Referandumu Konusunda Uyardı), Financial Times, 20 Eylül 2017.
https://www.ft.com/content/69b5b776-9e58-11e7-8cd4-932067fbf946, 8 Ocak 2018 tarihinde erişim sağlandı.
[13] Eugen Weber, Peasants into Frenchmen: The Modernization of Rural France, 1870-1914 (Köylülerin Fransız’a Dönüşümü: Kırsal Fransa’nın Modernleşmesi, 1870-1914), Stanford: Stanford University Press, 1976.
[14] A.G.E, Sf. 47.
[15] KDP politbüro üyesi Franso Hariri’nin açıklaması, KDP gazeteleri Golan ve Khebat’ın 29 Eylül 1994 tarihli nüshalarından; KYB Dış İlişkiler Komitesi, “Irak Kürdistanı’ndaki Çatışmanın Bağlamı ve Özellikleri”, sf. 11. Hristiyan olan Hariri, 2001 yılı şubat ayında radikal İslamcı grup Tawhid tarafından düzenlenen suikastla öldürüldü.
[16] Zuhayr Qusaybati, “Interview with Mas’ud Barzani” (Mesud Barzani ile Röportaj) Al-Hayah, Londra, 5 Haziran 1994, sf. 1, 4; Yabancı Yayın Bilgi Servisi—Yakın Doğu ve Güney Asya (FBIS-NES), 8 Haziran 1994, sf. 36.
[17] Amberin Zaman, “Kürtler Irak’ın Güvenli Bölgesini Ölüm Tarlasına Çevirdi”, Daily Telegraph, Londra, 5 Nisan 1995, sf. 15; FBIS-NES, 7 Nisan 1995, sf. 28.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.