Düşünce ve Kuram Dergisi

Direnişçi Kimlikten Kurucu Kimliğe Geçiş Süreçleri

Yılmaz Dağlum

Toplumsal değişim-dönüşüm süreçlerinde eskiyi değiştirmek ya da yıkmak ile yeniyi inşa etmek edimi iç içe gelişir. Toplumsal gelişme süreçlerinin önce eskiyi değiştirmek/yıkmak, ardından yeniyi inşa etmek gibi bir işleyişi yoktur. Eskiyi yıkmak ile yeniyi inşa etmek her zaman ve her yerde iç içe gelişmek zorundadır. Yani direnişçi kimlikle, kurucu, inşacı kimlik eşzamanlı yaşanır ve işlev görür. Toplumsal değişimi ve dönüşümü esas alan her birey, grup, hareket ya da toplumsal birim var olanı doğru bulmadığı, kabul etmediği için onu değişime ve dönüşüme zorlar. Dahası yıkarak yerine doğru bulduğunu inşa etmek ister. Bu istem, zihinsel planda bir tasarım gücü ve iradesinin oluşmaya başladığının göstergesidir. Bu durumda sorun artık tasarımı geliştirmek ve hayata geçirmek olacaktır. Bu amacında başarılı olmak isteyen her toplumsal birim örgütlenmek durumundadır. Örgütlenmek, insanlar arasındaki ilişkileri yeniden biçimlendirmek, yani kendi toplumsallığını yaratmak demektir. Bir başka deyişle, direnişçi kişilikle beğenilmeyeni değişime zorlar, hatta yıkmaya çalışırken, kurucu kişiliğiyle de kendi toplumsallığını inşa etme çalışmalarını iç içe, birlikte yürütmek durumundadır.

Birbirine zıt gibi görünen bu iki çalışmanın optimal dengede yürütülmesi adeta bir yaşam tarzı halini alır. Eskiyi yıkma çabalarının temel nedeni yeniye yer açmak, yeniyi inşa etmektir. Yeniyi inşanın başarısı ise eskiyi değişime zorlama ya da yıkmadaki başarıyla; yani direnişçiliğin sonuç alıcılığıyla ölçülür.

Anlatım kolaylığı sağlamak ve anlamaya katkıda bulunmak amacıyla toplumsal mücadele süreçlerini direniş, kurtuluş, inşa gibi aşamalara ayırmak bir yönüyle anlaşılırdır. Esas olan tüm bu süreçlerin iç içe, birbirini tamamlayan bağlantılı bir diyalektik gelişim içinde olduğunu bilerek soruna yaklaşmaktır. Hakikat bütündür özdeyişi de toplumsal süreçlerin bu karakterinden kaynaklanır. Toplumsal değişim ve dönüşüm süreçlerinin bu diyalektik gelişim tarzını bir an bile göz ardı etmemek, yöntem olarak daha doğru görülmektedir. Tersi yaklaşımlar süreci parçalara ayırmak, hakikatten uzaklaşmak ve çokça eleştirdiğimiz pozitivist bilimin/bilimciliğin tuzağına düşmek tehlikesini içinde barındırır. Hakikati bütünlüklü ele almak, bütünlüğü içinde incelemek amaca en uygun yöntem durumundadır.

 

Tarihsel-Toplumsal Gelişmelerde Önderliklerin Rolü

Toplumsal tarih, toplum yaşamındaki olağanüstü dönemlere verdikleri tepkilerle tarih sahnesinden çekilen (silinen) ya da yeniden görkemli giriş yapan halkların örnekleriyle doludur. Böylesi dönemlerde toplumlar için söz konusu olan varoluş ya da yok oluş sorunudur. Kaos dönemleri olarak da adlandırılabilir. Özgürlük imkânı kadar, geriye düşüş, tarih sahnesinden siliniş olasılığı da vardır. Toplumlar tarihinde kader tayin edici böylesi dönemlere verilecek yanıt geleceği de belirler. Bu dönemler aynı zamanda toplumların önderliksel çıkışlara, önder kişiliklere en çok ihtiyaç duydukları dönemlerdir.

Önderliksel (Ortadoğu kültüründe Peygambersel) çıkışlar incelendiğinde gerek dönemsel, gerekse toplumsal ve kişisel bazı ortak özellikler görülür. Toplumsal yaşamın kendi mecrasında aktığı, çeşitli toplumsal sorunlar olsa bile çözüm olanaklarının da bulunduğu koşullarda önder kişiliklerin varlığına çok da ihtiyaç duyulmaz. Yaşamın normal akışı içinde ortaya çıkan çeşitli sorunların kendi mecrasında çözüm yoluna gireceği bilinir. Yönetimler ve liderlikler bu tür sorunların çözümünde çok da zorlanmazlar. Yani toplumun güncel yaşamını idame ettirmesi önünde ciddi engellerin olmadığı koşullar önderliksel çıkışlara ihtiyaç duyulmayan koşullardır.

Rutini yaşayan toplumlar içinde direnişçi kimliklerin oluşması beklenmemelidir. Buna ihtiyaç duyulmaz. Toplum kadar birey de rutini yaşamaktadır.

Rutin de kendini tekrar olduğundan yaratıcılığa ihtiyaç yoktur. Toplumların yaşadıkları böylesi dönemlere “normal” denmesi belki de bu yüzdendir.

Toplumsal alt-üst oluşların yaşanmadığı, yönetenlerin bildik yöntemlerle yönetimlerini sürdürdükleri, yönetilenlerin rahatsızlıkları olsa da farklı arayışlara girmedikleri süreçlerdir. Böylesi süreçlerin sonsuza dek sürmeleri beklenmemelidir. Farklı toplumsal kimliklerden, çıkar gruplarından oluşan toplumlar için böylesi süreçler uzun erimli değildir. Kentli, sınıflı ve devletli toplumlar için asıl olan krizli, sorunlu, kavgalı süreçlerdir. Gelişme dinamikleri de böylesi süreçlerde açığa çıkar.

Gün gelir toplumsal sorunlar yaşanamayacak denli ağırlaşır ve çözümlerini dayatırlar. Artık eskisi gibi olunamayacağı açığa çıkar. Yöneteni eskisi gibi yönetemez, yönetileni de eskisi gibi yönetilmek istemez ve farklı arayışlar içine girer. Klasik adlandırmayla devrim dönemidir söz konusu olan. Tam da toplumların önderliksel çıkışlara ihtiyaç duydukları zamandır. Burada söz konusu olan bireysel bir çıkış değil, bir bireyde de olsa temsil edilen tarihsel toplumsal birikimin zihinsel, kültürel direniş potansiyelidir. Paradigmal ve programatik bir düzey kazandığında toplumlar için yaşamsal önemi olan bir çıkıştır. Burada ya çıkışın gerçekleşmesiyle özgürlük şansı ağırlık kazanacak ya da söz konusu toplumun büyük sorunlarla karşılaşması, hatta dağılmaya kadar gidecek bir sürece hedef olması gündeme gelebilecektir. Tarih her iki türden gelişmelerin zengin örnekleriyle doludur.

Bu durumda çıkışın gerçekleşmesi nicelikten çok nitelikle ilgilidir. Olumsuza gidişi önleme anlamında negatif görevlerin yerine getirilmesini içeren direnişçi kişilikle, yeni, özgür yaşamı inşa etme anlamında pozitif görevleri yerine getirmeyi içeren kurucu kişiliğin bileşkesi olacak bir çıkıştır söz konusu olan. Dar bir grupta, hatta tek kişide bile temsilini bulduğunda o toplumun direnişçi bir kimlik kazanması, giderek özgür geleceğini kendi elleriyle inşa etmesi ve bunu ilgili tüm çevrelere kabul ettirmesi olanaklı hale gelir. Bunun gerçekleşme düzeyi, ortaya çıkacak önderliğin, oluşturacağı kadrosal çekirdeğin, direnişçi kişiliğin gücüne, inşa yetenekleri ve örgütlenme düzeyine bağlı olacaktır.

Amerikan Devrimi’nden Fransız Devrimi’ne, Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşından Asya, Afrika ve Latin Amerika’da yaşanan ulusal demokratik devrimlere, 1979 İran İslam Devrimi’ne kadar ilk akla gelen toplumsal alt üst oluş süreçlerinin temel karakteristik özellikleri benzerdir. Zihinsel düzeyde anlamlı bir doğuşu gerçekleştirmiş ve bunu bedenleştirme çabası içinde olan önderliği, pratikleştirecek siyasi iradesi ve öncülüğü oluşmuş toplumsal süreçler özgürlük yanı ağır basan gelişmelerin zeminini yaratmıştır. Tarihte iz bırakan devrimler olarak anlam bulan toplumsal değişim ve dönüşüm süreçleridir bunlar. Böylesi bir doğuşu çıkış olarak da okunabilirgerçekleştirememiş olanlarda ise özgürlük yanının değil, sistemin kendini sürdürme olanaklarının ağır bastığı, en fazla restorasyonla biten sonuçlar ortaya çıkarmıştır. En son Ortadoğu’da 40-50 yıllık rejimleri yıkan ve kimilerinin “Arap Baharı” olarak adlandırdıkları süreç ikinci olasılığın baskın gelmesinin güncel kanıtıdır.

Ortadoğu’daki Halklar Baharı spontane, halkların kendiliğinden başkaldırısı biçiminde gelişmiştir.

İdeolojik önderlikten, politik siyasi irade ve öncülükten, programatik ön hazırlıktan yoksunlukları nedeniyle bu hareketler, rejimlerin başında olanları değiştirse de yaratılan özgürlük olanakları halklar lehine değerlendirememiştir. Küresel hegemonik sermaye ve iktidar tekellerinin çıkarları için artık verimsiz, küresel sermayenin dolaşımı önünde engel görerek değiştirmek istedikleri statükocu ulus devlet rejimlerini değiştirmelerine zemin sunulmuştur. Aslında bölge halklarının enerjisiyle ortaya çıkan fırsatlar hegemonik güçlerin çıkarları doğrultusunda kullanılmıştır. Bunda yaratılan değerlere sahip çıkarak fırsatları halklar lehine değerlendirecek zihinsel/ideolojik birikimle donanmış örgütlü toplum haline gelinememiş olması esas rolü oynamıştır. Bu nedenle de ortaya çıkan sonuçtan yararlanan halklar değil, küresel hegemonik sermaye ve iktidar tekelleri olmuştur.

 

Stratejik Zihniyet, Siyasi İrade ve Örgütlü Güç Zorunluluğu

Bu deneyimin de ortaya koyduğu gibi sadece eskiyi yıkmak için değil, yeniyi inşa etmek için daha fazla stratejik zihniyet, siyasi irade ve örgütlü güce ihtiyaç vardır. Yani yıkılanın yerine neyin, nasıl ve hangi güçlerle konulacağını doğru tespit edecek bir stratejik önderlik, onu hayata geçirecek siyasi irade ve örgütlü güç olmadan, ortaya çıkacak tarihi fırsatları halklar lehine değerlendirmek pek de mümkün olmamaktadır. Böylesi süreçlerin sonuçlarından ise, yönetim sanatında ustalaşmış olan egemenler yararlanmaktadırlar.

Spontane ve sonuçları küresel hegemonik güçlerce kendi çıkarlarına kullanılmış olsa da halklar baharı, bölgesel düzlemde var olan direniş kültürünün güçlenmesine, direnişin örgütlü biçimde süreklileştirilmesine, Rojava Devrimi ve Türkiye’de Gezi Parkı direnişiyle başlayan dalgada görüldüğü gibi halklarımızın özgürlük zemininin olgunlaşmasına yol açmıştır. Esas sonuçları birkaç yıl içinde daha somut olarak görülebilecektir.

Sonuçlarını tüm yönleriyle derinliğine incelememiz ve dersler çıkarmamız gereken önemli bir deneyimi yaşıyoruz. Bu deneyim, bölgesel düzlemde eksik olmayan direnişçi kişiliğin tarihsel toplumsal kökleriyle buluşarak kurucu, gecikmeli de olsa inşa kişiliğine evirilmesinde önemli bir rol oynayacaktır.

Hemen tüm devrimci demokratik hareketlerin ortak özelliklerinin başında mücadelenin belli bir düzey kazanmasına kadar direnişçi, negatif görevlerin yerine getirilmesinin ön planda olması gelmektedir. Mücadele koşulları böylesi bir duruşu zorunlu kılmaktadır. Egemen sömürücü sermaye ve iktidar tekellerinin bileşkesi olan sömürgeci/sömürücü faşist devlet terörü, önemli oranda geriletilmeden pozitif görevlerin, yani kurucu/inşa görevlerinin öne çıkması zor olmaktadır. Örgütlenme anlamındaki inşa görevleri de esas olarak direnişin güçlendirilmesi ve başarı koşullarının yaratılmasına dönük olarak yerine getirilmektedir. Bu gerçeklik direnişçi bir örgüt ve militan kişilik oluşturmaktadır. Hegemonik sermaye ve iktidar tekellerine karşı mücadelenin başlangıç koşullarında bu durumun gerekliliğini, hatta kaçınılmazlığını anlamak ve bir ölçüde onaylamak mümkündür. Ancak bu durum bir yaşam tarzı haline geldiğinde tutuculuğa, giderek dogmatizme dönüşme riskini taşımaktadır. Türkiye devrimci demokratik hareketinin yakın mücadele tarihi buna iyi bir kanıt durumundadır.

Türkiye ve Kürdistan Devrimci Demokratik Hareketi’nin gerek 1920’li yıllardaki mücadelelerine, gerekse 12 Mart ve 12 Eylül askeri faşist darbelerine karşı yiğitçe direnme savaşımına rağmen ezilmesinde, faşizme karşı direnişi ve özgürlük istemini toplumsal düzeyde örgütleyememesinin rolü yadsınamaz. Özellikle de bu darbelerden sonra bir türlü toparlanamaması ve sürekli bölünmesinde, toplumsal mücadele diyalektiğine parçalı yaklaşımın belirleyici rolü olduğunu söylemek durumundayız.

Hakikatin parçalı ele alınışı her birimin kendini tek doğru, en devrimci, en yiğit, en fedakâr vb. görmesini; dışındakileri ise direkt ya da dolaylı olarak egemen sistemin uzantısı, en iyi ihtimalle “farkında olmadan egemenler tarafından yönlendirilen” biçiminde değerlendiren bir anlayışa yol açar. Bu değerlendirme tarzı giderek toplumdan kopma, topluma rağmen toplum kurtarıcılığına soyunma gibi bir görünüm ortaya çıkarır. Zihinsel kurgu böyle oluşturulduktan sonra pratiği de bu çerçevede gelişir. Bu durumda da karşısında asıl mücadele edilmesi gerekenler unutularak birbirine düşme, birbirini tüketmeye çalışma adeta kader olur. Bu da sermaye ve iktidar tekellerinin her türlü özel savaşına uygun zemin yaratır. Birleşik devrimci mücadele cephesinin geliştirilmesi yerine sömürgenlere karşı parçalı duruş devrimci güçlerin heba olması sonucunu doğurur.

Anadolu ve Mezopotamya halkları öncü güçlerinin yakın tarihini incelediğimizde karşımıza çıkan ne yazık ki yukarıda özetlenen tablo olmaktadır. Tüm yetmezliklerine karşın, bu tarihin sahip çıkılacak, mücadelenin temel dayanağı haline getirilecek güçlü bir direniş mirası olduğu gerçeği hiçbir biçimde yadsınamaz, küçümsenemez. Tersine mücadelenin esin kaynağı, yol göstericisi olan bir miras yaratmıştır. Bir de reddedilmesi, karşısında mücadele edilmesi gereken ihanet mirasını görmek, bilince çıkarmak gerekmektedir. Direniş mirasını temel güç kaynağı haline getirirken, ihanet mirasını reddetmek, mücadele ile ortadan kaldırmak gelişmenin olmazsa olmaz koşuludur.

 

Toplumsal Gerçeklikler İnşa Edilmiş Gerçekliklerdir

Daha önceki devrim ve devrimcilerin yaşadıkları temel bir sorunu bugün Kürdistan Özgürlük Hareketi de yaşamaktadır. Olumsuza gidişi, kültürel soykırımın başarıya gidişini engelleme anlamında negatif görevlerin yerine getirilmesi çerçevesinde biçimlenmiş örgüt ve kadro gerçekliğinin, özgür yaşamı inşa etmeyi dönemin pozitif görevlerinin yerine getirilmesinde zorlandığı görülmektedir. Devletsiz çözümün tüm zihinsel unsurları sunulmuş, örgütlü bir halk gerçekliği de ortaya çıkarılmıştır. Geriye ince bir işçilikle bu gerçekliğin kurumlaşmasını sağlamak kalmaktadır. Önümüzde somut pratik örneklerin azlığından, küresel ve bölgesel sermaye ve iktidar tekellerinin saldırı ve engellemelerinden söz edilebilir. Bunların gerçeklik payları da yüksektir. Ancak temel sorun bunlar değil, toplumsal geriliklerimizin bir sonucu olarak direnişçi ve kurucu kişilik ve kimliklerin baştan beri bütünlüklü gelişmeyişidir.

İnşa çalışmaları öncelikle zihinseldir. Her yeni önce zihniyette oluşur, zamanla ve mücadele ile maddi gerçeklik haline dönüşür. Bu yüzden “toplumsal gerçeklikler inşa edilmiş gerçekliklerdir” denilmektedir. Halklar boğazlaşması alanı haline getirilmiş bulunan Ortadoğu’da yaşanan kaosa, Ortadoğu halklarının tarihsel, toplumsal ve kültürel değerlerine en uygun çözüm olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği Demokratik Ulus çözümü de böyle bir gerçekliktir. Her toplumsal gerçeklik öncelikle zihniyette oluşur, bedenleşmesi ise ardından gelir. Bu durum tüm önderliksel ve paradigmal çıkışlar için de geçerlidir. Demokratik ulus da zihinsel bir formdur. Onun kurumlaşması, ete kemiğe, yani bedene bürünerek ifadeye kavuşmasıdır. Günümüzde yeterince kavranamayan da bu durumdur. Demokratik ulusun yaşamsallaşması anlamına gelen kurumlaşması, sanki günlük olarak yerine getirilmesi gereken inşa etme görevi değil de, gelecekte önümüze çıkacak bir görev gibi ele alınmaktadır.

Oysa bu zihinsel form, günümüzde önemli oranda inşa edilmiş, maddi gerçekliğe kavuşmuş bir gerçeklik olarak yaşanmaktadır. Anda oluşmak, geçmişşimdi-gelecek diyalektik bütünlüğünü esas almak gerekmektedir. O halde sorun onu yoktan var etmek değildir. Her komün, meclis, akademi, kooperatif, demokratik toplum örgütleri, demokratik özerk, özyönetimler, tüm kolektif platformlar demokratik ulusun yaşanması anlamına gelmektedir. Yerine getirilmesi gereken temel görev, tüm bu yapılanmaların demokratik bir toplumsal sözleşme çerçevesinde, toplumsal yaşamda beyin işlevi görece bir koordinasyona kavuşturulmasıdır.

Kürdistan Özgürlük Hareketinin Kürt halkı tarafından benimsenmesi, dar bir kadro hareketi iken kısa sürede halk hareketine dönüşmesi kendiliğinden gelişmedi. Kürt toplumunda yaşanan büyük bir boşluğu doldurması, tarihsel ve toplumsal bir ihtiyaca cevap vermesi bu gerçekliği ortaya çıkardı. Dönemin gerekli kıldığı direnişçi militan kişilik ve kimlik, kültürel soykırımın başarıya ulaşmasını engellemek kapsamında dönemin negatif görevlerini yerine getirmeye çalıştı. Bu da öze dönüşü sağlayan bir duruşu ortaya çıkardığından ötürü halk nezdinde kabul gördü. Özgürlük Hareketinin bundan sonra da rolünü oynayabilmesi, halk içindeki güvenilirliğini koruyabilmesi dönemin ihtiyaçlarına cevap vermesine ve güncel görevlere doğru sahip çıkmasına bağlıdır. Değişen dünya ve bölge koşullarında, Kürdistan ve Türkiye’nin yapısal sorunları yerinde durmakla birlikte, önemli değişiklikler de meydana gelmiştir. Kürt varlığı, kimliği ve özgür yaşam hakkı ve iradesi dosta düşmana kabul ettirilmiş olmasına karşın hala güvencelere kavuşturulamamıştır. Her an küresel ve bölgesel soykırımcıların hedefi durumundadır. Dönemin inşa görevlerinin temeli de 40 yıllık mücadele ile açığı çıkarılan değerleri kalıcı güvencelere kavuşturacak bir mücadelenin geliştirilmesidir. Devlet dışı toplumsal yaşam ve özyönetimin kurumlaştırılması ve kabul ettirilmesidir. Bu da yeni dönemin gerekli kıldığı direnişçilikle kuruculuğu birlikte geliştiren mücadele kişiliği ve tarzıyla mümkündür. Bu görevlerin layıkıyla yerine getirilmemesi durumunda benzeri birçok örnekte görüldüğü gibi kapitalizmin sol mezheplerinden birine dönüşme, karşıtlarına benzeşme, sistem içileşme tehlikesi büyüktür.

Lenin “Demokrasi, sosyalizmin öğrenildiği ilkokuldur” diyerek önemli bir tespitte bulunmuştu.

Reel Sosyalizmin çözülüşünün temel nedenlerinden biri de sosyalizmin demokrasisiz geliştirilebileceği yanılgısıydı demek abartı olmaz. Benzer yanılgılara düşmemek, söz konusu tehlikeleri yaşamamak için dönemin inşa görevlerini ahlaki ve politik çerçevede yerine getirmek yaşamsal önemdedir. Bu tarihsel sorumluluğun gereklerinin hangi örgüt ve kadro gerçekliğiyle karşılanabileceği konusunda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şu belirlemeleri yapmaktadır:

“Demokratik ulus inşası sosyalizmin inşasından öncelikli olup, sosyalizme giden yolu da açar. Bu inşa sosyal bilimde devrimi gerektirirken, ahlaki ve politik görevleri birlikte yerine getirmekle de bağlantılıdır.

Kapitalist modernitenin tüm kuşatmalarına rağmen, PKK öncülüğü bu çerçevede rolüne sahip çıktıkça başarılı olabilir. Bu durumda kadroların kendilerini eğitmeleri ve özgür yaşam felsefesini yaşam tarzı haline getirmeleri şarttır. Parti bir bütün olarak karşıdan ve içten her türlü saldırıya karşı kendisini ancak ideolojik ve politik kimliğiyle savunabilir; hamle gücünü kazanıp toplumla bütünleşebilir. Parti kadroları tamamıyla ideolojik ve politik yeterlilikle birlikte, özellikle her koşul altında özgür yaşam ahlâkına bağlılığı sergileyecek güçte olmak durumundadır. Ortadoğu kültüründe ‘insan-ı kâmil’ denilen kendi kendine yeterli birey olma gücünü güncelleştirerek sağlamak durumundadır. Tüm iktidarcı, milliyetçi, cinsiyetçi, dinci ve liberal köreltici ve hakikatten uzaklaştırıcı ideolojileri ve yaşam tarzlarını boşa çıkaracak gücü sergileyebilmelidir. Çağlar boyunca insan-ı kâmillere duyulan ihtiyaç en çok günümüz için gerekli olup, bu da ancak modern sosyalist kadrolar olmakla mümkündür. Ancak böylesi kadroların varlığı temelinde demokratik ulusal yaşamın inşa sürecine girişilebilir. Her kadro gerektiğinde kendini yüzlerce demokratik ulus örgütüne dönüştürerek görevini başarabilir.

Yoksa adı geçen ideolojiler ve yaşam tarzlarının etkisi altında yaşayan bir kadro ve örgütü ancak sorunların kaynağı olabilir. İdeolojik, politik, ahlaki ve örgütsel yeterlilik her önder kadronun demokratik ulus inşasındaki başarı güvencesidir.” (Demokratik Toplum Manifestosu-5.Kitap)

İdeolojik, politik ve ahlaki olarak hangi kimlikle adlandırılırsa adlandırılsın özgür yaşamı, özgür yaşam felsefesini esas alan her kurumlaşma, özünde demokratik ulus inşasına giden yolun kilometre taşlarındandır. Özgür yaşam toplumsallıkla mümkündür. Kapitalist modernite liberalizminin azdırdığı birey ve bireycilikle özgür yaşamın inşası mümkün değildir. Özgür yaşam-doğal toplum ilişkisini en iyi güncelleme modeli/formülasyonu olarak demokratik ulus inşası, iddialı her toplumcu grup, hareket ve kadroları için başarının temel ölçütü durumuna gelmiştir.

Demokratik ulus tüm etnik, kültürel, dilsel, dinsel, mezhepsel vb. toplulukların farklılıklarını gözeten eşitliği, özgünlüklerinin özerkliği-özgürlüğü, kendilerini ifade etme, örgütleme ve geliştirme özgürlüklerinin güvence altına alınması temelinde gelişen gönüllü birlikteliğidir. Daha genel bir tanımla bu ortak zihniyeti paylaşanların topluluğudur denilebilir. Kapitalist modernitenin ulus ve ulus devletinin tekçi zihniyetine karşılık, demokratik ulus çoklu kimliklerin gönüllü ve özgür birlikteliğinin yarattığı toplumsallıktır. Bu anlamda Demokratik ulus özgürlüğe ve eşitliğe en yakın ulus tanımıdır. Bu çerçevede özgürlük ve eşitlik arayan toplumların ideal ulus anlayışıdır diyebiliriz. Burada temel ölçü bileşenlerinin özgür yaşam felsefesini esas almalarıdır. Dönemin temel görevi tüm boyutlarıyla demokratik ulusun inşa çalışmalarını ertelemeden yaşama geçirmektir. Direnişçi kimlik ve kişilik ile kurucu kimlik ve kişiliğin bütünselliğini sağlamanın yolu da buradan geçmektedir.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.