Düşünce ve Kuram Dergisi

Öz-Yönetim ve Siyasi Örgütlenme

Michael Albert

Çağımız yüksek sesle bir iddiada bulunuyor, örneklenecek olunursa, modern siyasal yapılar eskimiş ve gereksizleşmiştir.

Her gün bunu daha iyi kavramaktayız.

Örneğin benim yaşadığım yer, Birleşik Devletler, tartışmasız, şu an uygulanan en demokratik siyasal sistemlerden birine sahip.

Olağanüstü yoğunlaşmış kurumsal zenginlikler ve siyasal sonuçlara hükmeden güç olmasaydı, siyasal tercihleri çarpıtmak için medya bilgiyi kısıtlamasa ve manipüle etmeseydi, mevcut iki parti ortak birleşik bir partinin iki ayrı kolu gibi olmasaydı, aptalca ve seçmenler kurulu gibi en iyi ihtimalle tarih hatası yapılar olmasaydı, seçimler seçmenlerin yarısından daha fazlasının isteklerinin görmemezlikten gelindiği (diğer yarısının çoğunda olduğu gibi, fakat bu başka bir konu) kazananın tüm işleri ele almasıyla sonuçlanmasaydı ve seçimler önceden hazırlanmış hilelerle kolaylıkla gasp edilmeseydi bile modern seçimsel ve parlamenter demokrasi halen en fazla katılımı ateşleyen, sunulan görüşü aydınlatan ve adilce anlaşmazlıkları çözen bir sistemden çok geniş ölçüde farklı olacaktı. Nitekim tüm dünyada, sorun kendini göstermektedir. Daha iyi bir siyasal sistem nedir?

Mevcut siyasal sistemlerin yerine biz ne istemekteyiz? Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Türkiye’de aktivistler sokaklara çıkarken –diktatörlükten ‘demokrasiye’ çeşitlilik gösteren yönetimleri protesto ederken, öfheden öte, direnişlerini yükselten nedir? Onlar ne istiyorlar? Biz ne istiyoruz?

Yönetim biçiminin kapsamı müşterek kurallar ve yasaları çıkarma, müşterek program ve arayışları hayata geçirme ve kural ve kanunların ihlal edilmesini içeren tartışmalı iddiaların hükme bağlanmasıdır. Öngörülü siyasal görev değerlerimizi ve bunları gerçekleştirebilen bir takım kuruluşlar belirlemek. Halihazırda ki amaçlarımızı uygulamak zorundayız.

Pozitif siyasal vizyon tüm dünyada genişçe paylaşılacak yeterlilikte henüz açıklanmadı, araştırılmadı, ve tartışılmadı. Bununla birlikte, diğerleri arasında ABD merkezli aktivist ve siyasal bilimci Stephen Shalom, hiç değilse hazırlık sunumunda kendisinin katılımcı idare olarak tanımladığı, internet ortamında bulunan,ZNet’inhttp://www.zcommunications.org/znet/t opics/parsoc alt sitesi olan Katılımcı Toplum aracılığıyla, işlemeye başladı. Bu makalede, çok az uyarlamayla, ağırlıklı olarak Shalom’un çalışmasına dayanacağım.

 

Anarşist Kökenler

Fransız anarşist Proudhon, “idare edilme, hepsi de ne buna hakkı ne bilgisi ne de erdemi olan, yaratıklar tarafından gözlenmek, denetlenmek, ispiyonlanmak, yöneltilmek, kanuna tabi kılınmak, disiplin altına alınmak, kuşatılmak, beyin yıkamaya tabi tutulmak, uyarılmak, kontrol edilmek, takdir edilmek, değerlendirilmek, sansürlenmek, emre tabi olmak… İdare edilmenin anlamı birinin her harekette, etkinlikte, veya işlemde; not edilmesi, kayıt altına alınması, nüfus sayımına dâhil edilmesi, vergilendirilmesi, damgalanması, yetkilendirilmesi, tavsiye edilmesi, ihtar edilmesi, engellenmesi, ıslah edilmesi, tanzim edilmesi, düzeltilmesidir. Hükümetin anlamı, hepsi de kamu yararı ve genel iyilik adına, haraca tabi tutulmak, eğitilmek, fidyelendirilmek, sömürülmek, tekelleştirilmek, zorlamak, baskı altına almak, şaşırtmak ve soymaktır. Sonra, direnişin ilk işaretinde veya ilk şikayet sözcüğünde, o birisi bastırılır, cezalandırılır, hor görülür, rahatsız edilir, takip edilir, dürtülür, hırpalanır, boğularak öldürülür, hapsedilir, kurşunlanır, ağır silahlarla taranır, yargılanır, mahkum edilir, sürgün edilir, feda edilir, satılır, ihanet edilir, buda yetmezmiş gibi, alay edilir, dalga geçilir ve onursuzlaştırılır. Hükümet budur. Onun adaleti ve ahlakı budur!” diye yazdı.

Bu feryada cevap olmaya çalışan ciddi insanlar ve diğer benzer anarşist formülasyonlar için baş gösteren temel sorun ise devlet ve hükümetin sıkı denetim altına alma karakteristik özelliğinin nasıl aşılacağını açıkça belirtememeleridir. Her bir vatandaş ve topluluğun örgütsel olarak özgürce kendi eylemlerini nasıl belirleyeceklerini açıklayamıyorlar. Ortak normları nasıl yasallaştıracağız, kolektif programları nasıl uygulayacağız ve bir şekilde her aktöre uygun nüfuz sağlayan kanun ihlali ile başa çıkmak gibi anlaşmazlıkları da kapsayan konularda nasıl hüküm vereceğiz?

Anarşistlerin halkın üstünde ve halktan ayrı faaliyette bulunan devlet tarafından empoze edilen kısıtlamadan uzak özgürlük isteği uygun ve doğruydu. Bu dönüşümler siyasal yükümlülüklerin üstesinden gelecek herhangi bir çaba biçimini aldığında ise baskıcı olmaya eli mahkûmdur, bununla birlikte ki bazen gerçekleşmektedir, bu çok uzağa giden yoldur. Kurumları sürdürme yoluyla yasallaşmayı başarma, hüküm verme ve kolektif uygulama, kendi başına, sorun değildir. Sorun bunu halkın istek ve ihtiyaçlarından kopuk yollarla yapmaktır. Eğer kendi değerlerimizi yaratacaksak halkın üzerinde varlığını sürdüren devletlere son vermeyi başarmalıyız. Bunun yanında, bunu gerçekleştirme görevi kolektif olarak elde edilecek ihtiyaç duyulan siyasal yükümlülüklerin feda edilmesi ile başarılamaz. Bu nedenle, sorunla yüz yüze geliyoruz. Hangi kuruluşlar siyasal hayatın yükümlülüklerini –yönetim biçimini karşılayabilir aynı zamanda tüm sosyal değerlerimizi karşılarken?

 

Siyasal Vizyon İhtiyacı

Eli sopalı bir eşkıya en insani toplantıyı bile dağıtabilir. Sopalı eşkıyalar, tüm çeşitleriyle, alkollü içecekten, kıskançlıktan, kibirden, açgözlülükten, hastalıktan veya diğer anti-sosyal nedenlerden olsun, iyi bir toplumda yok olup gitmeyeceklerdir.

Aynı şekilde, hiç bir çözüm aracına sahip olmayan bir anlaşmazlık en iyi atmosferlerde dahi, çok büyük ölçüde anlaşmazlığın nedenlerinin ötesine geçen bir mücadeleyi yükseltecektir, tırmanan anlaşmazlık Hatfields ve McCoys, kuzeyli ve doğu devletleri, kırsal ve kentsel bölgeler, Fransa ve Almanya yada Pakistan ve Hindistan arasında meydana gelse bile.

Eşkıyalar tarafından sürüklenen sosyal parçalanmayı ne önleyebilir? Tırmanan anlaşmazlıkları ne önleyebilir? Daha genel olarak, eğer hemfikir olunmuş sosyal normlardan yoksunsak, insanlar sürekli bir biçimde sosyal projeleri sıfırdan başlatmak zorunda kalacaklardır. Daha önce kabul edilmiş sorumluluklar ve uygulamalardan yararlanmak mümkün olmayacaktır. Tekrar tekrar ve bitmek tükenmek bilmeden asla uygulanmayacak noktaya kadar müzakere edilecektir. İyi bir idarede, ihlal edilemez yükümlülükleri bilecek miyiz veya yaptığımız herşey her yeni günle yakalanmaya aday mı olacak? Bir önceki durumda, uygar bir var olmayı elde edebiliriz. Bir sonraki durumda, sadece kaosa sahip olacağız. Sosyal başarıya sahip olmak için siyasal yapılara ihtiyaç duyuyoruz. Kurumsal roller elbette bazı seçenekleri ortadan kaldırıyor, fakat aynı zamanda şahane bir biçimde başkalarına olanak tanıyor. Engellenen seçeneklerin şiddetli bir biçimde zarar vericiyse ve elde ettiğimiz seçeneklerin hepsi arzu edilenlerse, kurumsal rollerin sınırlandırmaları ve tanıdığı olanaklar bize fayda sağlar.

Diğer bir ifadeyle, en makul ve karşılıklı olarak üzerinde uzlaşılan roller ve yükümlülüklerin dahi, bir ölçüde de olsa, seçeneklerimizin çeşitliliğini sınırlayacakları gerçektir. Yasalar yapmaya izinli olduğumuz şeyleri kısıtlarlar. Gelenekler, normlar, anlaşmalar ve benzerleride. Doğrusu, herhangi bir rol için, davranış ile çelişkili rol ortadan kaybolur, karakteri gereği, bir seçenek olarak. Bununla birlikte, makul karşılıklı uzlaşılmış roller bütün çeşitli seçenekleri başarılmalarına olanak tanımak vasıtasıyla çok daha geniş ve daha da ulaşılabilir yaparak bize uygun hale getiriyor. Kavşaklarda kırmızı ve yeşil ışıklara sahip olma bizim sürüş opsiyonlarımızı sınırlamaktadır. Kırmızı da durmak ve yeşil de gitmek zorundayız, bunun kural olduğunu varsayarak. Fakat bu sınırlama aynı zamanda bizi hayatta tutarak yapmayı seçebileceğimiz diğer tüm şeyleri yapmamıza imkan veriyor, yanı sıra kavşaklarda kazasız sürüşe ve hareket etmemizi engelleyen trafik sıkışmalarındaki gecikmelere takılmamamıza olanak veriyor. Daha genel anlamda, kurallara sahip olmak seçeneklerimizi bir bağlamda daraltıyor olsa bile, hepimizin tabi olduğu, kolektif olarak belirlenmiş farklı kurallara sahip olmak, bu tür kurallara sahip olunmaması durumuna oranla çok daha fazla etkili ve farklı olarak hareket etmemize imkan veriyor. Eğer siyasal kurumlar uygun bir şekilde seçenekleri sınırlıyorsa ve arzu edilir bir şekilde seçeneklere olanak veriyorsa, o zaman kurumsal normların getirdiği etkileşimli etkinliğin uyum ve rahatlığı sınırlamaların uygulanmasının yol açacaklarından daha ağır basacaktır.

Eğer daha önceden üzerinde anlaşmaya varılmış rol ve yükümlülüklerimi ihlal edersem, büyük ihtimalle sıkıntıya neden olacaktır ve muhtemelen tamamıyla diğer insanların beklenti, hareket ve seçeneklerini engelleyecektir. Herkese öldürme özgürlüğü istemiyoruz. Kullanıcıların arabayı kırmızı ışıkta sürmesini istemiyoruz. Nede her gün yenilenen kurallara ulaşmak zorunda olmayı istiyoruz. Onları devam etmeleri için yaptık. Biz kullanımı daha fazla özgürlüğe olanak veren araçların keyfini çıkarmak istiyoruz. Kullanımı ek özgürlükleri sınırlayacak araçların keyfini çıkarmak istemiyoruz. Zorunlu olmayan kısıtlamalardan kaçınmak istiyoruz, fakat bunu aynı zamanda daha önceden kararlaştırılan rol yükümlülükleri koruyarak, ancak diğerlerinin de bizim sahip olduğumuz aynı özgürlüklere sahip olmasıyla tutarlı bir şekilde olmasını istiyoruz.

Yani, dayanışma, çeşitlilik, eşitlik (bunun tarafsızlık anlamına geldiği veya, siyasal alan içinde, adalet, yükümlülükleri de kapsayan sorumlulukların ve çıkarların uygun paylaşımı anlamında ve ihtiyaç duyulduğunda, sınırlama, ve hasarları dengelemek için mükafatları da kapsayan ve ihtiyaç duyulduğunda hasarları engellemek için cezalandırmalar) ve öz yönetim ile uyum içinde siyasal yükümlülüklerin üstesinden gelmemize imkan veren kuruluşları oluşturmaya ihtiyacımız var. Bu sonuncusu belki en merkezi olandır. İfade edilen, her aktörün onu etkileyen kararların alınmasında orantılı söz sahibi olma durumudur. Beni daha fazla etkileyen kararlarda daha fazla söz sahibi, daha az etkileyen kararlara daha az söz sahibi olmamdır ve herkes için aynı durum geçerlidir. Siyasal vizyon için soru şudur: hangi kurumlar bu değerleri uygulayabilir?

 

Başarısız Siyasal Vizyonlar

Başarısız olan cevaplardan biri Marksizm-Leninizm olarak adlandırılan perspektiften geliyor. Tarihsel olarak da kanıtlandığı gibi, “proletarya diktatörlüğü” kayda değer nedenlerle peşinden koşulduğunda bile, hemen hemen kusursuzca parti diktatörlüğüne, ondan sonra politbüro, ve sonuçta, en kötü durumda yardımseverin, daha kötüsü, megalomanca bir diktatöre dönüştü. Arzu edilen siyasal yaşam formuyla eş tutulabilen bu yörünge her zaman için berbat bir leke olarak “Solun” siyasal tarihinde kalacak. “Demokratik merkeziyetçilik” ile yönetilen “öncü” bir tek parti dışındaki tümünü yasa dışı ilan etmek demokrasiyi ve daha fazlasıyla öz yönetimi yıktı.

Demokratik merkeziyetçilik sistematik olarak katılımcı itkileri sekteye uğratıyor, geniş kitleleri pasivizme teşvik ediyor, korkuyu besliyor ve otoriter rejimler doğuruyor ve bunu birçok Leninistin arzuladığının çok daha fazlasıyla yapıyor. Düzenli olarak dış muhalefeti yasa dışı ilan etmek ve baskı altına almak veya eleştirisel oldukları zaman üyeleri branşlar arasında transfer etme aracılığıyla içteki farklı görüşleri manipüle etmek, örnekte de olduğu gibi, demokrasiyi meydana getirmiyor. Olumlu kendine özgü Leninist motivasyon ne olursa olsun, Leninist uygulama daha iyi bir yönetime yol açmıyor.

Batı-tarzı seçimli “demokrasi” siyasal vizyon sorusuna başka bir cevaptır ve tartışmasız siyasal olarak Leninist tek-parti devlet ve diktatörlüğünden daha iyi olduğu halde, yine de katılımcı demokrasinin çok uzağındadır. Aşırı derecede eşitsiz gelir dağılımı siyasal kağıt oyununda daha başlamadan hilelere yol açmaktadır. Vatandaşlar toplumun elit kesimleri tarafından sisteme uyumluluk temelinde ön elemeden geçirilmiş adaylar arasında seçim yapıyor. Ve batı tarzı demokrasideki paraya dayalı sorunların üstesinden gelmek için üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırsak dahi, katılımcı demokrasi genellikle halkın çıkarlarına ters olan ve halkın istemlerine yabancılaştırılmış siyasal aktiviteleri yürütmek üzeri belirli aralıklarla yapılan seçimlerle temsilcilerin seçilmesinden daha fazlasına ihtiyaç duyuyor. Bazı anarşistlerin doğru olmayan iddiası ise yönetim olgusunun kendi başına baskıcı olduğu dolayısıyla bunun dışındaki her şey ne olursa olsun kilit açıcı olduğudur. Bununla birlikte, birçok anarşistin hala doğru olan iddiası ise halkın üzerinde varlığını sürdüren, halka dayatmada bulunan ve halkın katılım istemini, bilgilendirilmesini yansıtmayan bir yönetimin baskıcı olduğudur. Ve sorunun örneklerini oluşturan bu durumlar mevcut batılı siyasal yapılar tarafından ifade edilmiyor.

Temsilcilerin seçilmesi bazı durumlar için makul ve belki de bir sorunu enine boyuna ele almaya, tartışma ve incelemeye olanak tanıyan doğru katılımcı bir demokrasinin temel bir parçası olsa da rekabet eden görüşlerin kendisini tümden açığa vurması eşliğinde siyasal organizasyonun her evresinde önemli siyasal plan ve politikalar üzerine sık ve düzenli halkoylamaları kanımca temsilci adayları için oylamaya en azından önemli bir ilave olacaktır. Ancak, bir soru baş göstermektedir; adalete hizmet ederken aynı zamanda temel hakları koruyan ve, doğrudan olsun yada olmasın veya istendiğinde temsilciler aracılığı ile, bütün vatandaşlara uygun öz yönetim hakkı veren katılımcı karar vermeyi, tartışmayı ve dahil olmayı geliştiren ve mümkün kılan bir mekanizma yaratabilir miyiz?

 

Katılımcı İdare

Her ikisi de değerlerimizi bozduklarından hiç kuşkusuzca çok hızlı bir biçimde Leninizm ve parlamenter demokrasiyi reddettikten sonra, farkına varılması gereken ilk önemli şey ise siyasal yaşamın arzu edilen bir toplumda ortadan kaybolmayacağıdır. Bu birçoklarına tümüyle açık görünebilir, fakat daha iyi bir gelecek tasavvur etme sorununa yaklaşımda bunu anahtar noktayı gözden kaçıranlar da var. Siyasal yaşamın yapısı değişim geçirecek, evet, fakat onun vatandaşlarla olan ilgisi azalmaktansa daha da yoğunlaşacak.

Siyaset imtiyazlı grupların hâkimiyetlerini sonsuzlaştırdıkları bir alan olmayacaktır. Bundan böyle ezilen seçmenlerin adaletsiz bir statükoya değil, bir muhalefet olarak, mücadelesi olacaktır. Fakat arzu edilen bir yönetime sahip olmak sosyal seçeneklerle ilgili evrensel bir sözleşmeye sahip olmak anlamına gelmiyor. Eğer evrensel bir sözleşmenin varlığını varsayıyorsak çok az tartışacak şey var, ama aynı zamanda bir yanılgı içinde hareket edeceğiz –ve aynı zamanda çok da sevimli olmayan bir yanılgı.

Homojenleştirilmiş zihinler üzerine özgürlüğe kavuşmuş koşulların görüntüsünü inşa etmeye eğilimli değillerdir.

Sosyal çeşitliliğin amaçları rekabet eden fikirlerin paralelinde uygulanmasını, her ne zaman mümkün olursa, dikte ettiği halde, çoğu zaman bir program diğer programların pahasına uygulanmak zorunda kalınacaktır. Kamusal seçenek sorunu bu nedenle ortadan kalkmayacaktır. Dahası, arzu edilen toplum katılımcı dürtülerimizi alevlendireceğinden, örnek bir toplumda tartışma, yatışmaktan ziyade kızışacaktır.

Stephen Shalom bir katılımcı idare taslağı oluşturma, tartışma ve anlaşmazlığa ilham veren sorunları örnekleme çabasında:

“Burada canımızı sıkmaya devam edecek bir kaç konu var: hayvan hakları (etoburluk yasaklanmalı mı?), pornografi (doğasında kadınları için baskıcı mı veya bireysel özerkliğin ifadesi mi?), fuhuş (ekonomik sömürünün olmadığı bir toplumda birilerinin seks işçisi olmayı “seçmesi” mümkün mü?), derin ekoloji (ne ölçüde ekolojiyi sadece bizim gelecekte de devam etmemizi sağlaması için korumalıyız, ne ölçüde insanlara sağladığı faydadan bağımsız bir değer olarak ele almalıyız?), uyuşturucunun yasallaştırılması, çokdillilik, çocukların hakları, kalp nakli veya klonlama gibi pahalı veya az bulunan tıbbi kaynakların dağılımı, tek cinsiyetli okullar, ve cinsler arası eşitlik gibi diğer önemli toplumsal değerleri dinler ihlal ettiği zaman ki din özgürlüğü.”

Eğer bu liste esas konuya vurgu yapmıyorsa, Shalom devam ediyor:

“Buna ek olarak, genel olarak sol tarafından desteklenen konular var, fakat evrensel olarak değil ve ideal bir toplumda devam edeceğini hayal edebildiklerimle ilgili: örneğin, kürtaj haklarını tanımak veya daha önceden baskı altında olan gruplar için ayrıcalıklı politikalar kapsamında. Ve sonrasında tüm dünyanın bir anda ‘iyi bir toplum’ olamayacağı gerçeğinin ortaya çıkaracağı konular… Dış politika, ticaret veya göç soruları ile nasıl başa çıkacağız?”

 

Daha sonra Shalom özetliyor,

“Kısaca, bir toplumda ekonomik sömürü ve ırk, sınıf ve toplumsal cinsiyete dayalı hiyerarşiler bertaraf edildiğinde bile birçok ihtilaf –birçok derin ihtilafhala varlığını sürdürecektir. Bundan dolayı, herhangi iyi bir toplum siyasetin sorunları üzerine düşünmek zorunda kalacaktır ve bir tür siyasal sisteme, bir yönetime, ihtiyaç duyacaktır.”

En geniş amaçlar, eğer yeni bir idarenin yapısal araçlarını cisimleştirmek değilse, önceden çok iyi anlaşılmış ve ilan edilmişlerdir. Gerçekten demokratik bir toplum garanti eder ki genel kamu sosyal politikanın oluşması için anlamlı ve yapıcı katılım imkanına sahiptir. Can alıcı karar almanın geniş alanlarından kamu denetimini dışlayan bir toplum veya genel kamuya salt elit gruplar tarafından alınan kararların onaylanması imkanını bahşeden bir yönetim sistemi…

Öz yönetim şöyle dursun, demokrasi olarak isimlendirmeyi bile hiç hak etmez. Temel sorun, bununla birlikte, ne tür kurumsal araçlar halk için tamamen demokratik ve öz yönetim imkanlarını en iyi şekilde sağlayabilir ve garanti edebilir?

Son olarak, siyasal anlaşmazlıklar halkın tercihlerinin hesaba katılmasıyla kararlaştırılmalıdır. Açıkçası seçmenler ilgili bilgiye daha iyi ulaşabildiklerinde oy verme daha iyi olacaktır. Gerçek demokrasinin bir şartı da, bu nedenle, karşıt düşüncelere sahip olan grupların etkili bir biçimde görüşlerini bir birlerine aktarabilmeleridir. Siyasal yaşamın demokratikleştirilmesi mutlaka bilgi akışı ve yorumlamayı kapsamalıdır, kendi başına müzakere etmeyi hak eden bir konudur.

Katılımcı demokrasi sadece dönüştürülmüş medyaya demokratik bir biçimde ulaşma ve insanların kendi görüşlerinin bilinmesini sağlamak için tek gündemli siyasal örgütlenmeler oluşturması ve kullanması olanağına sahip olmasını gerektirmez sadece, aynı zamanda, en azından büyük olasılıkla, değişik sosyal gündemlere sahip olan siyasal partilerin çoğulculuğunu gerektirir. İyi bir ekonomiye veya akrabalığa veya kültüre veya tüm topluma sahip olma insanların belli başlı ana konular üzerinde ideolojik yönlerden anlaşmazlık yaşamayacakları anlamı taşımaz, başka bir söylemle, ortada böyle düşünmek için bir neden yok. Sınıf, toplumsal cinsiyet ve ırka dayalı hiyerarşinin yokluğu tüm farklılık ve anlaşmazlıkların yokluğu anlamına gelmiyor.

Eğer sol içindeki siyasal yaşamın tarihini ve partilerin, fraksiyonların veya insanların görevlendirmek istediği siyasal örgütlenmenin her türlüsünü kapatma çabasının sonuçları kısaca dile getirecek olursak, hepsi salt uyumu başarma teşebbüsleri ve özü itibariyle, aynılık, şu net olmalı ki yasaklar, baskı ve otoritarizmin temel maddesidir. İçte anti-dayanışmayı yaratan, öz yönetimi ortadan kaldıran ve farklılıkları reddeden partilere sahip olmak, bilhassa, bu değerleri topluma bir bütün olarak taşıyamayacaktır.

Ancak arzu edilen yönetimin olası özelliklerinin bu geniş ve çok genel imalarından ise siyasal vizyon yolu ile daha fazlasını önerebilir miyiz?

 

Değerler

Katılımcı ekonomi olarak adlandırılan ekonomik görüşte kuşkusuz, bir devlet yönetimi toplumda karşıtlık yerine beraberlik ve dayanışma üretmeli ve homojenize bir toplum yerine çeşitliliğe değer verip, desteklemelidir. Bu iki ekonomik değer, kolaylıkla ve direkt olarak politikaya transfer edilir ama nadiren uygulanırlar. İlk anlamıyla politik kurumların ayrı ayrı gelişimi hepsinin birlikte gelişimini sağlar. Sonraki anlamıyla, politik kurumlar tek bir düşünce ve doğru yol aramak yerine, ileriye dönük karşıt ve farklı bakışaçılarını olabilidiğince koruyup, desteklemelidir.

Ekonomide eşitlik kavramı kazançların dağılımını anlatır. Yönetimde ise eşitlik kavramının benzeri, hak ve sorumlulukları ele alan ve ihlal edilmiş toplumsal kazanımların onarılması gerekliliğini de içeren adalet kavramıdır. Bu ne intikam ne de öç almadır. Adalet zamanla alınan sonuçların tarafsızlığıyla ilgili bir şeydir ve geçmişteki dengesizliklerin onarımı ve gelecektekilerin engellenmesini de içerir. Böylece, bu küçük eklemelerle birlikte eşitlik kavramı da dönüşür ve şimdi adalet olarak adlandırılır.

Öz yönetim, kökeni ve mantığı itibariyle, öncelikle ve tartışmasızca ekonomik bir değerden daha çok politik bir değerdir ve kesinlikle bu yüzden çok değerli bir politik amaçtır. Siyaset, katılımcıların hayatlarını etkileyecek kararlar üzerinde, hayatlarının etkilenme oranı kadar etki sahibi olmasına olanak sağlamalıdır.

Bundan dolayı, siyasette, katılımcı ekonomiden ödünç alıp uyarladığımız bazı temel değerlere sahibiz; dayanışma, çeşitlilik, adalet ve öz yönetim. Ayrıca, bu değerleri başarıyla uygulamak, dayanışma ve çeşitlilik kavramalarını ihlal etmeden özgürlük, hoşgörü ve özellikle bütün bu dördünün önkoşulu olan katılımcılık gibi daha bilinen politik değerleri de uygulamayı kapsar.

 

Kurumlar

Arzulan yönetimin katılımcı siyaset kavramı içerisinde yasama, yargı ve toplu yürütme gibi meseleler vardır. Yasama için öz yönetim arayışında; Shalom her bir yetişkini yapısında barındıran birinci seviyeli konseyi de içeren ‘iç içe konsey’leri önerir ve üye sayısının makul bir şekilde 25-50 arasında olabileceğini söyler.

Tabi ki detaylar esnektir ve ülkeden ülkeye hatta şehirden şehre değişebilir. Ana fikir toplumdaki her bireyin bu basit politik birimlerde yer alabilmesidir.Shalom’un katılımcı siyaset yorumunda, bazı kimseler daha yüksek bir konsey için de seçilebilirler, her bir birinci seviyeli konsey ikinci seviyeli konsey için bir temsilci seçer ve aynı biçimde ikinci seviyeli konsey de 25-50 arası üyeden oluşur. Bu yapı başka başka seviyelerde bütün toplumu temsil eden bir üst kademeye ulaşıncaya kadar tekrar edilir. Bir üst konsey için seçilen temsilciler gelmiş oldukları konseylerin görüşlerini üst konseye yansıtmakla sorumludurlar. Diğer taraftan bu kimseler bulundukları bir üst seviyeli konseyde nasıl oy kullanacakları konusunda yönlendirilemezler çünkü bu durumda konsey bilinçli bir kuruluş olarak düşünülemez.

Shalom şöyle söyler: “ her konseydeki üye sayısı topluluğun bir bütün olarak almış olduğu karar ile belirlenir ve herkesin bu bilinçli kuruluşlarda yer almasını garanti almak ve ‘yüz yüze tartışmalara katılabilecek kadar küçük; yeterli çeşitlilikte farklı görüşü içerecek kadar büyük; küçültülmüş konseylerin kademe sayısı bütün bir toplumu ifade edecek yapıda olmalıdır’ gibi kriterleri uygulamak için muhtemelen deneyim bazında gözden geçirilip değiştirilebilir.”

Shalom şu noktalara açıklık getirir; belki birçok kişinin yaklaşımına karşıt olarak, “topluluğun yarısının yetişkinlerden oluştuğu düşünülen ve 25 kişiden oluşan 5 seviyeli bir konsey 19 milyonluk bir insan topluluğunu temsil eder. 40 kişiden oluşan bir konsey 200 milyonluk bir insan topluluğunu temsil etmek için 5 seviyeye gereksinim duyar ve 50 kişilik bir konsey 5 seviyede 625 milyon insanı temsil edebilir. 6 seviyeli 25 kişilik bir konsey yarım milyon insanı temsil edebilir” bu yüzden kademeli konseylerin esnek ve elverişli imkanlar sağlayacağı saptaması yapılabilir.

 

Bu Önerilen Siyasi Konseylerde Neler Oluyor?

Yürütme gerçekleşiyor, yani, kurallar ve kolektif gündemler üzerine oy veriliyor.Konseyler müzakereye dayalı ve kamusal. Esas fikir, makul bir zaman zarfında ve belli mevzuların önemine göre mümkün mertebe öz yönetime dayalı bir karar alma sürecine yaklaşmak. Bazen üst düzey konseyler oy kullanıyor ve karar alıyor. Bazen müzakerelerde bulunarak, daha alt derece konseylere rapor vererek bunların oy kullanmasını ve karar almasını sağlıyor. Tabanda ve daha üst düzey konseylerde oy kullanma oranının ve bakış açıları sunma, bunlar üzerine tartışma ve bunları birbirine uydurmanın doğru bir kombinasyonu, ayrıca, konsey üyelerinin ne kadar doğru bir biçimde seçildiklerinin belirlenmesi, diğer mevzuların yanı sıra, baştan savma ele alamayacağımız siyasi ayrıntılar arasındadır ve böylesi tartışmalarda, belki de bütün tartışmalarda, test etme ve deneyim vasıtasıyla tercihlerimiz üzerine yeterince bilgi sahibi olmaksızın davranmayız. Shalomilgili konuları ele almaya başladı, elbette yapılması gereken başka şeyler de var, her ne kadar, temelde, gelecek deneyimlerden bir şeyler öğrenecek olsak da. Ancak şu anda arzu edilen türden bir politika üzerine tartışmak amacıyla, saygın bir yasama organının muhtemelen bilgi transferi, müzakereler ve oy kullanma konularında yüz yüze örgütlenen konseyleri birleştirmesinin ve oy kullanmanın öz yönetime sahip bütün aktörlerin kendilerini etkileyen kararlar üzerine söz sahibi olmasını amaçlamasının muhtemel olduğunu söylemek yeterli.

Shalom’un oyları saymakla kalmayıp öz yönetimi temin etme sürecinin bir parçası olarak siyasi mücadelelere zaman, enerji ve fon ayırma ve temsil ve müzakere dinamiğinin rolüne dair yürüttüğü tartışmalar, tıpkı anlık, iki turlu seçim gibi oylama prosedürleri ve konsensüs gibi karar alma mekanizmalarına dair araştırmalar gibi son derece yol göstericidir, ancak, tekrar etmek gerekirse, daha geniş çerçevede uygulamaların mantığına dair unsurlar dışında, bütün bunlar, burada tartışmamız gereken mevzuların ötesindedir.

Diyelim ki belli tür mevzular üzerine aynı düzeyde kararlar için tek kafa, tek oy çoğunluğu karşısında konsensüs yöntemi arasında tercih yapmamız gerekiyor. Ya da diyelim ki, temsilcilerin yetkilerini ve sorumluluklarını belirliyoruz. Ya da müzakere ve değerlendirme, oy kullanma, oy sayma araçları ve bunların yeniden gözden geçirilmesi üzerine prosedürler belirliyoruz. Yine evrensel olarak değil ama belli düzeylerde, belli kararlara dair bir yaklaşımı diğerine tercih etmenin kriterleri ne olacak, bilhassa da tercih edilen yöntemlerin farklı bağlamlarda farklılık gösterme ihtimalinin yüksek olduğunu bilirken?

Yanıt, öz yönetimi elde etmeye, akıllı hesaplar yapmayı kolaylaştırmaya, dayanışmacı hisler ve uygulamalar elde etmeye ve nihayetinde, bir de, geri döndürülemez gecikmeler olmaksızın işleri yürütmeye çalışıyoruz.

Aklımızda ve uygulamalarımızda çeşitlilik fikrini korumak suretiyle, ne ölçüde gerçekten bu çeşitliliği inşa edebiliyoruz? İlkinin, elbette, sınırı yok. İkinciyse, ki kimi zaman programların az çok kendilerinden aynı şekilde etkilenecek olanlar tarafından üstlenilmesi gerekiyor, örneğin, bazıları için piyasalardan tahsisat yapıp diğerleri için katılımcı planlama uygulayamazsınız, herkes için olmadığı müddetçe her iki uygulama da anlamını yitirecektir. Benzer şekilde, bir ihtilafı çözerken veya bir yasa çıkarırken, aynı durum içinde bulunanlar arasında bazıları için farklı prosedürlere başvuramazsınız. Yine, bu durumlarda bile, başat olarak tercih edilen yöntemlerden daha iyi olduğu iddia edilen yöntemleri ayakta tutmak üzere denemeler yapmak mümkündür. Ayrıca, katılımcı ekonomiyi savunan biri, yetkisi gereği muhtemelen bunu yapmakla yetinecektir.

Peki ya, sonuna kadar götürüldüğünde, bazı tercihlerin ve kazanımların, başkalarının uğraşlarına gölge düşürme ihtimali doğarsa ne olacak? İşte siyasetin ve genel olarak değerlerin açmazı… Makul insanların salt olgulara farklı yaklaştıkları için veya birileri yanlış hesap yaparken diğerleri doğru olduğu için değil, karmaşık durumlar karşısında farklı önceliklere veya sezgilere sahip olduklarından fikir ayrılığına düşebileceği anlardır bunlar. Yasama yapılarının ve yöntemlerin, ayrıca bütün bir siyasetin püf noktası, öz yönetime dayalı tercihlere mahal veren, içerisinde herkesin yapılan tercihlerin herkes için adilce alındığını ve bu tercihlerin mükemmel yahut her durumda gözden geçirilmeye açık olduğunu kabul ettiği, bir yandan da gerek olduğu müddetçe alternatif tercihlerin de yine araştırılmaya devam ettiği bir sisteme sahip olmaktır. İşte, öz yöntemine, dayanışma ve çeşitliliğe adanmış içiçe konsey sisteminin elde etmeye çalıştığı şey de bu.

 

Ya Ortak Yürütme İşlevleri?

Bir yandan, diğer pek çok makalede, kitapta vs. de tartışıldığı üzere, katılımcı bir ekonomiye sahip olmak, günümüz siyasetinde yürütme işlevleri olarak bilinen görevleri son derece ciddiye almaktadır ve böylece elimizde kalan gerçekten siyasi unsura işaret etmeye yardımcı olmaktadır. Bir mektubu iletmeyi, hastalıkları araştırmayı ve bunların patlak vermesine mani olmaya çalışmayı veya çevreyi korumayı düşünün. Bütün bu meşgaleler, dengeli iş kompleksleri, çaba ve fedakarlıkların karşılığının verilmesi ve katılımcı karar alma da dahil olmak üzere katılımcı ekonomiye ait yapılar tarafından gerçekleştirilen üretim ve dağıtımı içermektedir. Mektup taşıyan işçilerin konseyi, bu açıdan, bisiklet üreten işçilerin konseyinden bilhassa farklı olamaz, ne de hastalık kontrolü birimi işçilerinin konseyi, iktisadi açıdan, sıradan bir hastaneden, Çevre Koruma Ajansı da sıradan bir araştırma enstitüsünden farklı olabilir.

Ancak başka bir anlamda, bu üç örnek, diğer işlevleriyle katılımcı ekonomideki örneklerinden farklı olacaktır. Postane, Hastalıklardan Korunma Birimi ve Çevre Koruma Ajansı, devletin müeyyidelerine göre işler ve bu devletin yetkilendirdiği görevleri yerine getirir. Bilhassa Hastalıklardan Korunma Birimi ve Çevre Koruma Ajansı söz konusu olduğunda, olağan ekonomik birimlerin böyle hakları ve sorumlulukları olmasa da, yürütme organları, kendilerine diğerlerini soruşturma ve cezalandırma yetkisi veren siyasi otoriteyle birlikte iş yapar.

Yani yürütme organı, siyasi olarak yetkilendirilmiş işlevler ve sorumluluklarla doğrudan ilgilidir, ki bu işlevler ve sorumluluklar, gelir ve gider sahibi iş yerleri olmaları hasabıyla, katılımcı ekonomi kurallarına göre yürütülecek, ancak gündemlerini belirleyen ve belki de kendilerine belli yetkiler veren siyasi bir vasfa göre şekillenecektir. Siyasetle ekonominin bu şekilde örtüşmesini anlamamıza yardım olacaksa, bunu az çok kiliselerin ekonomide kendi gelirleri ve belki de giderlerinin bir kısmı için, ancak kültürel/dini tanımlar altında, işlev göstermeleri örneğinde bariz olarak ortaya çıkan kültür ve ekonomi örtüşmesine benzetebiliriz. Kapitalizm yerine katılımcı ekonomiye sahip olmanın getirdiği değişiklik, yeni bir toplum da, bir devleti veya kültürü toplumun başka bir noktasına taşırabilir.

Bir yürütme organının, siyasi olarak kendi gündemini yetkilendirmesi ve bunları gerçekleştirmek üzere kalıcı mekanizmalar kurmasının aracı, muhtemelen, büyük ölçüde bir yürütme organının yürüttüğü müzakereler ve aldığı oylar ve ekonomik planlaması olacaktır; bunun yanı sıra, Hastalıklardan Korunma Birimi ve diğer siyasi güce sahip ajanslar örneğinde olduğu üzere yetkileri genişletilmiş teşekküller kurmak da bunun bir parçasıdır.

 

Öyleyse, Katılımcı Ekonomi İdaresi Altında, Yargının Rolü Ne Olacaktır?

Shalom’un da iddia ettiği üzere, “Yargı sistemleri, genellikle, üç çeşit endişeye yanıt vermektedir: yargının gözden geçirilmesi (yasalar adil mi?), cezai adalet (tek tek bireyler yasayı ihlal ediyor mu?), vesivil davalar. (bireyler arasındaki ihtilaflar nasıl çözülüyor?)

İlki için, Shalom, az çok şu anda Yargıtay’ın işlevlerine sahip olan, konsey tercihlerine karşılık ortaya çıkan ihtilaflar üzerine kararlar alan hiyerarşik düzeylere sahip bir mahkeme sistemi önermektedir. Tahayyül edebileceğimiz en iyi yaklaşım bu mudur ve öz yönetimi daha da ilerletmek üzere bunun düzenlenmesi veya dönüştürülmesi mümkün mü? Bilmiyorum. Elbette bu durum üzerinde durulmayı hak ediyor.

Cezai mevzular ve sivil davalar söz konusu olduğunda, Shalom, şu anda sahip olduğumuzdan biraz değişiklik gösteren bir mahkeme sistemi ve elbette dengeli bir iş kompleksine sahip, çabaları ve fedakarlıkları karşısında hakkını alan bir polis kuvvetleri önermektedir.

Arzu edilir bir toplumda polis kuvvetleri ve buna bağlı iş gücü üzerine, ki bu çoğu insan için mahkemelere dair meselelerden çok daha tartışmalıdır, Shalom’a katılıyor; ne buna bir alternatif olduğunu, ne de bunun çözülmez sorunlara sebebiyet olduğunu düşünüyorum. İyi bir toplumda da, kimi zaman şiddetli, kimi zaman korkunç derecede menfur suçlar olacaktır ve suçluların soruşturulması ve yakalanması, belli yetiler gerektiren ciddi bir mevzu olacaktır. Birilerinin bu tarz bir işi yapacağı aşikar görünüyor; bu kişilerin işlerini iyi ve toplumsal değerlere uygun olarak yapmalarını sağlayan belli kurallar ve esaslar olacaktır, tıpkı bazı insanların, çalışma saatlerinin bir kısmını uçak uçurarak veya hastaları tedavi ederek yahut layıkıyla ve toplumsal değerlere uygun olarak gerçekleştirilmelerini temin eden belli kurallara sahip, belli yetiler gerektiren zor ve talepkar işler yapmaya harcayacağı gibi…

İnsani bir sistemde polis kuvvetlerine ihtiyaç olmadığını öne süren alternatif görüş, en iyi ihtimalle, gerçekçi değildir. Elbette, iyi bir toplumda, suç işlemek için pek çok neden ortadan kalkacak ve suç edimleri çok daha az olacaktır, ancak bu, ortada hiç suç kalmayacağı anlamına gelmez. Polise ihtiyaç olduğu ama bunun tamamen gönüllülüğe dayalı olarak gerçekleştirilebileceği fikri, uçak uçurmak veya beyin ameliyatı gerçekleştirmek gerekecek ama bunlar da tamamen gönüllülük üzerinden yapılabilir demekten daha anlamlı değil. Bu görüş, polisliğin ve bilhassa da arzu edilir türden polisliğin, tıpkı uçak uçurmak veya ameliyat yapmak gibi, özel yetenekler ve bilgiler gerektirdiğini farketmekten uzaktır. Yine bu görüş, polislik mesleğinin (ulaşım ve sağlık gibi) kötüye kullanılmasını engelleyecek belli kurallara disiplin içerisinde riayet edilmesinin ve bunlar için belli bir eğitim verilmesinin gerekliliğini farketmekten uzaktır. Hem Marksist hem de anarşist düşünce ekollerinden gelen liberterlerin genellikle ortaya attığı, devrim sonrası toplumda, toplumsal düzenin bir tür “halk milisleri” tarafından sağlanacağı görüşü, haklı nedenlerle reddedilmektedir. Bunu söyledikten sonra, polisin görevlerinin kötüye kullanılmaya açık olduğuna dair eleştiriler meşrudur ve dikkate alınmalıdır.

Polisin motivasyonlarına ve polisin ve herhangi başka bir işçinin haksız çıkar elde etmesine mani olmaya ilişkin katılımcı ekonomi işyeri yapısı ve karar alma sürecinin güçlü çıkarımlarının ötesinde, kendine has baskı ve gereksinimleri dolayısıyla polislik işinin süresinin kısıtlanması mümkün müdür? Polisin operasyonlarına ve bunların değerlendirilmesine dair yetkilendirilmiş toplumsal denetleme mekanizmaları olabilir mi? Elbette. Bunlar, pek çok başka iş için de geçerli olabilir. İyi bir toplumda suç ve masumiyetin belirlenmesine ve ceza ve rehabilitasyonun idaresine dair farklı yaklaşımlar, polisin işlevlerine, yerini aldıkları eski yaklaşımlardan daha başka türlü mü yansıyacak? Cevaplar muhtemelen evet ama ayrıntılar şu anda konumuzun dışında.

Yukarıdakine benzer bir formülasyon, daha iyi bir toplum arzulayan bazı gerçekten samimi solcularda neden öfhe uyandırıyor? Bunun iki nedeni var. Bunlardan ilki, bana kalırsa, duygusal. Bizzat kendileri veya tanıdıkları biri, polisin kibrine, dayatmalarına ve şiddetine maruz kalmış veya maruz kalanlarla empati içerisinde olabilir. İçlerinden buna hayır demek geçiyor. Yukarıdaki ifadeleri, mevcut polisiye prosedürleri gelecekteki topluma taşıma amacı taşıyan bir tür manipülasyon olarak görüyorlar. İşte akıl yürütmeleri bu noktaya kadar gelip dayanıyor.

İkinci neden, ilkini belli bir tür argümanına doğru genişletiyor. Polis, şu anda genellikle, aslında çokça, az sayıda elit dışında kalan kesime yardımcı olmak şöyle dursun zarar vermek üzere işliyor. Hal böyleyken, yeni toplumda polisten hepten kurtulmamız lazım. Ortaya ufak bir farkla bu formülasyon atıldığında, şu anda oldukları haliyle polisten kurtulmak iyi olurdu. Ancak bunu demiyorlar, polis işlevlerine dair kurumsal çözümlerden kurtulmamız lazım diyorlar ve bu konuda ciddiler. Sorun da bu. Alçakça olanı reddetmekten, altta yatan işlevleri ve bu işlevleri elde etmek için gereken her türlü mümkün kurumsal aracı reddetmeye varmak, ki bunlar alçakça olmamakla kalmaz kıymetli ve yaşanabilir bir toplumsal hayat için elzemdir, cazip değil, ölümcüldür.

Yine paralel bir argümanı ele alalım. Pek çok anarşist, hükümetlerin şu anda genellikle, aslında gerçekten de çokça, küçük bir azınlık dışında kalan insanlara yardım etmek şöyle dursun zarar verecek şekilde işlediğini düşünmektedir. Buna müteakip olarak, onlara göre, her türlü siyasi/hükümete dair işlevden kurtulmak gerekir. İşte yine aynı mantık. Başka bir örneği ele alalım. Misal, bir ekoloji aktivisti, iş yerlerinin şu anda genellikle, işin aslı çokça, kirlenmeye neden olacak şekilde iş yaptığını ve bu yüzden de küçük bir azınlık dışında kalanlara yardım etmek şöyle dursun zarar verecek şekilde işlediğini veya onları doğrudan sömürdüğünü vs. söyleyebilir. Buna müteakip olarak, mevcut iş yerleriyle yetinmeyip yapısal kurumların tamamında yapılan işlerden de kurtulmak gerekir.

Yahut günümüzde ailelerin, kültürlerin, okulların tamamının insanlara korkunç derecede kısıtlayıcı ve yıkıcı alışkanlıklar ve inançlar dayattığını söyleyebilir, öyleyse, çocuk büyütme, toplumsallaşma ve eğitime, kutlamalara, iletişime dair her türlü kurumsal yapıdan kurtulmamız lazım.

Bu örneklerin tamamındaki sorun, belli işlevlerin elde edilmesi için mevcut araçların haklı olarak reddedilmesinden, söz konusu işlevlerin düzeltilmiş versiyonlarına yönelik her türlü kurumsal aracın reddedilmesine geçilmesidir. Bu intihar demektir. Bu duygusal bir tepkiyse, ki kimilerinin polise dair hisleri böyledir, empatiye dayalı bir açıklama yeterli olacaktır. Ancak tepkisellik, kişinin düşündüğü şeyin ihtiyatlı olduğuna inanmasına dayanıyorsa, o zaman, sorun gerçekten de büyüktür çünkü gerçekten de bu şekilde akıl yürüten biri, ironiktir, “alternatif yok” diyen Margaret Thatcher’la hemfikir olmaktadır. Elbette Thatcher alternatif yok derken hiçbir zaman harfi harfine işleri zaten olageldiğinden farklı yapamazsınız demek istememişti. Tek söylemek istediği şey, diğer yolların daha kötü olduğuydu. Toplumsal işlevlerle kurumsal yollardan iştigal edilmesini reddeden kişi de, aslında, tıpkı Thatcher gibi, bu işlevleri gerçekleştirmenin tek yolunun mevcut yöntemler veya daha da kötüleri olduğunu söylemektedir, öyle ki, bu işlevleri kurumsal yollardan ele almayı hepten reddetmemiz gerekir.

Thatcher’la aralarındaki tek fark, Thatcher’ın hiçbir zaman kurumlardan kurtulmayı ciddiye almayacağıdır, sanıyorum bunun nedeni de kişilerin mevcut olana karşı besledikleri nefretin nelere kadir olacağını asla farketmeyeceği.

Her halükarda, bana kalırsa, daha iyi bir toplumda sistemin dramatik bir iyileşme göstermesi en zor olan polis kısmı değil de diğerleri, yani yasal avukatlar ve jüri.

Bir yanda, Shalom’un da dediği gibi, avukatların suçlu veya masum olmalarına bakmadan müvekkilleri için çalışmalarına dayalı model son derece manidar. İşi iyi bilenler işi bilmeyenler karşısında muazzam bir avantaj elde etsinler diye insanların kendilerini savunmalarını istemeyiz. Bu yüzden, bütün ihtilaf sahiplerinin erişiminde olan iyi eğitilmiş avukat ve savcılara ihtiyacımız var.

Bu avukatların çok çaba göstermelerini de istiyoruz elbette. Ama aynı zamanda, savcıların ve savunma avukatlarının suçlanan kişinin gerçekten suçlu mu masum mu olup olmadığına bakmaksızın, salthakiki sonuçlara ulaşma ihtimali ancakbu şekilde azami seviyedetutulur diye, mümkün her yoldan kendilerine yarayan hükümlerin peşinde koşması gerekliliği, belli açılardan, topluma bir bütün olarak faydalı olmanın ve toplumsallığı sağlamanın en iyi yolunun herkesin kendi bencil çıkarları peşinde koşması gerekliliği kadar inandırıcı geliyor. Elbette, bu yöntemin hataları, çıkarların ve kayıpların, adaleti bir yana bırakıp arzu edilen hükümlere ulaşma işlevi gördüğü örnek yapılar yüzünden inanılmaz oranda artmış durumda. Yine de, ihtimale dâhil olanlar söz konusu olduğunda, layıkıyla işleyen bir adalet arayışı, yalnızca adil gelirler üzerinden bile, mevcut uygulamalardan pek çok açıdan farklılık gösterecektir. Ancak, mahkemelerin, hakimlerin, jürilerin ve saldırgan avukatlık kurumunun yerine farklı mekanizmaların nasıl getirileceği ve ekonomik yeniliklerin öngördüğü iş tanımlarına ve hizmet karşılığına dair yeni kurallara ilişkin diğer mevzulara ve topluma-karşı motivasyonların ve sonuçların önlenmesinde neyin en üst düzey fayda sağlayacağına dair iyi bir fikrim yok.

Solda, yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde, yasama, yürütme ve yargı işlevlerine dair ortak siyasi vizyon, bana kalırsa, hala son derece mütevazi ve eksik. Bu ortak siyasi vizyon, belki büyük ölçüde içgörü sunacak deneysel uygulamalar belki de mevcut deneyimlere bile dayanan ihtimallerin ihtiyatlı bir analizi sonucu güçlü ve işine bağlı bir avukatlık sistemini meşru kılmak üzere geliştirilmek durumunda. Her iki durumda da, şimdi bile, pek çok kapsamlı yönergeler mevcut ve misal, katılımcı ekonominin siyasi beklentilerle ilişkisi üzerine düşünmek kesinlikle mümkün.

 

Katılımcı İdare ve Ekonomi

Chicago Üniversitesi’nden gelme, aşırı sağ kanattan, ciddi şöhrete sahip Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman, “siyasi özgürlüğün sona ermesine araç oluşturduğu düşünüldüğünde, ekonomik düzenlemeler, iktidarın yoğunlaşması veya dağılması üzerinde sahip oldukları etki uyarınca, mühimdir” demektedir. Oldukça doğru. Gerçekten de, ekonomik kurumlar, kararlara ya eşitler olarak dahil olmak veya astlar olarak boyun eğmek hususunda bizleri eğitmeleri; katılımcı karar alma mekanizmalarına dahil olmak üzere toplumsal yetileri ve alışkanları elde etmemize yardımcı olma veya bu yetileri ve alışkanlıkları yok etme biçimleri bakımından da önemlidir.

Friedman şöyle devam etmektedir, “doğrudan ekonomik özgürlük sunan ekonomik organizasyonların türü, yani, rekabetçi kapitalizm, aynı zamanda siyasi özgürlüğü de teşvik eder çünkü ekonomik iktidarla siyasi iktidarı birbirinden ayırır ve böylece birinin diğerini dengelemesini sağlar.”

Ancak, bu iddia, Friedman’ın daha önceki, daha genel gözleminin aksine, siyasi ve ekonomik düşünce tarihinin en absürt ifadelerinden biridir. Friedman’ın görüşlerinin aksine, kapitalist ekonomi, şirketler ve egemenlik mekanizmalarıaltında iktidarın yoğunlaşması için muazzam merkezler üretmektedir. Aynı zamanda, atomize olmuş, zayıflamış, merkezsizleşmiş ve birbirleriyle bağını yitirmiş işçiler ve tüketiciler üretmektedir. Dahası, iletişimi, bilgiyi kontrol etme, oy propagandası finanse etme ve siyasi görevlileri satın alma vasıtasıyla kurumsal ekonomik gücün siyasi etkiye dönüşmesini sağlamaktadır. Son olarak, kapitalist ekonomi, medya manipülasyonu ve siyasi sonuçların önceden belirlenmiş olduğunu bilen nüfustan kaynaklanan yabancılaşma sayesinde, işçilerin yalıtılmasını ve birbirinden kopmasını daha da ileri taşımaktadır.

Bütün bunların sonucu, şirket lobileri ve diğer elitlerin, siyasi gündemleri belirlemesi ve seçimlerin, esasen yalnızca elitlerin imtiyazlarının ve çıkarının nasıl en iyi temin edileceği üzerine birbirinden ayrılan adaylar arasında dönmesini sağlamasıdır. Nüfusun çoğunluğu, seçim maskaralığına katılmıyor bile, katılanlar da genellikle tekrar tekrar kötünün iyisini desteklemekten başka bir opsiyona sahip değil.

Katılımcı idare veya hareketlerin savunabileceği her türlü arzu edilebilir siyasi sistem, kapitalizm yerine, kimi iktidar pozisyonlarını diğerleri adına yüceltmeyecek bir ekonomiye ihtiyaç duyacaktır. Bütün vatandaşların katılımcı ekonominin gereksinimlerini en iyi şekilde yerine getirebilmesi ve imkanlarından faydalanabilmesi için, bütün bir nüfusu katılım, öz yönetim, toplumsallık ve dayanışma temelinde mobilize edecek bir ekonomiye ihtiyacı olacaktır.

Katılımcı idare, genel olarak aynı güce sahip, katılıma toplumsal olarak eğilim gösteren ve toplumsallık ve dayanışma alışkanlıkları olan vatandaşlar yaratılmasına ihtiyaç duyacaktır. Ve nihayetinde bunu gerçekleştirecektir. Aynı şey katılımcı ekonominin idare karşısında ihtiyaçları için de söylenebilir.

Benzer şekilde, arzu edilir bir idare, kendi ilişkilerini kolektif refah adına idare ederken, yine katılımcı ekonomi için de geçerli olan çeşitli ihtiyaçlar ve sonuçlara saygı duyulmasını olumlu anlamda geliştirmek ve bu tarz bir idareden faydalanmak üzere eğitilmiş vatandaşlara ihtiyaç duyacak ve böyle vatandaşların yaratılmasına yardımcı olacaktır.

Katılımcı ekonomi ve katılımcı idare, toplumsal örgütlenmenin yakın ortaklarıdır. Dayanışmaya ve çeşitliliğe dayalı bir ortamda, kararlardan etkilenenlerin öz yönetimi ilkesinin himayesi altında, adil sonuçlar elde etmek üzere aynı mantığı paylaşmaktadırlar.

Katılımcı idare ve katılımcı ekonomiyi, her biri, insanların bilinçlerini, alışkanlıklarını, tatmin derecelerini, yeteneklerini, bilgilerini, yetilerini ve eğilimlerini etkileyerek kendisine dahil eden ve bir diğerine gönderen türden toplumsal sistemler olarak düşündüğümüzde, yani, her biri insanların tercihlerini ve varlıklarını etkileyen kurumlara sahip toplumun birbirinden ayrılmaz parçaları olarak düşündüğümüzde, her birinin, bir diğerinin ihtiyaç duyduğu ve ürettiği şeye ihtiyaç duyduğunu ve ürettiğini görürüz.

Gerçekten de, birbirlerine sundukları benzer gereksinimlerden ötürü, katılımcı ekonomi ve katılımcı idarenin, dayanışma, eşitlik/adalet ve öz yönetim sağlayan sınıfsız bir “siyasi ekonomiyi” karşılıklı biraraya getirmesi mümkündür.

 

Ek: Günümüzde Katılımcı İdare ve Siyasi Strateji

Katılımcı idarenin, siyasi ve toplumsal strateji açısından esas çıkarımları, aktivizmin iki boyutuyla ilgilidirne talep ediyor ve kendimizi nasıl örgütlüyoruz? Burada, bir iki şeyi ifade edelim, bunlar yukarıda söylenenleri de açıklığa kavuşturmaya yardımcı olabilir.

Siyasi bir vizyona sahip olmak, öyle umut ediyoruz ki, şu anda talep edebileceğimiz şeylere dair çok şey söyleyecektir. Yani, hükümet ve siyasi uygulamalarda, katılımcı idarenin mantığını yansıtan ve buna doğru ilerleyen değişimler elde etmeye çalışabiliriz. Bunlar arasında, anlık iki türlü seçim prosedürleri, kitle iletişimi ve kitlesel tartışmaların büyük ölçüde genişletilmesi, yürütme programlarının kamu tarafından seçilmesini sağlamak üzere yeni araçlar ve hala belirsizliğini koruyan yargı reformları yer alabilir.

Şu anda hareketler bu talepler için mücadele ettiklerinde, faaliyetlerinin iki son derece geniş kriter tarafından belirlenmesi gerekir. Bunlardan ilki, elbette, insanların yaşamında gelişmeler elde edilmesini sağlamaya çalışmalıdırlar. İkincisi, insanları daha da fazla kazanım elde etmelerini ve bunu isteyecek şekilde eğitilmelerini sağlamak üzere güçlendiren değişimlerin peşinde koşulmalıdır.

Her iki açıdan da, öne sürülen siyasi bir vizyonun esaslarını incelerken, insanların yararına, onları güçlendiren ve onlara ilham veren değişimleri ve peşinde olduğumuz siyasi geleceğe duyulan arzuyu artıran değişimleri görmek durumundayız.

Ancak şimdiye dair uygulamalarımız söz konusu olduğunda, siyasi vizyonun bir diğer çıkarımı da, hareketlerin örgütlenmesi ve bunların yapısıdır. Geleceğin siyasetinin belli özelliklere ve esaslara sahip olmasını istiyorsak, bu özellikleri ve esasları kendi mevcut uygulamalarımıza da elbette dahil etmeye çalışmalıyız.

Yani, hareketlerimiz, iç siyasi yapıları ve uygulamalarında, dayanışmayı, çeşitliliği, adaleti ve öz yönetimi yüceltmelidir. Şu anda edimde bulunduğumuz koşullar, elbette, gelecekteki bir toplumdan farklı şekillerde kısıtlanmaktadır; dört bir yanda baskıcı yapılarla baş etmek zorundayız. Ancak, yine de, siyasi vizyonun mühim bir çıkarımı da mümkün olan en kısa sürede, mümkün mertebe taban örgütlenmelerine ve katılımcılığa dayalı, hatta örgütlü karar almak üzere iç içe geçmiş konsey katmanları şeklinde işleyen hareketler inşa etmeye çalışmamız gerektiği.

Giderek kendini dayatan ve daha çok insan tarafından paylaşılan bir siyasi vizyon olarak, hareket içerisindeki ihtilafları karara bağlamak, ortak hareket gündemleri çıkarmak, hareketin kurallarını yasamak ve aksi takdirde hareket üzerine kararları almak için arzu edilir yöntemler daha da açık hale gelmeli ve bunların zaman içerisinde mücadelemizle bütünleştirilmesi kolaylaştırılmalıdır.

Buradan çıkabilecek bir dersi size anlatayım. Genelde, günümüz hareketlerinin iki biçimi mevcut. Bunlar ya tek bir mevzu etrafında örgütleniyor ve ücretler, sağlık hizmetleri, kadınların seçim hakkı veya yine böylesi tek bir mevzu üzerine odaklanan bir örgütlenme yapısı sergiliyor veya ortak, genelde dar tanımlanmış bir gündem üzerinden toplanan pek çok örgütten ibaret koalisyonlar şeklinde gerçekleşiyor. Hareketlerimizin, şu anda, belli kazanımlar elde etmek üzere, peşinde oldukları şey, aslında karşılıklı farklı bakış açılarına saygı gösteren ve bu farklılıklara rağmen ve hatta bu farklılıklara sahip çıkarak verimli bir şekilde çalışan çok geniş ve çeşitli insan grupları.

Hareketlerimizin, tek bir mevzuya odaklanan çabalar veya farklıların üzerine örten ve olaylara bağlı olarak kabarıp sönümlenen koalisyonlar halinde parçalanması, iyi toplum veya idareden anladığımız şeye pek benzemese gerek. Bu, gelecekte tek bir öncelikli kaygıya sahip insanların, dar bir odak noktası olan grupların ve örgütlerin, moda olup dağılan koalisyonların olmayacağı anlamına gelmiyor. Bu, iyi bir toplumun, insanları ve grupları dar kaygılar altında yalıtmayacağı anlamına geliyor. Bunun yerine, büyük ölçüde herkesin toplumsal bütünlüğü sağlamak üzere bir diğerinin kaygılarını ortak mücadeleye dahil edeceği, herkesin saygı duyduğu bakış açıları ve gündemleri olan bir toplum olacaktır.

Eğer bir hareket, yeni bir toplumun öncüsü ve okulu halini alacaksa, bunun esasen atomize ve dar olmaması gerekir. Bilakis, bir şekilde, farklıkları bütünleştirmesi, onlarla başa çıkması ve bu şekilde kendini istikrarlı bir biçimde güçlendirmesi gerekmektedir.

Üzerinde uzlaşılmış dar bir talepler listesi çerçevesinde koalisyonlar yaratmak yerine, kapsayıcı bir hareketler hareketi, belki de buna devrimci bir blok diyebiliriz oluşturulduğunu düşünün. Bu, bütün örgütlerin, projelerin ve hareketlerin ve dahi bunların üyelerinin bir amalgamı olacak; hatta her biri yine geniş bir farklılıklar dizisi de içeren geniş bir değerler, öncelikler ve örgütlenme kuralları dizisi üzerinden harekete dahil olan bireysel üyelere de sahip olacaktır.

Bu yeni hareket yapısında, önderlik belli alanlarla doğrudan iştigal eden üyelerin odak noktalarıüzerinden belirlenecektir. Böylece, benim ülkem olan ABD’de, toplumsal cinsiyet meseleleri üzerine kadın hareketinden, ırk mevzuları üzerine siyah ve Latin hareketleri, barış meseleleri üzerine savaş karşıtı hareket, ekonomik meselelere ilişkin işçi ve tüketici hareketleri yer alacaktır. Bütün bir yapının, bileşenlerinin tamamının paylaştığı ortak önceliklerden küçük bir kısmı üzerinden belirlenmesi yerine, tıpkı bir toplumda olduğu gibi,bütüncül yapı, bütün bileşen grupların esas önceliklerinin, çelişkilerinin vs. toplamı olacaktır. Bu yeni hareket yapısı da embriyo halinde yeni bir toplum olacaktır. İçsel örgütlenmesi ve uygulamaları, muhtemelen peşinde olduğumuz yeni topluma dair özlemlerimizi yansıtacak; siyasi vizyonumuzun konsey örgütlenmesi, seçim süreçleri, iletişim araçları vs. biçimlerini de içerecektir.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.