Düşünce ve Kuram Dergisi

Dört Parça Kürdistan Bağlaşıklığı: Ulusal Kongre

Enes Piran

Evrenin oluşumundan günümüze kadar gelen süreç, bize devasa bir olgular dünyası sunmuştur. Çeşitli boyutlarda oluşum ve gelişim göstermiş olan olaylar zinciri, bağımlılık ve simbiyotik ilişkiler bağlamın da evrensel olgular olarak, canlılıklarını canlılarda var kılarak, AN’a taşımışlardır. Varoluşların bağımlılıkları ve bağlılıkları evrensel bir kategori gereğidir. Tüm canlı ve cansız oluşum ve yapılar, farklı özellikler ve özgünlüklerini korur;, bütünün bileşeni olarak, birbirleriyle bağlaşıklıkları varoluşsaldır.

Evren, doğa, toplum ve bireylerde gelişen her olgu ve oluşum, olumlu veya olumsuz yönde, kendi akışkanlığı ekseninde, değişim ve gelişim paralelliği içinde etkileme ve etkilenme formatındadır. Tüm özne ve nesneler evrenin bileşenleridir. Kendi başına, bütünden kopuk olmaları eşyanın tabiatına aykırıdır. “Değişmeyen tek şeyin değişim olması” tespiti, bu gerçekliğe anlam katmaktadır. Bu formülle her şeyin canlı oluşu ve canlılığı düşün değeri bulurken, simbiyotik ilişkiler mecrasında optimal denge de kurulmuş oluyor. Bu durum dış müdahalelerle suboptimal bir dengeye dönüştürülse de bunun kalıcılığı ve kabulü, oluşum ve işleyiş doğasına aykırıdır. Ancak iradi müdahalenin baskı gücü oranında farklı bir formata dönüşebilir.

Bu yöntemle olay ve oluşumlara yaklaşım gösterildiğinde, olguların sağlıklı analizi ve doğruya en yakın anlam çerçevesi açığa çıkacaktır. Kürdistan’ın yapay sınırlarla parçalanması, hem Kürt halkı hem de Kürdistani halkların, tüm yönleriyle bölündüğü anlamına gelmez. Çünkü varoluşlarının evrensel kuralı olan, toplumsal oluşum ve gelişim diyalektiği, çeşitli biçimlerde yavaşlatılsa da işleyişini engelleyip, durdurmak mümkün değildir. Ağırlaşabilir, hızı düşebilir, akışkanlığı sınırlanabilir. Fakat tamamen izole etmek, komple tecrit altına almak, parçayı bütünden soyutlamak, olası görünmüyor. Oluşum ilkesine, varoluş doğasına, toplumsal formatına aykırıdır. Zaman ve mekân mefhumunun inkârıdır. Çünkü “Tarih ve toplum canlı organizmalardır. Onları yanlış yorumlayanlara ve inkâr edenlere er veya geç ama mutlaka karşılığını verecek ve hak ettiği tokadı vuracaktır. Toplumsal proje ve programları soyut şemalara ve yanlış tarih görüşlerine dayandırmak, en acı sonuçlarını ‘reel sosyalizm’ vb. birçok toplumsal hareket ve devlet kurumlaşmasında göstermiştir. Temeli yanlış örülen, gereken düzeltmeyi yerinde ve zamanında yapmazsa, içeriğine göre bir yıkılışı yaşayacaktır. Hiçbir çağ çağımız kadar bu kuralın doğruluğunu yaşamamıştır.”[1] Kürt ve Kürdistan gerçekliği de bu doğrultunun dışında ele alınamaz. Bilimsel ve felsefi belirlemelerin dışında tutulamaz.

Dönemin hegemonik güçleriyle bölgenin sömürgeci devletleri, çeşitli zor araçları ve faşizan uygulamalarıyla toplumsal ve tarihsel akış diyalektiğine ters davranmakta ısrarlılar. Ancak bu yaklaşım, “korkunun ecele faydası yok” deyişinin, diyalektik tezahürü gibidir. Bağlılık ve bağımlılık, etkileme ve etkilenme süreci, evrensel ve toplumsal kurallarıyla işleyecektir. Eytişimsel akış zora ve yasaklara dayalı setlerle, bentlerle antlaşmalarla, kanunlarla kırımlarla faşist zihniyet ve yöntemlerle durdurulamaz. Kendi mecrasında akar.

 

Yanlış ve Yanılgıların Temeli

Uluslararası hegemonik güçlerin, sömürgeci devletlerin ve bölgesel-yerel egemen yapıların Kürt ve Kürdistan gerçekliğine yaklaşımları sorunludur. Felsefi temelli bilimsellikten uzak, çağ dışı kalmış ideolojik-stratejik çerçevelerle belirlenmiş uygulamalarla amaca ulaşma istemleri, yanlışlarla yüklüdür. Bir yandan işkence, ölüm ve sürgünlerle baskılayıp asimile etme, diğer yandan zamana yayarak yozlaştırıp, çürüterek teslim alma çabasını sürdürürken, öte yandan korku, panik ve saldırganlık içinde günü kurtarma pratiklerine yönelmiş ve yönelmektedirler. Özellikle Kürdistan’ın işgali ve paylaşımı çok yönlü ve çok amaçlı olduğundan, açık ve gizli, bilinen ve bilinmeyen birçok antlaşmalar ile stratejik-taktik ittifaklar ekseninde ele alınmış ve alınmaktadır. Bu durum Kürt ve Kürdistan olgusuna yaklaşımda ihanet ve işbirlikçi yapıları oluşturmada veya var olanları destekleyerek, büyütüp genel bir zihniyete ve yaşam tarzına dönüştürme de her türlü güç birliği ve iş bölümü yapmakta beis görmemeyi getirmiştir.

Bu açık işgal ve sömürü altında hem maskeli hem de çıplak zor araçları ve yöntemleri aleni olarak seferber edilerek katliam, göç, işkence, zindan ve çeşitli devşirme uygulamalarıyla karşı-karşıya kalan Kürt ve Kürdistani topluluklar fiziki ve ideolojik savunmalarını gerçekleştirmede, parçalı duruş içinde olmuşlar. Direniş, işbirliği, ihanet ve teslimiyet iç içe gelişmiştir. Çağı yakalayamama, ulusal gelişmelerin dışında kalma, körce bir bağnazlık içine girme, kurtuluşu salt dış güçlerde arama, çaresiz kalıp boyun eğme vb. anlamsızlıklar içinde debelenme, umut ve irade kırılmasını derinleştirmiştir.

Bu yıkım ve tahribatlarla birlikte çeşitli kesimlerin çözüm arayışları farklı boyutlarda sürmüştür. İlkel-milliyetçi, Reformist-liberal, dinsel-ümmetçi, reel-sosyalist vb. ideoloji ve politikalar ekseninde örgütlemelere gidilmiş. Ancak niyetler ve çabalar makul görülse de öngörülen ideolojiler ve mücadele yöntemleri yanlış ve yanılgılarla yüklüdür. Sonuç getirici ya da aydınlanmayı sağlayıcı etkileri açığa çıkaramamış. Uygarlığın kanserojen hastalığı olan milliyetçiliği aşamamışlar. Bilimsellik adına doğmalara ve tabulara saplanılmıştır.

Avrupa-aydınlanmacılığı ekseninden yola çıkarak realizmin ve pozitivizmin etrafında dolaşarak, oryantalizmin çemberine düşülmüş. Kapitalist Modernitenin batağında anlamsız çırpınmanın ötesine geçilememiş. Böylece olgunun sorunsallığı daha da derinleşmiş. Hâlbuki tarihsel-toplum diyalektiği içinde tanımlanamayacak bir olgu mevcut değildir. Geçmiş ve güncel gelişmelerin ışığında çözümlenemeyecek bir sorun yoktur. Tarih dersler ve ibretliklerle doludur. Aynı zamanda açmaz olarak görülen tüm sorunların köken izahı ve günümüze akış serüveni, en çarpıcı biçimde gözler önüne serilmektedir.

Burada asıl mesele zihniyet ve yöntem sorunudur. Sorgulamanın tarihsel, toplumsal ve düşün dünyası boyutuyla irdelenmesi gerekir. Özellikle olgunun ele alınış tarzı, doğruya doğru yol alma yöntemi önem arz etmektedir. Felsefi yaklaşımı esas bellemek önceliklidir. Çünkü felsefe ufkunun sonsuz oluşu, sorgulama karakterinin geniş çerçevesi, ele alınan olguyu evrensel ve tikel bağlamda özgünlükleri ve özellikleri içinde izah etmesini mümkün kılmaktadır. Ancak felsefenin açılımları, bilimin deney ve gözlemleriyle bilgi ve ahlakıyla bütünlük içinde işletildiğinde anlam bulacaktır. Bilimsel yöntemlerden kopuk, ideolojilerden uzak düşen “Felsefi ve teorik varsayımlar ise, somutu tam yakalayamadığından, dogmatizme kaymaktan tutun da bazı kavramlara takılmaya kadar, soyutluğa düşmekten kurtulamazlar. Dolayısıyla en bilimsel temele dayalı ideolojik perspektifler, bilimsel gözlem ve deneyim, olgu hakkındaki bilgi için önem taşımaktadır. Genel kabul görecek bir tanımlama ancak gözlem ve deneyimin sonuçları teorik yaklaşımla da desteklenince gerçekleşir.” [2]

Özellikle belirtilmesi gereken husus ise, mutlak ve kesin bilgiden söz etmek, bilim ahlakına ve bilimin kendi akışına, ilkelerine ve kuralına ters bir durumu ifade eder. Çünkü bilgi görelilik içerir. İzafi karaktere sahiptir. Sürekli akışkan haldedir. Gelişimi süreğendir. Böylece de anlam gücünü zenginleştirir. Statik, değişmeyen bir bilgiden bahsetmek yerine, felsefeyle beslenen bilimsellik ekseninde değerlendirme ve yorum gücü artan, zengin tespitlere ulaşan, farklı saptamalara yer veren, izah boyutlarını genişleten olarak belirlemek, daha reel bir tanım olacaktır.

Tüm bunların dışında salt felsefi yaklaşımla olguları irdelemeye kalkışmak, sapmalar yumağına dönmeyi getirir. Milliyetçilik ve nihilizmin dipsiz kuyusuna yuvarlanmayı kaçınılmaz kılar. Reel sosyalist yaklaşımları da buna ekleyerek, beş bin yıllık uygarlık dogmatizmine gömüldüklerini rahatlıkla belirtebiliriz. Bu anlayış ve yaklaşımların Kürt ve Kürdistani toplumlara kazandıracağı hiçbir şey olmadığı gibi, üstelik olguyu cendereye almaktır. Bu da tahribat üstüne tahribatın gelişmesini sağlayacaktır. Çünkü “Dogmatizm, tarih boyunca tehlikeli bir mecraya girince en tahripkâr sonuçlara yol açmıştır. Bunun geleceğe yönelik yüzü olan ütopiklik de bilimsellikle bağını koparınca, aynı tehlikeli sonuçları doğurabilmektedir. Bilimsel yaklaşım bu yönde sorunların temelindeki olguları tanımladıkça, daha gerçekçi politika ve eylemlere de yol açarak başarılı çözümleri mümkün kılmaktadır.”[3] Ancak İdeolojiler kalıplara ve tabulara sığdırılıp, yaşama sunulunca yapılacak olan yorumlarda doğmaların ötesine geçemez olur. Kutsamalar, kutsallıklar birbirini tetikler. Dokunulmazlıklar ardı ardına sıralanır. Her kesim egemen sömürücü sınıfın çıkarlarına koşturulmuş olur. Kürdistan özgülünde de hem sömürgeci yapılar ve oluşumlar içinde hem de sömürgeleştirilen parçalar toplamında yapılan ve uygulanan ulus-devlet milliyetçiliğine kaymadır. Bu durum ne Kürt ve Kürdistan’i halkların ne de sömürgeci-devletin egemenliğinde ve sömürüsünde inleyen halkların çıkarınadır. Sadece ve yalnızca özgürlükleri kafesleyen, demokrasiye kilit vuran, insan haklarını askıya alan ve evrensel hukuku tanımayan, ceberut ulus-devlet sömürgeciliğine hizmet eder.

“Hakikat karşısında susan dilsiz şeytandır” diyen Hz. Muhammed’in bu tespiti, Kürt halkının yaşadığı gerçeklik karşısında günümüz dünyasını yalın bir şekilde tanımlamaktadır. Çünkü uygulanan katliamlar, gerçekleşen kırımlar, yapılan yıkımlar karşısında hem uluslararası güçler ile bölge devletleri hem de kimi uluslararası insani ve hukuki kurumlar ile bazı aydın, akademisyen, siyasetçi ve basın-yayın kuruluşlarıyla birlikte, işbirlikçi yapılar ile çıkar odakları sessiz ve suskun kalmayı vazife bilirler. Menfaatlerine helal gelmesin diye sömürgeci ulus-devletlerin her türlü çıplak sömürü ve talanlarını, bin bir çeşit asimilasyon yöntemlerini, zor ve baskılamalarını görmezden gelmeyi marifet sayarlar. Kürt ve Kürdistan’i halkların kıstırıldıkları kapan içinde yaşadığı trajedileri, reel-politik menfaatleri uğruna, üç maymunları oynarlar. Aslında Kürdistan’da ki hayat karşısında dünyanın içine girdiği tutum, öğreticidir. Sorunsal olgunun kapsam alanını ve derinliğini anlamada kavratıcıdır. Özellikle çağın vicdanını gösteren turnusol kâğıdı işlevini görmektedir.

 

Kürt Bağlaşıklığı ve Beslendiği Damar

Mezolitik ve neolitik kültürün yaratıcısı olan kadim Kürt halkının içinde bulunduğu yaşam girdabı, adeta ölümcül bir hayatın serüvenidir. Ancak köklerinin on binlerce yılı aşan tarihselliği, yaşadığı kültür-devrimleri zinciri ve toplumsal-evrim süreci varlığını bu günlere taşımasını sağlamıştır. Üretilen, keşfedilen ve icat edilen toplumsal-kültür değerleri adeta beslendiği, soluk alıp-verdiği can-damarları olmuştur. Aynı zaman da tarihsel-toplumsal diyalektiğin kesintisiz işlemesinde azımsanmayacak bir süreğenlik içinde geçmişten günümüze akmaya devam eden hayat kanalı işlevi görmüştür.

Bir toplum ideolojik parçalanmayı yaşayabilir. Çağların gerisinde seyredebilir. Zamanın modernitesini tanımamış olabilir. Dönemin teknik yeniliklerini yakalayamamış, felsefi ve bilimsel gelişmelere uzak düşmüş olabilir. Hatta politik geriliği bile yaşamına yön verebilir. Ancak “Siyasal yönden gelişmemiş olmak, kültürel anlamda da gelişmemek demek değildir.” Çünkü “Kültürel tarih, en kapsamlı tarih anlamına gelmektedir. İdealist ve tek boyutlu yaklaşımlar, olgusal düzeyde olduğu kadar tarih konusunda da Kürtler konusunda büyük yanlışlıklara yol açmıştır. Bilimsel bir tarih yaklaşımı, Kürtlerin genel özellikleri kadar kendi özgünlükleri içinde de son derece renkli, çarpıcı bir tarihe sahip olduğunu gösterecektir.”[4] Bu tarihsel-toplumsal özellikler ve özgünlükler kültürel değerler bağlamında Kürt ve Kürdistan diyalektiğinin işleyişine yön vermektedir. Tüm parçalığa ve düşürülüşe rağmen, nefes damarları dediğimiz işlevi yerine getirmektedir. Bu görev bağlamında vurgulanması gereken hayati bir konu ise, Kürt ve Kürdistan halkının bağrında canlılığını yitirmemiş olan özgürlük parıltısı ve özlemidir. Bu eğilimin kökleri ve günümüze kadar uzanan kılcal damarların beslenme kaynağı, neolitik dönemin kabile sosyolojisine ve bunun eşitlikçi ve özgürlükçü kimliğine, kolektif ve komünal yaşam tarzına uzanmaktadır. Özgün diyalektik işleyişi de bu değerlere ve hayat normlarına dayanmaktadır. Bu da kendini bağlaşıklık ilkesi olarak işletmektedir.

Kürdistan ve Kürt Halkı bir bütündür. Dönemin uluslararası merkezi hegemonik güçlerin projeleri ve bölge ulus-devletlerin jandarma-sömürgeciliği doğrultusunda yapılan antlaşmalar sonucu, dört parçaya bölünmüştür. Parçalanmayı çeşitli asimilasyon ve inkâr yöntemleriyle eritip, yok oluşa götürmeyi hedeflemişlerdir. Bunun için de kirli, kanlı, acılı ve insanlık dışı, iğrenç uygulamaları pervasızca hayata sürerler. Ancak bütün bu anlamsız ve ölümlü çabalara rağmen, Kürt toplumuna ait kültürel yaratımların değer derinliği, parçalar arasındaki diyalektik işleyişi ve bağlaşık akışı, engelleyememiştir.

Kürdistan’ın mevcut durumu fizik bilimindeki birleşik kaplar misali gibidir. Kaplar alttan borularla birbirine bağlıdır. Birine bırakacağınız su, dipten bağlantılı borular yoluyla akarak, tüm kaplara eşit oranda dağılır. Bu yönteme birleşik kaplar formülü denilir. Kürdistan ve Kürt halkı gerçekliği de bu temeldedir. Parçanın birinde gerçekleşen gelişme ister olumlu ister olumsuz içerikte olsun, diğer parçaları da gücü, etkisi ve çekiciliği oranda az veya çok, etkileyecektir. Bu diyalektik bir işleyiştir. Parçalar arasında kurulan bağlaşıklık kesintiye uğratılamaz. Çünkü parçalar bütünün bileşenleridir.

 

Birincisi; Stratejik, politik ve diplomatik alanlarda yoğunca kullanılır. Müttefik ya da itilaf demektir. Aralarında anlaşma veya sözleşme yapılmış olanları tanımlar. Bunlar kişi, grup, sınıf, topluluk, devlet ya da parti, sendika, federasyon, konfederasyon vb. yapı ve oluşumları kapsar.

İkincisi; Aynı nedenler, koşullar ve şartlar içinde bulunanlar ile aynı neticeleri yaşayan ya da aynı sonuçlar içinde bulunanların birbiriyle sıkı sıkıya bağlı ve karşılıklı bağımlı olan olguları ifade eder. Bunlar nesne, terim, yapı, oluşum, kurum, kuruluş, kişi, grup, sınıf, toplum vb. olgular olabilirler.

Konumuz bağlamında ikinci tanım önem kazanmaktadır. Bu da kendi içinde iki boyutlu işlev görür.

a- Aynı Nedenler İçindeki İşlevi;

Kürdistan’ın dört parçaya bölünerek sömürgeleştirilmiş hali, Kürt halkının da dört parçaya ayrılmasını getirmiştir. Ancak aynı toplum sosyolojisi ve kültürü içinde binlerce yıllık tarihselliği, bu zora dayalı yapay parçalanmanın derinlik ve somutluk kazanmasına izin vermemiştir. Tarihsel-kültür yapılanması, suni sınırları ve engellemeleri aşarak, bağlaşıklığın gereği olan akışkanlığı sürdürmüştür. Bağlılık ve bağımlılıkları kesintiye uğratılamamıştır. Bir parçadaki gelişme olumlu ve olumsuzluğuyla az veya çok diğer parçalara da sirayet etmiştir.

Bu bağlaşıklık yukarıda da belirttiğimiz gibi, fizikteki birleşik kapların işlevine yakın bir rol oynamıştır. Siyasal, sosyal ve kültürel manada elektriklenme-dalgası diyebileceğimiz bu olay, Kürt halkının tarihsel-kültür değerlerinin kapsamı, derinliği ve zaman süresinin uzunluğuyla oldukça bağlantılıdır. Tarihsel-kültür değerlerinin yaratıcısı, mucidi ve kâşifi olması ve bu yaratımları on binlerce yıllık bir zaman dilimince yaşaması, bu değerlerle bütünleşerek, muhafazakâr bir tutum sergilemesini getirmiştir. Bu özgünlük ve özellikler kendi içinde aynı sebepler bütünlüğünde bağlaşık bir durumun akışkanlığını ve işlevini oluşturmuş.

b- Yükümlülüğün Getirdiği Yüklem İşlevi;

Bağlaşıklığın sürekliliği yükümlülükler getirir. Bu yükümlülüklerin taşıdığı yüklemler vardır. Bağlaşıklık süreğenleşince yüklemleri ifa etme yükümlülüğü de açığa çıkar. Bu durum hem doğal sorumluluğun gereği hem de ideolojik, stratejik ve politik hedeflerin sorumluluk talebi olarak gelişir. Bağlaşıklığın akışı bu durumu tetikler. Tüm engelleme, yavaşlatma ve geriletme hamlelerine karşı yine de ilerleme kaydeder. Her iki türdeki sorumluluklar düşünce ve duyguda birleşince, bir görev olarak yüklemin ifası gerçekleşir. Bu kez bağlaşıklık daha da hızlanarak akışkanlığını ve işlevini yeni gelişmeler ekseninde sürdürür.

Bu doğrultuda parçalanmış Kürt halkı ve Kürdistan coğrafyası, bağlaşık konumunun getirdiği, yükümlülüğün yüklemini ifa etme gereği ve birleşik gelişim kuralının bir sonucu olarak özgünlük ve farklılıklar temelinde güç birliği yaparak, Demokratik Ulusal Kongreyi gerçekleştirmesi gibi, tarihsel, toplumsal ve hayati bir görevle karşı karşıyadır.

 

Yüklemin İfası; Ulusal Kongre

Mevcut durumun güncelleşmiş görev ve sorumluluğu ise, Kürt halkının politik ve stratejik birliğini oluşturacak, irade ve karar gücü haline gelmesini sağlayacak, Ulusal Kongreyi gerçekleştirmektir. Bu tarihi görevin ifası, Kürt ve Kürdistani halklara bu güne kadar reva görülen tüm olumsuz ve uğursuz yönelimlere dur demesidir. Demokratik Ulusal Kongre, Kürt ve Kürdistani halkların demokratik ölçülerde farklılıkları, özgünlükleri ve özerklikleri temelinde birlik ve bütünlüklerinin oluşumudur. Gerçekleşecek olan Ulusal Kongreyle uluslararası merkezi hegemonik yapı ile jandarma-sömürgeciliği ve yerel işbirlikçi-ihanet şebekelerinin ortaklaşmaları son bulacak. Ya da tamiri imkânsız bir darbe yemiş olacaklardır. Bölgenin kadim halkı ve halkları üzerine planlanmış gizli ve kirli senaryolar boşa çıkarılarak, anlamsızlaşacaktır.

Zaten Kürdistan ve Kürt halkının bölünüp parçalanması, doğal ve toplumsal değildir. Kendi tarihsel akışı çerçevesinde olmamıştır. Evrimsel özelliklere uygunluk içinde gerçekleşmemiştir. Sosyolojik temelde siyasi bölünmeye uğramamıştır. Tarihsel kültür bütünlüğü ve derinliği canlıdır. Bu belirlemeler ekseninde toplumsal bir talep, irade ve karar sonucu bölünme yaşanmamıştır. Dışta, uluslararası merkezi hegemonik güçler ile bölge ulus-devletlerinin anlaşmaları ve içte oluşturulan işbirlikçi-ihanet şebekelerinin ittifakıyla gerçekleşmiştir. Bu realite doğrultusunda parçalanma içsel değil, zora ve zorbalığa dayalı dışsaldır. Askeri ve siyasi temelde bir işgaldir. Parçalanmanın ve işgalin hem biçimi hem de özü, uluslararası sömürgeleştirmedir. Hatta bu güne kadar bilinen ve uygulanan sömürge statülerinde bile değildir. Özgün bir sömürgeleştirmedir. Statüsüz tutularak bitirmeye, tüketmeye ve yok etmeye yöneliktir. Jandarma-sömürgeciliği genel ve özel çıkarlar bağlamında inkâr, imha ve asimilasyon odaklıdır.

Bu temel riskler görülerek, yükümlülük bilinciyle yaşamsal boyutuyla hareket edip, Demokratik Ulusal Kongrenin gelinen aşama itibariyle Kürt ve Kürdistan için, nasıl hayati bir önem taşıdığı yaklaşımı içinde ele almak gerekir. Ağırlığını, önemini ve gerekliliğini sürekli akılda tutmak, sorumluluğunu hissetmek, temel görev olarak bellemek ve bu yaklaşımla Kongrenin gerçekleşmesi faaliyetine katılmak, çalışmalara anlam kazandıracak, netice verici olacaktır. Temel ilkeler doğrultusunda ortaklaşarak Kongreye gitmek, oluşumun kalıcılaşmasını, etkin ve etkili olmasını sağlayacak. Nitelikli kararlara ulaşmasını, faal etkinlik yürütmesini getirecektir. Güçlü ve sonuç alıcı bir diplomasi çalışması yürüterek, dost ve müttefik güçlerin oluşmasını gerçekleştirebilecektir.

Kimi temel ilkelere yer vermede fayda var: Demokrasiyi tüm faaliyet ve kararların, oluşum ve yapıların, katılım ve ilişkilenmelerin tartışılmaz ve vaz geçilmez, temel aktif ilkesi olarak belirlemek. Yaşam alanlarının tümünde çalışmaların ve kararların bütününde ahlaki ve vicdani ölçüleri esas almak. Bu esaslar üzerinden demokratik ulus şekillenmesi sağlamak. Ayrıca Anayasaların ve yasaların demokratik özellik ve karakterde olması, tüm sorunların çözümü, demokratik esaslarda ele alınması ilke olmalıdır. Kürdistan’ın tüm parçalarında ortak vatan anlayışını esas belirlerken, kabulünü ve benimsenmesini de sağlamak. Kongre bileşenlerinin ideolojik bağımsızlığını esas alırken, bireysel, kolektif haklar ile özgürlüğü ilke bellemek. Kürt halkı ve Kürdistan ile Kongrenin varlığını sağlayacak yaşam güvencesi olan özsavunma ilkesi aslında temel bir ilkedir.

Demokratik Ulusal Kongre çalışmaları çok yönlü ele alınarak sürdürülmelidir. Siyasi boyutundan tutalım, güvenlik, ekonomik ve diplomatik boyutlara kadar uzanacak bir faaliyetler alanıdır. Yine Kongrenin amaçları, hedefleri, stratejisi, politikaları, kapsam alanı, bileşenleri, ittifakları temel ve tali güçleri, esas işlevi, güncel ve gelecek görevleri vb. konular insani ölçüler ve toplumsal çıkarlar temelinde belirlenmelidir. Demokratik Ulusal Kongre her ne kadar Kürt halkının birliği ve iradesi olarak öngörülse de Kürdistani bir Kongre olduğu genel bir ilke olarak esas alınmalıdır.

 

Tarihin Çağrısına Cevap Olmak

Bölgenin bugün içinde bulunduğu durum, kendisiyle birlikte büyük değişimler yaratıyor. Hem Kürt halkının elde ettiği kazanımların korunup risklerin, tehditlerin ve saldırıların bertaraf edilmesi hem de Kürt halkının birliğinin ve beraberliğinin sağlanması Demokratik Ulusal Kongrenin gerçekleştirilmesini gerekli kılıyor. Çünkü tüm dünyanın gözü önünde parçalanmış Kürdistan’ın her yerinde Kürtler işkence, ölüm ve zorbalık altındadır. Jandarma-sömürgeciliğinin sömürüsü, saldırısı ve baskısı her gün katlanarak sürmektedir. Tarihsel ve güncel sebepler Ulusal Kongrenin gerçekleştirilmesini her dönemden daha fazla acil kılmaktadır. Adeta dinlerde söz konusu edilen ‘kıyamet zamanı’dır. Her Kürde ve Kürdistanlıya her zamandan daha fazla hayati yükümlülük ve yüklemler yüklemiştir.

Ulusal Kongrenin bugüne kadar da gerçekleştirilememesi kimi iç ve dış odakların olumsuz rol oynadıkları bilinmektedir. Bazı direkt etkenler ile dolaylı nedenler de mevcuttur. Bunların büyük bir kısmı, bölgedeki devletlerden kaynağını almaktadır. Aleni olarak bölge devletleri, Kürt ulusal kongresinin gerçekleştirilmesini kendi çıkarlarına aykırı görmektedirler. Yine ayrıca mevcut siyasi rekabet ortamı da Ulusal Kongrenin gerçekleştirilememesi hususunda azımsanmayacak bir etken olmaktadır. Ne yazık ki, particilik temelinde düşünüldüğü kadar, ulusallık temelinde düşünülemiyor. Parti, aile ve kişisel çıkarlar, ulusal çıkarların önüne konuluyor.

Ayrıca Kürdistan’daki bazı taraflar, özellikle KDP ve uzantıları Ulusal Kongrenin gerçekleşmesi için hazır olmadıklarını ya da oyalama taktikleriyle zamana yayarak, erteleme girişimleriyle Ulusal Kongrenin gerçekleşmesini istememektedir. Çünkü bu partiler, yeminli Kürt düşmanı, sömürgeci devletlerle özellikle de AKP ve DAİŞ çeteleriyle aleni olarak ilişkililer. Ve bunların amaç, strateji, politika ve senaryolarına göre hareket ederek, tutum belirlemektedirler.

Ancak hiçbir parti, örgüt, oluşum, kurum, kuruluş ve şahsiyet kendini Ulusal Kongre önünde engelleyici bir güç olarak görmemeli ve göstermemelidir. Çünkü işgalciler kesinlikle Kürt Ulusal Kongresi’ne karşıdırlar. İhanet ve işbirlikçi odaklara karşıda çok boyutlu ve aktif mücadele içinde olmak, bunu dışındaki her türlü provokasyon ve kışkırtmalar karşısında duyarlı ve tedbirli hareket ederek, geçmişte yaşanmış olan çeşitli oyunların ve planları sonucu olan brakuji’lerin tekrarına gelmemek. Buna karşı çıkarak, engel olmak. Kürdistan’ın tüm parçalarında yaşanan krizlerin aşılmasında Ulusal Kongrenin gerçekleşmesinin oynayacağı rolün bilinciyle hareket ederek, seferberlik ruhuyla çalışma yürütmek.

Özellikle Kürdistanlı aydınlar, yazarlar ve sanatçılar toplumsal tarihin çığlıklarına kulak vermeliler. İnsanlığın kendilerine verdiği önemin ve biçtiği misyonun bilinci ve sorumluluğuyla hareket ederek rollerini oynamalılar. Tarih ve toplum karşısında ahlaki ve vicdani yükümlülüklerini ifa etmeliler. Sanat, gerçeğe ayna tutmadır. Yanlışa, kötüye ve çirkine karşı tutum belirlemedir. Doğru, iyi ve güzel olana giden yolu göstermedir. Uygarlığın beş bin yıllık sömürü, saldırı, talan ve tecavüzlerine rağmen, toplumların bu günlere kimi değerleriyle gelebilmelerinde sanatın önemi ve rolü yadsınamaz. Özellikle günümüzde küresel sermayenin ve merkezi iktidar güçlerinin elinde tekelleştirilen sanat, toplumların özünü yitirerek kendi hakikatlerine yabancılaşmalarının aracı ve metası haline getirilmiştir.

Aydınlar, yazarlar ve sanatçılar toplumların vicdanıdır. Geçmişten günümüze dünyanın her yerinde demokrasi, özgürlük, hümanizm ve evrensel hukuk mücadelelerinin ön saflarında yer almışlar. Aydınlar düşünceleriyle yazarlar kalemleriyle sanatçılar sanatlarıyla toplumlarını bilgilendirip bilinçlendirerek, örgütleyip eylemsel kılarak, ruhlarına ve yüreklerine hitap ederek yeni yaşamın dokusu, imgesi ve örgüsü olmuşlardır.

Üzüntüyle belirtmek gerekir ki, maalesef bugün bazı partilerin düşünce ve zihniyetleri bölge devletlerinin hâkimiyetindedir. Tutumları ve politikaları da bu devletlerin çıkarları doğrultusunda belirlenerek yürütülmektedir. Bu durumda söz konusu devletler, kendi amaç ve hedeflerine ulaşmak için, Ulusal Kongrenin gerçekleştirilmesine dönük, ciddi adımların atılmasına ve girişimlerde bulunulmasına engel olmaktadırlar. Çağın akış sürecini görme, tarihin haykırışını duyma zamanıdır. Çünkü dış güçler, jandarma-sömürgeciliği ve işbirlikçi ihanet şebekeleri çıkar birliği içinde uğursuz senaryolar eşliğinde Kürt halkının kader çanlarını çalmaya çalışıyorlar. Bu atmosfer her zamandan ve her şeyden daha fazla, Kürt Ulusal Kongresini elzem kılmaktadır. Gerçekleşecek olan Kongre sadece Kürt Halkı’nın sorunlarını çözmeyle yetinmeyecek. Ortadoğu halklarının içinde bulunduğu sarmal krizlere ve döngüsel açmazlara da öncülük edebilecektir.

 

 

 

[1] Abdullah ÖCALAN; AİHM Savunması C. 1…
[2] Abdullah ÖCALAN, AİHM Savunması C. 2…
[3] Abdullah ÖCALAN, AİHM Savunması C. 2…
[4] Abdullah ÖCALAN, AİHM Savunması C. 2…

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.