Düşünce ve Kuram Dergisi

Ekokentler ve Özyönetim

Yurdagül Emek

Zaman ve mekânı bilmek; yaşamı bilmek, tarihselleştirmek ve toplumsal kılmaktır. Tarihsel süreçten kopuk her kavram, kuram ve kurum eğreti kalmaya mahkûmdur, yapaydır. O yüzden tarihi iyi bilmek ve geleceği tarihsel köklere dayalı yaratmak toplumsal sistemler açısından hayatidir. Devletli toplumla düşünmeye, yaşamaya alışmış, zihniyet kalıplarını oluşturmuş insan ve toplum olmaktan çıkmak, her zaman ve mekânda büyük bedelleri gerektirdi, gerektirmeye de devam ediyor. Oysa binlerce yıllık toplumsallık ve özgürlük tarihini bilmek ve yaşamı buna göre örgütlemek, demokratik uygarlık tarihinin izinde, yaşayanı ve yaşatanı olmak anlamına gelir.

Zamanı ve mekânı özgürleştirmek, özgür insan ve toplumla mümkündür. Bunun dışındaki bütün arayışlar devletli sistem verileri ve yaratımlarını aşmayacak, iyileştiren bir rol oynayacaktır. Binlerce yıllık yabancılaştırma ile; insanın insana, insanın doğaya, kadının erkeğe, bireyin topluma biçiminde sıralayacağımız zincirin kopan halkaları tek tek oluşturulmayınca ne özgür insan, ne özgür toplum ve ne de ekolojik sürdürülebilirlik mümkündür. Doğal toplum ve yaşam, insanın-doğanın en güzel bütünleyeni olmakla sürdürüldü. Bu bütünlük parçalandığında, bugün bütün sonuçlarıyla uğraştığımız kent-sınıfdevlet üçlüsü ortaya çıktı. Bu üçlünün insan ve doğal yaşamda yarattığı yıkım tam anlaşılmadan ve yerine konulacak alternatifler özgürlük tutkunu zihinlerce üretilmeden, yerleşik yaşam alanları özgür olmayacak, doğal ve toplumsal dengeyi yaratamayacaktır. Yıkım ve yok etme süreklileşen bir tarihsel zorunlulukmuş gibi insanlığa dayatılmaya devam edecektir.

Özgürleştiren doğadan öğrenen insan zekâsı, hiçbir gücün yıkamayacağı bir üretkenlikle varlığını sürdürmeye devam ediyor. Binlerce yılın sömürü ve zulmü duygusal zekâyı öldüremedi, kadındaki toplumsal direngenliği bitiremedi. Yine kentli yaşamın üzerinde yükseldiği analitik zekânın toplumsal özgürlükten kaynağını alan özü yok edilemedi. Özgür ve doğal yaşamın üzerinde sürdürüldüğü topraklar, ulus devletle milyonların yığıldığı “vatan”da kanserleşen bir kentleşmeye dönüşerek insanı, toplumu ve doğayı bitirme noktasına getirse de, doğal toplum ve özgür yaşam arayışı yok edilemedi. Çalışmanın özgürleştiriciliğinden uzaklaştırarak üretime yabancılaştıran bu mekânlar, milyonlarca işsiz ve yoksulun nefesini tüketirken, toplumsal değer yaratımını kente sıkıştırdı.

Doğa-kır-kent bağını kopararak, toplumsuzlaştıran, doğasızlaştıran uygarlık sistemi dün olduğu gibi bugün de sorgulanıyor ve yeni yaşam mekânlarını yaratma mücadelesi dünyanın dört bir yanında verilmeye devam ediyor.

Bu mücadelenin özü, kendi zamanını ve mekânını yaratma mücadelesidir. Bu yüzden tarihsel kimlik, kültür ve özgür zihniyet, bu mücadelenin temelini oluşturmak zorundadır. Köleliği ve egemenliği üreten zamana ve mekâna “dur” demek, öz bilince, toplumsallığa, tarıma ve toprağa dayalı yaşama zemin yaratmak tüm arayışların özünü oluşturuyor. Ekolojik toplum, özgürleştiren doğa ve toplumsal ilişkiler bütünüdür. Özgürlüğe ket vuran, ideolojik ve sistemsel yapılanmaları reddeden, toplumsal özgürlüğe hizmet edecek devrimsel yaratımları süreklileştiren toplumdur. Toplumsal bir zamana ve mekâna kavuşan; bunun ekolojik zihniyet ve dünyasının zenginliği ve renkliliğinin büyülü çekiciliğinde ruhsal ve düşünsel güzelliğe, iyiye, doğruya dair ne varsa yaşamsallaştırmanın hummalı mücadelesinde kendini yeniden yaratan toplumdur. Bu toplumda; kadının üreten, toplumsallaştıran çekiciliği, gençliğin ruh ve dinamizm katan, yaratıcı gelişimi, yaşlıların bilgeliğiyle anlam kazanan özüyle, hiyerarşik tüm zihniyet kalıplarına karşı mücadelede kendini yeniden üretme esastır.

Farklılıkların zenginliğine dayanan bir çoğullaşma mekânında yaşamak, bir gurur ve onur kaynağı, bir varlıklaşma ve özgürleşme biçimi, özgür bir tercih anlamına gelir. Halkların ve kadının zamanınımekânını yaratmak, toplumsallaşma ve demokratikleşmede alınan yola bağlıdır. Böyle bir toplumsallaşma içinde keşfedilemeyecek bir yetenek, özgürleştiremeyecek bir arayış yoktur. Bu doğal toplum özleminin güncelleşmesi ve daha ileri bir düzeyde gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. Ekolojik toplum, ekolojik yaşam, ekolojik köy-kent dediğimiz olgunun kendisi de budur. İnsanlığın binlerce yıllık özlemlerinin gerçekleşme biçimidir.

Aranan ve gerçekleştirilmek istenen; kendi olmanın, kendi kalmanın ve farklılığın özgürleştirici seçeneklerini çoğaltan tarım-köy devrimi, toplumsallığın mekânlarını yeniden yaratmanın adıdır. İnsanı bütün farklılıklarıyla, doğayı bütün çeşitliliğiyle özne kılan, doğayı ve toprağı bir ana kucaklayıcılığı ve öğreticiliğinde sahiplenen çocuksu özlemlerle yeniden büyümenin bütün kirlerinden arınarak kendini yaratan insanın varlıklaşma biçimidir. Komün, aryenik dillerde kom’dan türeyen bir ortak tanım etrafında şekillenen, özü topluluk ekonomisine dayanan, toplumsal olarak beslenme, kendini koruma ve soyunu sürdürmeyi de içeren bir öz örgütlenme biçimidir. Bu toplumsallık etrafında basit veya giderek karmaşıklaşan insan ve toplum ilişkilerini örgütleyebilen, kendine yetebilen ve varlığını sürdüren bir özyönetim biçimidir. Doğal toplum olarak milyonlarca yıl toplumsal tarihe damgasını vurmasına rağmen erkek egemen tarih yazımıyla birlikte tarihi devletli sistemle başlatan bir tarihsel çarpıtma zihinlerde büyük hasara yol açtı.

Topluma ait olan kom, komün, beled gibi yönetim ve özgürlük mekânları ele geçirilerek, toplum karşıtı devletli örgütlenmenin yerlerine çevrildi.

Uygarlık tarihi toplumsal yetenek ve gücü ele geçirme tarihi olarak yazılır. Bu tarihsel süreç, giderek merkezileşen ve bu merkezler etrafında sınıf ve kentleşmeyi büyütürken, kom ve komünal yaşamı sürdüren doğal toplumlar bu merkezlerden kaçarak kendini korur. Bu merkezlerden yükselen yabancılaşma, toplumsal yıkım ve doğayı vahşice katletmeyi içine sindiremez, göçebe bir kimlik edinerek ondan uzak durur. Öykünen, benzeşen yanları bir lanetleme tarihi olarak toplumsal bellekte yerini korur. Bugün devletli sistem, ağırlaşan ulus devlet sorunlarını ya da aşırı tekçi ve merkeziyetçi sistemin ekonomik ve toplumsal krizini aşmak, ömrünü uzatmak için bazı iyileştirmelere giderek yerel yönetimlere kimi haklar, özerklik tanıyan uygulamaları geliştirerek merkezin yükünü hafifletmeyi amaçlamaktadır. Yine devletli sistem içinde STÖ ler ya da kooperatif, sendika, hatta adına sosyalist denilen güya toplumcu-muhalif yapılar oluşturularak, halkları sisteme bağlamanın biçimleri geliştiriliyor. Bu şekilde radikal demokrasi mücadelesiyle toplumun devlet dışı örgütlenme eğiliminin önü alınmaya çalışılıyor. Önemli toplumsal çalışmalar bu biçimiyle geliştirilse de eklektik ve yapay kalabiliyor, toplumu güçlendirmek yerine devleti güçlendiren bir rol oynuyor. Kendini yöneten toplum yerine devletin idare ettiği ve yön verdiği bir toplum olmaktan kurtulma gerçekleşmiyor. Doğal toplum, özü güçlü olan ve yüzlerce yıllık kapitalist modernitenin teslim alamadığı özgürlük ruhu bu mekanizmalar içinde tutulmaya ve oyalanmaya çalışılıyor, hapsedilmek isteniyor.

Toplumsal özgürlük mücadelelerinin uzak ve yakın tarihi özgür yaşam mekânlarının oluşturulması konusunda önemli deneyimlere sahiptir. Toplumsal yaşamın bütün olduğu, parçalara ayrılarak yönetilemeyeceği, yönetsel bir bütünlüğün olduğunu ve toplumun bütün işleriyle ilgili olduğunu ortaya koymaktadır. Sosyalizm mücadelelerinde ilham kaynağı olarak yakın tarihte örnek gösterilen Paris Komünü böyle bir örnektir. Öz savunmasından ekonomisine, diplomasisinden toplumsal yaşamı yerinden örgütleme planlama ve uygulamalarına baktığımızda bu bütünlüğü görürüz. Belki ömrü çok uzun olmadı, ama ulus devletin kendini örgütleyerek alternatif olarak sunmak istediği bir zamanda, Paris mekânında, halkların özyönetimlerini kolay kolay devletçi sisteme teslim etmediklerini ve hiçbir zaman da etmeyeceklerini gösteren önemli bir deneyimdir. Marx’ın tahlil ettiği gibi devletleşme perspektifinin zayıf olmasından değil de koşulları daha iyi hazırlanarak geliştirilmiş bir toplumsal örgütlenme düzeyinin zayıf olmasından dolayı yenilgiye uğradığını belirtmek daha doğru olacaktır. İktidarı ele geçirme perspektifi yerine, toplumsal örgütlülüğü geliştirme ve özyönetimi derinleştirme amacı daha kutsal, kalıcı ve tarihsel önemdedir.

Özgürlük mücadelelerinde önemli sonuçlar elde edilerek adına belediye veya yerel yönetim denilen yapılanmaları kazanma durumları olmuştur. Toplumsal yaşamın her alanıyla ilgili bu zeminleri devletin yereldeki uzantısı olmaktan çıkararak halk yönetimini geliştirme mücadelesi verilmiştir. Toplumsal inşa çalışmalarında belediye ve yerel yönetimlerin yeri ne olacak veya demokratik özerkliğin inşa alanlarında nereye konulacak? Yerel yönetimler devleti demokrasiye duyarlı kılma mücadelesinin önemli mekânlarıdır. Bu duyarlılık da ekonomiden, sağlığa, eğitimden spora, kültüre, kadın ve gençlik çalışmalarına kadar her alanda öz örgütlülüğünü geliştirme, bütün bu çalışmaları toplumun kendi işi haline getirme ile gerçekleşir. Burada devleti küçültme, toplumsal alanları örgütleyerek demokrasiyi geliştirme, bunun mekanizmalarını oluşturma öncelikli çalışmalardır. Bu çalışmalar da köy komünlerinden başlayıp sokak, mahalle, kent ve il meclislerinin örgütlenmesi ile kendi toplumsal çalışmalarını yürüten bir öz bilinç ve öz örgütlülük düzeyini geliştirme ile gerçekleştirilebilir.

Devleti küçültme mücadelesinde yerel yönetimler, meclis ve komünlere bağlı bir kurumsal kimlik ve demokratikleşme çalışmasıyken, devlet dışı demokratik özerklik inşasında, köy ve kent yönetimi; halk meclisi ve komünün kendisidir. Meclis halkın iradesi ve tüm çalışmalarını örgütlediği yerken, tıpkı devletli sistem gibi bölüp parçalamaya gerek kalmadan, belediyelerin halk komünü ve meclisine dönüşmesi, toplumun tüm çalışmalarının örgütlenme yeri haline gelmesi gerekir. Doğal toplum, demokratik toplum yönetimi, ekolojik köy-kent yönetimi de bu anlama gelmektedir. Temsiliyete dayalı örgütlenmeleri en aza indirgeyerek, doğrudan demokrasiyi geliştirecek çaba ve örgütlenmelerin önü açılır. Böylece devletin elinden alınan belediyeler, köykent yönetimi, özünde ait olduğu toplumun yönetimine dönüşmüş olacaktır. Devamında süreklileşen toplumsal mücadelesi ile “Toplumsal çalışmalar bütündür, parçalamak toplumu parçalamaktır, bu da iktidarcı zihniyetin ürünüdür” anlayışından hareketle, yönetim alanları ve kurumları demokratikleştirilir, toplumsallaştırılır ve öz yönetim alanlarına dönüştürülür.

Devlet dışı örgütlenmenin devrimsel bütün ola-

naklarının yakalandığı demokratik özerk sistemlerde köy-kent örgütlenmesi ve yönetimi, demokratik toplum yönetimidir. Bu şu anlama gelmektedir; devletli sistemin bugüne kadar yönetim gücü olmaktan çıkararak toplumda yarattığı tahribatların tespiti, devletçi zihniyetin teşhiri ve bu tahribatların giderilmesi çalışmalarına hız vermek demektir. Burada devletin toplumdan çalarak iktidarını kurumlaştırdığı bütün zeminleri kurutan bir halk yönetimi devreye girer.

Toplumun özyönetim gücü, özgürlük bilinci ve iradesi temelinde örgütlenir. Toplumsal yabancılaşmanın özü kadının ekonomiden uzaklaştırılması ve toplumun üretimden koparılmasıdır. Bu nedenle en önemli demokratik eylem olan ekonominin, başta kadın olmak üzere tüm toplumun işi haline getirilmesi ve örgütlenmesi önemlidir. Ekonomisini örgütleyen bir kent ve köy, toplum kırım politikalarını durduran ve toplumsal gelişimin her düzeyde olanaklarını yaratmanın kendisidir. Burada kölelik, serfleşme ve işçileşme biçiminde bir sınıflaşma ve kölelik ilişkisi yoktur. Toplumun kendi işleri vardır. Kâr amacı gütmeyen, gönüllüğü esas alan, özgürleştirici bir çalışma ile tüm kentsel ve toplumsal ihtiyaçları belirleyen, sorunları çözen bir irade, kentsel ve kırsal yaşama katılım vardır. Kendine yeterli hale gelme ve dayanışma kültürü, her şeyi metalaştıran, parasal olanı öne çıkaran kapitalizme “dur” diyen bir ilişki ve yaşam biçimi, bunun örgütlenmesi vardır. Tekelleşmeye karşı durarak, kooperatif örgütlenmeleriyle kolektif üretimi kırda ve şehirde geliştiren bir anlayış esastır.

Ekolojik tahribata yol açan, tarıma, toprağa ve doğaya düşman politikaları durdurmak, kent yaşamını ranta dayalı bir ticari tahakküm alanı olmaktan çıkararak özgür toplum alanına dönüştürmek, özgür kent örgütlenmesinin özüdür. Doğadan çalınanı doğaya devrederek, yeşile, toprağa, taşa ve ekolojik yaşama zarar veren bütün kentsel uygulamaları durdurmak gerekir. “Doğaya yabancılaştırmayan, toplumsallığı öldürmeyen, bireyi tüketmeyen ekolojik bir kent yaşamı nasıl örgütlendirilir” sorularına cevap üretmek esas konulardandır. Kırı bitirmeyen, köye dayalı yaşamı özendiren, kentin krizli toplumsal kimliğini çözen ve toplumsal gelişime hizmet edecek biçimde analitik zekâsını duygusal zekâ ile buluşturan bir bilinç ve uygulamaya ihtiyaç vardır.

Bütün bu çalışmalar köklü bir zihniyet dönüşümünü, ahlaki-politik toplumsal temsili ekmek sudan daha önemli bir ihtiyaç haline getirmektedir. Yoksa devletin el değiştirmesi gibi, kurumlarının, yerel yönetimlerinin ele geçirilmesi üzerinden yeniden iktidar ve devletçi zihniyet kendini örgütleyebilir.

Reddedilenin yerine neyin konulacağı, bunun hangi amaca ve zihniyete hizmet edeceği öncelikli konudur. Burada ekolojik zihniyet devreye giriyor. Toplumsal ve doğal kırım ve tahribatları aşan bir demokratik kent yönetimi nasıl geliştirilir? Binlerce yılın tahakküm ve hiyerarşik ilişki ve öğrenme biçimlerini yerle bir edecek, bunun yıkıcı sonuçlarını tersine çevirecek bir zaman ve mekânı yaratmak ancak aşkla yürütülecek bir çalışmayla başarılabilir. Devletli sistemin bir çarpıtması olarak, yönetim işini toplumu idare etmeye dönüştürüp, bunu da paralı ve temsili karaktere büründüren uygarlık hastalığını aşmak, gönüllülüğü toplumsal hizmet anlayışının temeli yapmak, doğrudan demokrasiyi toplumsal zamanı ve mekânı yaratmanın özü kılmak esastır. Örneğin İsveç’in Stockholm kentinin 26 belediyesinden biri olan Jerfella Belediyesi 60 bini aşan nüfuslu bir ekokenttir. Burada tüm çalışmalar gönüllülüğe dayalı bir toplumsal duyarlılıkla yürütülür. 3 binin üzerinde çalışanı olan belediyede belediye başkanı da dâhil sadece 3 kişi maaş almaktadır. 200 kişi para almadan komisyonlarda çalışmaktadır. İl Genel Meclisinde 101 üyenin 53’ü kadındır. Atıklarla kentin ısıtma sorunu çözülmekte ve kirliliğe dönüşmemektedir. 5 velinin başvurusu ile istenilen dilde eğitim olanağı sağlanmakta, ilk ve orta öğretim okulları bulunmaktadır. Şehrin yüzde 47’si yapılar, yüzde 15’i su, yüzde 38’i yeşillikten oluşmaktadır.

Toplumsal işleri parçalayarak her parçası için ayrı bir uzmanlık alanı yaratmak, kapitalist modernite ve zirvesi olan ulus devletçi zihniyet ve bunun uzantısı bilimciliğin ürünüdür. Uzmanlığa dayalı bir toplum mühendisliği yapılarak, toplum kendi işlerinden alabildiğini uzaklaştırılmış, kendi olmaktan çıkarılmak istenmiştir. Toplumsallığı bölen, parçalayan ve yöneten bu zihniyete karşı durmak, toplumsal bütün çalışmalara birlikte kafa yoran, çözen, geliştiren ve demokratikleştirmede rol alan özgür yurttaşlık bilinciyle bireyi güçlendiren, özgürleştiren bir katılımcılık kültürü özgür kent-köy ve yaşamın geliştiricisi olabilir. Toplumun işlerini başkasına bırakan, kararları başkasına aldıran, nesneleşen toplum yerine, işlerine sahip çıkan bir özneleşme, temsiliyeti aşarak doğrudan katılımın önünü açar.

Doğada sürdürülebilirlik ve yenilenebilirlik önemli özelliklerdir. Bazı doğal tahribatlar, yıkımlar olabilir, ancak doğa mutlaka bunu kendi içinde telafi edebilecek, zamanla yenileyebilecek bir işleyişe ve doğurganlığa sahiptir. Toplum da kendini bu biçimde iyileştirebilir, yıkımdan kurtararak, yeniden doğurabilir, özgürleştirebilir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan “Özgür toplum ancak ekolojik olmakla mümkündür.… Ekolojik toplum, özünde sosyalist bir toplumdur” diyor. Ekolojik ve sosyalist toplum, örgütlü toplumdur. Köy ve kent, komünal örgütlenmeyle toplumsal kırım politikalarından kurtulabilir. Komün ve meclis örgütlenmeleri bu toplumsal örgütlenmenin temelidir. Farklı kültür ve kimlikleri kapsayacak, ekolojik yaşama uyumlu, kadın özgürlüğü ekseninde bir zihniyetle örgütlemenin dışında bir yaşam alanı yoktur. Toplumsal yenilenme ve sürdürülebilirlik bu demokratik örgütlenme ve yönetimle gerçekleşir.

“Farklılaşarak özgürleşme” doğal ilkesinden öğrenerek tüm uygarlık tarihinin tekleştiren, merkezileştiren, aynılaştıran zihniyetine karşı, yerinden, yatay ve özgünlükleri özerklik ilkesiyle örgütleyen bir köyselkentsel yaşam çekici, özgürleştirici, özü açığa çıkaran bir yaşamdır. Doğada uyum vardır, toplumsal uyumu ekolojik zincirin bir halkasına dönüştüren özgür toplum bilinciyle Murray Boockhin’in tanımladığı “üçüncü doğa-özgür doğa” gerçekleşebilir. Bu doğada “artık, atık, fazlalık” yoktur. İnsanın sanayileşme ile birlikte tüm yaşamı ve doğayı kirleten süreçlerini tersine çeviren, ekolojik ekonomi, endüstri ve teknoloji bu uyumun en önemli ayağıdır. Dünyanın sonunu getirebilecek enerji kaynakları yerine, yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynaklarını esas alan, küresel ısınma ve kanserli yaşama yol açan, tarihsel ve kültürel mirası yok eden, ekoloji düşmanı enerji politikalarına karşı duran bir toplumsal, ekolojik bilinç dünyamızı, geleceğimizi kurtarır.

Ekolojik köy-kent yönetimi ve özgür yaşamın özü ekolojik toplum, ekolojik toplumun özü de kadın özgürlüğüdür. Toplumsallığın yaratıcısı kadının özgür ruh ve düşünce ile katıldığı her çalışma özgürleştirir. Ekonomiden, sosyal, politik ve zihniyet çalışmalarına kadar her alanda özgürlük ve eşitlik temelinde katılım, toplumun yitik parçasının tamamlanması, ekolojik toplumun yaratılmasıdır. Toplumsal ve ekolojik tahribatların ilk zemini ve üzerinde her türlü iktidar biçiminin yürütüldüğü kadın, tüm özgürlük çalışmalarının da zemini ve yürütücüsü oldukça toplum kendi özüne kavuşur. Ekolojik köy ve kentsel yönetimin ve demokratik dönüşümün garantisi kadının özgürlük çalışmalarına öncülükte ısrar etmesidir. “Kadın dostu kentler, cinsiyet temelli bütçeleme, eşitlik eylem planı” gibi eril kentleşmede iyileştirme ve tedbirler bu kadar dezavantajlı konuma getirilen kadını toplumsal alana çekmede etkili olabilir. Ancak özgürlük temelli toplumsal çalışmalarda öncülük düzeyinde yer alarak bu tedbirleri de aşan bir kadın katılımı, özgür köy ve kentin kimliğine dönüşmek zorundadır. Yoksa tahakküm ve iktidar zeminini kurutmak mümkün değildir. Devletin toplumsal alandan çekilmesi için yürütülen mücadele egemen erkeğin de toplumsal alandan geri çektirilmesi mücadelesidir. Özgürlük bir toplum, köy ve kent için böyle bir mücadele ile kimlik haline gelebilir, ekolojik yaşam inşa edilebilir.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.