Düşünce ve Kuram Dergisi

Latin Amerika Yerli Özerkliği: “Yurttaşlık Heteretopyası”

Çetin Gürer

Postkolonyal teorinin önemli isimlerinden Partha Chatterjee, “Milliyetçi Düşünce” (1996) çalışmasında, sömürgecilik altında kalmış toplumların sömürgeciliğe karşı mücadelesinde “milliyetçilik” dışında bir alternatifin olup olamayacağı sorusunu ortaya atar. Chatterjee’ye göre milliyetçi düşünce, modernliği kabul ettiği müddetçe modern epistemolojik çerçevenin evrensellik iddiasını da kabul etmek zorunda kalır. Bu nedenle Chatterjee, her ne kadar sömürgeciliğe karşı olsa da bağımsızlık ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin son kertede bir özgürleşme olamayacağını, milliyetçilik içinden Avrupa merkezciliğe karşıt bir özgürlük söyleminin çıkamayacağını belirtir. Chatterjee, milliyetçiliğe içkin bir çelişki vardır, karşı çıktığı iktidar yapısının bilgi evreni içinde akıl yürütür der. (Chatterjee 1996: 30-78).

Başta Meksika (Chiapas ve Oxaca), Brezilya, Bolivya ve Nikaragua olmak üzere Latin Amerika kıtasının pek çok ülkesinde 1980’li yıllarla birlikte yerli halkın (indigineous) talep ettiği ve uyguladığı teritoryal özerk yönetim modelleri, günümüzde özerklik ve özyönetim çalışmaları alanında ilgiye mazhar olan en önemli dünya örneklerini oluşturur. Çok sayıda ve politik bir güç olmaları sayesinde günümüzde artık bir “otonomizm” hareketinden söz edebilmek ve Latin Amerika’yı bir “özerklik cenneti” olarak görmek mümkün hale gelmiştir. Taşıdığı politik anlamlar, yol açtığı tartışmalar ve sunduğu alternatifler açısından bu özyönetim modelleri, küçük bile olsa demokrasi deneyimleri açısından oldukça değerlidir. Bu modellerin bir başka önemi ise, Chatterjee’nin sorusuna, ulusal, kültürel ve etnik sorunların milliyetçilik dışı çözümlerinin mümkün olup olmadığı sorusuna cevaplar sunmasıdır. Bu cevaplara sahip modelleri “çokkültürlü özerklik” olarak tanımlayan Leo Gabriel, her bir örneğin sui generis olmasına karşın, pek çok ortak özelliği sayesinde, bunların bugün dünyanın değişik yerlerinde devam eden ulusal, etnik ve kültürel sorunların ve çatışmaların çözümü için de uygun modeller olabileceğini belirtir (Gabriel 2005: 12).

Liberal yurttaşlığın, Murray Boockhin’in (2009) deyişiyle “seçmene ve vergi mükellefliğine” indirgenmiş yurttaşlığın, geçerli norm olduğu dünyada, yerli özerk yönetimleri, katılımcı ve yerel yurttaşlık rejimiyle günümüz dünyasının “yurttaşlık heteretopyalarına” da bir örnektir. Bu yurttaşlık rejimi, yerli özerklik modellerini bir yandan Avrupa özerklik modellerinden ayırırken diğer yandan ise sadece küreselleşmeye karşı değil, kolonyalizme, ulus devlete karşı protestonun ötesine geçip alternatiflerin inşasına dönük bir “düzen kurmayı” da olanaklı hale getirir. Yazıda bu olanak ele alınacak olup, yerli özerklik modellerinin öncelikle yurttaşlık heteretopyası olduğu tartışılacaktır.

 

Yurttaşlık Heteretopyası 

Latin Amerika yerli özerklik modellerini “yurttaşlık heteretopyası” olarak tanımlarken burada, “yurttaşlık” kavramını Murray Bookchin’in ve “heteretopya” kavramınını ise Michel Foucault’nun kullandığı anlamlarda kullandığımızı öncelikle belirtelim.

 Bookchin, “Kentsiz Kentleşme” (1999) çalışmasında, kentler ile yurttaşlık arasındaki tarihsel ilişkiyi ele alır. Bookchin’e göre demokrasinin demokratik ruhuna uygun bir toplumsal yaşamın gelişmesi, politikanın “devlet idaresinden”, kentin “kentleşme olgusundan” ve yurttaşın “seçmen ve vergi mükellefi” olmaktan kurtarılmasına bağlıdır. Ona göre kent, Antik Yunan’dan beri politikanın ve yurttaşlığın mekânıdır. Antik Yunan kentleri bir “mekân sistemi” olarak bireyleri etnik ve dinsel aidiyetlerine indirgemeden evrensel yurttaşlar (civitas) kitlesine dönüştüren tek ve en önemli etmendir (1999: 18). Bu mekânlarda kent sakinleri, doğayla uyum içinde yaşar; insanın öz-bilincini geliştiren kurumlar yaratır; yeni bir rasyonalite ortaya çıkar; seküler bir kültür gelişir; bireysellik doğar; kurumsal özgürlük formları ortaya çıkar (ibid., s. 17-18). Kadınları, yabancıları ve köleleri dışlamasına karşın Antik Yunan kentleri konfederal birlikler oluşturması, yurttaşlığın gündelik hayatta yaşandığı agorası ve kararların tartışıldığı ekklesia adındaki meclisiyle kent sakinlerini kendi topluluklarını yöneten aktif katılımcılara dönüştürür (ibid., s.20). Yasa yapmak, halk meclislerinin (ekklesia) asli görevlerinin başında gelir. Yurttaş ise yaşadığı kente büyük bir sadakat ve sevgi ile bağlı olan sakinlerdir (s.34). Yurttaş aynı zamanda, katılımcı olmanın gerektirdiği yetileri sürekli öğrenmeye açık, kişisel gelişimi (paidea), otonom olmayı, akılcılığı ve de yurttaşlık sorumluluğu ve ideallerini içinde barındırır (s.91). Kamu çıkarı, yurttaşlık idealinin merkezinde olup, “zorunluluk alanından” kurtulmuş bireyleri ve kamu çıkarına uygun şekilde davranan üyelerin eğitimini gerektirir. Kentleri birer eko-topluluklar olarak gören Bookchin’e göre bu yurttaşlık ideali, kapitalizm, ulus devlet ve kentleşme olgusu karşısında büyük oranda gerilemiş olsa da bunu yeniden canlandırabilmek tamamen imkansız değildir. Kaldı ki dünyanın pek çok bölgesinde hala canlılığını koruyan “kent meclisleri”, siyasetin yerelleştirme talepleri ve dünya genelinde yükselen katılımcı yurttaşlık talepleri bu idealin gerçekleşebileceğinin birer işaretidir. Bunun için Bookchin, konfederasyona dayalı bir yerel yönetim programı önerir. Buna göre, siyasete yerelden başlamalı, “yerel seçimler” yoluyla küçük adacıklar, mevziler artırılmalı. Yurttaşlığın aleyhine olan ulusal ve bölgesel seçimlere girilmemeli. Yurttaş, seçmen ve vergi mükellefi olmaktan çıkarılmalı, politika devlet idaresinden kurtarılmalı.

Politik yaşamın gerçek birimini, öz-yönetime sahip yerleşimler oluşturmalı. Bu yerleşimlerde, köy, mahalle ve kent meclisleri oluşturarak politika yurttaşın doğrudan katılımına ve yönetimine açılmalı. Belirli türden bir yaşam sürdürebilmek için, karşılıklı dayanışma güçlendirilmeli, statü eşitsizlikleri kaldırılmalı, öz-yeterlilik (otarşi) geliştirilmelidir (1999: 367).

Fransız düşünür Michel Foucault ise 1967’de yayınladığı “Farklı Mekânlar: Heteretopyalar ve Ütopyalar” başlıklı kısa makalesinde bu kavrama açıklık getirir. Foucoult’ya göre ütopyalar, gerçekleşmemiş mekânlar iken heteretopyalar, ütopyaların fiilen gerçekleştiği, hayat bulduğu mekânlardır. Heteretopyalar, toplumların kuruluşunda şekillenir, kendine özgü işleyiş ve kuralları olan fiili ve gerçek mekânlardır. Kendine özgü kuralları ve işleyiş tarzıyla farklılaşan bu mekânlara, her toplumda, kültürde ve uygarlıkta rastlanır. Ancak heteretopyalar toplumdan topluma çeşitli biçimler alan mekânlar olup mutlak anlamda evrensel, tek bir heteretopya bulunmaz. Bununla birlikte Foucault, heteretopyaların iki türünü ayırır: “Kriz Heteretopyaları” ve “Sapma Heteretopyaları”. İlkine örnek, ayrılmış, ayrıcalıklı ve kutsal yerleri örnek verir. İkincisine ise modern batı toplumlarından hareketle, mezarlıklar, tiyatro ve sinemalar, müzeler ve kütüphaneler, tatil köyleri, dinlenme evleri, psikiyatri klinikleri, hapishaneler örnek gösterilir. Bu mekânlar, fiili olarak bir yere yerleştirilebilir olsalar da bunlar bütün mekânların dışındaki farklı mekân çeşitleridir.

Toplumsal mücadeleler içinde özerk yönetimini fiili (defacto) ya da hukuki (dejure) elde etmiş yerli özerk bölgeleri, çoğunlukla etnik farklılıkla karakterize yerli toplulukların “tarihsel vatan” olarak gördükleri coğrafyaları kapsayan ve göreli küçük, dağınık yerleşim alanlarını oluşturur. “Başka bir dünya mümkün” mottosunun farklı boyutlarda hayata geçirildiği bu “adacıklar”, bir yandan kolonyalizme, ulus devlete ve küreselleşmeye karşı alternatif düzen kurma pratikleriyle meydan okurken diğer taraftan içinde bulundukları ulusal devletlerin yurttaşlık rejimini iki anlamda krize uğratır. Birincisi, devletlerin yok saydığı yerli topluluklar aktif yurttaşlar olarak siyasal alanda görünür olurken ulusun homojen kurgusunu krize uğratır ve ikincisi doğrudan demokrasi araçlarıyla yurttaşın temsilini katılımcı yurttaş ile krize uğratır.

 

Yurttaşlığın Mekânı ve Öznesi

Yurttaşlık konusu tarih boyunca çok çeşitli biçimler kazanmıştır. Bu tarihsel gelişim sürecini ele almak bu yazının sınırlarını oldukça aşar. Ancak kısaca söylenirse farklı gelişim seyrinin gerisinde iki önemli soru(n) yatmaktadır: Birincisi, kimlerin yurttaş olarak sayılacağı ve yurttaşlık haklarının nasıl icra edileceği; ikincisi ise yurttaşlık haklarının icra edildiği mekânsal ölçek sorunudur. Başka deyişle, yurttaşlar nerenin yurttaşı ve yurttaşlık hak ve sorumluluklarının geçerli olduğu ve kullanıldığı yerin neresi olduğu sorunudur. Birinci soruna ilişkin bulunan çözümler arasında çoğunlukla, erkek olmak, vergi vermek, mülk sahibi olmak, yerleşik olmak, kan bağı, etnik dinsel veya ulusal aidiyet, toprak ve doğum sayılabilir. İkinci soruna ilişkin ise kentler, devletler ve meclisler cevabı verilebilir. Bu çerçevede ilk olarak yurttaşlığın heteretopik alanları olarak tanımladığımız yerli özerk bölgelerinde yurttaşın kim olduğu ve nasıl tanımlandığı ve ikinci olarak yurttaşlığın icra edildiği yeni bir mekânsal ölçek olarak kent veya devlet olmayan, teritoryal özerk bölgelerin tarifini yapmak ve de özerkliğin nasıl tanımlandığı sorusuna eğilmek gerekir.

Özerk bölgelerin yurttaşı yerlidir. BM ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gibi organların ortaya koyduğu uluslararası belgelerde yerli, çoğunlukla yerleşimciler, işgalciler gelmeden önce de atadan kalma toprakları üzerinde yaşayan, o bölgenin ilk yerleşimini kuran topluluklar şeklinde tanımlanır. Bu metinlerde yerliliğin daha ziyade, kültürel, tarihsel ve toprak boyutlarına vurgu yapılıyor olsa da bu kategoriler yerlinin tanımlanmasında artık yeterli değildir. Günümüzde yerli, bu özelliklerinin yanı sıra kendine ait olan yasayı yapan ve kendine ait olan kamusal idareye katılan politik bir kategori olarak anlam kazanmıştır. Bu yönüyle yerli, yeni siyaset arayışlarındaki yeni politik özneyi ifade eder. Örneğin S.Critchley, kapitalizmin sürekli yerinden edişlerinin doğal sonucunun mağduriyetlik olmayacağını, tersine bunun yeni özneleri ortaya çıkaran pozitif bir sonuç da doğurabileceğini söyler ve yerliyi günümüz küresel kapitalizmin doğurduğu yeni siyasal özne olarak görür. Critchley’e göre “yerli insan, hegemonik bir işlem sayesinde inşa edilmiş bir siyasal addır” (Critchley 2010: 108-111). Yerlinin politik konumuna ilişkin benzer yaklaşımlar örneğin A.Negri ve M. Castels gibi isimlerde de karşımıza çıkar. Castells’e göre yerli hareketleri, farklılaşmış toplumsal çıkarlar üzerinden kimlik inşa ederler ve “çoğul kimlikler” oluştururlar. Bu çoğul kimlikler, sivil toplumun taleplerini ve isyanlarını ulus devletin önüne getirerek bu taleplere karşılık veremeyen ulus devleti “meşruiyet krizine” uğratır. Castells’e göre, devletler bu meşruiyet krizini aşmak için “iktidarlarının bir bölümünü yerel ve bölgesel siyasi kurumlara” devretmek zorunda kalır (Castells 2008: 423). A. Negri ise, Latin Amerika bölgesini klasik bir “anti-modernite” ve “alter-moderniteye” geçiş alanı olarak görür. Bu geçiş alanında yerli, yeni siyasal özne olarak tarif edilen “çokluğun” bir parçasıdır (Hardt ve Negri 2011: 115).

Politik bir kategori olarak yerli, 20.yy’ın sonlarına doğru görünürlük kazanmaya başlar ve sergiledikleri mücadeleler ve örgütler ile Lâtin Amerika’nın çoğu ülkesinde en güçlü sosyal hareketleri oluşturur (Munting 2005: 65). Munting’e göre uzunca bir dönem süregelen tarihsel bastırılmışlığa ve yok sayılmaya rağmen yerli, 20.yy’ın sonlarıyla birlikte genel bir kararlığın ifadesi olarak politik alana girer. Bu, kolonyal tahakkümü tamamen sonlandırmak, tarihsel toplumsal kaderini belirlemek, devletlerle ve toplumla olan ilişkilerini radikal bir dönüşüme uğratmak yönündedir. Bununla birlikte yerliyi toplumsal ve politik aktör kılan en önemli özellik ise, kendi kaderini belirleme mücadelesinin yanı sıra, daha fazla adalet, demokrasi mücadelesiyle ve dışlamanın yeni biçimlerine itirazla kendilerini içinde yaşadıkları ülkenin kaderini, geleceğini belirleyecek aktörü olarak görmeleridir (ibid., s.65).

Yerli halkın özerk olmaya, özerkliğe ve özerk bölgeye yüklediği anlamlar ise çeşitlenmektedir. Öncelikle özerk bölge, yerli nüfusun tarihsel toprak olarak gördüğü ve üzerinde yaşadığı mekânı, bu mekânın doğasını, suyunu, ormanını ifade eder. Bu açıdan yerli kimliği, kendini öncelikle yaşadığı tarihsel toprakla kurduğu ilişkiyle tanımlar: “toprağa ait olmak”. Bu ilişki yerlilerin kendilerini çoğu zaman “toprağın çocukları”, “bu yerin çocukları”, “ırmağın çocukları” olarak görmesini beraberinde getirir (Munting 2005: 101). Toprakla kurulan bu aidiyetlik ilişkisi çoğunlukla kültürel, spiritüel ve dinsel anlamlar içerir. Yerlinin üzerinde yaşadığı toprak, “doğa ana” olarak yaşamın kaynağı ve tanrının bir hediyesidir. Bu açıdan kültürel olarak toprak, özel mülkiyetin konusu olmaktan çıkarak, toprağa karşı her tür müdahale, kimliğe, kültüre, geçmişe ve geleceğe bir müdahale olarak görülür (ibid.s, 101). Korunacak toprağın mekânsal boyutu bu anlamda kimi zaman özerk yönetim bölgesi olurken kimi zaman ise tüm ülkeyi kapsayacak biçimde geniştir. Bu çerçevede yerli halk için özerkliğin anlamı da genişlemektedir. Örneğin özerklik bir yandan komünal yönetimin geleneksel otoritelerce (bir yaşlılar meclisi örneğin) otonom icra edilmesi anlamına gelirken diğer yandan ise Nikaragua örneğinde olduğu gibi ülkenin yarısını kaplayan politik bir sistem anlamına da gelmektedir.

 

Yönetime Katılma ve Deliberatif Meclisler

Yerli özerk yönetimlerin en önemli boyutlarından biri, ulus devletin çokkültürlü dönüşümünü sağlamasının yanı sıra özyönetim talebiyle iktidarın doğrudan topluluğun eline geçmesini hedeflemesidir (Muntig 2005: 69). Bu hedef özerk yönetimleri ulus devlete alternatif kılarken aynı zamanda deliberatif meclisler, yatay örgütlenme ve rotasyon sistemiyle ulus devletlerin dayanmış olduğu kolonyal rasyonaliteyi de parçalar (Escobar 2010: 45). Ulusal egemenlik ile siyasal ve ekonomik süreçlerden dışlanan yerliler, bu anlamda liberal sistemi, temsili demokrasiyi ve özel mülkiyeti reddeden, bunun yerine yerli halkın kendi felsefesine, ekonomik, politik pratiklerine dayanan tabandan bir dönüşümü tartışıp hayata geçirir.

Yerel ve komünal bazlı olan özerklik modelleri, devletin ötesine geçer, çünkü devlet özgürlükçü sosyal ilişkiler yaratmak için uygun bir araç olarak görülmez.

Bu çerçevede özerk yönetim bölgelerinde yerli, oluşturulan doğrudan demokratik kurumlarla, yerli örgütleriyle, sivil inisiyatiflerle ve dayanışma ağlarıyla yaşadığı bölgenin yönetimine doğrudan katılabilen, karar süreçlerinde aktif yer alan, delegeler seçen ve geri çağıran, yönetimi kontrol edebilen katılımcı bir yurttaş konumundadır. Eşit, demokratik ve doğrudan katılımın bu yönetim alanlarında mümkün olabilmesinin gerisinde elbette demokratik bir toplum tasavvuru yatmakla birlikte bu bölgelerin nüfus ve coğrafi olarak büyük olmaması da yatmaktadır. Küçük bir nüfus ve coğrafi alan içerisinde insanları hızlı bir biçimde bir araya getirmek, ortak kararlar alabilmek, yönetimi şeffaf kılmak bu sayede mümkün hale gelmektedir.

Yerli halkı yönetim sürecine dâhil eden en etkili organ yerel meclislerdir. Bu meclisler, üst idari yönetim organlarının yerel halk için sunacağı hizmetleri, öncelikli ve acil hizmetleri, politik gelişmeleri, özerkliğin anlamı ve geleceğini müzakere eder ve karara bağlar. Bununla birlikte, ulusal ve uluslararası güçlerle yapılan pazarlıklar, antlaşmalar ve politikalar da bu meclislerin çalışma alanını oluşturur. Burada konsensüsle alınan kararlar doğrultusunda örneğin çokuluslu bir şirketin özerk bölgedeki ticari faaliyetinin geleceğine ortak karar verilebilmekte; yer altı ve yer üstü kaynakların nasıl ve hangi amaçlarla kullanılacağı kolektif belirlenmektedir. Çarpıcı olması bakımından Zapatista özerk yönetim bölgesindeki şu örneği verebiliriz. Yerli halkın aldığı karar doğrultusunda, Meksika devletinden yerli topraklarındaki faaliyetleri karşılığında “toprak kullanım” vergisi talep edilmektedir. Bu talep karşılanmadığında devletin yapmak istediği faaliyete izin verilmemektedir. Devletten gelen bu vergi ise, halkın kullanımı için açılmış olan “yerli halk bankasına” aktarılmaktadır.

Yurttaşlık  tartışması bağlamında, yerlilerin mücadele verdikleri “kamusal çıkarın”, “ortak iyinin” ne olduğu sorusu sorulabilir. Çünkü bu, yurttaşlık idealinin merkezinde duran bir konudur. Bu çerçevede yerli özerk yönetim bölgelerinde, topluluğun ortak çıkarının, kolonyal, ulus devlet ve neokolonyal egemenlik biçimlerine karşı mücadele olduğu ve bu egemenlik biçimlerinin yol açtığı yıkım ve tahribatların ortadan kaldırılması olduğu söylenebilir. Kolonyalizmle bağlantılı olarak yerli topluluğun kamusal çıkarı, parçalanmış olan geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman köprüsünü yeniden kurmaktır. Bu, kültürel kimliğin, dilin, doğayla kurulan ilişkinin yeniden canlandırılması, korunması ve geleceğe taşınması olarak pratikte karşılık bulur.

Ulus devlet egemenliği bağlamında ise, asimilasyona, ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı mücadele; anayasal ve hukuki statü arayışı; çok kültürlü bir toplum yaratma; eğitim ve sağlık hizmetlerinden eşit yararlanabilme ve de ulus devletin geliştiği her tür modernist çerçeveye karşı yerli kozmovizyonuna uygun çoklu evrensellik idealini gerçekleştirmedir. Küreselleşme bağlamında ise kamusal çıkar, ulusal ve çokuluslu güçlere karşı ortak zenginliğe sahip çıkmaktır. Bu kimi zaman yağmur ormanları için verilen mücadeleyle, kimi zaman ise gaz, petrol ve su gibi zenginliklerin özelleştirilmesine karşı mücadeleyle kendini gösterir.

 

Yararlanılan Kaynaklar

 

  • Bookchin, Murray (1999), Kentsiz Kentleşme: Yurttaşlığın Yükselişi ve Çöküşü., (Çev) Burak Özyalçın, Ayrıntı Yay., İstanbul
  • Castells, Manuel (2008) Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür. Kimliğin Gücü Cilt 2, (Çev) Ebru Kılıç, Bilgi Üni.Yay.,İstanbul.
  • Chatterjee, Partha (1996), Milliyetçi Düşünce ve Sömürge Dünyası., Çev. Sami Oğuz, İletişim Yay., İstanbul.
  • Chatterton, Paul (2010), Autonomy: The Struggle for Survival, Self-Management and the Common., Antipode Vol. 42 (2010), ss.897-908.
  • Critchley, Simon (2010), Sonsuz Talep. Bağlanma Etiği, Direniş Siyaseti. (Çev) Tuncay Birkan, Metis Yay., İstanbul.
  • Escobar, Arturo (2010), Latin America At A Crossroads., Alternative modernizations, post-liberalism, orpost-development. Cultural Studies Vol. 24, No.1, (2010) s.1-65.
  • Foucault,Michel(1967),“Of OtherSpaces: Utopiasand Heteretopias” (online)
  • Gabriel, Leo (2005a), Vorwort., (Haz) Latautonomy ve L. Gabriel, Politik der Eigenstaendigkeit. Lateinamerikanische Vorschlaege für eine neue Demokratie, içinde Mandelbaum Yay., Viyana, s. 7-38.
  • Hartd, M & Negri, A. (2011), Ortak Zenginlik (Çev) Efla-Barış Yıldırım, Ayrıntı Yay., İstanbul.
  • Munting, Monique (2005), Multikulturelle Autonomienim Datenvergleich., (Haz) Latautonomy ve L. Gabriel, Politik der Eigenstaendigkeit. Lateinamerikanische Vorschlaege für eine neue Demokratie, içinde Mandelbaum Yay., Viyana, s.39-185.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.