Düşünce ve Kuram Dergisi

Liberalizm Tarihinin ve İnsanının Sonu

Cihan Eren

Reel sosyalizmin çözülüşünden sonra ‘tarihin ibretlikleri’ içindeki yerini alan ‘tarihin sonu ve son insan’ sözünü duymayanımız yoktur. 2000’den sonra yaşananların gösterdiği, bu sözün zaferini ilan ettiği liberal ideoloji ve kültürün dünyamızı ve toplumsallığımızı hızla sonlandırmaya doğru götürdüğü oldu. Hem de zafer sarhoşluğunun etkisiyle çok daha şiddetli yönelimlerle. İçinde yaşadığımız realite haklı olarak ‘tarihin sonu ve son insan’ sözünü, ‘tarihin ve insanlığın sonu geliyor’ anlamında okumanın daha doğru olduğunu göstermektedir. Liberalizm kadar gerçekleri tersyüz etmiş başka bir ideoloji daha yoktur. İşte  bu ibretlik söz de,  suçlarından ötürü ortalıkta kalmış sahipsiz bir ideoloji ve kültürün yol açtıklarını, başka paradigmalara mal etme kurnazlığının eseri olarak piyasaya sunulmuştur. Tuhaf olan tanrıyı bile satma başarısını göstermiş liberalizmin, kendi markasıyla ürettiği ‘tarihin sonu ve son insan ı satacak alıcıyı bulamaması ve onu ‘geri çağırmak’ mecburiyetinde kalmasıdır. Bu ‘geri çağırma’ liberalizmin başta fikri olmak üzere daha bir çok üretimine şüphe ile bakmaya götürdü. Ve belki de ilk defa bir ideoloji ve kültür sonunun geldiğini zafer olarak ilan ediyordu. Bir gerçekliği böyle bir paradoks ile sunmak liberalizme uygundur zaten.

Artık Liberalizm birçok ‘fikri ve hukuki markasını da geri çağırmaktadır.’ Sürekli tüketimi kutsayan bir sistemin ‘geri çağırdıkları’ ‘piyasadaki talebi’ karşılıksız bırakmaya yol açmaya başlamıştır. Liberalizmin ‘geri çağırdığı’ fikir ve kültürel olgularının yerine koyacak yeni bir şeyi ‘piyasaya’ sunamaması, olumlayıp propagandasını yaptığı liberal sistem ve yaşamı ciddi bir boşluğa sokmuştur. Hiç bir sistem boşluk kabul etmez. Liberalizm için ise boşluk demek, kıyametin kopması demektir. Çünkü liberalizm ekonomik olarak piyasada liberaller arasında her zaman vahşi bir savaşa dayanır. Liberal ideolojinin beslediği ulus devletler, sömürüsüz ve baskısız yaşayamaz. Birbiriyle ve halka karşı şiddet kullanmadan yönetemezler. Liberalizmin insanı olan bireyci tip, bir gün kendini düşünmez ve istediklerini verecek ortamı bulamazsa intihar etmekten kaçınmaz. Bu gerçeklikler liberalizmin kendi kendisiyle savaşan bir sistem olduğunu, boşluk yaratılması halinde mutlaka birilerinin iflas edip yok olacağını yeterince göstermektedir. Yaratığı insan ve düzenle kendi kendine düşman üreten bir sistem ‘fikir’ ve ‘kültür piyasasını’ boş bırakacak duruma gelmişse hakkında söylenecek tek şey ‘tarihinin ve insanının’ sonunun geldiğidir.

1970’lerden sonra varlığı görünür olmaya başlayan, 2000 lerden sonra gizlenmesi mümkün olmadığı için sık sık itiraf edilen liberal dünyanın bunalımı, yeni bir analiz ve çözüm önerileri sunmayı zorunlu kılmaktadır. Liberalizm, başta sosyalist ideoloji olmak üzere dini kültürün yaşatmaya çalıştığı ahlakiliği de eritip tükettiği için,  devrimci alternatiflerin çıkışını birkaç açıdan zorlaştırmıştır. Bunun için henüz toplumsal sistemini alternatif halinde sunacak kadar güçlü ideolojiler varlık bulmuş değildir. Mevcut durumda oldukça anlamlı ve zengin arayışlar ve yer yer denemeler söz konusudur. Karşı alternatif sistemler vücut bulmadıkça liberalizm gibi bir sistem bile kendiliğinden yıkılmaz. Ya da değişmez. Çünkü tüm iktidar sistemleri gibi son dört yüz yılda kapitalizm şemsiyesi altında yaratılmış siyasal sistemler de muhaliflerinin gücü kadar güçsüzdür. Dolayısıyla Liberalizm, ulus devlet ve piyasa ekonomisi olarak bunalımda olsa da ve ürettiği fikirlere alıcı bulamasa da alternatifleri henüz güçlü olmadığı için varlığını sürdürebilmektedir.

Bunalıma girmiş iktidar sistemlerine karşı devrimci alternatif hareketlerin çıkmaması ya da zayıf durumda olması, topluma bunalımdan daha tehlikeli ve zarar verici sonuçlara yol açabilir. Çünkü iktidarlar bunalım dönemlerinde karşılarında onu aşacak ideoloji ve kültür bulamadıklarında, ahlaksızlıktan aldıkları sınır tanımazlıkla çürümüşlüğün en beterini göstererek, geçmişte kendilerini çok daha kolay ve etkili topluma kabullendirdikleri ‘değerlerini’ üzerinden piyasaya sunarak en azından bir süre daha ömür uzatmaya çalışırlar. Bu yolla bizzat kendilerinin yarattığı günceldeki çürümüşlüğü topluma sunarlarken tek dayanakları geçmişi özendirmek ve toplumu gerisin geriye götürmeye çalışmaktır. Ortadoğu siyasal sistemlerinde buna ‘Selefilik’  denilmektedir. İslam ideolojisiyle özdeşleşmiş bir kavram gibi olsa da ‘Selefilik’ tüm iktidar biçimlerinin bunalımdan çıkış için denediği temel bir yöntemdir. Bu yöntemi en çok kullanmış sistem de kapitalizmin kendisidir. Kapitalizm, iktidar İslam’ından daha çok ve sık ‘Selefiliğe’ başvurmuştur. Tüm bunalım dönemlerinde yaşanmış sağcılık ve bir adım daha ilerisindeki faşizan uygulamalar, kapitalist liberal sistemin sık sık başvurduğu ‘Selefi’ gerçeğinin kendisidir. 1980’lerden itibaren, önce Türkiye gibi sistem beslemesi ülkelerde, 2000’den sonra bizzat sistemin kendi içinde ‘liberal demokrasi ve hukuk devleti’ dediği modelli adım adım sağcılaştırılması, faşist ve ırkçı yasalar çıkarması, liberalizmin ana vatanı AB’nin birçok ülkesinde sağcı ya da ırkçı faşist partilerin güçlenme ye başlanması liberal kapitalizmin ‘Selefileşmesi’dir. Brexit de bu minvalde okunabilecek politikalar sonucunda gündeme alınmıştır. Dolayısıyla ‘piyasaya sürdüklerini geri çağıran’ liberalizmin yol açtığı boşluğu doldurma metodu da ‘Selefiliktir’ diyoruz. Neredeyse tüm devletlerde sağcı iktidarların iş başında olması bu gerçekliğin ürünüdür. Batı sistemindeki ‘Selefilik’ sağ ve faşist parti ve liderin iş başına getirilmesi biçiminde yaşanırken, doğunun İslam kimlikli devletlerindeki ‘Selefilik’ ise dini söylemlerle beslenen sağcılık ve faşistlik şeklinde olmaktadır. İkisi arasındaki fark dini kullanmaktan kaynaklanmaktadır.

Liberalizm kendisini faşizme ve kolektiviteye ağırlık veren sosyalist devletçiliğe alternatif sunarak hakim kılmayı başarmıştır. Bu başarısında endüstriyalizm ile çeşitlendirilmiş tüketim nesnelerini maaşa bağlanmış insanlara tüketmesi, maddi doygunluğun sağladığı tatminini mutluluk yerine geçirmesi belirleyici rol oynamıştır. En çok tüketenin ve el koyanın en zengin sayıldığı liberal dünyada, daha çok zengin olmanın başka toplumlara açılmaktan geçtiğinin keşfedilmesiyle, ulusal sınırları aşmayı sağlayan kültür ve kanunları ilericilik ve demokratiklik adı altında sunma başarısı da ‘üstünlüğünü’ kanıtlamada etkili oldu. Liberalizm, insan yaşamı tükettiği nesnelerin oranı ve değeri kadardır kültürünün sahibidir. Liberal kapitalist kültürün hakim hale gelmesinde rol oynayan bir diğer saptırma ise, liberalizmin özgürlük ile, özgürlüğün de ayrıcalıklı olmak ile özdeşmiş gibi topluma ajite edilmesidir. Bu öylesine abartılmış bir saptırmadır ki, sistem çıkarları gerektirdiğinde bu yolla kendi içinde muhalefet yaratabilecek araçları bile oluşturmuştur.

Liberal kapitalist sistem kaos içindedir. Kaosun kendini dışa vurduğu başlıca alan demeye gerek yoktur. Yaşamın her alanı kaos ve kriz içindedir. Toplumsal yaşamdaki gibi üzerinde yaşadığımız doğada da  her gün yeni bir felaket yaşanmaktadır. Liberal aklın doğruları toplumsal yaşamı ve dünya gezegenini hızla yok oluşa götürmektedir. Kaos derin ve büyük olduğu için sistem sahipleri her an kendilerini devirebilecek alternatiflerin çıkabileceği korkusuyla yaşamaktadır. Bu korkularına çare olarak ‘liberal devlet, hukuk devleti’ diyerek on yıllarca propaganda ettikleri siyasi modeli terk edip sağcı-faşist modellere yönelmiş durumdalar. Ancak bu siyasal model, devletlerin birbirini yutmasına yol açmıştır. Bu model liberalizmi ilerici ve yaşanabilecek en özgürlükçü toplumsal ve siyasal sistem olarak tanıtan fikirlerle de belli noktalarda çelişmektedir. Bu da toplumsal yaşamda yeni bir takım sorunlara yol açmaya başlamıştır. Liberal kapitalizmin içine düştüğü kaos karşısında siyasal sistemin tercihini ‘Selefi’likten yana yapması iktidar sistemlerin doğası gereği olduğunu unutmamalıyız. Liberal kapitalist sistem aşılmıştır. Bu sistemin kendisini kapitalizm olarak yenilemesi mümkün görünmemektedir.

Çözümsüz kaldığı için en iyi bildiği ve bir bakıma özü olan sağcı-faşist modele yönelmiştir. Daha doğrusu yönelmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu durum kendisini özgürlükçü sunup toplumsal yaşamı etkileyen liberalizm ile liberal devleti sağcı-faşist yapan siyasal kol arasında çok ciddi çelişki ve çatışmalara yol açmıştır. ABD’de Trump’a karşı dilendirilen karşı propaganda, ABD ve AB arasında yaşanan gerginlik ve çekişmenin geçmişe göre daha da artmış olması belirttiğimiz bu çelişkilerden kaynağını almaktadır. Fakat asla unutmamak gerekir ki liberal kültür ve kişilik bunalımda olduğu için siyasal sistemi çözüm süz kalmıştır. Siyasal sistem krizi liberal kapitalizmi tümden yıkımına neden olan kısmı ihtiva ettiği için de, sistem sahipleri liberal devlet yerine faşist devleti seçmek durumunda kalmıştır. Netice itibariyle liberal aklın yarattığı yaşam her şeyi tükettiğinden yenilik adı altında sunacak malzeme bulamamakta bu da onun içinden çıkıp üstünü örttüğü gerçekliğe geri dönmesine yol açmaktadır.  Sağcılaşma, faşistleşme, dincileşme bu çelişkinin ürünü olarak yaşanmaktadır. Ancak unutmamalıyız ki bu ürünler derde deva merhemler olsaydı Hitler, Mussolini ve ardından gelen tilmizlerinden sonra dünya da tek bir sorunun kalmaması gerekirdi.

Liberalizm, sistemin kendi malı olmasına, reel sosyalizmin çözülüşünden hemen sonraki 1990’lı yıllarda Marksist ideoloji hakkında söylenenlere benzer söylemlerle eleştirilmemesine rağmen, gözden düşmüş, adeta sahipsiz kalmıştır. Sistem alternatif üretecek durumda olmadığı için sağcı-tutucu kültürü yoğun propaganda etmeye başlamıştır. Böylece toplumsal gelişmeyi dondurmaya çalışmaktadır. Yaşamın neredeyse her alanına kendi klasik faşist kültürünü dayatmaya başlamıştır. Yerellik ve millilik moda sözler olarak yeniden dolaşıma sokulmuştur. Sanki ulus devlet çağı yeni başlıyormuş gibi bir hava estirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye’de ‘yerli ve milli’ sloganıyla gündemleştirilen milliyetçilik tartışmasına benzer bir tartışma ‘ulusal güvenlik, ulusal çıkarlar, ulusal sınırlar, ulusal ekonomi’ gibi kavramlar etrafında hemen her ülkede tartışmaya açılmıştır. On yıllardır propaganda edilen tüketim kültürünün tüm ‘tarlaları bağ ve bahçeleri’ kurutmasının neden olduğu tehlike gösterilerek yoksulluk, açlık normalleştirmeye çalışılmaktadır. Büyük devletler ve bunların birikimde lider sermayedarları, yaşanan kaostan başka devlet ve sermayedarları kurban ederek kurtulmaya çalışmaktadır. Küçük devletler ve sermayedarları ise kendi içinde halkların ve emekçilerin kan pahasına elde ettikleri hakları bir bir kırparak kendi yerine demokrasi güçlerini kurban etmek istemektedir. Bu mücadelede sistemin merkezi güçleri ile çeperdekiler arasında, demokrasi güçlerine ve devrimci potansiyele sahip alternatif hareketlere karşı ortak politikalar geliştirmeye ayrı bir özen gösterilmektedir. Günümüzde liberalizmin politik yöntemlerinde değişikliğe gittiğini görmek gerekir.Artık eskisi gibi ekonominin serbest dolaşımı güçlü dilendirilmemektedir. İnsan hakları söylemini raflardan çekmiş görünmektedir. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, devletlerin bir birinin sınırlarına ve siyasi iradelerine saygılı olması gibi söylemler ilericiliğin ve modernliğin ölçüsü olmaktan çıkarılmıştır. Seçimlerle iş başına gelmeyi demokrasinin olmazsa olmazı sayan ve seçimle iş başına gelmeyen hükümetleri ise darbeci-diktatörlük biçiminde niteleyen liberal siyasi kültür, antidemokratik dediğini kendisi yapmaya başlamıştır. Gelinen aşamada her devlet bireyci bir insan gibi davranmaya başlamıştır. Tabi bunu kendi sınırları ve gücü oranında yapmaktadır. En güçsüz ve zayıf insan demek olan bireyci insanın toplumsal yaşama ve kültüre verdiği zararın sonuçları dünyamızı yaşanmaz hale getirmişken, bireyciliği devlet düzeyine çıkarmanın çok daha büyük tehlike ve zararlara yol açacağı kesindir. Böyle bir kültürel gerilemenin yaptığı başlıca şey sürü faşist kitle yaratmak olmuştur. Toplumu bu özellikteki kitleye dönüştürmek demek bireyin hareket sınırlarını daraltılabildiği kadar daraltmak demektir. Böyle bir kişi artık bireyci bile olmamaktadır. Bu yeni tip en anlamsız ve içeriksiz uğraşlarla tatmin olabilen yeni bir şeydir. Böyle bir insan için düşünce ve kültür farklılığı, fiziki biçimini farklılaştırmakla mümkün olabilmektedir. Gündelik yaşamda kullanılan dili de bozan bu kültürel aşınma, 2000’den sonra daha da derinleştirilmiştir. Bu toplumsal sorunun nedeni ve toplam sonucu zihniyetteki bunalımdır. En hayati konulardaki sorunlar karşısındaki duyarsızlık yanında bunalım, intihar ve stresteki artış anlatmaya çalıştığımız kültürün yansıyan sonuçlarıdır. Düşüncedeki bunalımı iletişim teknolojilerini kullanmak suretiyle derinleştirmek yeni çağın en belirgin saldırı özelliği olmaktadır. Ancak sistem kaos içinde olduğu için ancak kendi açıklarının üstünü örtebilmektedir. İletişim teknolojisindeki gelişmenin toplumu çok daha kolay ve hızlı bilgiyle buluşturduğu doğrudur. Ancak bu bilgi, toplumun hakikat bilgisinin üstünü kaptan, birey ile buluşmasını engelleyen ve yaşamı cahilleştiren türden bir bilgi kirliliğidir. Nasıl ki liberalizm özgürlük yerine ayrıcalıklı olmayı, demokrasi yerine sistemin  kendi yöneticilerini seçtirme ile sınırlı seçimleri koymuşsa, toplumsal yaşamı yaratıp geliştiren bilgiyi toplum dan gizleyen bilgiye de özgürlükçü toplum bilgisi denilerek dolaşıma sokulmuştur. Örneğin internet ve bilgisayar ile insanları birbirinden kopartan, insanın insanla fiziki ve duygusal temasını kesen sanal medya organlarına ‘sosyal medya’ denilmesi düşündürücü değil midir? Hangi ve nasıl bir sosyallik acaba? İnternet ve TV kullanımındaki yaygınlığın bu amaçlarla çok yakın ilişkisi vardır. Dikkat edilirse gerçek anlamda sistem muhalifi kurum ve kuruluşlara bu araçların kullanılmasını sınırlamak ya da yasaklamak sıkça başvurulan bir yöntem olabilmektedir. Medya organlarıyla yapılan iş, adı iletişim olsa da ve bu amaçla kullanılsa da gerçekte toplumu denetim ve kontrol altında tutmak için kullanıldıkları bilinmektedir. Liberalizm kapitalist iktidarı gizleme işini en çok medya organları ile yaptı. Yapmaya çalışmaktadır.

Günümüzde liberal kapitalist sistemi aşmanın onun zihniyetini aşmaktan geçtiği yeterince açığa çıkmıştır. Bir sistemi zihniyette aşmak demek onun her şeyine karşı olmak demektir. Düşünce kalıplarından giyimine kadar, siyasi kültüründen yemek yeme biçimine kadar her şeyine alternatifler yaratılmazsa, hayatın her yerini ve anını sarmış kaosundan kurtulmak mümkün değildir. Sistemi zihniyette aşmak karşı duruşun temeline alınmazsa, liberal tuzaklardan kurtulmak mümkün olamaz. Çünkü liberalizm yol açtığı en çirkin ve gayri ahlaki durumlara sahiplenmeyi demokratiklik olarak topluma kabullendirmiş bir sistemdir. İnsan hayatını hiçe sayan bu sistem, hayvan haklarını savunmayı toplumun en değerli davranışı haline getirebilmiştir. Bir takım insanların yine insanlara karşı hayvanları savunması da oldukça tuhaftır. Bu da liberal dünyanın eseridir. Yedi insandan birinin açlık sınırında yaşadığı dünyamızda hayvanlara yem atmayı insani duyarlılığın temel ölçüsü olarak reklam edebilmektedir. Böylece hayvan sevgisiyle toplumsal açlığı gizlemeye çalışmaktadır. Bu örnek bile tek başına kapitalist liberalizmin ne yaman bir ideoloji ve sahte kültür yaratığını ve ona dayanarak yaşadığını göstermeye yeterlidir. Onun bu türden sayılamayacak kadar çok hilesine karşı tek bir kurtuluş kapısı vardır; onun düşünce sınırlarını aşmak, toplumcu düşünceyi geliştirmek ve toplumcu yaşamak.

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.