Düşünce ve Kuram Dergisi

İnsanın Gücü Geçmişin Aydınlığından Gelir

Ali Haydar Hengirvanlı

Kültür kelimesi Latince  “Colere” diye bir kavramdan türetiliyor ve kelime olarak anlamı, toprağı işlemek, toprağa bakmak, topraktan ürün elde etmek anlamına geliyor. Toprak ve tarımla bağlantılıdır, toprağı işlemektir. Toprağı tarıma açmak, toprakta ürünü ekmek, ürünü devşirmek, bütün bunların hepsi kültür anlamına geliyor. Kürtçede de karşılığı “çand” kavramıdır. O da aynı anlama geliyor. Toprakla bağlantılıdır, ürün devşirmektir. Bu yönüyle neolitikle bağı çok net olarak görülebiliyor.

Neolitikte yaşanan büyük bir zihniyet devrimidir, bunun maddi yaşamda da çok büyük bir karşılığı var. Yeni kavramlar doğuyor, yeni keşif ve icatlar yapılıyor. Bu keşif ve icatların karşılığı olarak yeni maddi yapılar gelişiyor. İdeolojik ve manevi kültür alanında devasa, muazzam gelişmeler oluyor. Bunlar insanlığın başlangıç evresinde,  Ali Fırat’ın deyişiyle adeta “yıldız yağmuru” şeklinde yağıyor.

Eldeki veriler, tarihsel gerçeklikler ışığında  baktığımız zaman,  Kürt kültürünün, insanlığın kök kültürü olduğunu net bir biçimde görebiliyoruz. “Uygarlık” adlı kitaba baktığımız zaman, Ali Fırat orada sosyolojiyi değişik dallara ayırıyor. “Özgürlük Sosyolojisi” an’ın ve devrim döneminin sosyolojisidir. Ama bir de genel kültür sosyolojisi dediğimiz sosyoloji var. Genel kültür sosyolojisi kök kültürle, insanlığın başlangıcında yer alan ve insanlık durdukça asla bitmeyecek olan bir kültürle bağlantılı bir sosyolojidir. Bu kültür Aryen kültürüdür. Aryen kültürü ki, bu gün Kürtler özü itibariyle o kültürü kalıntı tarzında da olsa temsil ediyorlar. Ali Fırat’ın deyişiyle, “Burayı Çin bile işgal etse, bir başka yerden işgal de gelişse, yine de bu kültür asla bitmeyecek olan bir kültürdür.” Çünkü bu kültürün bitişi, biraz da insanlığın bitişi anlamına geliyor. Bu yüzden Kürtler kök kültürü, temel insanlık kültürünü temsil ediyorlar. Bu yönüyle insanlığı besleyen, aynı zamanda uygarlığı besleyen bir kültürdür. Kürtlerin bu güne dek varlıklarını sürdürmelerinde bu kültürün çok yoğun bir payı var. Bu kültür ‘Demokratik uygarlık kültürü’ olarak da değerlendirilebilir. Esas olarak yaşadığı zemin kırdır. Bu kültür en güçlü, en yoğun biçimini kırda yaşar. Kentte hâkim olan uygarlıktır. Bu kültürün kentte uzantıları var, ama esas itibariyle en güçlü biçimde yaşadığı zemin kırdır.

Kültür bir de toplumun tarihsel boyutuna bağlıdır. Aslında kültürü, bir toplumun tüm geçmişi olarak tanımlamak mümkündür. Geçmişinde ortaya çıkardığı tüm yaratımlar, kültür kapsamına giriyor. Kültürden bahsettiğiniz de, o toplumun zihniyetinden, düşünce sisteminden, ahlaki değerlerinden, sanatından, biliminden bahsediyorsunuz ve bunların hepsi kültür kavramı kapsamına giriyor. Doğrudan kültürle bağlantılı olması gereken dil var. Dil de kültürden ayrılamaz. Dil, dar anlamda kültürün kendisi oluyor. Kültürde esas olan unsur, ideolojik kültürdür. Aslında buna manevi kültür de diyebiliriz. Saydığımız bu unsurlar, ideolojik kültür kapsamına giriyor. Bilim, sanat, zihniyet, ahlak bunların hepsi de doğrudan ideolojik kültürle bağlantılıdır. Ama aynı şekilde bunun bedenleşmesi de var. Ortaya çıkardığı yapılar, eserlerin hepsi yine kültür kapsamına giriyor. ,Anlam bedenleşiyor, yapısallaşıyor ve ikisi arasında bir denge var ve uygarlığın doğuş aşamasına gelinceye kadar çok fazla sorunlar çıkmıyor.

Doğal toplumda, özellikle neolitik toplumda ideolojik kültürle, maddi kültür arasında çok fazla sorun yoktur. İkisi arasında kesinlikle bir dengeden söz edilebilir.

Fernand Braudel, kapitalizmi “maddi uygarlık” olarak tanımlıyor. Ali Fırat, maddi uygarlık kavramının tüm topluma teşhir edilmesi gerektiğini, tüm toplumu kapsaması gerektiğini ifade ediyor. Uygarlığın kendisi maddi kültürdür. Uygarlıkta maddi boyut ön plandadır. Kapitalizmde ise -özellikle günümüz açısından bakıldığında- manevi olan her şeyin metalaştırılması sözkonusudur.

 

Direniş Özü İtibariyle Kültüreldir

Kültürün yansımasını bulduğu bir diğer alan Sanat alanıdır. Sanat, asla metalaştırılmaması gereken bir alandır ve maneviyat alanıdır. En yoğun manevi alanlar bile günümüzde maddileşmiş alanlar durumundadır. Sanat alanı, sanatın kendisi endüstrileşmiştir, devasa bir endüstriyel alan haline gelmiştir. Sanatın ürünleri tüketim nesnelerine dönüşmüş durumdadır. Pazara uygun olarak yapılır ve pazarda alıcıları vardır. Öyle geçmişte olduğu gibi günümüzde kalıcılığı esas alan bir sanat yaklaşımı çok fazla yoktur.

Sanatta en önemli yan kalıcılıktır, kalıcılaşma olmadan sanat olmuyor. Günümüzde en değerli müzik parçasının ömrü, birkaç aylıktır ya da en fazla bir yıllıktır, ondan sonra çok fazla dinlenmez. Oysa bir ürünün gerçek anlamda sanat ürünü, dolayısıyla kültürel bir ürün olabilmesi için, en azından bir insan ömrünü aşan boyutlarda bir kalıcılık göstermesi, bir dayanıklılık gücünü göstermesi gerekir. Bir Derweşê Avdê destanı, tarih olarak Osmanlılar dönemidir. En azından iki yüz yıllık bir geçmişi vardır. Yazıya da dökülmemiştir, ama dilden dile böyle taşınıp gelir, unutulmaz ve yaşar.

Kültürün en rafine alanı sanattır, diyebiliriz. Ali Fırat, “Sanat alanında Kürtler, müzikle direniyorlar” dedi. Müzikte de destan türüyle direniyorlar. İşte destan türü dediğimiz şey dengbej türüdür. Orada esas olan nedir? Kültürün olduğu her yerde direniş vardır. Aslında bir yerde bir direniş varsa, özü itibariyle direnen kültürdür. Anlam ve içerik dediğimiz manevi kültürde çözülme ortaya çıkınca, o zaman direnme etkenleri de ortadan kalkıyor. Mücadele önce kesinlikle kültür alanında başlıyor. Hangi açıdan bakarsanız bakın, Kürdistan Özgürlük hareketinin ortaya çıkışında da böyledir. Böyle kırıntı kabilinden kültürel değerler var. Onlara sarılıyor ve sonuçta onlarla direnme gelişiyor. Ali Fırat da,  bu çok nettir. Ali Fırat lise sıralarındayken “Aram Tigran’ı ilk defa dinlediğimde bu ses, bu kültür yaşamalıdır dedim” diyor. Yine 70’lerin ortalarında Dersim’e gittiğinde, “Dersim gerçekliğini gördüğümde kendi kendime şunu söyledim. Buradaki bu halk kültürü mutlaka yaşatılmalıdır dedim ve mücadeleye bu biçimde karar verdim” diyor.

 

Aydınlanma, Geçmişe Büyük Bir Netlikle Bakabilmedir

Tarihin kendisi de kültürdür ve kültürün önemli boyutu maneviyattır. İnanç biçimidir. Düşünüş tarzı ve anlam gücüdür. Bunların hepsi maneviyata girer. Maddi değildir. Düşünce elle tutulamaz. Onun için düşüncenin kendisi bile bir manevi alandır. Zihniyet bir manevi alandır. Dil, inanç, ideoloji manevi alanlardır. Toplumun bizzat kendisi manevi alandır. Politika maneviyatla bağlantılıdır. Ahlak tümüyle manevidir. Bunların hepsi maneviyata girer.

Tarihe nasıl bakıyoruz. Tarih sadece geçmiş değildir. Geleceğin bilinci ve duruşu da tarihtir. Ama tarih denince kuşkusuz aklımıza ilkin geçmiş gelir. Geride kalan, bugüne dek yaşanan kısmı tarih oluyor. Bu da çok yanlış değil, fakat geçmiş çoğu zaman geride kalmış, hükmü kalmamış gibi görünür. Tarih böyle değildir. Tarih canlıdır ve bir nehir akışına benzer. Çıkış noktası var. Nehir nasıl akarsa, başlangıç noktasından bugüne dek geliş devam ederse, kaynak hala geçmişte ise tarihte böyle bir şeydir. Tarih akışını devam ettirir. Geçmişin hükmü çok yüksektir. Gelecek geçmiş üzerinde çok etkide bulunmaz, esas etkide bulunan, esas hükmünü konuşturan geçmiştir. Geçmiş, bir toplumu ve bir halkı kendine doğru değil hep ileriye doğru iter. Ama gelecekte insanın yüzünü hep geçmişe doğru bakmasını emreder. Peki neden? Biz geleceğe doğru yürürken öncelikle nereden geldiğimizi bilmek isteriz. Nereden geldik ve nereye gidiyoruz. Nereden geldiğimizi bilmeden nereye gideceğimizi bilemeyiz. Zaten geçmiş bu yönüyle aydınlanmanın tam kendisidir. Geçmişi netleştirmedir. Aydınlanma geçmişe büyük bir netlikle bakabilme gücüdür. İnsanın gücü, geçmişin aydınlığından dolayısıyla buradan çıkarılan bilinçten gelir.

Neolitik kültür dediğimiz insanlığın kök kültürüdür.

İnsanlık o kültürle var oluyor. Bugün de süren “Demokratik kültür” dediğimiz kültürün ana unsuru bu kültürdür. Bu açıdan insanlığın kaynağında Kürtler var. Tarih insanlığın geçmişidir. Bizim geçmişimiz tarihimizdir. Tarih aynı zamanda kültürün oluşumudur. Geçmişe uzanıyoruz, neolitik kültürden söz ediyoruz. Bugün gerçekliğe hangi kavram ve kuramlarla bakacağımızı biliyoruz.

İnsan, yerden bir taşı aldığı andan itibaren bile bunu düşünerek yapıyor, ama bunu kelimelere dökmüyor. Yine de Air dili vardır. Bu da işaret, mimik ve davranış dilidir. Belki de insanlığın en eski ve en uzun temel dili yıllara yayılmış olan davranış ve beden dilidir. Beden ve hareketlerle ortaya çıkan dildir. Ama bu dilin kaynağında bir zekâ vardır. Akıldan kaynaklanan bir düzey var. Ali Fırat’ın tanımlaması şöyledir: “insan yerden taşı ilk alıp kullandığında bunu bilerek yapmıştır” diyor. Bu sadece içgüdüsellik ile bağlantılı değildir. İçgüdüselliği de aşan bir yaklaşımla yapmıştır. İnsanın primatlardan kopuşuyla başlayan süreç, yeni bir evrimsel gelişim sürecini başlatmaktadır. Burada insandaki beyinsel gelişme, düşünsel düzeyde de muazzam bir gelişmeye yol açmaktadır. Bu gelişme insanın davranış diline de yansıyor. Aynı zamanda dil bir anlaşma aracı değildir. Dil dar anlamda kültürün ta kendisidir. Dil, kültürdür. “Dil” kavramı kültür kavramıyla sıkıca bağlantılı olup, dar anlamda esas olarak kültür alanının başat unsurudur. Dili dar anlamıyla kültür olarak tanımlamak da mümkündür.

Ali Fırat, “anlamlılığı” ve “yapısallığı” kültür kavramını ifade eden temel kavramlar olarak tanımlıyor. Anlamlılıklar; ruhsal, duygusal ve düşünsel gelişmeyi ifade ediyor, bu da zihniyet gelişimi oluyor. Yapısallıklar da, bunların yaşama dönüşmesi, pratiğe dönüşmesi, uygulanır olmasıdır. Yine Ali Fırat, “İnsan toplumunun tarihi süreç içerisinde oluşturduğu tüm yapısallıklar ve anlamlılıklar, kültürü ifade eder” diyor. Genel tanımlaması budur. Demek ki, kültür düşünce ve yaşam alanındaki gelişmelerin toplamını ifade ediyor. Bu anlam gücünün yaşama dönüşmesi, yapısallık kazanması, toplumu güçlendirir, zenginleştirir ve tanımlar, geleceğe yürütür hale gelmesini de ifade ediyor. ‘Bir toplumun kültür düzeyi, o toplumun gelişme düzeyinin ölçütüdür’ tanımlaması genel kabul gören bir tanımlama da oluyor. İdeoloji ve ahlakla da bağlantılıdır. Bu düzeyi ifade eden özellikler; sanat, siyaset, edebiyat, bilinç, ruh dünyası  bu anlamlılıkların gelişmesinde rol oynuyor. Kültürel düzey, bütün bunlardaki zenginliği, gelişkinliği, yaşamı güçlü, canlı, güzel, özgür kılan boyutları ifade ediyor. Yapısallıklar; kurumlaşma, örgütlenme, maddileşme, toplumsal yaşama dönüşme, kültür düzeyini gösterdiği gibi, aynı zamanda “uygarlık” ve çağdaşlık gelişimi olarak da tanımlanır. Kültürün yapısal hale gelmesini, uygarlıksal gelişme olarak görmek ve tanımlamak da mümkündür. Kültür kavramının anlaşılmasında, içeriğinde anlam boyutu öndedir. Uygarlık kavramında da yapısallık öndedir. Kültürü ifade eden anlamsallıklar yapısal hale geldi mi, buna ‘uygarlık şekillenmesi, uygarlık gelişimi, uygarlık biçimi’ diyoruz. Genelde uygarlık böyle tanımlanıyor. Dolayısıyla kültürün dil ile bağı gibi, uygarlığın da kültürle bağı var. Kültürel gelişme düzeyi ile bağı var ve onun ifade edilmesini içeriyor.

 

Kültürel Gelişme Olgusu, Türkçe’de Çarpıtılıyor

Bu konuda özellikle Türkçede ideolojik bir çarpıtma var. Arapçada kültür birikiminin, anlam gücünün yapısallığa, yani yaşama dönüştüğü düzey ile birlikte uygarlığın başladığı ifade ediliyor. Uygarlık Arapça da böyle değerlendiriliyor. Bunun da başlangıç aşamasının aslında insan topluluklarının yerleşik hale gelme süreci olarak tanımlanıyor. Çünkü anlam gücünün yapısal hale gelmesi, kalıcılaşması, bir sonraki tarihsel süreçlere aktarılması ancak yerleşik yaşamla mümkün oluyor. Türkçe bunu öyle görmüyor. Yerleşiklikten çok aslında iktidar ve devlet oluşumuyla bağlı kılıyor. Türkçeye göre uygarlık, iktidar ve devletin ortaya çıkışıyla bağlantılıdır. Uygar olmak, iktidarlaşmak ve devletleşmek olarak tanımlanıyor. Bunlarda şehirlerde ortaya çıktığı için uygarlık, şehir toplumu olarak da tanımlanır. Şehirleşme uygarlaşma olarak görülüyor. Birde Türkçe sözlükler Arapçanın da böyle olduğunu iddia ediyor. Çarpıtma buradan geliştiriliyor. Halbuki Arapçaya göre uygarlık, yerleşiklik olarak tanımlanırken; Türkçe; uygarlığı, devlet ve iktidarlaşmanın başlangıcı olarak ele alıyor ve Arapçanın da böyle olduğunu söylüyor. Arapça da uygarlık, “medeniyet demektir” diyor ve Arapçayı da kendi ideolojik kalıbına sokmaya çalışıyor. Çünkü Türkçe içerisinde Arapça kavram çoktur. Türkiye Arap dünyası ile sınırdır. Türkçe okuyup-yazan ve düşünenler Arapçayı da okuyorlar, dolayısıyla bu farklılığı görürlerse ulus-devlet egemenliğini reddedebilirler diye tamamen böyle bir ideolojik kaygıdan dolayı dili çarpıtıyorlar. Oysa kültürün yapısallaşma ile başladığı, anlamsallığın yapısallık kazandığı süreç, yerleşik hayatla gelişen süreçtir.

Ali Fırat, “Bir Halkı Savunmak” adlı kitabı hazırladığı sırada Enkidu kimliği üzerine ilk defa bu denli yoğunlaştığını ifade etti ve şunu söyledi. “Enkidu’nun aslında beni de anlattığını fark ettim. Enkidu şehre koşturulmuş, yüzünü şehre dönmüş herkestir” dedi. Dolayısıyla orda bazı belirlemeleri var. “Ana toplumdan kopuyorduk, köyümüz arkamızda bir yetim gibi kala kalmıştık. Köyün kadını, kızı gözümüzde küçüldükçe küçülmüştü, bir şehrin memuru yeni ilahımızdı. Devletleşme, kentleşme ve Türkleşme etrafında yeniden toplumsallaşıyorduk” der. Yeni bir toplumsallaşma, farklı tarzda bir kültürleşme başlar.

Bu esasla meseleye yaklaştığımızda önümüze ‘’inşa’’ kavramı çıkar. . İnşa sıfırdan başlatılan bir şey değildir. İnşa, eskinin olduğu gibi bugüne aktarılması, taşınması da değildir. İnsanlığın temel değerleri nerede gizliyse oraya dönmek, o değerlerle bağ kurmak, onları günümüz ve bugünün dünyasının bilimsel teknik gelişme düzeyiyle bütünleştirerek, yeniden yapılandırılmasını sağlamak olarak adlandırılabilir. Ali Fırat’ın deyişiyle, “10 bin yıl öncesine dönmüyoruz, ama insanlığın temel değerlerinin orada gizli olduğunu da biliyoruz. İnsanlığın geçmişi daha gerçektir, eğer arıyorsak yüzümüzü oraya döneceğiz. İnsanlığı orada arayacağız. Orada bulup yakalayacağız ve yeniden başlatacağız” diyor. Yaklaşımımız bu olacak ve dolayısıyla geçmiş bu yönüyle zaten kültüre de tekabül ediyor.

 

Kültürel Direniş Yaşamın Direnişidir

İnsanı diğer türlerden ayıran en temel olgularından biri metafizik yönüdür. Ahlakı oluşturan insandır. İnsan dışında hiçbir canlı türü doğa da ikinci bir doğa yaratamaz. Hatta birinci doğa ile ilişkisi temelinde üçüncü bir doğayı ortaya çıkarıyor. Bu da insana özgü bir şeydir. İnsan kültür oluşturuyor. Bu anlamda kültür, insan eliyle yaratılan her şeydir. Buna politika, ahlak, sanat, müzik, resim vb. şeyler girer. Bunların hepsi kültürü meydana getiriyor. Kültürün esas boyutu manevi ağırlıklı olmasıdır. Din bir kültürdür. İnsan mitolojiyi yaratır. Düşünüş biçimi, beğeni ve ahlak, bunların hepsi manevi unsurlardır. Somut olarak elle tutulur bir yanları yoktur, bunlara maddi kültür diyemeyiz. Maddi yaratımları da vardır.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.