Düşünce ve Kuram Dergisi

Entelektüel Görevler Bağlamında Yazınsal Çalışmalar

Sakıp Hazman

Devrimci mücadelemizin geldiği düzeyle bağlantılı olarak yazınsal çalışmalarda da belli bir yoğunlaşma ve ilginin geliştiği gözlenmektedir.

Zindan özgülünde, gerek ortaya çıkan yazım çalışmaları ve gerekse de bu yönlü gelişen ilgi; konu üzerinde durmayı ve kritiğini yapmayı gerekli kılmaktadır. Bu konuyu entelektüel görevler ve akademik kadro çerçevesinde ele alıp irdelemeye çalışacağız.

 

Akademik Kadro ve Entelektüel Görevler

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Gerçek bütündür. Hakikat, ifade edilen bütünsel gerçektir. Kadro, örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikattir.”1 diyor. Akademik kadro ve onun entelektüel görevleri bu temelde hakikat arayışı bütünlüğüyle tanımlanmıştır. Dolayısıyla akademik kadro, hakikat, zihniyet ve yaşam tarzı devrimine yönelirken bu bütünlüğe göre konumlanmak zorundadır. Zira devrimcilik, özünde hakikat arayışı, savaşçılığıdır. Öcalan, bunu kendi şahsında “hakikat avcılığı” olarak da tanımlamaktadır.

Entelektüel görevler, hakikat savaşımının önemli boyutlarından birini oluşturuyor. Ancak tek başına ele alınacak veya yürütülecek bir görev değildir. Bu anlamıyla entelektüel görevler ele alınırken veya yürütülürken egemen sistem içindeki “entelektüel”liğin ötesine geçmek gerekiyor. Aksi takdirde entelektüel görevler layıkıyla yerine getirilmiş olmaz; hakikat, zihniyet ve yaşam tarzı devrimi gerçekleştirilemez. Bu nedenle Öcalan entelektüel görevlerle iç içe ahlaki ve politik görevlerin de yerine getirilmesini, hakikat savaşımının olmazsa olmazı olarak belirlemiştir. Bu aynı zamanda devrimciliğin ve devrimci kişiliğin, bütünlüklü tanımıdır da! Bu bütünlüğü kendisinde oluşturma başarısını göstermiş kişiliği, “akademik kadro” olarak tanımlıyoruz.

Öcalan, akademik kadronun entelektüel, ahlaki ve politik görevler bütünlüğüyle konumlanması gerektiğini belirtirken şu hususların altını çizer: “…Entelektüel, ahlaki ve politik görevlere ilişkin çalışmaların iç içeliği esastır. Alanlar kendi içlerinde ne kadar bağımsız çalışsalar da birbirlerini tamamlayıcı nitelikte ürünler ortaya çıkarmak zorundadır. Entelektüel aydınlanma olmadan ahlaki uygulama, iyiyi fazla geliştiremeyeceği gibi kötüye yol açmaktan da kurtulamaz. İyi ahlakın olmadığı yerde ve zamanda kötü ahlak vardır. Politik alan, güncel aydınlanmanın ve ahlakiliğin uygulanma halini ifade eder. Politika bu anlamda günlük aydınlanma ve ahlaki davranma gerçeğidir; aydınlanmanın, ahlakiliğin kendisidir. Ayrıca politika ve ahlakın olmadığı yerde aydınlatmadan, dolayısıyla entelektüel çalışmanın varlığından ciddi olarak bahsetmek mümkün değildir. Politika ve ahlakla bağını yitiren entelektüel bilgi, bir entelektüel sermaye ya da başka bir şey olabilir; ama böylesi bir konum entelektüel görev olarak değerlendirilemez. Çünkü, ahlaki ve politik temelden yoksundur.” 2

Öcalan’nın altını çizdiği hususlar aynı zamanda entelektüel görevlerin de ilkeleridir. Bu nedenle akademik kadro, ahlaki ve politik bilinç ve sorumlulukla entelektüel görevleri yerine getirmeye çalışır. Bu anlamıyla, her şeyden önce devrimci olduğunu, asla göz ardı etmez. Devrimciliğin dışında aydın, yazar vb. kimliklendirmelere tenezzül etmeden, entelektüel görevler gereği olarak düşünsel üretimde bulunur. Bu bağlamda akademik kadro için düşünsel üretimin tek gerekçesi olabilir; o da, ahlaki, politik ve entelektüel sorumluluğudur.

Hakikat rejimimiz ahlaki ve politik topluma dayanıyor. Hakikat arayışı bağlamında entelektüel görevler de buna göre olmalıdır ki, amacına ulaşsın. Bunun dışındaki diğer tüm arayışlar sistem içi arayışlardır ki, bu tür arayışlara yönelen kişi, daha baştan devrimci yaşam değerlerine ters düşmüş demektir.

 

Entelektüel Görevlerin İki Boyutu

Entelektüel görevler en yakıcı şekilde kendisini devrimsel süreçlerde dayattığı gibi, entelektüel çabalar da en çok devrimsel süreçlerde daha bir gereklilik haline gelir. Devrimsel süreçler iki yönüyle zihinsel etkinlikleri en yoğun şekilde dayatır: Birincisi, toplumsal sorunların çözümü kendisini dayatmıştır. Hakikat arayışı ve devrimi bu nedenle gündemleşmiştir. İkincisi ise, egemen sistemin zihniyet formlarından kurtulmalı ve egemen güçlerden en yetkin devrimci tarzda hesap sormak için gerekli zihniyet, kişilik ve eylemciliği kişiliklerde gerçekleştirmesini gerekli kılıyor. Her iki yönüyle de mücadele öncelikle entelektüel alanda verilir. Entelektüel alanda gerçekleştirilecek zihniyet devrimiyle mücadele başarıya ulaşır ancak.

Bu bağlamda Kürt Özgürlük Hareketi’nin tarihi çarpıcı bir örnektir. “İdeolojik dönem”den günümüze dek devrimci süreç içinde en yoğun şekilde her yönüyle entelektüel mücadele yürütülmüştür. Öcalan şahsında Özgürlük Hareketi’nin hakikat arayışına entelektüel mücadele damgasını vurmuştur. Öcalan, yaşamın her alanını birer akademi/okul haline çevirmesi, devrimimizin yönünü ve karakterini belirlemiştir. Özgürlük Hareketi’ni yenilmez kılan, devrimsel süreç zarfında, devrim içinde devrim yaratan temel husus Öcalan şahsında gerçekleştirilen entelektüel devrimdir.

Bu anlamıyla akademik kadro için entelektüel görevlerin esası, zihniyet, kişilik yaşam ve toplumsallık bağlamlarıyla nelerin reddedildiği ve yerine nelerin konulduğuna dayanmaktadır. Bunlar da paradigmada ortaya konulmuştur. Öcalan’a katılan kadronun entelektüel görevleri paradigmayı anlamak, yaşamsallaştırmak ve anladığını paylaşmaktır. Bu temelde akademik kadronun hakikat arayışı ve savaşımının esas kaynağı paradigmadır. Paradigmada hakikat savaşımının, dolayısıyla entelektüel görevlerin yöntemini, bilgi bilimini ve hakikat rejimini, kavram ve kuramıyla ortaya koymuştur. Entelektüel görevlerimizin esas amacı, bu bütünlük içinde paradigmanın özümsenmesi ve yaşamsallaştırılmasıdır.

Bu diyalektiksel oluş ve gerçekleşmede “anahtar” kavram ANLAMAK’tır. Entelektüel oluş ve gerçekleşme, anlama düzeyine göredir. Öcalan, “Anlayabilmek yaşamaktır. Yaşamak anlamak içindir (…) Hiçbir güç anlam gücünden daha güçlü olamaz. Veya anlam karşısında sahte gösteriler olmaktan kurtulamaz.”3 diyor. Yine, “Anlayabildiğim kadar özgürleşmem, yaşam için güçlü kuvvettir.”⁴ der. “Özgürlük Sosyolojisi” kitabında da özgürleşmeyi paylaşmakla da tanımlamaktadır.

Anlama eyleyişi de entelektüel görevlerle bağlantılıdır. Paradigmayı özümsemiş akademik kadro ona uygun yaşayan ve eyleyendir. Bu bağlamda akademik kadronun iki temel görevi vardır: Birincisi Öcalan paradigmasını derinlikli etüt etme, kavrama ve anlamak; ikincisi ise, onu inşa etmektir. İnşa ise, ağırlıklı olarak topluma içerimlenmiş sistemin bilgi yapılarını yıkmak ve kendi paradigmamız temelinde toplumun yeniden inşasıdır. Entelektüel çalışmaların esas amacı da bu temelde geliştirilecek zihniyet inşasıdır.

Bunun somut araçlarından biri de okumak ve yazmaktır. Okumak ve yazmak, entelektüel görevlerin birbirini tamamlayan iki boyutunu oluşturuyor. Bu iki boyutun bütünlüklü olarak yürütülmesi gerekiyor. Biri olmadan anlam gücünü yetkinleştirmek imkansız gibidir. Ancak genel olarak, halen yazmaya yanaşmama, ondan kaçma gibi yaklaşımımız olabiliyor. Oysa güncel konulardan tutalım, kültür-sanat vb. konularda gazete ve dergilere yazabileceğimiz çok konu var. Sistemli, planlı ve disiplinli bir okuma yazma ile öğrenme, anlam verme, oluşma ve gerçekleşme diyalektiğini şahsımızda bütünlüklü olarak geliştirebiliriz. Paradigmada derinlik sağlama, düşünceyi sistemli kılma ve yetkin ifade gücünü, uygulama düzeyini yakalamak bu iki boyutu öğrenme, anlama sürecinde gerçekleştirmekle bağlantılıdır.

Bu noktada, entelektüel görevler çerçevesinde yapılması gereken paradigmayı derinliğine okuyarak ve yazarak anlamaktır.

 

Neden Yazıyoruz?

Öcalan her zaman toplumsal zihniyetin geliştirilmesini devrimci mücadelenin odağına koymuştur. Özgürlük sorununu toplumsal zihniyetin geriliğiyle bağlantılı olarak ele almıştır. Bu nedenle verdiği mücadelenin yüzde doksan beşlik kısmı zihniyet geriliğine karşıdır. Öcalan’in zihniyet devrimi temelinde yürüttüğü mücadelenin sonucu olarak önemli bir toplumsal zihniyet yoğunlaşması ortaya çıkmıştır. Bunun zirvesi ise Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Toplum paradigmasıdır.

Öcalan’ın geliştirdiği zihniyet devrimine denk olmasa da entelektüel görevler bağlamında belli bir potansiyel ve çaba açığa çıkmıştır. Zindanda da bu yönlü somut yoğunlaşmalar ve ürünler ortaya çıkmıştır. Öcalan’ın gerçekleştirdiği zihniyet devrimiyle akademik kadronun bu yönlü çabaları arasında hala ciddi bir mesafe olsa da, entelektüel görevler bağlamında sergilenen bu çabalar ve ortaya çıkan ürünler küçümsenemez. Ancak bu yönlü çabaların yetersizliği, entelektüel görevlere gereken düzeyde doğru bir yaklaşımın sergilenmediği ve ortaya çıkan somut ürünlerin ciddi yetersizlikler barındırdığı da bir gerçektir.

Bunun temel nedeni entelektüel görevlerin yeterince bilince çıkarılamayışıyla bağlantılı olarak “neden yazıyoruz?” sorusunun akademik kadro şahsında cevabını yeterince bulamamasıdır.

Ciddi bir yanılgı olarak, yazınsal çalışmaları “bireysel çalışma” olarak ele alıyoruz. Belki teknik olarak toplu çalışmalar ile bireyin yaptığı çalışmanın birbirinden ayrıştırılması için böylesi bir planlamaya gitmek bir yere kadar anlaşılırdır. Fakat somut durumda ortaya çıkan sonuç, yazım çalışmalarının komünal bilinç ve ruh temelinde; devrimci yaşamın kolektif üretimi bağlamında değil de, bireysel olarak ele alınıp yürütüldüğüdür. Bu, zihniyet, kişilik ve yaşam parçalılığının sonucu olarak ortaya çıkıyor. Nedir bu parçalılık? Zihniyet, kişilik ve yaşam tarzı olarak bir bütün zamanı, emeği ve yaşamı komünalleştirememe ve kolektifleştirememedir. Emeğin, zamanın ve yaşamın yarısını devrime vermek, diğer yarısını ise bireyselleştiren çalışmaya ayırmaktır. Aslında her ne kadar böylesi yarıdan yarıya ayrıştırma, parçalama yapılsa da, bu, özünde devrim içinde özel olanı yaşamak ve yaşatmaktır. Çünkü söz konusu özel alanda, yaşama damgasını vuran bireysellik oluyor. Bundan dolayıdır ki yazınsal çalışmaları kendimize ait görüyoruz. Yaşamımızı, kişiliğimizi, duruşumuzu buna göre oluşturuyor ve konumlandırıyoruz. Giderek komünal ve kolektif yaşamdan kopup bireyselleşiyoruz. Kendimize ayrı bir dünya yaratıyoruz. Devrim, toplum, ülke… gerçekliklerinden kopuyoruz. Farkında olmadan duruşumuz özelleşiyor. Zamanımızı, yaşamımızı buna göre düzenliyoruz. Bireysellik ve kolektifliğin diyalektiksel bağını koparıyoruz. Sonuçta bireysel çalışma, sistemin tipik yazarlık, aydın vb. noktaya dek varıyor. Bu sonuç, komünal ve kolektif yaşamdan kaçış oluyor. Yazdığımız paradigma eksenli ve komünal, kolektif yaşam adına olma iddiası tanısa da somut duruşumuz bu gerçeklikle zıtlaşan ve çelişen oluyor.

Öcalan, “Kendisi özel, düşüncesi komünal demek bir aldatmacadır. Kapitalist sistemin toplumu ahlaktan yoksun bırakmasının bir sonucudur bu.”⁵ diyor. Bu anlamıyla komünal yaşamda “bireysel çalışma ve başarı” yoktur. Nasıl ki, topluma rağmen bireyin var olma ve kendisini (topluma rağmen) gerçekleştirme şansı yoksa; komünaliteye rağmen “bireysel başarı” peşinden koşmak da, Kürt Özgürlük Hareketi içinde nafile çabalardır. Zira yaşam kolektiftir; bu kolektif yaşamda birileri yazarken, başkaları çizer; kimileri eğitirken, kimileri örgütler vb. bu farklı işlerin tümüyle kolektif ve kamusal yaşamımızın bütünlüğünü oluşturur. “Bireysel başarı” kapitalist modernitenin ideolojik bir saptırmasından başka bir şey değildir. Modernizm “ben”i maksimize ederken, aynı anda dışındakileri de minimize ettiğinin bilincindedir. “Bireysel başarı” öyküsünü de bu çarpık ikilem üzerinden oluşturur.

Bu bağlamda akademik kadro için yazınsal çalışma, bireysel, özel değildir; komünal ve kolektiftir. Bunları belirtirken, bireyin yeteneklerini yok sayıcı kaba bir toplumculuk savunulmuyor. Kaba toplumculuk kadar, bireyciliğin de bizde nükseden yönlerini iyi görmek lazım. Birey olarak üretmek, “başarmak” için, bir yerlerden zihnen de, madden de beslenmemiz gerekir. Bu beslenmenin sonucunda yaratımlarımız açığa çıkar. Komünal yaşıyor ve aynı hakikat evinden besleniyoruz. Beslenme kaynağımız, bizim üretimimizin ve başarı öykümüzün de ana kaynağını oluşturur. Bir mümin, her şeyini ama her şeyini Tanrı’ya borçlu olduğunu bilir, buna inanır. “Tanrı”nın, sosyolojik karşılığı toplumdur. Dolayısıyla toplum, bizim varlık sebebimizdir. “Başka bir deyişle, resmin her parçası tüm resmin sıkıştırılmış biçimini içerir. Parça bütündedir ve bütün her bir parçadadır.”⁶ Devrimcilik de budur. Bireyin tepeden tırnağa tüm yeteneklerini, duyguyu ve düşüncelerini, emeğini komünalleştirmesi ve kolektifleştirmesidir. “Neden yazıyoruz?” sorusunu bu anlamda cevaplandırmak gerekiyor.

 

Yazınsal Çalışmaların Niteliği

Akademik kadro yirmi dört saat paradigmanın yöntem, bilgi bilimi ve hakikat rejimi sayıltıları üzerine yoğunlaştığı, eğitiminin, dolayısıyla yaşamının odağına paradigmayı koyduğu oranda niteliksel anlamda doyurucu yazınsal ürünler ortaya çıkarabilir.

Yaklaşık olarak bir insan ömrüne tekabül eden bir zaman kesitinde Öcalan’ın zihniyet devrimiyle geliştirdiği bir külliyata sahibiz. Bağlantılı olarak bunun son çeyrek asrına ise demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma damgasını vurmuştur. Bu anlamda Öcalan, doğu-batı sentezinden ve olumlu yönlerinden oluşan muazzam bir zihniyet yoğunlaşmasını sunmuştur. Böylesi bir gerçeklik içinde, belirtmek gerekir ki yazınsal çalışmalarımız istenilen düzeyde değildir. Şüphesiz bir ilgi, çaba vardır. Geçmişle kıyaslandığında nicelik anlamında yazınsal çalışmalarda bir artış göze çarpıyor. Ancak, A. Öcalan’ın gerçekleştirdiği zihniyet devriminin düzeyi ve demokratik modernite devrimimizin geldiği aşama, var olan ilginin, çabanın, niteliğin yetmediğini gösteriyor.

Bu bağlamda yazınsal çalışmalarımız ele alınıp kritiği yapıldığında temel yetersizliklerin şu hususlarda ortaya çıktığı görülüyor:

1- Temel yoğunlaşma ve eğitim kaynağımız paradigmamız olmasına rağmen, paradigma üzerinde yeterince durulamaması, tek tek konu ve kavramlar üzerinde etüt edilememesi sonucu yazınsal çalışmalarımızda paradigmasal hakimiyet yetersizliği ortaya çıkıyor. Paradigma üzerinde hiç durulmuyor değil elbette. Bahsettiğimiz husus zihniyet, kuramsal ve kavramsal olarak paradigmaya tam girememenin sonucu olarak paradigmayı anlama ve anlamlandırmamız yüzeysel, genellemeci, eklektik ve kendini tekrar eden tarzda olunca, bu yazınsal çalışmalarımıza da yansımaktadır. Hatta istisnai de olsa yer yer kimi teorik çerçeve, kavram ve analizler paradigmayla çelişmesine rağmen, sanki yazılanlar paradigmayı ifade ediyormuş gibi sunuluyor.

Paradigmaya hakimiyet bağlamında yazınsal çalışmaya başlarken iki yönlü bir hazırlığın tamamlanması gerekiyor. Birincisi, verili bilgi ve hakikat rejimi düzeyini aşan bir zihniyet yoğunlaşmasını yakalamaktır. İkincisi, buna bağlı olarak yoğun ve derinlikli bir paradigma değişimini sağlayacak şekilde, yeni paradigma üzerinde etüt etmektir. Esasında paradigma değişimi denilen olay ve yeni paradigmaya hakimiyet böyle gerçekleşir. Yeni paradigmaya giriş de ancak bu temelde olur.

Burada bahsedilen “mutlak bilgi” düzeyini yakalamak değildir. “Mutlak bilgi” düzeyi yoktur zaten. Öcalan, “Bilgi anındayken oluşuyorsun. Yani bilme ile oluşma aynı anda olduğu için, çok uğraşmama rağmen bir türlü yarım bilmekten kurtulma çaresini bulamadım.”⁷ diyor. Yaşam devam ettiği sürece, edinilen bilgi, yeni başlayan an karşısında daima yetersiz kalır. Fakat buna rağmen insan, verili bilgi ve hakikat rejimi yapılarını aşabilir, yeni bir yöntem, bilgi ve hakikat rejimi olarak yeni paradigmaya ulaşılabilir. Bu noktada yapılması gereken, yoğun, disiplinli ve yaratıcı bir araştırma-inceleme sürecini; anlama ve özümseme çabasını gerçekleştirmektir. Böylesi bir aşama katedilmeden, yazınsal çalışmalara başlamak, istenilen sonucu doğurmayacaktır.

Bu bağlamda, paradigmaya hakimiyet olmadığından yazınsal çalışmalarımız ya başka kaynakların etkisi ve yansıması biçiminde ya da kendimize göre çıkarsamalarımızın, dolayısıyla öznelliğimizin sonucu olarak ortaya çıkıyor.

2- Yazınsal çalışmada devrimin gereksinimlerine göre konu seçimi kadar, seçilen konunun sistematiğine göre konunun işlenmesi de önemlidir. Konu sınırlamasına göre çatısı veya sistematiği kurulamayan yazınsal çalışmada doğal olarak bir karışıklık, neyi işlediği belli olmayan bir sonuç ortaya çıkacaktır.

Yazınsal çalışmalarımızda genel olarak herhangi bir konu seçiliyor. Fakat konu işlenirken, sanki her şeyin teorisi yapılıyormuş gibi, her şey ele alınıyor. Çalışmanın konusu sosyolojisi ise, çalışmanın odak noktasının da baştan sona sosyoloji olması gerekiyor. Elbette her konunun birbiriyle ilişkisi vardır. Önemli olan, ana konunun sistematiğinden sapılmadan orantılı veya vurgular düzeyinde, gerektiği kadar diğer ilişkili hususları işlemektir. Bunun yerine, konu ne olursa olsun, “büyük patlama”dan başlayarak, her şeyi alıp işlemek, adeta “potpori” tarzında bir sonuç ortaya çıkarır.

Unutmamak gerekir ki, yazınsal çalışmalarımız paradigmanın kendisi değildir. Paradigmayı anlamak ve anlamlandırmak için yazıyoruz. Bu konuda savunmaların taklidinin yapıldığını da belirtmek gerekir. Öcalan, yeni bir paradigma geliştirdiği için doğal olarak paradigmasal bütünlük içinde antropoloji, bilim, felsefe, tarih, sosyoloji, sanat, ekonomi, yönetim tarzları vb. tüm konuları işlemektedir. Biz yeni bir paradigma geliştirmiyor veya paradigmayı tamamlamıyoruz ki, tüm bu konuları ele alalım. Yazınsal çalışmalarımız paradigma eksenlidir. Paradigma ekseninde bir konunun seçilmesi, seçilen konuya göre çalışmanın ele alınması, çalışmayı başarılı kılacak hususların başında gelmektedir.

Benzer bir sorun ana veya ara başlıklarda da oluyor. Tıpkı çalışmanın ana konusu gibi, başlıkların altı da başlıklara göre olmalıdır ki, çalışma sistematik ve akıcı olsun. Başlıklar bir tarafa, işlenenler bir tarafa olunca, çalışmanın sistematiği bozulmuş olur.

3- Yazınsal çalışmalarda kuramsal ve kavramsal çerçeve, çalışmanın hangi paradigma ekseninde olduğunu ve neye hizmet ettiğini belirleyen faktörlerin başında gelmektedir. Çalışmaya hangi referansların damgasını vurduğu, kuramsal ve kavramsal çerçeve ile anlaşılır.

Her paradigmanın sınıfsal konumu, onun kuramsal ve kavramsal çerçevesini belirler. Öte yandan kavramsal boyutu iki yönlü olabilir. Birincisi, kurulduğu düzleme göre yeni kavramsallaştırmalara gitmektir. İkincisi ise, var olan kavramlara kuramsal ve hakikat rejimine göre yeni anlamlar yüklemektir. Bir de, iktidarcı-devletli yapıların yoğunca anlam bozumuna uğrattığı kavramlar vardır ki, A. Öcalan, bu yönlü birçok kavramı, gerçek özüne kavuşturmuştur. Zaten Öcalan’ın geliştirdiği yeni paradigma da, bu gerçekliğe göre ortaya çıkmıştır. Paradigmamızın, demokratik modernite, demokratik konfederalizm, demokratik özerklik, ahlak, politika vb. kavramları özgündür. Öte yandan özgürlük, eşitlik, demokrasi vb. kavramlara da Öcalan, ahlaki ve politik topluma, demokratik modernite ve demokratik konfederalizme göre yeni anlamlar yüklemiştir. Bu anlamda, neyi nasıl ele aldığını, nasıl yorumladığını ve anlamlandırdığını kuramsal ve kavramsal olarak ortaya koymuştur.

Örneğin, klasik iktisat teorisine hakimiz, bu teorinin izaha kavuşturulduğu kavramlarla, yeni paradigmamızın komünal ekonomisini yazmaya çalışıyoruz. Aslında izlediğimiz yol güzergahı komünal ekonomiyi ifade ediyor. Ama içeriğini klasik iktisat teorisinin hakim kavramlarıyla izah ettiğimiz için, ortaya çıkan sonuç da, tuhaf ve anlaşılmaz oluyor. Çünkü hem biçim hem de içerik açısından, birbirine ters, iki farklı uygarlık ekonomisinden bahsediyoruz. Sömürü merkezli bir ekonomik kuramın, kendisini ifadelendirmesi de aynı ruh ve içeriğe uygun kavramlarla olacaktır! Dolayısıyla bu kavramlarla, özgür, eşit ve komünal bir ekonomik sistemi izah edemeyiz.

Yine, bazen başkalarının kavramlarıyla paradigmayı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bazen de kendimize göre ya kavramlar türetiyoruz ya da herhangi bir filozofun kavramlarıyla paradigmamızın kavramlarının karmasından oluşturduğumuz kavramlar kullanıyoruz. Dolayısıyla çalışma anlaşılmaz oluyor.

Oysa bu denli kendimizi zorlamaya gerek yok. Öcalan,kavramsal ve kuramsal çerçeveyi zaten sunmuştur. Bu anlamıyla muğlak olan, yarım bırakılmış ve tamamlanmamış bir şey yoktur. Bize düşen derinlikli bir zihniyet yoğunlaşmasıyla kuramsal ve kavramsal çerçeveyi anlamak, anlamlandırmaktır. Zira kavramların tarihi, paradigmasal ve toplumsal bir dayanağı ve ruhu vardır. Kendiliğinden gelişmediği gibi, keyfi olarak da oluşturulamaz. Paradigmasal gerçekliğin üzerine kurulduğu toplumsal gerçekliğe dayanır. Bu nedenle “Böyle de olur.” denilerek kavram türetmesine gidilemez. Paradigma eksenli yazmış olduğumuz bir çalışmanın paradigmamızın kuramsal ve kavramsal çerçevesine, ruhuna göre olmak durumundadır.

4- Paradigmayı anlama ve anlamlandırma ancak derinlikli bir yorum gücüyle mümkündür. Şüphesiz bu da eğitimle bağlantılıdır. Yirmi dört saat eğitim ilkesine göre zihniyet yoğunlaşmasını gerçekleştirmekle, ancak istenilen düzeyde yorum gücüne ulaşılabilir.

Kuşkusuz yazılı ürünlerimizin kendi içinde özgünlüğü olabilmelidir. Bu konuda, yorum gücü bağlamında yazımsal çalışmalarda iki yönlü sorun ortaya çıkıyor. Birincisi, ele alınan konunun derinleştirilip yorumlamaktan ziyade paradigmanın tekrarını aşamayan, yer yer alıntılarla çalışmayı derleme haline getiren tarzdır. İkincisi ise, yorumlama adına kendimize göre tespit, tanım ve analizler geliştiriyoruz. Bazen bu kendine görelik “paradigmayı tanımlama” ve “yeni bir tez” olarak da yansıyabiliyor.

Elbette yazınsal çalışmalarımız, ele alış ve yorumlamayla farkını ortaya koymalıdır. Ancak bu, paradigmayla çelişen, aykırı vb. nitelikte olmamalıdır. Çünkü yazdığımız çalışma, paradigma eksenli yazıldığı iddiasını taşıyor. Hem böylesi bir iddia ile ortaya çıkmak hem de kendine göre yorumlamak ve bunu paradigmaya mal etmek doğru değildir.

Yazdığımız her çalışma şu sorulara doyurucu yanıtlar taşımalıdır: Bu çalışmayı toplum neden okusun? Özgünlüğü nedir ve neyi hedefliyor? Paradigma ekseninde ele alınan konu ne kadar paradigmayı ifade ediyor? Konu ne kadar derinleştirilmiş ve ihtiyaca cevap olabilmiş mi? Vb…

5- Abdullah Öcalan, “Anlamını en iyi dile, söze ve yapılanmaya kavuşturan toplumlar, en gelişmiş toplumlar tanımına kavuşurlar.”⁸ der. Hakikatini en sade, anlaşılır ve özüne uygun olarak dile getiren toplumlar, hakikat rejimlerini en iyi şekilde anlamlandıran toplumlardır. Özgürlük düzeyi de hakikat rejimini açıklamakla bağlantılıdır. Bunun aracı ise dildir. Dilin yazınsal çalışmalarla iki yönlü ilişkisi vardır. Birincisi, teknik yöndür. İkincisi ise, daha geniş anlamda paradigmasal, kuramsal ve kavramsal yönüdür.

Dil bağlamında ciddi derecede sorunları olmakla birlikte, genellemeci, dolambaçlı, anlaşılmaz yönler ağırlıktadır. Bazen çalışmayı okumak için birden fazla sözlük bulundurmak gerekiyor. Oysa dil ve literatür konusunda Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin ortaya çıkardığı ifade gerçekliği vardır. Buna yabancı değiliz. Fakat bunun yerine nedense aşina olunmayan, ancak belli bir elit kesimin aşina olduğu dil kullanılıyor. Öcalan külliyatı, çözümlemeleri, yine Özgürlük Hareketinin kaynakları, bu konuda esas alacağımız kaynaklardır. Bunun dışında bir tarzda yazmak çalışmalarımızın niteliğini yükseltmez. Tersine anlaşılır, akıcı, sade olmadığı için itici olur. Bu vb. sıkıntıları, birçok açıdan irdelemek mümkündür. Ancak özünde, yazma amacının sebeplerine göre yeterli bir konumlanmanın olmayışı -ki bu durum, öz yerine biçime meyletmeyi yaratır- ikincisi ise, yazmak istediğimiz konuya yeterli ve doyurucu bir hakimiyetin oluşturulmamış olmasıdır. Araştırma-inceleme safhası, konu eksenli yığınla bilginin toparlanmasını ifade eder. Bu bilgi yığınının içinden konumuza dair olanları bir bütünlük içinde sistematize etmek ise, güçlü bir yoğunlaşmayı gerektirir. Konuya hakimiyet sağlanmışsa, onu yoğunluklu, kısa ve doyurucu bir ifadeye kavuşturmak zor değildir. Lenin, bir yoldaşına yazdığı on yedi sayfalık bir mektubun altına, “Kusura bakma, yeterince yoğunlaşamadığım için, bunca uzun yazdım.” derken, adeta bizim uzun uzadıya ve bol tekrarlı makale tarzımıza işaret eder gibidir…

6- Yazım çalışmalarımız bir amaç değil. Akademik kadro için devrim yapmak amaçtır. Bu nedenle yazar vb. olmak için bir amaç edinemez. Yazım çalışmaları bu anlamıyla bizim için araçtır. Yazmamızın tek gayesi olabilir; o da paradigmayı anlamak ve anlamlandırmaktır.

Maalesef amaç ile aracı karıştıran; araç yerine amacı ikame eden anlayış ve eğilim yer yer ortaya çıkabiliyor. Açık ki amaç ile araç yer değiştirdiğinde, devrim ve toplumun gereksinimleri yerini “yazar olayım”, “kitabım yayınlansın”, “ismim çıksın”a bırakır. Bu noktadan sonra arayışın yönü değişmiş oluyor. Amaçtan sapmaya; düşünce ve yaşamda düzen içileşme riskini de içinde barındırır ve amaçtan kopmaya götürebilir.

Oysa akademik kadro, entelektüel derinlik ve üretkenliği kadar, mütevaziliğiyle, emekçiliğiyle ve komünaliteye sadakatiyle bilinir; bilinmek durumundadır. Yani, “İnandığımız gibi yaşayamazsak, yaşadığımız gibi inanmaya başlarız.” Zaten inanmadığımız şeyleri topluma sunmak etik bir tutum da olamaz!

Öcalan’ın geliştirdiği paradigmayla sadece ülkede değil, bölgede ve giderek evrensel düzeyde yeni bir rönesans ve aydınlanma süreci başlamıştır. Bu sürecin öncüsü elbette akademik kadrodur. Öcalan, özellikle zindan yapımızın, demokratik modernite partisi gibi örgütlenip görevlerine sahip çıkması gerektiğini belirtti. Bu beklentiye karşı akademik kadro, entelektüel görevlerini tüm boyutuyla yerine getirerek, insanlığın demokratik modernite çağına geçişini gerçekleştirerek anlamlı bir yaşamın sahibi olabilmelidir.

 

Kaynakça
1 Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, 4. Cilt, s.322
2 Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, 3. Cilt, s.332
3 Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, 2. Cilt, s.10
4- Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, 2. Cilt, s.275
5- Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak, s.103
6- Donah Zohar, Kuantum Benlik
7- Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak, s.73
8- Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, 4. Cilt, s. 215

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.