Düşünce ve Kuram Dergisi

Toplumsal Doğa Ahlaki ve Politiktir

Munzur Dersim

Varoluş bütünlük ve çokluk içinde gerçekleşmektedir. Bütünlükten bağımsız teklik içinde veya tek başına bir varoluş evrenin oluşum diline aykırıdır. Evrende, doğada, toplumsal doğada olduğu gibi hiçbir şey teklerin toplamıyla oluşmamıştır. Birbirini tamamlayan bir düalistlik, çokluklar gerçeği içinde varoluş açığa çıkmıştır. Tek başına bir oluşum yoktur. Teklik doğanın diline aykırıdır. Evrende bilebildiğimiz kadarıyla enerji-maddenin oluşumu, varlık’ın yokluk’la mücadelesi kadar; doğada da bitkisel, hayvansal ve toplumsal âlem açısından böyle bir varoluş gerçeği vardır. Evrensel ve göksel düzen bir anlamda yersel düzende de kendisini ifadelendirmektedir.

Doğanın oluşum tarzı kendi içinde büyük bir anlamsallık taşımaktadır. Bitkiler, hayvanlar ve insanlık âleminde yaşananlar da bu anlamsallıkla bağlantılı açığa çıkan oluşumlardır. İnsanlık âlemi anlamsallık düzeyi en gelişkin âlem olmaktadır. Bir anlamda evrenin özeti, mikro kozmos olan toplum-insan gerçeği toplumsallaşmasıyla bunu açığa çıkarmıştır. Toplumsallık insanlığın varoluş biçimidir. Toplum tek tek bireylerin toplamı değildir. Ahlaki ve politik değerlerle örülmüş toplumsallaşmanın ürünüdür. Toplumsal doğanın hakikati ahlaki ve politik olmasıyla bağlantılıdır. Ahlaki-politik toplum dışında toplumsal bir hakikat yoktur. Çünkü bunun dışında, farklı bir toplumsal varoluş gerçekleşmemiştir. Bu anlamda farklı varoluşa sahip toplum biçimleri yoktur. Tek bir toplumsal varoluş biçimi vardır; o da ahlaki ve politik toplumsal varoluş biçimidir.

Ahlaki ve politik toplum tarih öncesi dönemde yaşanmış ve bitmiş bir toplumsal doğa değildir. İnsanlığın varoluş biçimi olarak geçmişte yaşanmış, bugün yaşanmakta ve insanlık var olduğu müddetçe de yaşayacak olan bir toplumdur. Çünkü toplumun doğal halidir, hakikatidir. Bu değerlerin bitmesi, tükenmesi diye bir şey olamaz. Bu değerler toplumsal varlığın onlar olmaksızın mümkün olmamasından dolayı böyledir. Bu yüzden ahlaki ve politik toplum değerleri toplumda her zaman yaşamaktadır. İktidarcı-devletçi kültürle baskılanmış, sınırlandırılmaya çalışılmış, parçalanmış, çürütülmeye çalışılmışsa da eğer bugün, toplum adına bazı değerlerden bahsediyorsak, bu ahlaki ve politik toplumun, insanlığı mayaladığı değerlerin gücünden ve toplumsal doğayı oluşturan değerlerin bunlar olmasından kaynaklıdır.

İktidarcı-devletçi uygarlık tarihi toplumsal doğaya karşı sürekli saldırı halinde olmuştur. Toplumun ahlaki ve politik yapısını kendi çıkarları açısından tehlike olarak görmüştür. Bundan dolayı ahlaki-politik toplum değerlerine yönelik yürüttüğü saldırıyı kapitalist-modernite döneminde zirveye çıkararak toplumsal doğayı çözmeyi amaçlamaktadır. Bu amaçla felsefi, ideolojik, siyasi, kültürel, ekonomik vb. saldırılarını yoğunlaştırarak zihniyetine ve politik çıkarlarına uygun insan-toplum tipini yaratmaya çalışmaktadır. Bunun için ahlaki ve politik toplumun her şeyi bütünlük ve canlılık içerisinde ele alan zihniyetine saldırmaktadır.

Kapitalist-modernite toplumu doğayı ve evreni bütünlük içerisinde ele almaz. Ona göre olguların birbiriyle bir bağı yoktur. Her şey birbirinden yalıtılmış bir makine gibi işler. Varlığı canlılık içinde ele almaz. İnsan dışındaki varlıkları canlı olarak görmez. İnsanın evrene, doğaya ve topluma bakış açısında yarattığı parçalılık ve cansız doğa anlayışı beraberinde ruhsuzluğu, duygusuzluğu ve düşüncesizliği açığa çıkarmaktadır. Bu da ahlakın giderek dibe vurması anlamına gelmektedir. Günümüzde eğer bireycilik bu kadar gelişmişse bunun en önemli nedenlerinden biri de böyle bir yaşam felsefesinin topluma hâkim kılınmasıyla bağlantılıdır.

İktidarcı-devletçi uygarlık sahipleri ve ideologları geliştirdikleri teorilerle önceliği bireye vermektedirler. Bunlardan biri de John Locke’tur. Liberalizmin babası olarak da bilinen Locke’un toplumsal modeli atomist modeldir. Locke’a göre; bilimsel olarak her şey atomdan oluştuğuna, her şey maddenin parçalarından oluştuğuna göre, o zaman toplumda da önemli olan bireydir. Ona göre toplum da tek tek bireylerden oluşuyor ve bu biçimde bireyi öne çıkarıyor. Bu ideolojiye göre toplumdan önce birey vardır, toplum bu bireylerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bu bireyler de devletleşmeyle bir araya gelerek, iradelerini devlette ortaklaştırarak toplumu oluşturmuşlardır. Yani toplumsallaşma devletleşmeyle iç içe gelişmiştir. Devlet kültürünün dışında toplum düşünülmüyor. “Devlet olmazsa toplum bir arada kalamaz” anlayışına sahiptir. Bu yüzden toplum ve bireyin devlete göre olması gerekir. Dolayısıyla bu anlayış devleti meşrulaştıran bir zihniyete sahiptir. Ölçü; toplumsal doğanın yarattığı ahlaki ve politik değerler değil, toplumsal doğanın aleyhine gelişen devletçi kültürün yarattığı değersizlikler olmuştur.

Toplumsal değerleri tüketen, iktidarcı-devletçi uygarlığı esas alan birey, niçin ve nasıl yaşadığının farkında bile değildir. Bu popüler-tüketim kültürüyle yetişen bireyin kendisine ve toplumuna karşı sorumluluk anlayışı olamaz. Onun için esas olan sadece kendisidir. Bananeci, vurdumduymaz bir birey açığa çıkmıştır. Bireyin toplumuna karşı sorumsuzlaşması, ahlaki olarak çöküntü içine girmesi politik olarak tükenmesi anlamına gelmektedir. Kendisini bilmeyen, böyle bir çaba içinde olmayan bireyde toplumsal değerlerin anlamı zayıflar. İyilik, mutluluk, doğruluk, güzellik değerlerinin bireyde anlamsızlaşması gelişir. Demokrasi, eşitlik, özgürlük arayışlarının bireyde tükenmesi yaşanır.

Oysa toplumsallaşma komünal yaşam anlayışıyla var olan bir doğadır. Kolektivizme, paylaşıma ve dayanışmaya dayanan bir yaşam anlayışıdır. Toplum beslenme, üreme, güvenlik sorunlarını ortaklaşma ruhuna dayalı olarak çözmektedir. Ahlakı açığa çıkaran, bir bireyin diğer bireye-toplumuna karşı kendini sorumlu görmesi; kendisinde onu, onda kendisini görmesidir. Toplumun bir üyesine gelen bir zararın toplumun bütününe gelen zarar olarak algılamasıdır. Bu ruh, bu duygu, bu düşünce toplumsal dokuyu örmüştür ve buna dayalı yaşamı örgütleme anlayışını beraberinde getirmiştir.

Ahlak ve politika birbirinden bağımsız tek tek bireylerin varlığıyla oluşabilecek değerler değildir. Ahlak ve politika toplumsallaşmayla oluşan bireylerin, toplumun ve bireylerin iyiliği, mutluluğu ve özgürlüğü için iyi işleri arayıp bulması ve yapmasıdır. Toplumsallığa dayalı arayışlar ahlaki-politik oldukları kadar eşitlikçi ve özgürlükçüdürler.

 

Anlam ve Yaşam Kaynağı Kadın-Ana

Bireycilik, ahlaki ve politik değerleri zayıflatır. Bireycilik, maneviyatın tükenişi anlamına gelir. Böyle bir birey yaşamını anlamlandıracak bir şey bulamaz. Böyle bir birey için yaşamın anlamı, ihtiyaçtan fazlasının anlamsızlığını kendisi olan maddi şeylere indirgenmekte ve ne kadar maddi şeylerin varsa o kadar değer gören bir anlayışa ulaşmaktadır. Yani yaşamın anlamı parayla alınıp satılabilen şeylere indirgenmektedir. Ne kadar yeni, ne kadar pahalı, ne kadar en son markaya sahipsen o kadar anlamlı yaşandığının halüsinasyonunu içinde yaşanmaktadır. Nasıl bir anlamsızlık denizi içinde yaşadığının bile farkında olmadan adına yaşam denirse bir yaşam yaşanmaktadır. Korkunç bir tüketim kültürü içinde her şey ve herkes tüketilmektedir. Hem de hiç kimse yanındakinin ne olduğuna, nasıl yaşadığına bakmadan yaşamaktadır. Aslında herkes birbirini tüketmektedir.  Toplum-birey buna göre şekillenmekte ve herkes birbiriyle bir yarış içinde birbirinin sırtına basarak, birbirini ezerek, birbirini tüketerek daha büyük hedeflere doğru kulaç atmaktadır. Ne kadar fazla kulaç atarsa o kadar fazla ahlaki-politik toplumdan uzaklaşma yaşanmaktadır.

Ahlaki ve politik toplumdan uzaklaşma iktidar sisteminin çarkları içinde erime anlamına gelmektedir. Herkes iktidara koşturulmakta ve iktidara göre olmaya çalışmaktadır. İktidara göre olmak veya olmaya çalışmak toplumsal doğanın ruhundan, duygusundan, düşüncesinden ve değerlerinden giderek kopmak anlamına gelir. Bu değerlerden kopan insan-toplum gerçeği kendi adına söz söyleyemez hale gelen bir toplum gerçeğidir. Böyle bir toplum gerçeği politika yapamaz hale gelmiş demektir. Eğer bir birey-toplum politika yapamaz hale gelmişse o toplumun örgütlülüğü dağıtılmış anlamına gelir. Örgütlülüğü dağıtılan toplum sürü haline getirilmiş toplumdur. Sürü haline gelen toplum-insan, kendisi ve toplumu için düşünmeyen her zaman yönlendirilmeye ve kullanılmaya açık insan-toplum olmaktadır. Bu hale düşmüş bir toplum da özgürlüğünü yitirmiş demektir. Politika, özgürlük sanatıdır. Özgürlük ise toplumsal bir olgudur. Politika toplumla bağlantılı olursa özgürlüğe hizmet eder. Toplumun-bireyin kendi adına söz söylemesi, tartışması, karar alması, aldığı kararların pratikte uygulanıp uygulanmadığından sorumlu olması anlamına gelir. Kendisini ve içinde yaşadığı toplumu örgütlemesi, örgütlülük içinde yer almasının bilincinde olması ve bu yönlü sorumluluk duymasıdır. Sorumluluk toplumsallıkla ve özgürlükle bağlantılı bir durumdur. Özgürlük bilinçle ve yapmayla-yaratmayla bağlantılıdır. Ne kadar iyi, doğru ve güzel olan bilinirse o kadar buna denk işler bulunur ve ahlaki değerlerle bu işler yapılır. Toplumun ahlaki ve politik değerlerini zayıflatan her şeye karşı mücadele içinde olunur.

Ahlaki ve politik toplumun temel dinamik gücü kadın-ana’dır. Toplumsal doğa kadın ana’nın öncülüğünde ve emeğiyle ahlaki ve politik değerleri örmüştür. Kadının yaşamla, toplumla, doğayla bağı erkeğe göre çok daha kapsamlıdır. Toplumsal doğa kadın eksenli düşünüşle, hissedişle ve duyuşla yaşam bulmuştur. Dolayısıyla ahlaki ve politik toplumun güç, anlam, yaşam kaynağı kadın-ana’ dır. Kadında duygusal zekâ boyutunun daha fazla gelişkin olması da bununla bağlantılıdır. Bundan dolayı devletçi uygarlıkla birlikte en fazla kadına saldırılmış ve bu durum uygarlığın zirveleştiği kapitalist-modernite döneminde de hiçbir sınır tanımadan yürütülmektedir.

Ahlaki ve politik toplum değerlerinin yaratıcısı ve anlam gücü kadın-ana olmasına rağmen günümüzde en fazla anlamsızlık içinde yaşayan kadındır. Kadın cinsine yönelik yoğun bir ideolojik savaş yürütülerek sezgileri, duyguları, düşünceleri parçalanarak toplumsal doğa dağıtılmak istenmektedir. Çünkü dağıtılan-tüketilen kadın gerçeği, dağıtılan-tüketilen toplum gerçeğidir. Kadının beden bütünselliğinin dağıtılarak her parçasının ayrı bir cinsel obje-meta haline getirilmesi ahlaki-politik toplum değerlerinin düşürülme düzeyini ifade etmektedir. Kadının düşürülme düzeyi toplumsallığın ne kadar çözüldüğünün ifadesi olmaktadır. Anlam olarak varoluşunu yitiren kadın varoluşunu yitiren toplumdur. Anlamsızlık-değersizlik içinde olan kadın, anlamsızlık değersizlik içinde olan toplum olmaktadır. Dolayısıyla kadının özgürlük düzeyi ahlaki ve politik toplumun düzeyini ifade etmektedir. Bir toplumun ne kadar ahlaki ve politik değerlerle iç içe yaşadığının ölçüsü o toplumdaki kadının özgürlük düzeyiyle bağlantılıdır. Kadında özgürleşme düzeyi gelişmeden özgür yaşanıldığının zannedilmesi bir yanılsamadan öteye anlam ifade etmez. Ahlaki ve politik toplum özgür bir toplum olduğuna göre bunun kadınla bağı açıktır. Kadının özgürlük düzeyiyle bağlantılı yaşam güzelleşerek estetik kazanır. Estetik kazanan yaşam sevgiyle yaşanır. İyi ve kötüyü tanımlama, doğru ve yanlışı ayırt etme, haklılık ve adalet ölçülerini değerlendirme gibi etik konuları da yine ancak özgürlük düzeyi gelişmiş kadınla gerçek anlamına kavuşabilir.

Toplumsal doğa demokratiktir. Onun varoluşsal halinde demokrasi vardır. Bu anlamda ahlaki ve politik toplum demokratik toplumdur. Demokratik toplumlar açık ve şeffaf toplumlardır. Komün, meclis, kongre gibi toplumsal organizasyonlara sahiptir. Bu tip toplumlarda toplumu ilgilendiren tüm konular ve sorunlar toplumun katılımıyla yürütülen tartışmalarda değerlendirilir ve gerekli kararlar alınarak pratikleştirilir. Toplum tartışmalarına ve kararlarına katıldığı bu çalışmalara sahip çıkar. Birey toplumdaki farklılığının farkında olarak topluma hizmet edecek çalışmalarda düşünsel ve pratik olarak yer alır. Bu bireyi iradeli ve sorumlu kılarken birey-toplum dengesinin de optimal düzeyde olmasını beraberinde getirir. Bu anlamda demokrasi ne kadar gelişmişse ahlaki ve politik toplumlarda o kadar işlevsellik kazanmış olurlar. Demokratik kültür, ahlaki ve politik toplumun varlık gerekçesidir. Ancak böyle bir kültür içerisinde her etnisite, toplumsal grup kendi öz kültürü ve kimliği çerçevesinde farklılıklarına dayalı olarak yaşar. Farklı düşünceler, siyasi görüşler toplumsallığı tehdit etmediği müddetçe hoşgörü içerisinde yaşar ve anlam bulurlar.

 

Sonuç Yerine

Farklılık ve çokluk doğanın dili olduğu kadar toplumsal doğanın da dilidir. Ancak bu biçimde eşitlik ve özgürlük sağlanabilir. Ahlaki ve politik toplumun demokratik olması onun eşitliğe ve özgürlüğe açık olmasını beraberinde getirir. Farklılığa dayanan eşitlik ve özgürlük ahlaki ve politik toplumu ifade edebilir. Toplumsal doğa tek tipleştirmeye karşıdır. Tek renkliliği fakirlik olarak ele alır ve toplumun doğasına uygun gelişmesinin önünde engel olarak görür. Devletçi uygarlıkla gelişen ve kapitalist-modernite de liberalizm ideolojisiyle topluma dayatılan homojenleştirmeye karşı çıkar. Ulus-devletin tek tipleştirilmiş birey-toplumunun faşizme götüreceğinin bilincinde olarak buna karşı mücadele içinde olur. Liberalizmin özgürlük adı altında topluma dayattığı şaha kaldırılmış bireyciliği ahlaki ve politik topluma karşı yapılmış saldırı olarak görerek toplumsal doğayı savunmayı demokrasinin, eşitliğin ve özgürlüğün temeli olarak görür. Devletçi uygarlıkla birlikte gelişen dinsel, sınıfsal, devletçi toplum biçimlerini kabul etmez. Toplumsal doğanın gelişmesine hizmet ettiği; demokrasi, eşitlik ve özgürlük alanlarını büyüttüğü müddetçe toplumsal değişim anlamlı olur. Yoksa toplum mühendisliği yaparak toplumsal inşa gerçekleşmez, ahlaki ve politik topluma dayalı gelişim ve değişim açığa çıkmaz. Toplumlar, toplumsal doğanın özüne dayalı olarak yaşanarak değiştirilebilir.

Kapitalist-modernite; uygarlık mirasına dayanarak ulaştığı kapsam ve derinliği hiçbir toplumsal ahlakı tanımadan sadece insanlığa karşı değil, doğaya karşı da fütursuzca kullanmaktadır. Kâr ve sermaye çıkarlarına dayanan, para dışında gözü hiçbir şey görmeyen sermaye güçleri kendilerinin de içinde yaşadığı doğayı tahrip etmekten bile çekinmeyerek sadece toplum karşısında değil, doğa karşısında da büyük bir vicdansızlığın sahibi olduklarını göstermektedirler. Kapitalist-modernitenin çıkarları doğrultusunda kullandığı bilim-teknik ve teknolojinin yarattığı nükleer tehdit, endüstriyel kirlilik ve yaşanan silahlanma yarışı önü alınamaz boyutlara ulaşmıştır. İnsanlık doğanın ve evrenin dengesini bozan bir sistem gerçeğiyle karşı karşıyadır. Yaptıkları tahribatların, yıkımın, imhanın üstünü örtmek ve buna karşı toplumun herhangi bir tepkisinin gelişmemesi içinde ulaşılan bilim-bilgi-iletişim imkânlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak toplumu-insanlığı yanıltmaya, kandırmaya çalışmaktadırlar. Bu konuda da küçümsenmeyecek düzeyde bir mesafe kat ettiklerini maalesef söylemek durumundayız. Bu durumda toplumun ahlaki ve politik değerlere, anlam bulduğu doğaya ve evrene ne kadar yabancılaştığını göstermektedir.

Toplumsal bir varlık olarak tüm düşünce ve eylemlerimiz toplumsal doğaya ve bu doğanın temel varoluş hali olan ahlaki ve politik topluma dayanmalıdır. Ahlaki ve politik toplum değerleriyle ancak demokratik ulus haline gelinebilir. Bunun içinde topluma dayanan ve toplumun demokratikleşmesine, eşitliğine ve özgürlüğüne hizmet eden felsefe, bilim, sanat, siyaset vb. tüm düşünce alanlarının rolü önemli olmaktadır. İyi, doğru ve güzel değerlerin toplumda yaşam bulması için ahlaki ve politik topluma dayanması gerekir. Bunun için de entelektüel, ahlaki ve politik görevler yerine getirilmelidir. Bu görevler ne kadar yerine getirilirse zihniyet büyütülür, vicdanlar dillenir, ahlak içselleştirilerek toplumsal doğa o kadar anlamlı yaşanılır.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.