Düşünce ve Kuram Dergisi

Feminizmin Marksist Ekonomiye Eleştirisi ve Ekonomiyi Yeniden Tanımlamak

Elif Kaya

Giriş;

İnsan yaşamını sürdürmek için beslenmeye, barınmaya, korunmaya ihtiyaç duyar. Merkezinde temel insani gereksinimlerin yer aldığı bu aktivitelerin tümü ekonominin kapsamına girer ve ekonomik faaliyetleri oluşturur. Dolayısıyla ekonomi insanın yaşamsal aktivitelerini barındıran toplumsal faaliyetlerin büyük bir kısmını ifade eder.

Günümüzde “sınırsız sömürü” şiarıyla yürütülen ekonomik faaliyetlerin çoğu ekonomiyi inkâr niteliğindedir. Üretimtüketim denklemiyle sürdürülen bir ekonomik faaliyet yerine “paradan paranın kazanıldığı” aktivitelerin ekonomi diye tariflendiği bir dönemi yaşıyoruz. Oysa tarihsel araştırmalardan biliyoruz ki ekonominin oluşum süreci bu son tabloyla uyum içinde değildir. Ekonomi, yaşamla bağlantılı ve yaşamsal aktivitelerin başında yer alır. Bu nedenle olsa gerek kadın etrafında ilk ekonomik faaliyetlerin şekillendiğini görüyoruz. Çünkü annelik olgusu kadını beslenme, savunma, barınma arayışına yöneltir ve bu arayışlar kadın etrafında yavaş yavaş toplumsallaşmanın ve ekonomik etkinliğin şekillenmesine yol açar. Ve özelliklerinin oluşumunda kadın belirleyici pozisyondadır. Bu dönemin ekonomik faaliyetlerin temel karakteristiği ihtiyaç temeli üretim olmasıdır. Yine doğayı kendisi gibi canlı görüp, haklarını gözeten bir yaklaşım esastır. Sömürünün, zorun gölge düşürmediği bu dönemin ekonomik faaliyetlerin temelli düzenleyici güç ahlaki ilkedir. Ne asalaklığa ne emek hırsızlığına yer veren komünal üretim ve tüketim ilişkisi geçerlidir. Paylaşım ve dayanışma kültürüyle yaşam ortaklaşa sürdürülmektedir.

Daha sonra cennet tasvirine ilham verecek olan bu dönem, zorba erkeğin kadın emeği ve değerlerini gasp etmesiyle kırılmaya uğrar ve sömürünün başladığı yeni bir döneme evrilir. Kadın emeği üzerinden elde edilen ilk birikimle hiyerarşik iktidarcı, zorba ataerkil sistem yavaş yavaş kurumsallaştırılır. Ve tarihteki “ilk sömürge” olma özelliğiyle kadın, daha sonra geliştirilen tüm sömürge biçimlerine model oluşturur.

Kapitalizmin gelişiminden önce “hane” üretim ve tüketim mekânı olma özelliğiyle ekonomik faaliyette önemli yere sahiptir. Ve bu alanda yapılan üretimde kadının ciddi katkısı vardır. Ancak üretimin değişim değeri kazandığı pazardan kadının dıştalanması (kadına yasaklanması) nedeniyle erkek tarafından üretime bu alanda el konulmaktadır. Ve ortak üretim erkeğin tekelinde birikime dönüşür.

Kadının ekonomi faaliyetlerden dıştalanmasıyla başlayan özgürlüksel ve toplumsal sorunlar kapitalist dönemde zirve yapmıştır. Sınırsız kar hırsıyla daha fazla üretmek için kadının emek gücüne de ihtiyaç duyulur. Bu dönem de üretimin mekânı ‘hane’den fabrikaya kaymıştır. Kadınlar üretim sürecine dâhil edilerek hem ucuz iş gücü olarak emekleri hem de tüketim kültürünün gelişmesinde bedenleri araçsallaştırılarak çifte sömürüye tabii tutulur.

Kuşkusuz kadının dolayısıyla toplumun kaybedişini ifade eder. Bu süreç kendiliğinden ve rıza gösterilerek gelişmemiştir. Ataerkil kurumlar ve ideolojik yapılanmalar yardımıyla gelişmiştir. Ve kadından yana gelişen itirazlar bu mekanizmalar içerisinde etkisizleştirilmiştir. İlk kapsamlı örgütlü itirazlar feminist hareketle gelişmiştir.

 

Evdeki Hırsızı Bulma Arayışı

Kadının ekonomik faaliyetlerdeki konumunu belirleyemeye yönelik çok sayıda çalışma olsa da en kapsamlı ve köklü çalışmayı 1970 lı yılların başında Marksist feministler geliştirdi. Marksist Feministler kadının ev içi emeğini hırsızlayanı bulmak için Marksist kavramları kullandılar. “Marksist sömürü kavramı ev içi emeği analiz etmek için faydalı bir kavram olarak düşünüldü” (1) Marksizm, insanların piyasadaki kazanımlarını belirleyenin maddi üretim düzeyi değil; güç ilişkileri olduğu tespitini yapıyordu. Yani bir sınıfın( burjuvazinin) diğer bir sınıfın ( prolerteryanın) emeğine el koyması bu güç ilişkilerinin konumlanmasından kaynaklanıyordu. Bu ilişkiden de emeğin sömürüsü doğuyordu. Kuşkusuz burada sözü edilen emek, “ücretli emek” yani başka bir ifadeyle erkek-işçiye aittir. Bu haliyle Marks, en derin sömürünün yaşandığı ev içi kadın emeği üzerindeki sömürüyü görmediği gibi “üretken olmayan emek” olarak tanımlayıp bu alandaki sömürünün gözde kaçırılmasına yol açmıştır.

Marksist Feministler, ev içi emek tartışmalarında “ev içi emek ile sermaye birikimi arasındaki ilişkinin doğasına odaklandı.” (2) . Bu konu da yürütülen tartışmalarda ev içi emeğin, emek gücünün yeniden üretilmesinde belirleyici rol oynadığı ve bu haliyle üretimin bir parçası olduğu tespiti yapılmıştır. İşçinin, emek gücünü yeniden üretmesi için beslenme, dinlenme, bakıma ihtiyacı vardı. Bu işlerinin tümünün (temizlik, yemek, yaşlı ve çocuk bakımı vs ) kadın yapmadığı takdirde işçi-erkek bu hizmetleri dışarından satın almak zorundadır. Bunun için işçinin aldığından daha yüksek ücret alması gerekir. Oysa kadının evde yaptığı bu işlerle işçi düşük ücretle yaşamını sürdürebiliyor. Ve kapitalistin karı da asıl burada hasıl oluyor. Bu analiz ışığında Marksist Feministler kapitalist birikimin işçinin (erkeğin) emeğinden ziyade ev içi kadın emeğinin hırsızlanmasıyla gerçekleştiği tespitini yaparlar.

Kadın emeğinin analizinde kavramlardan biride Marks’ın “emek-değer” teorisidir. Marks, emeği daha çok artı-değer üreten ‘üretken emek” üzerinden, değeri ise; “değişim değeri” üzerinden ele almıştır. “Pozitivist anlayışla” (3) tanımlanan bu kavramlar ölçü alındığında emek, kapitalistin emrinde artı-değer üreten emek, değer ise, pazarın belirlediği “değişim değeri” ile sınırlı kalıyordu. Ve bu tanımlamalar içinde sonsuz sömürülen kadın emeği yer bulmuyordu. Çünkü kadın emeği büyük oranda pazarda alınıp-satılan bir emek değildi. Temizlik, terzilik, yemek ve benzeri işler pazara çıktığında düşük ücretle de olsa pazarda değişim değeri kazanabilirdi. Ancak kadının yaptığı ve sadece kadının yapabileceği öyle yoğun emekle yapılan işler vardı ki pazarda alınıp satılamaz, değerine paha biçilemezdi. Çocuk doğurma, emzirme, sevgiyle, aşkla, şefhatla yapılan bakım işlerinin değerini kim nasıl tespit edecekti? Pazarda değer kazanmayınca “değersizleşti” ve kadının doğasının bir parçası olarak nitelendirildi. Doğada ele geçirilen her şey gibi kadın emeği de değersizdi. Her hangi bir bedel ödemeksizin ele geçirilebilinirdi.

Aslında Rossa Luxemburg, tahlilinde gerçeğe daha yakın bir seyir izler. Marks’ın, kapitalizmi burjuva ile işçi arasındaki ilişkide tanımlama yaklaşımına eleştiriyle yaklaşarak; saf kapitalizmin olmadığını, “kapitalist-olmayan” alanlar olmadan kapitalizmin yaşam bulamayacağı tespitini yapar. Burjuvaziyle işçi ilişkisinde sermaye birikiminin sağlanamayacağı, birikimin daha çok kapitalist olmayan toplumsal tabakalar ( köylü, işçi, esnaf) ve sömürgelerden sağlandığını belirtir. Rosa Luxemburg’un “sınırlı ama geçeğe yakın duran”(4) bu tahlilini feministler, kapitalizmin kadın emeği üzerindeki sömürüsüne kadar genişletir. Kapitalizmin Marks’ın iddia ettiği gibi fabrikada çalışan işçiden sızdırdığı artıdeğer üzerinden birikim sağlamadığını, bundan ziyade ev içi kadın emeği üzerinden birikim yaptığı tespitini yaparlar.

Marksist Feministler yaptıkları tespitler ışığında çözüm olarak; ev içi kadın emeğinin, kadının doğal bir parçası olarak tanımlanamayacağını, bir değeri ve dolayısıyla bir bedeli olduğu çıkarsamalarından hareketle ev içi emeğin ücretlendirilmesini önerirler.

Emeğin değerinin ücretle tanımlanması Marksist kuramdan uyarlanmaya çalışılan ancak her alan uyarlanmasının mümkün olmadığı ve gerçekçi olmayan bir yaklaşımdır. Ücret, emeğin bireysel bir olgu olarak tanımlayıp, belli bir zaman dilimiyle sınırlandırılmasını ifade eder. Bir anlamda kapitalizmin bireyselleştiren yaklaşımının bir ürünüdür. Oysa emek kolektif ve kümülatif bir olgudur. Emeğin bu özelliğini göz ardı eden yaklaşım sorunludur.

 

Toplumsal Cinsiyet İlişkilerinde Zorba Ve Hırsızı Aramak

Marksist feminizmin ev işçi ve kapitalist sömürüye odaklanan çalışmalarına eleştiri sosyalist feministlerden geldi. Sosyalist feminist kuramcılardan H. Hastmann’a göre Marksist feministler sadece kapitalist sömürü üzerinde odaklandığından ataerkil sömürüyü göz ardı etmiştir. Oysa kapitalist sistemden önce kadın ekonomi alanından dıştalanmış ve emeği ataerki tarafından sömürülmüştür. Bu nedenle Hastmann kapitalizm öncesi döneme gidereki analizlerinin temeline cinsiyete dayalı iş bölümünü koyarak işe başlar.

H. Hastmann “Kapitalizmden önce, erkeklerin aile içinde kadınların ve çocukların emeğine el koyduklarını, bunu yaparken de hiyerarşik örgütlenmenin ve denetim tekniklerine vakıf hale geldikleri bir ataerkil (patriayarkal) sistemin kurulduğunu” (5) ileri sürer. Buna göre hane içi üretimin ekonomide belirleyici olduğu dönemde kadın emeği üzerinde erkeğin doğrudan denetimi söz konusudur. Ancak ekonomik sistemin daha büyük ölçekli üretim ve mübadele süreçlerine evrilmesi ve devlet mekanizmasının bu süreçte doğrudan sorumluluk alması ile birlikte, erkeklerin kadın emeği üzerindeki denetimlerini sürdürmeleri bir sorun haline geldi ve bu süreçten itibaren doğrudan denetim toplumsal kurumlar aracılığıyla dolaylı bir denetim sistemine evrildi.

Bu bağlamda kapitalizmin geliştiği dönemde erkekler “cinsler arası geleneksel iş bölümü “ deneyimi ve “ hiyerarşik örgütleme ve denetim tekniklerini” kullanarak avantajlı pozisyonunu sürdürmeye devam etti ve ataerkil sistem kapitalizmle elele vererek kadın emeğini çifte sömürüye tabi tuttu.

Hastmann, cinsiyete göre iş ayrımını kapitalist sistemde erkeğin kadın emeği üzerinde hakimiyet kurmasının temel mekanizması olarak tanımlar. Buna göre ataerkilliğin ve kapitalizmin iş birliği ve sürekli etkileşimiyle kadın evde erkeğe hizmet etmeye ve düşük işlerde çalışmaya zorlanır. Bunun sonucunda kadın aile içinde erkeğe bağımlı olur ve hizmetini görmek zorunda kalır.

Tarihsel süreç boyunca erkekler kadının emek piyasasında yer almasını hep sınırlandırmıştır. Kapitalizm tarafından sömürüldüğü varsayılan işçi-erkek kadın emeğinin piyasadan dışlanması için çok rahat kapitalizmle işbirliği yapabilmiştir. 19. ve 20yy. da kadının emek piyasasında yer almasına işçi sendikalarının karşı çıktığının sayısız örneği var. Kadınların “eşit işe, eşit ücret” talebine en başta işçi sendikası karşı çıkmıştır.

Hastmann, tüm analizlerinin ışığında çözüm olarak; kadın ve erkeğin eşit ve özgür bir tarzda kapasitelerini gerçekleştirmeleri için cinsiyete dayalı iş bölümünün ortadan kalkması gerektiğini koyar. Toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü kalkmadan yapılacak kısmi düzenlemelerle sorunun aşılamayacağını belirtir.

Bu haliyle sorunun çözümü için gerçeğe daha yakın bir öneri sunar.

 

Jineolojinin Perspektifinden Sorunu Tanımlamak

Feminist hareketin “ kadının ilk sömürge” olduğu tespiti ve bu durumu aşmaya yönelik tahlilleri önemlidir. Ancak yeterli değildir. Doğanın insan tarafından sömürüsü de dahil olmak üzere her türlü sömürü ilişkisini aşmayı ve toplumsal bir sistem perspektifiyle sorunu çözmeyi hedeflemek durumundayız. Aksi halde bu arayışlar bizi mevcut sistemler içinde kadına daha fazla pay istemenin ötesine götürmeyecektir. Bu nedenle başta belirtelim ki, demokratik ekolojik komünal cinsiyet özgürlükçü bir toplumsal sistemle ekonomik modelimizi tarif etmek durumundayız. Bunun için öncelikle kadını eksenine alan ( çünkü ekonominin ilk yaratıcısı kadındır.) toplumsal değişimdönüşümü hedefleyen bir sistem tarifine ihtiyaç var. Toplumsal değişimi hedeflemeyen, sadece kadının pozisyonuna odaklanan arayışlar bizi, ataerkil sistemin reformlarla kendini yenileme ve ömrünü uzatmasından öteye götürmez. Bu nedenle çözüm arayışlarını geliştirirken; sömürünün, hiyerarşinin, iktidarın gelişmediği doğal topluma yönümüzü dönmek önem taşır. Çünkü biliyoruz ki, insanın sömürüyü tanımayan böyle bir dönemi de vardır.

Hastmann’ın sorunun başlangıcına işaret etmek için tahlillerin merkezine “cinsiyete dayalı iş bölümünü “oturtması önemlidir. Cinsiyete dayalı iş bölümü öyle herkesin yeteneğine, imkânlarına göre çalışıp ürettiği ve birlikte tükettikleri masum bir sistem olarak kalmadı. “Avcı/erkek” alet kullanımıyla geliştirdiği “zor” yöntemini kadının emeğini ele geçirmede bir araca dönüştürdü. “kurnaz ve zorba erkek”(6) ilk birikimi hırsızlayarak, ardından zor yöntemlerini kullanıp gasp ve talan ederek sömürü sistemini oluşturdu. Ve öncellikle kadının üretici gücüne el koyarak kadını köleleştirdi. Bu birikim üzerinden iktidarı, hiyerarşiyi ördü, geliştirdi, derinleştirdi. Bu sistemle önce erkeğin kadın ve doğa üzerinde ardından toplumsal tabakaların birbiri üzerinde tahakkümü mutlak hale getirildi. Bu bağlamda sömürü mekanizmasının ortadan kalkması için Hastmann’ın cinsiyete dayalı iş bölümünü ortadan kaldırmak önemlidir.

Bir diğer önemli konu bütünselliği içinde ele almaktır. Toplum bireylerden oluşuyor olmakla birlikte tek tek bireylerin bir arada durmasından öte bir şeydir. Sürekli değişen, dönüşen, etkileşim halinde olan, üreten, tüketen yapısıyla canlı bir organizmadır. Bu nedenle ekonomiyi toplumsal olgudan koparmak, birey boyutuyla ele almak bizi yanılgılı sonuçlara götürecektir. Aynı zamanda feministlerin Marksizmi eleştirirken ortaya koyduğu gibi bu durum toplumsal emeğin sömürülmesinin gözden kaçırılmasına yol açar.

“Ekonomiyi toplumun zorunlu maddi ihtiyaçlarını giderme eylemi; bunun kurumsal ve kuralsal ifadesi olarak” (7) tanımlarsak, ekonominin kolektif emeğin bir ürünü olduğu tespitini de yapmış oluruz. Çünkü insan, toplumsal bir varlıktır. Neslini sürdürmek, yaşamını idame ettirmek için kolektif emeğe ihtiyaç duyar. “ üretim”, “yeniden üretim” birbirinden ayrışan süreçler değildir. Birbirinin tamamlayanı olan bu faaliyetlerin toplamından ekonomi açığa çıkar. Örneğin; bir işçinin 8 saat fabrikada çalışarak elde ettiği çamaşır makinesi asla bir insanın sadece 8 saat çalışarak harcadığı emeğin bir ürünü olamaz. O işçinin büyüyüp, emek harcayarak o düzeye gelmesi için merkezinde kadının yer aldığı kolektif bir emek harcanmıştır. O işçiyi dokuz ay karnında taşıyan, emziren, büyüten annenin emeği olmadan işçinin emeği söz konusu olabilir mi? Ya da doğadan o maddeler temin edilmeden, işçinin çamaşır makinesini üretmesi mümkün mü? Demek ki üretim salt anda harcanan emeğin ürünü değildir. Bu örnekte görüldüğü gibi emek kolektif ve kümülatif özelliktedir. Emeğin bu özelliğini göz ardı etmek sömürü sistemine kapıyı aralamak anlamına gelir. Çünkü sermaye birikimi emeğin parçalı ele alınarak, bu alanlardan sızdırılmasıyla elde edilir.

Ekonomi faaliyeti öz itibariyle toplumsal ihtiyaçları gözetir. Bu nedenle “ kullanım değeri” ekonomik faaliyetlerin temel ölçüsü olmak durumundadır. “ değişim değerinin” pazarı belirlediği sermaye birikim süreçlerinde gerçek ekonomi yerine, “ ekonomiolmayan” faaliyetler ikame edilmiştir. Pazardan para kazanmakla ekonomi inkâr edilmiştir. Her artıdeğer talanla, gaspla, hırsızlamayla mümkündür. Aşırı kar ve sermaye birikimine dayalı tüm ekonomik faaliyetler sömürü içeriklidir. Ve insanı emeğine yabancılaştırma özelliğindedir. Dolayısıyla toplumsal özgürlüğü ve demokratik katılımı ortadan kaldırma hedefinde olurlar. Kullanım değerini ekonomik faaliyetin temel belirleyeni yapmadan; sermaye birikimi ve aşırı kar hırsının yaratacağı toplumsal tahribatları önlemek oldukça zordur.

Emeği kategorize ederek “ nitelikli”, “niteliksiz”, “üretken”, “üretken olmayan” diye ayrıştırmak emek hiyerarşisini oluşturur ki bu birini diğerine üstün kılmaya yol açar. Neden bir çamaşır makinesi üreticisinin emeği, kadının ev içi emeğinden daha değerli olsun? Değildir. Olamaz da. Hatta denilebilir ki kadın işe yüreğiyle iş yapar. Ama pazardaki açığa çıkar ve en altta kadın emeği yer alır.

Burada kısaca ücretlendirme politikasına değinmekte yarar var. Marks, bir işçinin yaşamsal aktivitelerini sürdürmek için harcamak zorunda kaldığı emeği “zorunlu emek” olarak tanımlar. Buna göre bir “zorunlu emeğin” bir bedeli vardır. Ve bu bedel “ücrettir” Yani emeğin pazardaki değişim değeri üzerinden karşılığı ücrettir. İnsanın emeğinin bir karşılığının olması kuşkusuz önemlidir. Ancak bunun yukarıda tanımlandığı çerçevede “ücret” olması kuşkuludur. Çünkü ücret tanımlaması;

-Emeğin kolektif ve kümülatif özelliğini göz ardı edip, bireysel ele almakta

-Ücretli emeğin ücretsiz emeğe üstün kılınmasına zemin sunmakta

-Kolektif emeğin sömürülmesini gizleyen bir araca dönüştürmekte

Öyleyse emeğin ölçüsü ücret olamaz. Her şeyi ücretlendirmek mümkün olmadığı gibi, her şeyi ücretlendirmeye kalkışmak bireyi atomize edip, toplumsal ilişkileri salt maddiyata dönüştürerek, manevi değerleri zayıflatmayı beraberinde getirebilir.

Kuşkusuz “zor içermeyen bir toplumsal artı-birikim yoktur”(8) Hem doğayı hem de kadın bedeni ve emeği ele geçirmede ilk günden itibaren ‘zor’u dıştalayan; demokratik ve komünal bir ortam olmadan emek özgür bir şekilde kendini gerçekleştiremez. Ve sömürü sistemi hakim hale gelir. Kötülüğün babası “zor” ise, anası da “zor”un doğurttuğu “artı-birikim”dir. Zor ve artı-birikim buluştuğu yerde iktidar ve hiyerarşi gelişip büyür. İktidarın, hiyerarşinin olmadığı; emeğin özgür olarak kadın ve erkeklerce gerçekleştirildiği bir toplum için; sermaye birikimine, aşırı kara odaklanan tüm üretim-tüketim biçimleri rededilmelidir. İhtiyaç temelli ekonomi ideal olanıdır. Tabi tüm bunlar için ‘zor’un kurumsallaştırdığı tüm yapıları sorgulamak ve yeniden yapılandırmak önemli bir konu olmaktadır.

Makro ölçekli ekonomik yapılanmalar her zaman sermaye birikim hedefli olup, anti-demokratik özellik taşır çünkü yerelin ihtiyaçlarını, imkan-olanaklarını görüp, planlama özelliğinden yoksundur. Yerelden katılıma kapalıdır. Oysa ekonomi “Ahlaki ve politik toplumun gerçek demokratik alanı”(9) olarak tanımlanır. Toplumun ekonomik süreçlere katılımı yerelden örgütlenen ekonomik faaliyetlerle mümkündür. İhtiyaçları doğru belirlemek ve tam katılım komün benzeri yapılanmalar içinde mümkündür. Temel ekonomik kurumsallaşmalar için kooperatif örgütlenmesi komün ruhuna en uygun yapılanmadır.

Komün yaşamının ölçüsünü belirleyen ahlaki ilkedir. Bu yaşamda ne asalaklığa ne de “özgürleştirmeyen emeğe” yer vardır. Her birey komünün ekonomik faaliyetlerine katılmak, emek harcamakla sorumludur. Herkesin gücü ve yetenekleri doğrultusunda çalışma hayatına dâhil olduğu bir ortamda emeğin istismarına, sömürüsüne müsahama gösterilmez.

Toplumu toplum yapan salt maddi üretim değildir. Toplumu bir arada tutan, geliştirip güçlendiren; ortak emeğin ürünü olan manevi değerlerdir. Eğer toplumsal ilişkilerden ahlaki ilke çekilip alınırsa, geri de vicdanını yitirmiş bir toplum kalır. Böyle bir toplulukta düzeni yasanın gücüyle sağlamak, adaleti gerçekleştirmek, sömürünün önünü almak mümkün değildir. Kadın etrafında şekillenen ilk toplumsal birimlerde ahlak temel düzenleyici ilkedir. Ataerkilliğin gelişmesinde ve özellikle sınırsız sömürüyü ifade eden kapitalizm sürecinde en başta ahlaki ilke hedeflenmektir. Ve bunun yerine gücüyle asalaklığın, aç gözlülüğün, emek hırsızlığının önüne geçmek mümkün değildir. Hatta yasalar birikim sürecinde geliştirilmiş olup, daha çok erk eksenli şekillenmesi ve kurumsallaşmalarıyla ahlaki toplumun parçalanmasında rol oynamıştır. Oysa yaşamak için emek harcama gerekliliği doğal toplumda günümüze kalan ritüellerle zayıf da olsa hala yaşayan değerlerdir. Kimi ritüeller ibadet biçimlerlinin içinde, kimisi geleneksel yaşam içinde yerini kurumuştur. İslamiyet’teki “komşusu açken, tok olan bizden değildir.” hadisi bir ahlaki ilkeye işaret etmektedir. Geliri oranında zekât vermek; özünde aşırı birikime karşı duran paylaşım kültürünün bir yansımasıdır. Bayramlar artı-ürünün paylaşıldığı, fazlanın imha edildiği törenlerden günümüze gelen ritüellerdir. Ancak bunlar şeklini günümüzde korusa da öz itibarıyla çok farklılaşmışlar.

Komün yaşamında bu temel değerleri yaşamsallaştırmak hayati önemdedir. Bu nedenle örgütlenme tarzı da önem kazanıyor. Kendi içinde demokratik katılımı, ekolojik üretimi, cinsiyet eşitliğini esas alan komünlerin diğer komünlerle ilişkisi de önemlidir. Hiyerarşiye ve piramit tarzı örgütlenmeye karşı duran komün örgütlenmesi, komünler arası ilişkilerde de buna azami dikkat gösterir. Piramit şeklinde değil, bal peteği gibi yan yana duran, ortak ekonomik faaliyetlerde dayanışmayı, paylaşmayı esas alan bir örgütlenme tarzını esas almak durumundadır.

Kuşkusuz kadının perspektifinden şekillenecek ekonomi en başta doğa dostu olmalıdır. Aşırı kar hırsı kadın emeğini sömürdüğü kadar doğayı da tahrip edip sömürmektedir. Doğa sanki kendini yenilemek zorunda olmayan, insanın hizmetine sunulmuş, üzerinde he türlü birikimin sağlanacağı bir nesne olarak algılanmaktadır. Özellikle kapitalist dönemde hem kadın hem de doğa üzerindeki sömürü korkunç boyutlara varmıştır. Sermayedar daha fazla kar için ağır endüstrileşmeyle ekolojik dengeyi yaşanmaz sınıra getirmiştir. Nükleer santraller, HES’ler, endüstriyalizm, GDO’Lu ürünler vs. Ve toprağın, havanın kirlenmesine, ozan tabakasının delinmesine yol açmış, iklimsel değişme ve küresel ısınmayla yaşamı tehdit sınırına gelinmiştir. Artık üzerinde rahat soluklanacak bir dünyamız yok! Bu açgözlülüğe “dur” demek ve felaketi önlemek kadının doğayla kuracağı ekolojik bağ ve bu perspektiften şekillenecek bir ekonomik yapılanmayla mümkün olabilir.

Sonuç olarak; sömürüsüz, özgür bir dünya için yaşamın her alanında kadınların daha çok söz söylemeye, tahlil etmeye ve çözüm sunmaya ihtiyacı var. Feminist hareketin son 40-50 yıldır geliştirdiği analizler değerli ancak yetersizdir. Kürt kadınları olarak feminist mirası anlamaya, yorumlamaya ve kendi mücadele deneyimlerimizle buluşturmaya çalışıyoruz. “ jineoloji” kapsamında kadından yola çıkarak tüm topluma bir model oluşturmaya çalışıyoruz. Mutlak doğrularla değil, esnek fikirlerle, kadınıyla, erkeğiyle emeğin özgür gerçekleşeceği sömürüsüz bir topluma ulaşabileceğimiz inancıyla tartışıyoruz ve daha işin başındayız.

 

Yararlanılan Kaynaklar

  1. Feminist Politika -2012 Sonbahar sayısı. Ev İçi Emek Tartışmasına Dönüş (Fjesan Gardiner)
  2. Feminist Politika -2012 Sonbahar Sayısı. Ev İçi Emek
  3. Özgürlüğün SosyolojisiAbdullah Öcalan
  4. Özgürlüğün SosyolojisiAbdullah Öcalan
  5. Feminist politika2012 Sonbahar SayısıKapitalizm Patriyarka ve cinsiyete Göre İş Ayrımı (Heidi Hartmann)
  6. Ortadoğu da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü Abdullah Öcalan
  7. Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü –Abdullah Öcalan
  8. Özgürlüğün Sosyolojisi -Abdullah Öcalan
  9.  Son Sömürge Kadınlar Maria Mes, Veronika Bennholt, Thomsen, Claudia Van Werlhof
  10. Ataerkil ve Birikim Maria Mies
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.