Düşünce ve Kuram Dergisi

Hakikat Komisyonlarında Dünya Deneyimleri: Unutmamak Ama Affedebilmek 

Cengiz Kapmaz 

Türkiye’de son iki yıldır yoğun bir şekilde hakikat ve uzlaşma komisyonları tartışılmaktadır. Ancak tartışmaların sağlıklı ve bilimsel zeminlerde seyrettiğini, geniş kitlelerin katılımıyla derinlik kazandığını söylemek oldukça güçtür. Bu durum Türkiye’nin çarpık siyasal kültürünün yanı sıra konuyla ilgili kaynak ve literatür yetersizliğinden de kaynaklanmaktadır. Hakikat ve uzlaşma komisyonlarının toplumsal uzlaşma ve sağaltıma yol açabilmesi, toplumsal iç barışa hizmet edebilmesi için tarafsız, soğukkanlı, objektif değerlendirmeler kadar konuyla ilgili inceleme-araştırma faaliyetlerine büyük ihtiyaç vardır.

Türkiye’deki siyasal tartışma gündeminin önemli bir konu başlığı olan hakikat ve uzlaşma komisyonlarını ilk öneren isim PKK lideri Abdullah Öcalan olmuştur. Öcalan 2 Temmuz 2003 tarihinde avukatlarıyla görüştükten sonra çözüm için 10 maddelik bir yol haritası açıklamış, önerdiği yol haritasının hayata geçmesi için de iki ayrı komite önermiştir. Birinci komite, Güney Afrikadaki modelden de esinlenerek dile getirdiği hakikat komisyonlarıdır. Öcalan, komitede Türkiye’nin en seçkin aydınları, hukukçular, eski siyasetçiler, edebiyatçılar, eski bürokratlar, DEHAP’tan temsilcilerin yer alabileceğini ifade etmiş, komitenin politik çözüm önerileri geliştirebileceğini, iki tarafın bilançosunu belirleyebileceğini, 30 yıllık şiddet olgusunun iç yüzünü açığa çıkarabileceğini vurgulamıştır. Öcalan’ın ikinci önerisi, çözüm için KADEK ile devlet arasında arabuluculuk yapacak Barış ve Demokratik Çözüm Komitesi olmuştur. Öcalan, direkt taraflarla görüşecek bu komitenin, sivil toplum örgütleri, partiler ve aydınlardan oluşturulmasını istemiştir ve komitenin taraflarla görüşmesi halinde silahsızlanmanın hayata geçirilebileceğini önermiştir. (Cengiz Kapmaz, Öcalan’ın İmralı Günleri, İthaki Yayınları, 2011)

Sekiz yıl önce Türkiye’nin siyasal gündemine giren hakikat ve uzlaşma komisyonlarının hangi esaslar dahilinde kurulacağı, süreleri, ele alacağı somut vakalar tartışma konusudur. Bu konulara ilişkin yürütülen tartışmalarda bir konsensüsten bahsetmek olası değildir. O nedenle hakikat komisyonları tartışmasında bize veri teşkil edecek perspektife şiddetle ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı karşılamak için dünya deneyimlerine bakmak en iyi tercih olacaktır.

Hakikat ve uzlaşma komisyonlarının ilk örneğine 1974’te Ugandada, 1982 yılında Bolivya’da rastlanmıştır. Ancak Ugandada kurulan komisyon, Idi Amin yönetiminin hışmına uğramış, Bolivya’daki de yeterince resmi destek ve mali kaynak bulunamadığı için nihai rapor yazamadan dağılmak zorunda kalmıştır. Bu iki başarısız örnek sayılmazsa dünyada ilk ciddi hakikatleri araştırma komisyonu Arjantinde ortaya çıkmıştır. O zamandan günümüze dek toplam 25 ülkede bu tür komisyonlar oluşturulmuştur. Hakikat komisyonlarına özel ilgi gösteren Birleşik Devletler Barış Enstitüsü’nün tespitlerine göre bu komisyonların kurulduğu ülkeler şunlardır: Arjantin, Bolivya, Çad, Şili, Doğu Timor, Ekvator, El Salvador, Almanya, Gana, Guatemala, Haiti, Nepal, Nijerya, Panama, Peru, Filipinler, Sırbistan Karadağ, Sierra Leone, Güney Afrika, Güney Kore, Sri Lanka, Uganda, Uruguay ve Zimbabwe.

1980’lerden itibaren giderek yaygınlaşan hakikat komisyonları Şili, Arjantin, El Salvador ve özellikle Güney Afrika deneyimlerinden sonra geçmişle hesaplaşmada ilk akla gelen özgün yöntemler olarak kabul görmüşlerdir. Hakikat komisyonlarının kurulduğu ülkeler birbirlerini etkilemiş olsalar da, standart bir hakikat komisyonu prototipinden bahsetmek mümkün değildir. Hakikat komisyonları oluşumlarına yol açan faktörler farklı olduğu gibi, ortaya çıkış şekilleri, üye yapısı, görev alanları, sahip olunan yetkiler, çalışma süreleri gibi hususlar da önemli farklılıklar göstermişlerdir.

Dünyanın 25 ülkesinde inşa edilen hakikat komisyonları ile amaçlanan, hakikatin temizleyici, arındırıcı gücünü ortaya çıkarmak, toplumsal uzlaşma ve hoşgörü ortamı tesis etmek, ahlaki düzeni yeniden kurma olmuştur. İstenen koşulları karşılayanlara af çıkarmak, insan hakları kültürü yaratmak, hukukun üstünlüğüne saygıyı yerleştirmek, geçmişte yaşanan ihlallerin bir daha yaşanmasını önlemek, hakikatin halk tarafından teslim edilmesini sağlamak, kişisel intikam ve cezalandırma girişimlerinin önüne geçmek hakikat komisyonlarından beklenen diğer işlevlerdir.

 

Güney Afrika 

Güney Afrika, 1960-1993 yılları arasında kanlı iç çatış malara sahne olmuş, bu süre içinde ırkçı Apartheid rejimine karşı mücadele başlatan siyahlar ile Afrikaner’ler arasında şiddetli çatışmalar çıkmıştır. İç çatışmalarda 12 bin insan yaşamını yitirmiş, binlerce insan da sakat kalmıştır. 2 Şubat 1990’da ülke tarihinde devrim yaratan çok önemli bir gelişme yaşanmış, Devlet Başkanı F. W. Klerk, Afrika Ulusal Kongresi (ANC) üzerindeki yasağın kaldırıldığını, ANC lideri Nelson Mandela da dahil siyasi mahkumların serbest bırakıldığını açıklamıştır. Nisan 1994 yılında gerçekleştirilen ilk demokratik seçimlerde ANC iktidara gelmiştir. Bunun üzerine harekete geçen bazı sivil toplum kuruluşları, ANC’ye toplumsal uzlaşma ve hoşgörü için Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kurulması çağrısı yapmış, Adalet Bakanı Otto Omar 27 Mayıs 1994’te Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kurulması kararı alındığını açıklamış, tüm kesimlere de hazırlanacak karar tasarısına görüş ve öneri sunma çağrısı yapmıştır.

Çeşitli kesimlerden gelen öneri ve eleştiriler doğrultusunda Ulusal Birlik ve Uzlaşmanın Teşviki ismiyle bir yasa tasarısı hazırlanmıştır. Tasarıyla 1 Mart 1960 ile 5 Aralık 1993 yılları arasındaki cürümlere bakılması, kurbanların kimliklerinin tespit edilmesi, akıbetleri ya da nerede olduklarının saptanması kararlaştırılmıştır. Tasarının en önemli özelliği affın, hakikatin anlatılması karşılığı müm kün olmasıdır. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, tasarıyı 6 dilde 150 bin kitapçık şeklinde basmış ve dağıtmış, karar tasarısı için de ülke çapında 30’dan fazla seminer düzenlemiştir. Tasarı ayrıca tüm radyolarda okunmuştur. Diğer taraftan 1960-1993 yılları arasında neler yaşandığına ilişkin tarih atölyesi çalışması yürütülmüş, işlenen tüm insan hak ları ihlallerinin kaydı oluşturulmuştur. Tüm bu hazırlıklar sürerken komisyon kararına Ulusal Parti, Özgürlük Cephesi, İnkata Özgürlük Partisi ve güvenlik güçlerinden eleştiriler yağmıştır. Eski Devlet Başkanı De Klerk komisyonun kök salmaya başlayan ulusal birlik duygusu ile iyi niyeti baltalayabileceğini açıklamış, Özgürlük Cephesi lideri Viljoen ise, komisyonun Afrikanerlere karşı cadı avına dönüşebileceği uyarısında bulunmuştur.

Parlamentodaki oylamada Özgürlük Cephesi ve İnkata Özgürlük Partisi dışında kalan tüm partiler tasarı lehinde oy kullanmış, yasa tasarısı 19 Temmuz 1995’te yasalaşmış, 15 Aralık 1995’te komisyon üyelerinin atanmasıyla birlikte yürürlüğe girmiştir. Komisyon üyelerinin atanmasında demokratik süreç izlenmiş, Mandela komisyon atamaları için aday göstermeme ve komisyona atama yapmama kararı almıştır. Bunun yerine özel bir komiteden bir liste hazırlamasını istemiş, komitenin önerdiği 25 isimden 15’ini seçmiş, kendisi de 2 isim eklemiştir. Başpiskopos Tutu’yu komisyonun başkanlığına Alex Boraine’i de yardımcılığına atamıştır. 17 komisyon üyesinden 7’si kadın, 10’u erkek olarak görevlerini ifa etmiştir. Liste açıklandıktan sonra dört bir yandan dengeli olamamak ve tarafsızlıkla ilgili eleştiriler yapılmaya başlanmıştır. 3 yılı aşkın süre görevini sürdüren Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, 17 Aralık 1994’te ilk toplantısını yapmıştır. Komisyon üyeleri çok fazla çaba ve hız gerektiren bir programla karşı karşıya kalmışlardır. Bu da sık sık krizlere ve kişisel sürtüşmelere neden olmuştur. Komisyonda sıklıkla beyaz-siyah tartışması yaşanmış, komisyon üyesi Hlengiwe Mkhize, Ocak 1997’de komisyonun beyaz liberaller tarafından yöneltildiğini açıklamış, Muhafazakar Parti’yi temsilen komisyon üyeliğine seçilen Chris de Jager de, ilk yılın sonunda güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği kıyımlarla ilgili iddiaların fazlalığına daha fazla dayanamamış ve istifa etmiştir.

Toplam 21 bin 291 kişi komisyona başvurmuştur. Bu başvuruların yüzde 86.9’u Afrikalı nüfusa ait çıkmıştır. Beyazların verdiği ifadeler toplam müracaatların yalnızca yüzde l’ini oluşturmuştur. Komisyona başvuran kadın sayısı erkeklerden daha fazla çıkmıştır. Komisyona başvuranların yüzde 54’ü kadın, yüzde 52’si ise erkek olmuştur. İfade verenlerin çoğu 37 yaş ve üzeri olmuştur. Komisyona başvuranlar doğrudan yaşadıkları deneyimleri ya da yakınlarının başından geçenleri anlatmıştır. 21 bin 291 ifadede toplam 38 bin suçlamada bulunulmuştur. Af Komitesi’ne ise 8 bin fail başvurmuş, 5 ciltlik komisyon raporu Ekim 1998’de yayınlanmıştır. 8 bin fail, yaptığı işkence, gerçekleştirdiği hak ihlallerini anlatarak yeni bir başlangıç için özür dilemiş ve affedilmeyi talep etmiştir. 3 yılı aşkın bir süre çalışan komisyon, toplumsal barış ve sağaltım açısından çok önemli bir işlev görmüştür. Böylece ülkede eski sayfa kapanmış yeni bir sayfa açılmıştır. Geçmişte birbirlerini boğazlayanlar, komisyon sayesinde yeni dönemde ‘unutmamayı ama affetmeyi başarabilmişlerdir.

Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun uygulamalarında dikkate değer en önemli ayrıntı Afrika’nın Çiller’i’ olan P. W. Botha’nın yaşadığı süreç olmuştur. 1978-1984 yılları arasında başbakanlık, 1984-1989 yılları arasında da devlet başkanlığı yapan Botha’nın Apartheid rejiminin trajedisi ve çılgınlığında rolü büyüktü. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu Botha’yı ifade için davet edince sağ çevreler Afrikanerler’e karşı cadı avı başlatıldığını iddia etmiştir. Botha komisyon huzuruna çıkmayınca komisyon mahkeme kanalıyla Botha’ya celp göndermiştir. Botha oturuma katılmayacağını, celbe de uymayacağını bildirmiştir. Botha, 28 Şubat 1998’de George Sulh Mahkemesi’nde siyah yargıcın karşısına çıkmıştır. Komisyon Başkanı Tutu, mahkemede Bothadan tüm Afrika için özür dilemesini istemiştir. Botha, komisyonu art niyetli davranmakla ayrıca da kendisini küçük düşürmekle suçlamıştır. Botha’yı komisyon yasasına karşı gelmekten suçlu bulan mahkeme, 10 bin rand para cezası ve iki ay hapis cezasına çarptırmıştır. Botha’nın hapis cezası yasanın herhangi bir maddesine kaşı gelmemesi koşuluyla ertelenmiştir. Komisyonun nihai raporunda Botha, muhalif kişilere işkence ve kötü muamele yapmaktan, Devlet Güvenlik Konseyi başkanı sıfatıyla ağır insan hakları ihlallerinin ortaya çıkmasına zemin yaratmaktan, güvenlik meseleleriyle ilgili hükümete tavsiyelerde bulunmaktan, hükümetin güvenliğini tehdit eden kişilerin ortadan kaldırılması gibi uygulamalardan sorumlu tutulmuştur.

Komisyon huzuruna çıkarılan isimlerden biri de 19891994 tarihleri arasında Devlet Başkanlığı yapan, 1990 yılında çıkardığı siyasi genel afla Güney Afrikada yeni bir dönem başlatan De Klerk olmuştur. Klerk, Khotso House’a gerçekleştirilen ve çok sayıda sivilin yaralanmasına yol açan saldırı ile ilgili 14 Mayıs 1994’te komisyonun huzuruna çıkıp tanıklık yapmıştır. Kendisi ve Devlet Güvenlik Konseyi’nin yasadışı eylemlere yetki vermediğini, bu eylemlerin gerçekleşmesi için de talimatı olmadığını belirtmiştir. Klerk’i Khotso House’un bombalanması talimatını vermekten suçlu bulan komisyon, Klerk’in bu eylemi açıklamamakla samimiyet eksikliğine düştüğüne karar vermiştir. Ancak mahkeme Klerk’le ilgili kısımların rapordan çıkarılmasına karar vermiş, karar üzerine kamyonlara konulan ciltler indirilmiş ve Klerk’le ilgili bölümler rapordan çıkarılmıştır.

Güney Afrika’da siyahlar için hak mücadelesi veren ANC de komisyonun huzuruna çıkarak hesap vermiştir. ANC heyeti, kamplarda gerçekleştirilen işkence ve infazlar, sivil-savunmasız hedeflere yönelik saldırılar, tarlalara yerleştirilen kara mayınlar, gerdanlık (kurbanın boynuna petrole bulanmış bir tekerlek çemberi geçirip tutuşturmak), kamplarda kadınlara uygulanan taciz ve tecavüzlerle ilgili iddialar yüzünden komisyonun huzuruna çıkıp ifade vermiştir. Örgütün silahlı kanadının ağır insan hakları ihlallerine karışmasıyla ilgili 137 sayfalık not sunan ANC heyeti, olayların birçoğundan ötürü pişmanlık duyduklarını dile getirmiş ve mağdur ailelerinden özür dilemiştir. Ekim 1998’de yayınlanan komisyon raporu, ANC ile komisyon arasındaki ipleri germiştir. Hazırlanan raporda ANC, sivillerin yaralanması ve ölümüne yol açan hak ihlalleri gerçekleştirmekten, askeri hedeflere yönelik saldırılarda sivillerin ölümüne yol açmaktan, itirafçıların ve kamplarda yer alan ajanların öldürülmesinden, siyasi muhalifleri hedef alan baskın ve saldırılardan, şiddet döngüsünü tırmandırmaktan sorumlu tutulmuştur. ANC suçlamaların nihai raporda yer almaması için yüksek mahkemeye gitmiş, ancak başvurusu reddedilmiştir. Komisyonun kurtuluş hareketini suçlu duruma düşürdüğünü öne süren ANC Başkan Yardımcısı Thabo Mbeki, parlamentoda komisyonun aldığı karar için “sahte tarafsızlık” demiştir. ANC üst düzey yetkililerinden peş peşe komisyona yönelik sert açıklamalar gelmiştir. Ancak tartışmalara son noktayı Nelson Mandela koymuştur. Parti yöneticileri ile ters düşen Mandela, “ANC haklı savaş yürüttü ancak haklı savaşı yürütürken ağır insan hakları ihlalleri de gerçekleştirdi. Kimse bunu inkâr edemez çünkü kamplarımızda insanlar öldü, komisyonun söylediği de bu” diyerek komisyona destek çıkmıştır.

Güney Afrika’da kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu Türkiye için örnek bir model teşkil edebilir. Çünkü Güney Afrika rejiminin uygulamaları da Türkiye ile büyük benzerlikler arz etmektedir. Apartheid rejimi, yıllarca beyaz olmayanlara yönelik politik ayrımcılık uygulamıştır. Türkiye de Apartheid rejimi gibi Kürtlere politik ayrımcılık yapan politikalarla yönetilmiştir. Güney Afrikada uzun yılar olağanüstü hal uygulanmış, Devlet Güvenlik Konseyi her türlü uygulamanın başat gücü olmuştur. Türkiye de benzer şekilde uzun yıllar OHAL uygulamaları ile yönetilmiş, Milli Güvenlik Kurulu her türlü uygulamanın çerçevesini tayin etmiştir. Diğer taraftan sorunun doğurduğu dinamikler (ANC, PKK) arasında büyük benzerlikler söz konusudur. Irkçı, yasakçı ve despotik rejim Güney Afrikada ANC’yi, Türkiye’de ise PKK’yi doğurmuştur. ANC, 30 yıl boyunca yeraltında ve ülke dışında faaliyet göstermiş, PKK ise 1978 yılından bu yana benzer şekilde hem Kürdistan’da hem de yurt dışında mücadele yürütmüştür. ANC lideri Mandela ile PKK lideri Abdullah Öcalan arasındaki benzerlikler de dikkat çekicidir. 1963’te vatana ihanet suçlamasından ömür boyu hapse mahkum edilerek tam 28 yıl hapiste yatan Mandela, 1990 yılında serbest bırakılmıştır. Öcalan da tıpkı Mandela gibi vatana ihanet suçlamasından dolayı 1999 yılında ömür boyu hapse mahkûm edilmiştir.

Türkiye ve Güney Afrika’nın benzer siyasal ve çatışma süreçlerinden geçmesi, Güney Afrika deneyiminin Türkiye’ye uyarlanması tezini güçlendiren en önemli faktördür. Ancak aynı modelin birebir Türkiye’ye uyarlanmasının sorunları çözüp çözmeyeceği iyi irdelenmelidir. Güney Afrika’daki komisyon, ırkçı rejimden demokrasiye geçiş yapabilmek, hakikatin temizleyici, arındırıcı gücünü ortaya çıkarmak, toplumsal uzlaşma ve hoşgörü ortamını tesis etmek, istenen koşulları karşılayanlara af çıkarmak, insan hakları kültürü yaratmak, geçmişte yaşanan ihlallerin bir daha yaşanmasını önlemek, her şeyden önemlisi ‘unutmamak ama affetmeyi becerebilmek için kurulmuştur. Benzer gerekçelere Türkiye’nin de ihtiyacı olduğu yadsınamaz. Türkiye’de de Güney Afrikada olduğu gibi “Bu ülkede ne oldu?” sorusunu tüm ayrıntıları ile bilmeyen pek çok insan vardır. O yüzden gerçekleşenlerin bilinmesi, hakikatin acı verse de tüm detayları ile ortaya konulması, yaşanan trajedi ve hak ihlallerinin sansürsüz ortaya çıkması toplumsal sağaltım ve rahatlama yaratacaktır

Türkiye’de inşa edilecek Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun yaptırım gücüyle donatılıp donatılmayacağı hususu da önemli bir konudur ve tartışılması gerekmektedir. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’na ne tür yaptırım hakkı tanımalıyız? Güney Afrikada olduğu gibi failleri, sadece hakikati anlatıp özür dilemeleri karşılığında affedebilir miyiz? Bu soruların yanıtları önemlidir. Çünkü geçmişin kin ve nefreti ile geleceği inşa edemeyeceğimiz ortadadır. O yüzden faillerin insanlığa döndürülmesini sağlamak, ‘unutmamayı ama affetmeyi başarabilmek gerekir. Zira toplumsal sağaltım ve uzlaşma için bundan daha farklı bir mekanizma Türkiye gerçekliği ile örtüşmeyebilir. Affetmemek geçmişe saplanıp kalmayı, geçmişi hep bir pranga gibi taşımayı getirebilir. ‘Unutmamayı ama affetmeyi’ sağlayan bir mekanizmayı ancak bir arada yaşama kültürü doğurabilir. Dolayısıyla failleri sadece cezalandırarak rahatlamaya giden bir toplumsal vicdan, kin ve nefret tohumlarını geleceğe de taşırmış olur. Ancak affetmek, hakikatin tüm yönleriyle halk tarafından öğrenilmesi, hangi günahların affedildiğinin bilinmesi şartına bağlanırsa yarar getirir. Çünkü toplum hangi suçları affettiğini bilmek ister.

Türkiye’de kurulacak olası bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun Güney Afrika deneyiminden uyarlayacağı bir diğer deneyim de tarafların işlediği suçlar olacaktır. Komisyonun tek taraflı bir yargılama ile vicdanları rahatlatması mümkün görünmemektedir. Bu nedenle tarafların komisyonun huzuruna çıkmayı ilkesel olarak kabul etmeleri gerekmektedir. Gerek PKK lideri Abdullah Öcalan, gerekse de KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, komisyonun bu mahiyette hayata geçebileceğine ilişkin pek çok kez açıklama yapmışlardır. Ancak devlet cenahından, medyada sık sık işlenmesine rağmen konuya ilişkin herhangi bir açıklama gelmemiştir.

Buraya kadar Güney Afrika modelinin Türkiye’ye örnek teşkil edebileceğini ileri süren pek çok argüman ileri sürdük. Ancak komisyonun kurulmasını sağlayan şartlar açısından iki ülke kıyaslandığında ortada çok ciddi farkların olduğunu görmek durumundayız. Özetle Güney Afrika deneyimine bakıldığında 5 temel öğenin Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu fikrinin olgunlaşıp hayata geçmesinde önemli rol oynadığını görüyoruz: 1Siyasi müzakere sürecinin başlaması 2STÖ temsilcileri, kiliseler ve aydınların ön planda olması 3Siyasi bir genel affin ilan edilmesi 4Komisyon önerisi yapan ANC’nin iktidara gelmesi. 5Meclisin komisyon kararı alması. Bir komisyonun kurulabilmesi için çok önemli olan bu koşulların hiçbiri Türkiye’de henüz gerçekleşmemiştir. Kurulacak komisyonun rolünü yerine getirebilmesi için şu şartlar gerekmektedir: a) Her iki tarafın da (devlet ve Kürt tarafi) komisyonu irade olarak tanıması b) Siyasi müzakere sürecinin başlaması c) Siyasi genel af ilan edilmesi d) Komisyon için sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler ve aydınların aktif çalışma yürütmesi, e) Meclisin komisyon kararı alması. Burada unutulmaması gereken husus şudur: Güney Afrika, uzlaşma ve barışma sürecini pekiştirmek için hakikat komisyonları kurmuştur. Hakikat komisyonları kurarak barış ve uzlaşma sürecini başlatmış değildir. Türkiye’de barış ve uzlaşma süreci kurumsallaşmadan sürece hakikat komisyonları kurarak başlamak toplumsal sağaltım yerine kutuplaşmalara vesile olabilir kaygısını küçümsememek ve tartışmak gere kir. Aksi durumda kurulacak bir komisyon ister istemez savaş mahkemesine dönüşecektir.

 

Guatemala 

Guatemala Latin Amerika’nın en uzun süreli iç savaşı yaşamış ülkesi olarak tarihe geçmiştir. 1962-1996 tarihleri arasında 35 yıl süren iç savaşta 200 bin insan hayatını kaybetmiş, 45 bin insan kaybolmuş, milyonlarca insan yerinden yurdundan edilmiştir. Hükümet ile Guatemala Devrimci Birliği (URNG) adlı gerilla örgütü arasındaki barış görüşmeleri BM’nin arabuluculuğu ve gözetiminde yürütülmüştür. 1994 yılında söz konusu müzakereler henüz devam etmekte iken taraflar bir hakikat komisyonu kurulması konusunda uzlaşmaya varmışlardır. Barış sürecinin önemli bir unsurunu oluşturan hakikat komisyonu BM desteğiyle ve uluslararası katılımla yapılandırılmış, başkanlığına da Alman hukukçu Christian Tomuschat getirilmiştir.

Resmi adı Tarihi Aydınlatma Komisyonu olan Guatemala Hakikat Komisyonu, iç savaşı bitiren barış anlaşmasını Aralık 1996 tarihinde imzaladıktan sonra 1997 yılında çalışmalara başlamıştır. Komisyon üyeleri dağınık halde yaşayan Guatemala köylülerine ulaşmak için zor yürüyüşler yapmış, bir köye varabilmek için 8 saat dağlarda yürümek zorunda kalmıştır. Komisyondakiler, bazı yerlere vardıklarında buralarda yaşayan toplulukların iç savaşın bittiğinden habersiz olduklarını görmüş, hatta bazen köy halkı komisyon üyelerinin aslında gerilla olduğunu düşünmüştür. Komisyon sadece ağır insan hakları ihlallerini aydınlatmakla görevli olup; bu görev, sorumlu tarafın belirlenmesi çalışması olarak tanımlanmıştır. Ancak anlaşma faillerin ismen belirlenmesi ve belirtilmesine izin vermemiştir. Komisyonun ordunun yeniden yapılandırılmasına yönelik öneri hakkı bulunmakla birlikte, hak ihlalleri kurbanlarına tazminat ödenmesi konularında yapacağı öneriler bütün taraflar için bağlayıcı olmuştur. Komisyon çalışmalarını 1999 tarihinde bir rapor halinde yayınlamıştır. Raporda gerilla hareketinin (URNG) de ihlallerde payı olduğu belirtilmiş, ancak kaydedilmiş 626 katliamın yüzde 90’ınından fazlasının ordu tarafından gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca ordunun isyanı bastırma gerekçesiyle yürüttüğü operasyonların Maya halkına karşı bir soykırım boyutuna vardığı açıkça ifade edilmiştir.

Guatemala, uzun süren iç çatışmalar nedeniyle Türkiye ile ortak özellikler taşımaktadır. Türkiye, Guatemala ülke sinden sonra dünyada en uzun iç çatışmanın yaşandığı ülke statüsündedir. Bu açıdan Guatemala’nın uzun süreli çatışmalı ortama ancak hakikat komisyonu ile nokta koyabilmesi emsal niteliğinde olması itibariyle önemlidir. Guatemalada karşımıza çıkan özgünlük şudur: Guatemala önce barış ve uzlaşma süreci geliştirmiş, ardından hakikat komisyonu inşasına başlamıştır. Hakikat komisyonu olgusu da iç dinamiklerden ziyade dış dinamiklerin (BM) öneri ve teşvikiyle mümkün olmuştur. Komisyon sadece devletin ağır suç eylem ve faaliyetlerini araştırmamış, gerillanın da eylem ve faaliyetlerini incelemiş, Maya halkına yönelik devlet uygulamalarını soykırım olarak tanımlamış, devletin savaş suçu işlediği yönünde kanaat belirtmiştir. Guatemala örneğinde önemli bir diğer özgünlük de şudur: Güney Afrikada barış için Mandela’ya atfedilen rol, Guatemalada hem barış hem de hakikat komisyonu için Lüteriyen Papazı Amerikalı Paul Wee’ye atfedilir. Wee, hem barış ve uzlaşma kültürü oluşturmuş, hem sivil alanda ortak aklı temsil etmiş, hem de tüm kesimler tarafından kişiliğine güven duyulan bir simge olmuştur. Wee’nin bu özellikleri sürecin başarılı götürülmesini sağlamıştır. Türkiye’de de benzer şekilde Wee’nin özelliklerine haiz kişi veya kişilerin, hakikat komisyonu sürecinin daha sağlıklı ve derinlikli götürülmesine imkân ve zemin sunacakları aşikârdır.

 

Almanya 

Almanya geçmişle hesaplaşma deneyimleri açısından en öğretici ülkedir. Zira Nazi soykırımı sonrası ülkede yaşanan tartışmalar Türkiye’deki Dersim ve Zilan katliamlarına ilişkin öğretici ve önemli dersler vereceği kanaatindeyiz. Almanya’nın Nazi soykırımı ile hesaplaşması deneyimine baktığımızda 15 yıl suskunluk ve bastırma dönemi, ardından da hatırlama ve hesaplaşma evresi yaşadığını görüyoruz. İlk evre 1950’li yıllara karşılık gelmektedir. Bu evrede Alman kamuoyu ve hükümeti geçmişin lanetli mirası (Yahudi soykırımı) ile ilginç bir ilişki kurmuş, soykırımı hafızalardan silme, yani bilince çıkarmama, hatırlamama şeklinde bir refleks geliştirmiştir. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak ve susarak geçiştirme olarak da ifade edilebilecek bu evrede Nazi döneminin vahşet uygulamaları tek başına Hitlere ve onun dar çevresine havale edilmiş, Almanlar kandırılmış bir kitle olarak gösterilmiştir.

Almanya’da 1950’lerin sonu, 1960’ların başıyla birlikte içeriden ve dışarıdan gelen yoğun baskıların etkisiyle geçmişin çok yönlü irdelenmesi süreci başlamıştır. 1970’lerde ise simgesel değeri yüksek gelişmeler yaşanmış, 8 Mayıs 1970’te Alman Parlamentosu’nda ilk defa bir anma töreni düzenlenmiştir. Dönemin başbakanı Willy Brandt törende yaptığı konuşmada “Bir halk tarihine serinkanlı bakabilmelidir. Hiç kimse miras aldığı tarihten azade değildir” ifadelerine yer vermiştir. Brandt 7 Aralık 1970’te ise 2. Dünya Savaşı’ndaki vahşetin en önemli sembollerinden biri olan. Varşova Yahudi Getto’su kurbanlarının anısına dikilen anıtı ziyaret etmiş, anıtın önünde diz çöküp soykırım kurbanlarından bütün Alman halkı adına özür dilemiştir.

Almanya deneyimine baktığımızda geçmişle gerçekleştirilen ilişki Türkiye açısından çarpıcı gerçekliklere tekabül etmektedir. Türkiye ile Almanya arasında devletin katliam yapma pratiği arasından aynı ölçekte olmasa dahi benzerlikler vardır. Almanya Nazi katliamı ile 6 milyon Yahudi’nin ölümüne yol açmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise Dersim Katliamı’nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesi ile 50 bin, Zilan Deresi Katliamı’nda ise 15 bin kişinin ölümüne sebep olmuştur. Almanya ile Türkiye arasındaki bir diğer ortak deneyim de katliam sonrası gelişen süreçlerdir. Almanya’da Yahudi soykırımından sonra 15 yıllik bir suskunluk ve soykırımı görmeme hali yaşanmış, Türkiye’de ise 1930’lı yıllarda yaşanan Zilan ve Dersim katliamlarından sonra tam 70 yıl suskunluk ve bastırma dönemi, Adorno’nun ifadesi ile “hatırlamanın imhası, hafızanın çökertilmesi” durumu yaşanmıştır. Türkiye geçmişin acı veren mirası ile aradan oldukça uzun süre geçmesine rağmen henüz çok yönlü hesaplaşamamış, bu hesaplaşma henüz resmi düzeyde karşılık bulmamıştır. Örneğin Brandt’ın Varşova’da gerçekleştirdiği özür dileme seremonisini henüz hiçbir resmi yetkili hayata geçirmemiş, katliamlarda hayatını kaybeden kişilere itibarları dahi iade edilmemiş, tersine Dersim Katliamı’nda yer alan bir kadın pilotun ismi İstanbul’da bir havaalanına verilmiştir.

 

İspanya 

Yaklaşık 35 yıl süren Franco döneminde İspanya iç savaşı yaşanmış, bu sürede 50 bin insan hayatını kaybetmiştir. İspanya 1975 yılından itibaren faşist ve diktatör Franco dönemi ile hesaplaşmış, diktatörlükten demokrasiye evrilme sürecinin en başarılı örneğini vermiştir. İspanya’da diktatörlük döneminin sona ermesinden sonra geçiş süreci yaşanmış, bu süreçte hatırlama değil unutma esas alınmıştır. Unutma demokrasiye geçişin bedeli olarak görülmüş, mutabakat ve uzlaşma parolası olarak, geleceği kazanmak için geçmişi geride bırakmak sloganı yeni İspanya demokrasisinin mitosu haline gelmiştir. Böylece 35 yıllık diktatörlük dönemindeki her şey halı altına süpürülmüştür. Ancak bu durum özellikle Bask ve Katalan bölgelerinde ciddi tepkilere yol açmıştır. Bu durum sorunlarla daha derin yüzleşilmesini engelleyerek ETA’nın, Bask meselenin daha da büyümesine yol açmıştır.

Ancak yine de geçmişi unutma hali Franco dönemiyle hesaplaşmayı engellememiş, sadece geciktirmiştir. Kasım 2000 tarihinden itibaren geçmişle hesaplaşma artan bir yoğunlukla İspanya’nın gündemine yerleşmiştir. 2000 yılında Tarihsel Hafızayı Yeniden Kazanma adında yurttaş girişimi kurulmuş, iç savaşta, Franco döneminde akıbeti bilinmeyen binlerce kişi araştırılmış, çalışmalar kapsamında pek çok toplu mezar tespit edilerek açılmış, ölüler yeniden gömülmüştür. Sosyalistlerin Mart 2004’te iktidara gelmelerinden sonra geçmişin üzerine örtülen kalın perde kaldırılmış, Haziran 2004 tarihinde mecliste tüm kurbanlara yönelik maddi ve manevi tanıma ve telafi talebini içe ren önerge kabul edilmiş, aynı yıl parlamento Franco heykellerini kaldırmayı kararlaştırmış, hükümet mağdurların eş ve çocuklarına emeklilik maaşı bağlamıştır. Hükümet 2006 yılında da Tarihsel Hafıza Yasası adı altında bir tasarı hazırlayarak kabul etmiş, tasarı ile iç savaşta katledilenlerin kalıntılarının aranması çalışmalarının desteklenmesi, diktatörlüğü yücelten faaliyetlerin yasaklanması, Franco döneminde alınan politik mahkumiyet kararlarının adil olmadığının resmen tanınması karar altına alınmıştır.

İspanya hem diktatörlükten demokrasiye hangi parametrelerle geçiş yapılacağını göstermesi hem de ihlal ve suç dolu geçmişin suskunluk, unutturma ve bastırmayla kolayca geçmeyeceğinin çarpıcı bir örneğidir. İspanya “geçmişe çizgi çizelim ve unutalım. Sonra da yeni bir sayfa açalım” tezinin istikrarlı ve başarılı bir toplumsal inşa sunmayacağının en somut kanıtıdır. Eğer geleceğin toplumu inşa edilecekse geçmişle hesaplaşmak ertelenemez bir görev olmalıdır. Geçmişle hesaplaşmak kutuplaşma ve ayrışma değil tam tersine toplumsal barış ve uzlaşma ortamları sunar. İspanya’nın Franco sonrası evrede birinci seçeneği (geçmişe çizgi) tercih etmesi ülkeye istikrar ve uzlaşma getirmemiş, ancak ikinci seçeneğin (geçmişle hesaplaşma) tercih edilmesi ülkeye bu imkânı sağlamıştır.

 

Arjantin 

Arjantin’de 1976-1983 yılları arasında askeri diktatörlük yaşanmış, bu diktatörlüğün ülkeye maliyeti çok ağır olmuş tur. İnsanlar gözaltına alındıktan sonra askeri kargo uçaklarına yüklenerek okyanusun ortasına atılmış, toplam yedi yıllık cunta rejiminde tam 30 bin insan kaybedilmiştir. Alfonsin’in seçimleri kazanmasından sonra Arjantin’de geç mişle hesaplaşma başlamıştır. 15 Aralık 1983’te devlet başkanı kararnamesi ile Arjantin Hakikatler Komisyonu olarak bilinen kayıp kişiler için bir komisyon kurulmuş, bu komisyon Kayıp Kişiler Ulusal Komisyonu (CONDADEP) adıyla faaliyet yürütmüştür. Başkanlığını ünlü yazar Ernesto Sabato’nun yaptığı komisyon, pek çok zorlukla savaşmış, ulusal ve uluslararası örgütlerin kararlı desteğiyle bu zorlukların üstesinden gelmeyi başarmıştır. İnsan hakları örgütleri kayıplarla ilgili dosyaları komisyona aktararak önemli bir bilgi kaynağı sağlamışlardır. Komisyon hapishaneleri, mezarlıkları, emniyet binalarını teftiş etmiş, düzenli basın açıklamaları yapmıştır. Yaklaşık 50 bin sayfa tutan tanık beyanı ve şikayet dilekçelerini işleyen komisyon çalışmalarını dokuz ayda tamamlamış ve Bir Daha Asla diye ünlenen raporunu Başkan Alfonsine teslim etmiştir. 28 Kasım 1984’te kamuoyuna açıklanan raporda 8 bin 960 kişinin zorla kaybedildiği belirtilmiş, araştırmaların devamı halinde bu sayının daha da artacağı ifade edilmiştir. Raporda ayrıca yüksek rütbeli güvenlik güçlerinin emri altında 340 tane gizli gözaltı merkezi bulunduğu, buralarda akla gelebilecek her türlü işkencenin uygulandığı, çok sayıda kişinin öldürüldüğü vurgulanmıştır.

Raporun hazırlanmasından sonra 1985 yılında cunta liderlerinin yargılanması başlamış, cunta üyesi generallerin çoğu hapis cezalarına hükmedilmiştir. Alfonsin’in, üst düzey cuntacılar haricinde 400 ordu mensubu hakkında daha yargı yoluna gitmesi ordu ile siviller arasında gerginliğe neden olmuş, ordu içi rahatsızlık ayaklanma aşamasına gelince Alfonsin yargılamaları sınırlandıran düzenlemelere gitmiştir. Alfonsin’in geçmişle hesaplaşmakta takındığı ürkek tutum sonunu getirmiştir. Alfonsin’in yerine gelen Carlos Menem hüküm giymiş veya yargılanmakta olan ordu mensuplarına af getirmiş, bunun ekonomik istikrar ve ulusal birlik için gerekli olduğunu ifade etmiştir.

Arjantin geçmişle hesaplaşma, hakikatler komisyonu örneği açısından çok önemli bir ülkedir. Hakikat komisyonu sonrası başlayan askerleri yargılama süreci askerlerin gözdağı ile sonuçlanmış, işkencecileri cezalandıramamış, üstelik geri gelmelerini mümkün hale getirmiştir. Arjantindeki komisyon hukuksal sonuçlar yaratmak açısından başarılı olamamıştır ama insan hakları, işlenen suçlar konusunda yaygın bir tartışma başlatmış, kolektif hafıza konusunda etkili sonuçlar doğurmuştur.

Arjantin’de ordunun başarısı ile tamamlanan süreç 2003 yılında Nestor Kirchner’in devlet başkanı olmasıyla birlikte tersine dönmüştür. Geçmiş hükümetlerin izlediği geçmişe çizgi çekme anlayışından dönüş yapan Kirchner’in çabaları sonucu 180 subay ve polis cezaevin konulmuş, 400’ü hakkında da dava açılmıştır.

Arjantin ve Türkiye, kayıplar ve faili meçhul cinayetler konusunda neredeyse birebir örtüşen iki ülkedir. Bu durum Arjantin’i çok yakından izlenmesi gereken stratejik ülke konumuna sokmaktadır. Arjantinde kayıplar ve faili meçhul cinayetlere yönelik geliştirilen arayış Türkiye için örnek bir saha çalışmasıdır. Diğer taraftan Arjantin’de hak ihlallerine yönelik geliştirilen sürecin askeri militarist yapılarda doğurduğu refleks de yakından incelenmelidir. Zira Arjantin benzeri bir süreç, militarist yapısı ve kültürü çok güçlü Türkiye’de de benzer sonuçlar doğurabilir. Türk ordusu bu verilerin kendisini işaret etmesi halinde hesap sorma faaliyetlerini karalama faaliyetleri olarak değerlendirerek sivillere karşı ayaklanma girişimi başlatabilir. Bu yüzden geçmişle hesaplaşma süreci Arjantin’de olduğu gibi çok inişli-çıkışlı bir süreç izleyebilir. Arjantin deneyimi askeri ve militarist yapıları güçlü olan ülkelerin bu yapılarla kolay hesaplaşamadıklarını, askeri yapıların süreci sabote etmek için elinden geleni yaptıklarını göstermektedir.

 

Şili 

Şilide 1973’ten 1989’a kadar askeri yönetimin kanlı iktidarı hüküm sürmüştür. Bu dönemde 4 binden fazla sivil insan katledilmiş, on binlerce insan işkenceden geçirilmiş, yüz binlerce insan da tutuklanmıştır. Ekonomik krizle zayıflayan faşist rejim, 1989’da yerini parlamenter rejime birakmıştır. 1990 yılında ise bir hakikatleri araştırma komisyonu kurulmuştur. Başlangıçta sivil olarak faaliyete başlayan komisyon daha sonra meclis kapsamına alınmıştır. Komisyon devlet başkanı Aylwin’in seçtiği 8 kişiden oluşmuştur. Pinochet rejimi üyelerinin de görev aldığı komisyon 3 bin 400 davada 35 bin mağduru dinlemiş ve 641 davada kesin sonuca ulaşılabilmiştir. Komisyon raporunda, devlet organlarının insan haklarını sistematik bir şekilde ihlal ettiği, yargının da askeri yönetim zamanında hareketsiz-tavırsız kaldığı belirtilmiştir. Faillerin isimlerinin yer almadığı raporda, 5000 kişi yıllık 5000 dolarlık tazminat hakkı kazanmıştır. Şili hakikatleri araştırma komisyonunu faşist rejimden parlamenter rejime yumuşak bir geçişin aracı olarak kullanmıştır. Şili Hakikat Komisyonu pek çok açıdan eleştirilere maruz kalmıştır. Komisyonun geçmişle hesaplaşmada aşırı temkinli davrandığı, eski rejim kadrolarının hassasiyetlerini abartılı gözettiği belirtilmiştir. Komisyonun görev alanı son derece dar tutulmuş, ihlallerin büyük bir kısmını oluşturan sistematik işkence, keyfi ve uzun süreli gözaltı gibi uygulamalar görev kapsamı dışında tutulmuştur. Ayrıca komisyon raporunda bir bütün olarak baskı aygıtının rolünü önemsizleştiren, bütün olup bitenleri tek tek bireylerin münferit hatalarına bağlamayı amaçlayan ifadelere yer verilmiştir. Demokrat ve muhalif kesimler rapora “Şili’nin kan ve kirden oluşan geçmişinin üzerini beyaz badanayla örtüp akladınız” eleştirisi yapmıştır. Tartışmaların giderek büyümesi üzerine askeri darbenin 30. yıldönümünde siyasal tutukluluk ve işkence olaylarını araştırmak üzere bir komisyon daha kurulmuştur. Mayıs 2003’tenMayıs 2004 tarihine kadar faaliyet yürüten komisyon, 35 bin 865 kişinin ifadesine başvurmuştur. Bin 300 sayfalık raporu başkan Lagos kamuoyuna açıklamıştır. Raporda çoğu gizli tutulan 802 gözaltı ve tutukluluk merkezi tespit edildiği belirtilmiş, 28 bin 459 işkence mağduru bulunduğu, bunlara maaş bağlanması gerektiği kaydedilmiştir. Raporun açıklanmasından sonra Şili silahlı kuvvetler başkanı ordunun bu olaylardaki kurumsal sorumluluğunu kabul ettiğini ve olayların hiçbir gerekçe ile haklı gösterilemeyeceğini açıklamıştır. Şili’de kanlı pratiğe imza atan diktatör Pinochet’ye dokunulmamış ama itibarı yok edilmiştir. Şili Hakikat Komisyonu Latin Amerika ülkelerinde geçmişle hesaplaşmakta model ülke olarak gösterilmektedir.

Başka hiçbir Latin Amerika ülkesinde Şili’de olduğu gibi hak ihlalleri ayrıntılı aydınlatılıp belgelenmemiş, Şili kadar ordu mensubu yargılanıp cezalandırılmamıştır. Şili deneyimi bize hesaplaşmanın mücadele yürütenlerin enerji ve kararlılığı ile mümkün olabildiğini, mücadelenin de uzun ve gel-gitli olduğunu göstermektedir.

 

Endonezya 

Özgür Açe Hareketi (GAM) ile Endonezya arasında 30 yıl süren çatışmalarda 15 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Diktatör Suharto’nun 1998 Mayısında iktidardan düşürülmesinden hemen sonra, eski rejimde işlenmiş olan insan hakları ihlallerini araştırıp gün yüzüne çıkarmak için Açe Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kurulmuştur. 2006 yılında Anayasa Mahkemesi, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu Kanununu geçersiz saymıştır. Endonezyada kurulan komisyon diğer ülke deneyimlerinden de yararlanmış olmasına rağmen ağırlıklı olarak Güney Afrikadaki Gerçekleri Araştırma ve Uzlaşma Komisyonu’nu kendisine örnek almıştır. Ancak komisyon gerek hükümetin niteliği ve gerekse eski rejim döneminin pek çok güçlü adamı’nın devletteki görevlerini yürütüyor olmasından dolayı ciddi zorluklarla karşılaşmıştır. Ülkenin içinde bulunduğu durum ve güçler dengesinden kaynaklı olarak komisyonun ‘uzlaşma’ yönünün öne çıktığını görüyoruz. Açe Komisyonu bir hakikat arayışından ziyade savaş suçu işleyen tarafların karşılıklı uzlaşma ve anlaşma niyetlerine göre şekillenmiştir.

 

Sonuç 

Dünyanın pek çok ülkesinde hakikatleri araştırma komisyonları bir iç savaş veya etnik gerilim dolayısıyla parçalanmış ya da aşırı kutuplaşmış toplumlarda karşılıklı önyargıların, nefret duygularının ve intikam isteklerinin tarihsel nedenlerini masaya yatırmak, bunların aşılmasını sağlayacak yöntemleri aramak için oluşturulmuşlardır. Ancak bu yöntemler acıyı ve mağduru tek yanlı bir biçimde mutlaklaştırmak yerine ortaklaştıran bir dil üstüne inşa edilmişlerdir. Güney Afrika bu komisyonu kurarken toplumsal sağaltım ve uzlaşma edimlerine öncelik vermiştir. Almanya geçmişin ağır yükünün geleceği rehin almamasını ön plana çıkarmıştır. Arjantin 30 bin kaybetme vakasını geçmişle hesaplaşmanın odağına oturtmuştur. Şili Latin Amerika’nın geçmişle hesaplaşmanın model ülkesi olmuş, askeri dikta döneminde yaşanan insan hakları ihlallerini incelemiş ve belgelemiştir. Hakikat komisyonları pek çok ülkede farklı isimlerle anılmıştır. Arjantin, Uruguay ve Sri Lanka’da “kayıplara dair komisyonlar”, Haiti ve Ekvator’da “hakikat ve adalet komisyonları, Şili, Güney Afrika, Sierra Leone ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nde “hakikat ve toplumsal mutabakat komisyonları” ve Doğu Timor’da “kabul, hakikat ve toplumsal mutabakat için bir komisyon” adlarıyla kurulmuştur.

Dünyadaki hakikat komisyonlarının özel yetki ve güçleri olmamıştır. Geçmişte yaşanan olaylardan dolayı birilerini cezalandırmak gibi bir stratejiyle hareket etmedikleri için özel yetkilere ve güçlere ihtiyaç da duymamışlardır. Ama yine de görüşme ve soruşturma yapabilme, mahkemeye davet etme, iddiaların cevaplanmasını sağlama, kamu mercilerinden destek alma, siyasi şahsiyetlerin yetkilerini ve güçlerini komisyonun faaliyetlerini kısıtlayıcı veya boşa çıkarıcı temelde kullanmalarının önünü alma ve delillerin karartılmasını önleme gibi tutumlar karşısında belli bir yetki ve güce sahip olmuşlardır.

Dünya deneyimlerinden Türkiye’ye uyarlanabilecek en önemli tartışma başlığının şu olacağı kanaatindeyiz: Hakikat ve adalet komisyonları ezici ağırlıkta kalıcı bir çatışmasızlık ortamı sağlandıktan, siyasi müzakereler başladıktan, kimi ülkelerde de bir barış anlaşması imzalandıktan sonra inşa edilmişlerdir. Cenazelerin kaldırıldığı bir ortamda komisyonların ifşa edeceği hakikatin sesi duyulmamıştır. Nitekim Çad, Angola ve Kamboçyada komisyonlar kurulmuş, ancak çatışmaların yeniden alevlenmesi dolayısıyla amacına ulaşamamıştır. Türkiye’de kurulacak hakikat ve uzlaşma komisyonlarının siyasi müzakereler başlamadan önce mi yoksa siyasi müzakereler başladıktan sonra mı inşa edileceği hususu detaylıca tartışılmalıdır. Çatışmalı bir ortamın aynı zamanda mağdur ve tanıkların komisyon çalışmalarına katılımları ve güvenliklerinin sağlanmasını imkânsız bir hale getireceği gerçeği gözardı edilmemelidir.

Dünyadaki hakikat komisyonları toplumsal sağaltım yaratabilmek, iç çatışma sonrası bir arada yaşama kültürü oluşturmak için inşa edilmişlerdir. Bu yüzden komisyonlar barış anlaşmasından sonra veya siyasi müzakerelerle birlikte hayata geçirilmişlerdir. Ancak PKK lideri Öcalan’ın değişik tarihlerdeki ifadelerinden hakikat komisyonlarının silahsızlandırma, çatışmaların sona ermesi, siyasi genel af gibi konularında da işlev sahibi olabileceği hususu ortaya çıkmaktadır. Bu özelliklere sahip bir hakikat komisyonu örneğine dünya deneyimlerinde rastlanmamaktadır. Ancak bu özelliklere sahip bir komisyonun savaşı yargılayan, savaşı sona erdiren, savaşın geçmiş hatırası konusunda ortak bir kamusal vicdan oluşturan nitelikler taşıyacağı aşikârdır. Hayata geçebilirse bu tamamen Türkiye’ye özgü bir durum olacaktır. Savaşı bitirecek böyle bir komisyonu inşa etmek imkânsız değildir, ancak çok özel şartlar ve durumlar gerektirdiğini ifade etmek gerekir.

Türkiye hakikat ve uzlaşma komisyonu tartışmalarını bir an önce sonuçlandırarak kendi modelini hayata geçirmelidir. Geçmişin ağır yükünün geleceğimizi ipotek altına almamasını ancak bu şekilde sağlayabiliriz. Ancak o zaman etnik gerilim, iç çatışma dolayısıyla bölünmüş ve kutuplaşmış bir toplumda önyargıları, nefret duygularını tahrik etmeyecek bir ortam inşa edebiliriz.

 

Kaynaklar

  • Cengiz Kapmaz, Hakikat Nasıl Arandı, Ülkede Özgür Gündem, 2005
  • Cengiz Kapmaz, Öcalan’ın İmralı Günleri, İthaki Yayınları, 2011
  • Alex Boraine, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu Güney Afrika Deneyimi, Aram Yayınları, 2005
  • Mark Freeman Priscilla B. Hayner, Hakikat Beyanı, International Center for TransitionalJustice, 2003
  • Mithat Sancar, Geçmişle Hesaplaşma, İletişim Yayınları, 2007
  • Nihat Kaya, Hakikat Komisyonları, www.kurdish-info.eu, 2010
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.