Düşünce ve Kuram Dergisi

Latin Amerika’da Demokrasi Gerilla 

Metin Yeğin 

“Barış için en ufak şans varsa ve siz bunu uygulamıyorsanız canisiniz, ama barış için hiçbir şans yoksa ve siz hala silahlı mücadele etmiyorsanız siz yine bir canisiniz.” 

(Ernesto Che Guevera) 

Klasik politik teorilerde gerilla hareketleri, silahlı mücadele ‘demokrasi’ dışı bir mücadele alanı içinde tanımlanır, yargılanır. Ben makalemde, bu klasik politik teorinin tamamıyla tersini kanıtlamaya çalışacağım. Özellikle Latin Amerika gerilla hareketleri üzerinden ve Guaveraci “Teoria da foco’ (fokocu teori) ile gerillanın tanımı, işlevi ile demokrasinin mutlak iç içe olduğunu, bunun da ötesinde “Teoria da foco’nun sadece bir gerilla savaşı teorisi olarak değil, çoklu inisiyatiflerin kendisini ifade etmesi, özgür komünler, yeni insan, özgür insan ve radikal katılımcı bir demokrasi önerisi ve uygulaması olduğu iddiasında olacağım.

Demokrasi’nin gerilla mücadelesi içinde ki varlığı iki yönlüdür. Birincisi gerilla, halkın içinde varlığını sürdürmek için ‘demokratik olmalıdır. Bu sadece pragmatik bir durum değil, olgudur. Halkın inisiyatifini yok sayan bir gerilla, halkın içinde barınmaz. El Salvador gerilla kuman danı, şimdi FMLNParlementeri Jorge Shefik Handal anlatıyordu. “Solcu gerillaların dağı, halktır. Yani onları koruyan ne dağdır, ne de yükseklikler. Halktır. Yani gerilla dağda değil halkın içinde saklanır. Orada örgütlenir. Orada mücadele eder, orada sosyal haklar talep eder. Orada bütün gün örgütlenerek, değişir. Silahlı güç sosyal hareketin bir parçasıdır. (Parmaklarının ucunu göstererek) Biz de bu şekildeydik. Şehirdeki sosyal hareketler esas olarak gerillayı besliyordu. Yani bu mücadeledir. Biz sadece kendi cephemizden sorumlu değildik. Aynı zamanda cuntaya karşı mücadele eden bütün halktan sorumluyduk. Onlar da dağdaki cepheden sorumluydu. FMLN silahlı hareketi, bütün Latin Amerika’nın en güçlü gerilla hareketiydi. Biz şimdi kaybolmadık başka bir biçimde mücadelemizi sürdürüyoruz. Evet, dağlar fiziki olarak yırtıcılıkları ile kamp yapmaya elverişli yerlerdi ama savaşçıların esas kamp kurduğu yer halktır. Bu sempati ile ancak mücadeleyi sürdürebilir.” (*)

Handal’ın vurguladığı gibi halkın çoklu inisiyatifini, karar hakkını tanımadan ve ona uymadan gerillanın varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir.

Kolombiyada FARC-EP ve ELN ülkenin %30-%40 arasında bir yerini kontrol eder. Bu alan Türkiye’nin 4’ü kadar yani 500.000 kilometre karedir. FARC-EP ve ELN bu bölgede halkın inisiyatifini hiçe saysaydı, 1964’den beri -47 yıldırmücadeleyi sürdürebilir miydi? FARC-EP nin 18.000 kişilik gerilla gücü ile ELN’nin 1500-2000 kişilik gerilla güçleri, ancak halkın onları desteklemesi ile yaşamlarını sürdürebilir. Karşılarındaki sadece Kolombiya ordusu ve polisi değil, ABD’nin doğrudan askeri kuvveti ve paramiliter-korucu güçlerine karşı direnebilmeleri, bu destek olmadan mümkün değildir. Bu, devlet demokrasisi gibi 3 yılda, 5 yılda oy verme biçiminde de tezahür etmez. Bu demokrasi, binlerce askerin, polisin baskısı altında, zehirlenen tarlalar, öldürülen siviller, köylerinden sürülen köylülerin her şey pahasına destekleriyle, sandığa atılan oylar yerine, yaşamlarından inşa edilen bir demokrasidir.

Yukarda tanımladıklarım gerillanın bu demokrasiye hiç aykırı davranmadığı anlamına gelmez. Gerilla, doğru ya da yanlış, halkın yaygın inisiyatifini önemsemez ve dışlarsa, demokrasi yıkılır ve gerilla yaşama alanını kaybeder. 2000 yılında FARC-EP’nin yerel güçleri 3 Indian-yerli aktivisti katletti. 3 Indian aktivist, bölgede sürdürülen çevre mücadelesinin önde giden unsurlarıydılar. Bu eylemden sonra FARC-EP, Kolombiyada ve dünyada önemli oranda prestijini kaybetti. Hatasını kabul etmesine rağmen, büyük yara aldı. Bu yanlış eylem ve yıkıcı etkisi, çok açık şekilde, gerillanın radikal katılımcı demokrasi kurallarına mutlaka uyması gerektiğini göstermektedir. Yoksa kısa zaman içinde denizini kaybeder.

Gerilla, halk ile demokrasi içinde yaşamasının yanında kendi içyapısında da mutlak olarak asgari demokrasi kurallarına uymak zorundadır. Çünkü halk gerillası, gönüllülük ilkesi ile yürür. Devletin yoğun saldırısı karşısında ancak büyük oranda bir inanç ve kararlılık ile gerilla yaşamı sürdürülebilir ki; bu yaşam hiçbir zaman zora dayalı biçimde sürekli devam ettirilemez. Geçici bir süre ve koşullarda zor ile bir arada tutulabilse bile, devletin yok edici saldırısı, teslim alma, pişmanlık yasaları karşısında gerilla ancak kendi iradesiyle direnebilir.. Kumandan Marcos bizim de orada olduğumuz dönemde kaleme aldığı bu durumu ironik bir dille anlatıyordu. “Her Ağustos, Meksika’nın güneydoğu dağları, kısmi olarak aydınlık bir şafağa hayat vermek için kendilerini ayarlar. Bilimsel sebepleri hakkında hiçbir şey bilmiyorum ama bu şafak sırasında, şaşırtıcı Ağustos boyunca, ay, sallanan yanardönerlerin bir hamağıdır. Yıldızlar kendilerini fon olarak hazırlar ve Samanyolu top top olmuş ışıklarının yaralarını gururla aydınlatır. Bu Ağustos, binyılın son Ağustos’u. Bu şafak yükseldiğinde, takvim altıncı günü gösteriyordu. Ve sallanan ayla birlikte, başka bir ağustosun hatıraları geldi ve başka bir altıncı gün. 15 yıl önce, bu dağlara çıktım. İstemeden, arzu etmeden, ev, okul, yol ve kapı arasından. Ağustos’ta başladım çıkmaya ve Eylül’e kadar da bitiremedim. Size bir şey itiraf etmeliyim. Bu topraklarda çok olan tepelerden ilkini bin bir zahmetle tırmandığımda, bunun son sefer olduğunu düşünmüştüm. Devrimi düşünmüyordum, hümanizmin yüksek ideallerini, unutulmuşlar ve ezilmişler için parlak bir geleceği de…”

“Hayır, hayatımın en kötü kararını verdiğimi düşünüyordum, göğsümü inanılmaz derecede sıkan ağrı zaten yetersiz olan hava girişini kapatacaktı. Yapılacak en iyi şey geri dönmem ve devrimin bensiz örgütlenmesine izin vermem olacaktı (ve bunun gibi diğer usa vurumlar). Eğer geri gitmediysem bu dönüş yolunu bilmediğimdendi ve tek bildiğim; önümden giden, sadece dolaşmaya çıkmış gibi görünen yoldaşı takip etmem gerektiğiydi. Sigaralarla değerlendirmek gerekirse, çamurları sigara içerek hiç zorlanmadan geçiyordu. Bir gün benim de bir tepeyi, her adımda öleceğimi hissetmeyerek üstüne üstlük bir yandan da sigara içerek çıkacağımı ya da gökteki yıldızlar kadar çok olan çamurları aşabileceğim zamanın geleceğini düşünemezdim. Hayır o zaman düşünmüyordum, almaya çalıştığım her nefes üzerine konsantre olmuştum…”

“Sonunda, bir yerde tepenin en yüksek noktasına ulaştık ve azıcık kişiden oluşan (sadece üç) koldan sorumlu yoldaş burada dinleneceğimizi söyledi. Kendimi en yakında duran çamurun içine attım ve kendi kendime, belki de dönüş yolunu bulmanın o kadar da zor olmayacağını söyledim. Sonsuzluk kadar uzun gelen bir zaman, geldiğim yoldan yürüyecek ve bir gün kamyonun bizi bıraktığı yere ulaşacaktım. Bir gerilla olarak kariyerimden neden vazgeçtiğime dair onlara ve kendime söyleyeceğim bahaneleri de kafamda hesaplıyordum. Bir yoldaş uzanıp bana bir sigara ikram etti. Kafamı sallayarak reddettim konuşmak istemediğimden değil, teşekkür ederim demek isterdim fakat boğazımdan sadece bir inilti çıktı.”

“Biraz sonra, gruptan sorumlu kişinin biyolojik olarak temel addedilen ihtiyaçlarından birini gidermek için ayağa kalkmasını fırsat bilerek ben de ayağa kalktım, tabii bir savaş silahındansa yürüme sopası olarak taşıdığım 20 kalibrelik bir tüfeğin altından kalkabildiğim kadarıyla. Böylece tepenin üstünden beni derinden etkileyen şeyleri görebilecektim. Hayır aşağı bakmadım; kıvrımlı nehre doğru değil, açık havada yakılan ateşlerin zayıf ışığıyla bulanıkça aydınlattığı köye de değil, ya da komşu dağlara, serpilmiş küçük köylere, çayırlara ve meralara da değil. Yukarı baktım. Armağan ve avuntu bir gökyüzü gördüm. Hayır, daha çok bir vaat. Ay koca bir hamak gibiydi, yıldızlar mavi ışıklarla yanıp sönüyordu ve fosforlu yaraların eski yılanları, sizin ‘Samanyolu’ diye çağırdığınız şey, başını orada dinlendiriyor gibi görünüyordu, çok uzakta. Bir süre bakmaya devam ettim, bu şafağa böyle bakabilmek için bu alçak tepeye tırmanmam gerektiğini bilerek. Bu çamur, bu kaymalar, içten ve dıştan insanın canını yakan taşlar, yorgun bacaklar, yeterince hava alamama acizliği, kramp giren bacaklar, tüfek -yürüme sopasınabotlarımı çamurdan kurtarabilmek için sarılmanın verdiği ıstırap, yalnızlık hissi, perişanlık, kimsesizlik, sırtımda taşıdığım yük (ki daha sonra bunun sadece sembolik bir yük olduğunu, gerçekte bunun üç katı kadar taşındığını öğrendim ama bu sembolik yük bile bana tonlarca gibi geldi) bütün bunlar ve daha sonra olan olaylar, ayın, yıldızların ve Samanyolu’nun bir başka yerde değil de orada olmasını mümkün kılan şeylerdi. Arkadan gelenlerin yürüyüşü hızlandırdığını duyunca, yukarıda gökyüzünde bir yıldız, siyah bir çatıya maruz bırakılmaktan bıkmış, ipini koparıp kaçtı ve düşerken kara tahtaya kısa ve kaçak bir iz bıraktı. “İşte biz buyuz” dedim kendi kendime. Kayan yıldızlar baştan savma tarihin gökyüzünü güç bela kazıdılar. “Bildiğim kadarıyla, bunu ancak düşünmüştüm ki -sanırım sesli düşünmüşümyoldaş sordu: “Ne dedi?” “Bilmiyorum” diye cevap verdi bizden sorumlu olan. “Ateşi çıkmış olabilir, acele etmeliyiz.” Bu size anlattığım on beş yıl önce oldu. Otuz yıl önce bazı çiziktirilmiş tarihler bilerek diğerlerini çağırmaya başladılar; karalamaların ve baştan sağma yazıların yardımıyla tarihin peçesini yırtmaya başladılar. Işık sonunda görünecekti ve bizim mücadelemiz de. Eğer bize ne istediğimizi sorarsanız, utanmazca cevap veririz: “Tarihe bir çizik atmak”

“Belki benim geri dönme ve gerilla hayatından vazgeçme niyetlerime ne olduğunu soracaksınız; belki de ilk şafağın görüntüsünün beni firar etme fikrinden vazgeçirdiğini, moralimi yükselttiğini ve devrimci bilincimi sağlamlaştırdığını zannedeceksiniz. Aslında, hangi tarafa gideceğim hakkında bir hata yaptım; beni yola, oradan da uygarlığa götürecek olan bayırdan aşağı gitmek yerine Selva’nın daha içlerine doğru götüren ve başka bir tepenin ve bir başka tepenin bir başka tepenin önüne götüren bayır dan aşağı indim. Bu on beş yıl önce idi. O zamandan beri tepelere tırmanmaya devam ettim ve ne tarafa gideceğim konusunda hep yanlış yaptım. Ağustos, her altıncı gününde özel bir şafak doğurmaya devam eder ve hepimiz tarihi güç bela kazıyan kayan yıldızlar olmaya devam ederiz. Tamam hepsi bu, selamlar, bir dakika durun! Bekleyin. Şu ileride parlayan aydınlık nedir? Bir çizik gibi görünüyor. Sub, tepenin üzerinde, hangi bayırdan gideceğine karar vermek için yazı tura atar. (**)

Gerilla yaşamı uzaktan romantik gelebilir. Ancak günlük yaşamda en küçük şey için bile, büyük bir mücadelenin verildiği bir yaşamdır. Kolombiyada FARC-EP gerillalarını ziyaret ettiğimiz dönemde, günlerdir süren tropik yağmur altında sadece kuru olabilmek bile büyük bir konfordu ve bu konfora hiç kimse sahip değildi. Bu durumda bile gece ormanın içinde küçük el ışıklarıyla sürdürülen kültür saatleri’ tartışmalarıyla gerilla 47 yıldır mücadeleyi sürdürmekte. Günlük yaşamı idame ettirmek bile katılımcı bir direnişi, demokratik bir direnişi zorunlu kılar.

Bir gerilla hareketi de demokratik biçimini yitirebilir. Bu gerillanın kendisini yıktığı iki dönemde olabilir. Birincisi halktan kopması karşısında doğrudan radikalleşmesi, hesapsız bir intihara yönelişi. İkincisi önemli bir güç olduğunda, düzenli bir ordu haline dönüşmesi. (***) Düzenli ordu, hiyerarşik sistem, çoklu inisiyatiflerin yıkılması demektir. Gerilla savaşı içinde bir hiyerarşi olmasına rağmen bu hiçbir zaman düzenli orduda ki nesneleştirmeye dönüş mez. Gerilla baskı karşısında hareketli öznel unsurlar olarak ve ancak kolektif bir varlık olarak var olabilir. Gerilla inisiyatifi, düzenli ordunun kişiyi hiçleştirmesinin aksine Brezilya’lı sosyolog Milton Santos’un; “Humanidat-İnsan yoktur, Comünidat-topluluk olarak vardır” tanımının tam karşılığıdır. Emir ve direktiflerden ibaret olan, düzenli ordunun aksine sürekli inisiyatif ve karara katılan özneler olarak comünidattopluluk parçası durumundadır. Bu durumun açık kanıtı, hangi toplumsal yapı içersinden gelirse gelsin, kadının gerilla içindeki zorunlu katılımcı inisiyatif ile öncekinden mutlak olarak, çok daha özgürleştiği bir süreç yaşamasıdır. Gerilla-Demokrasi birlikteliği kuramında; kadının özgürleşmesi, yapısal durumun ‘demokratik’ yanını sergilemesinin dışında, erkeği iktidardan uzaklaştırmasıyla, gerillayı demokratikleştiren temel unsurlardan biridir.

Bu erkekten-erk’ten uzaklaştırma, cinsiyet ayırımı ve dışlanmaya karşı mücadelede güzel bir örneği yine Zapatistalar’da görüyoruz. Sub Kumandan Marcos’un kim olduğuna dair tartışmalar içinde, CIA onun San Fransisco’da bir gay-eşcinsel olduğunu iddia etti. Maço bir toplum olan Meksikada bunu söylemesinin amacı, tabii ki Sub Kumandan Marcos’u halkın gözünden düşürmekti. Hayatında sadece bir kez bir uçak aktarması için ABD’ye uğrayan ve bu sırada da uçaktan bile inmeyen Sub ise beklenmedik bir cevap verdi. “Marcos San Francisco’da bir gay, Güney Afrikada bir siyah, Avrupa’da bir Asyalı, San Isidorada bir Chicano, İspanya’da bir anarşist, İsrail’de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya yerlisi, Almanyada bir Yahudi, Polonya’da bir çingene, Quebec’te bir Mohawk Kızılderilisi, Bosnada bir pasifist, saat akşam 10’dan sonra metro da yalnız bir kadın, topraksız bir köylü, gecekonduda bir mafya, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci ve kuşkusuz dağlarda bir Zapatista.”

Devlet-demokrasi, gerilla-demokrasi ilişkisi bir paradigmanın iki yönüdür. Ancak demokratik olmayan bir devlet karşısında, gerilla etkili bir mücadele yaratabilir. Yani demokrasi, kendisine devlet içinde hiç yer bulamadığında, dağa çıkar. El Salvador gerilla kumandanı Roberto Canas anlatıyordu; ‘Evet ne zaman hiçbir demokratik hakkınız olmazsa, bir diktatörlük varsa objektif olarak yeniden başlamalı ama hiçbir gerilla grubu mücadeleyi beklemez. Yani bu ideoloji ile olmaz. Yani sosyal bir durum olmalıdır. Yani gerilla tek başına yaşayamaz. Yani bir gönüllü grup, gerilla grubu savaşı sürdüremez. Eğer mücadeleyi barışçıl olarak sürdüremezseniz o zaman ortaya çıkabilen tek düşüncedir gerilla savaşı. Yoksa daha iyi koşullar sağlanırsa silahlı mücadeleden farklı bir mücadele sürdürülür. (****)

Burada altını çizmeliyim ki, bu yazının amacı gerilla mücadelesini yüceltmek değildir. Sadece olgusal olarak demokrasi-gerilla ilişkisini tanımlamaktayım. Bu ilişkide gerillanın demokrasi dışı tanımlanmasının ana nedeni olan ‘silahlı mücadele’ de aslında bu paradigmayı ortadan kaldıran değil, destekleyen bir argümandır. Devletin zor kullanma tekelinin sarsılmasıyla birlikte sadece iktidarın değil çoklu inisiyatiflerin de alanı artar. Bu alanlara da zorunlu olarak demokrasi yerleşir. Klasik teorilerin aksine demokrasi, gerillanın onsuz olmaz koşuludur.

Yazının başında tanımladığım ‘Gerilla-Demokrasi ilişkisi ve Gueveraci Foco teorisi yani çok inisiyatifli demokrasi önerisi, Gueverada sadece gerillaya ilişkin stratejik bir yaklaşım değildir. Çekirdek gerilla gruplarıyla ateşlenen, isyan anında ve ardından özne olarak kendisini kurguladığı çok inisiyatifli bir demokrasi önerisidir. Bu, özgür Komün yani radikal katılımcı demokrasidir. Bunu tartışmayı da gelecek sayıya bırakalım.

 

Kaynaklar 

  • Gerillanın BarışıMetin YeğinTarem Yayınları
  • Subcomandante asi Marcos, Eylül 1999Marcos la 10 günMetin Yeğin
  • Kamboçya da egemen güç haline dönüşen Kızıl Kimerler hareketinin kitlesel katliamları
  • Gerillanın BarışıMetin YeğinTarem Yayınları
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.