Düşünce ve Kuram Dergisi

Hakikatin Anlamlaşan Değeri Olarak Alevilik ve Aleviler

Nesrin Akgül

‘’Mansur darı’ eridik; tenden öte can olduk! Can gölgesinde düşündük doğruyu bulduk, kulak abdesti alıp bilgiyle yıkandık; bilgimizi başkalarına aktararak, başkalarının bilgisinden beslenerek temizlendik. Akıl kıblesine yöneldik; inancın beyni kilitleyen zincirlerini kırdık, hakikatin sevenin sevilende kendini eriterek aşka ulaştığı, sevilenin kâmil insan olarak, hakikate kavuşturduğu bir yol meydandadır Alevilik. Bu yol hakkın yolu olarak insanın tanrının konuşan dili, söyleyen ağzı, gönül taşıyıcısı olarak o yolun yolcularının buluşma meydanında kendini bilme aşkında kendisiyle verdiği nefis mücadelesidir. Alevilik hakikat yolunun yolcularının canlarının kendi kendinden yaratarak insan olma mücadelesinin, kendini aşarak halklaşmasının bir halk öğretisi olarak kazanılan toplumsal kimliğin bir kültür, bir felsefe, yaşam biçimi şekline kavuşmuş, inanç gücünü temsil eder. Bu inanç kendini insanla besler; insanın üstünü örten karanlığa karşı onu aydınlatan bir ışık ve tüm baskılar karşısında hep bir başkaldırı haline dönüşür. Alevilik tarihsel görünürlüğü ile kolektif aklın ve vicdanın sesi olarak zulme karşı ‘’gelin canlar bir olalım’’ deyişiyle direnişler içinde kendini var etmiştir. Bu inanç değerini öz kaynaklarına inerek tanımlamak, bu güne taşınan geleneklerini doğru yorumlamak; müziğine; şiirine, deyişlerine, ibadetlerine, yansıyan anlam gücünü hakikate kavuşturabilmek, özgürlüğün tınısını Alevilik kimliğinde de duyumsayabilmek ve buna hak ettiği değerde yaklaşabilmek ve mücadele gerekçesi kılmak açısından önemlidir. unutulmamalıdır ki, toplum inanç değerleriyle kendi kültürlerini düşüncelerini, yaşam felsefelerini manevi bir güce kavuşturarak kimlik kazanırlar. Zulümler baskılar, haksızlıklar karşısında Alevilik bir isyan geleneğinin kimliği olarak ta tanımlanır. ‘’Toplumsal dayanışmanın temel bir ilkeye dönüştüğü Aleviliğin inanç ve düşünce evreninde nasıl bir öğretiye kavuştuğu nu anlaşılır kılmak için bu inancın beslendiği, kendini görünür kıldığı felsefi, anlam yüklü davranışları belirgin kılmak önemlidir. Bu inanç doğal toplumdan beslenerek, zerdüştlükle kendini yoğurarak, İslamiyet inancı içinde kendini farklı biçimlere evrilterek bu günlere gelmiştir. Felsefesinin özünde insan, o insanın küçük evren olarak içinden kendini yarattığı doğa vardır. Yine Tanrı insanüstü, cins kimlikli, insanın kendisini kul eden bir olgu olmaz. ‘’Hak’’ tanrının adlarından biri olduğu gibi Tanrısal öz olarak hakikat, gerçek ya da aşk anlamını bulur ve insan ‘’ben hakikatim, aşkım’’ diyerek tanrıyı kendi kılar. İnsan tanrının görünen halidir ve insan olmadan da Tanrı olmaz. Burada diyalektik bir çevrim vardır; insanın tanrıya ulaşması ve tanrının insanda görünür olması. İnsanın kendini aşarak hakikate ulaşması, hakikat yolunda kendini eriterek aşklaşması, insan-ı kâmil olmayı başarmasıdır. Ancak insanı-kâmil olmayı başaran kişi Tanrıya ulaşır. Bu da o tarikat yolunda yol almayı, bu yolculuğun gerekliklerini esas kılar. Alevilikte geleneksel tasavvuf anlayışının dışında, kendini Tanrıya, hakka ulaştırmak için kendini dünya işlerine vermek, toplumsal ağırlıklı bir eylemin sahibi olmak bir farklılık yaratır. İnanç dünyalılaşır ve ‘cennet’ yaşanılan dünyada aralanarak yeryüzüne ait kılınır. İnsanın yaptığı yanlışların hesabı da öteki âlemde de, o topluluğun huzurunda, iç sorgulamayla verilir. İnsan hak yolunda hakikate eriştiğinde Tanrı ile eş varlık olur, Tanrı insanın içindedir. Hakikate ulaşmakta insanın kendinde taşıdığı öz kaynağı sırra ermesidir. Tanrı’yı böylece kendinde görünür kılmasıdır. İnsan gönlü de ‘’tanrının evidir.’’ Gönül ‘’dört kapı, kırk makam’’ şeklinde anılan makamda kendini eriterek sırra erer. Dört kapı, kırk makam Alevilerde ibadet inanç makamı olarak özünde insanın eğitimden geçerek olgunlaştığı kutsalı simgeler. Dört kapı hak yolunda yürüyen tarikat yolcusunun geçmek zorunda olduğu manevi aşama iken, kırk makam tarikat yolcusunun yükselerek geçmek zorunda olduğu, kapılara bağlı manevi alt aşamalardır. Bu insanın insanı kâmil olma yolculuğudur. Bu yolculukta cem tutulur ve ibadetin tüm öğretisi iyi, güzel olmaya dönük nefis mücadelesini ve davranış bütünlüğünü anlatır. Nefis mücadelesinin aşamalarından geçirilen insan, kendi kendinde arınmayı sağlar. Burada başlangıçta sonuçta insandır. İlk aşamasında insan çıktığı kaynağa yönelerek Hak ile hak olunur. İkinci aşamada ise olgun toplumu yaratmaya yönelik haktan halka iner. Nihayetinde insan kendini ne kadar eğitir ve yaratırsa toplumu da o derece geliştirir. Alevilik felsefesinde, öğretisinde, toplumsallaşma, hakça yaşamak, eşit olmak, topluma adanma, ana hizmet etme esastır. Bu şekilde bir çevirim vardır ve insan tanrı, Tanrı insana dönerken insan tanrılaşıp topluma kavuşur. Topluma kavuşmak böylesi inanç yükümlü aşamaları farz kılar, Alevilik felsefesi birey-toplum ilişkisinin hem dengesini kuran, hem de bu ilişkiye hak ettiği anlamı yükleyen bir temele dayanır.

Alevilikteki cem törenlerin de anlaşılması gereken toplumsal bir buluşma mekânı olmaktadır. cemaatin tören yapmak için toplandığı yer olarak ‘’meydanlar’’ yada cem hem bir buluşması mekanı hem de inanca ilişkin tapınmanın toplumsallaştığı, sorunların tartışıldığı çözüme kavuşturulduğu, arınmanın sağlandığı toplumsal görevlerin yerine getirildiği bir kurum işlevini görür. Zira tarih hep toplumların kendi varlık değerlerini buluşturma, bellek oluşturma ve bunu diri kılma adına mekânları anlamlı kılmıştır. Cemlerin de böylesi bir buluşma rolü üstlendiği taşıyıcı bir misyon rolü vardır. Aleviler kendi geleneklerini buraya yansıtarak, bir mozaik oluştururlar, cemlerde kadın ve erkeklerin bir arada olması, inanç grupları arasındaki en önemli farklılığı oluştururken, burada o cemaate üye herkesin eşit katılımında yer alınmasının sağlanması önemli bir temsiliyet değeri taşır. ‘’Cemler’’ adeta eğitim ve kültür faaliyetlerinin unutulduğu ibadet mekânlarıdır. Burada hakikat sazla sözle dans şekli ritüellerle dile gelir. Cemde buluşanlar muhabbet içinde olur, küskünler dargınlar barıştırılır. adalet toplumsal vicdanda temsil kavuşarak kusurlar, günahlar, sorunlar serimlenir, tartışılır ve arınma yaratılarak adeta halk mahkemesine dönüştürülür. Örneğin; görgü cemi olarak yılda bir defa yapılan törenlerde kişi o topluluk huzurunda kendini görünür kılarak; doğrusuyla, yanlışıyla, olumlu ve olumsuzluklarıyla kendini ortaya koyar. Topluluk ona eleştirisini yaparken, dişi de samimi bir şekilde öz eleştirisini verir. Aleviliğin tarikat önderliği olan dedeler bu törenlere öncülük yapar ve onun huzurunda bu ibadetler yapılır. Dedenin huzurunda yapılan sorgulama ile sorun ortak akılla çözüme bağlanır, helallik alındıktan sonra, herkes rıza getirince cem törenine geçirilir.

Aleviliğin adalet anlayışı ve kendini nasıl kurumsallaştırdığı önemlidir. Aleviler tarih boyunca devlet baskısına karşı başkaldıran Sünni İslam iktidarlaşmasına karşı muhalefete çekilerek, kendini gizleyerek korumak istediklerinden devlet yargısına başvurmayı tercih etmemiştir. Devlet hak dağıtan bir kurum olarak görülmediğinden kendi cemaatleri içinde adaleti tesis ederler, daha çok kırsal alanda yaşamış olmaları da bu durumu güçlendiren bir etkendir. Kendi içlerinde bir sorun yaşadıklarında dedeler pirlerle aslında o toplumun lider, akıl insanları konumunda olanlarla yargı heyetini oluştururlar. Yargılama haklıyı ortaya çıkarmak, haksızlık yapanı eleştirir, öz eleştiriyle arındırarak topluma kazandırma amaçlanır. Yargılama sonucunda uygulanan en ağır ceza ‘’teşhir-tecrit’’ cezasıdır. Bu cezayı alanlara ise ‘’düşkün’’ denilir. Toplum içinde ‘’düşkün’’ ilan edilen kişi tecrit edilerek o topluluktan fiili olarak dışlanır. Selamı alınmaz ve selam verilmez, onunla dayanışma içine girilmez. Bu süre zarfında düzelirse tekrardan o topluluğa girmeye hak kazanır. Komünal toplum geleneğini yaşayan kendi koyduğu kurallarla kendini yöneten Alevi toplumunda düşkünlük olarak sayılan suçlar, o topluluğun birliğine varlığına zarar veren ahlaki dokusunu zedeleyen davranış ve tutumlardır. Ahlaki toplum özelliklerini korudukları için bu ahlaki dokuda yaşanacak zedelenmenin onun varlığını tehlikeye sokacağı bilinir. ‘’Düşmek ya da düşkünlük’’ toplumsal değerler karşısında zaafiyet göstermek, yalana başvurmak, hırsızlık iftira vb. göstermek nefsine yenik düşerek hakikat yolundan sapmaktır. En ağır cezanın tecrit olması ise toplumsallığın bir yaşam ilkesine dönüştüğünü anlatır. Tıpkı klan toplumunda klandaki kişinin klanın dışına atılarak o defa ölüme terk edilmesi gibi kişi o topluluktan tecrit edilir. İnsan olmanın gıdasının anlamlaşmak, hakikate ulaşmak olduğu, özünde ve sözünde insan olmayı temel varlık felsefesi kılan, o varlığa hep birlik, dayanışma çağrısı yapan bir inançta insanın kendine yenik düşmesi de haliyle en büyük suç olur. Burada adalete giden yol gönül, vicdan yolundan geçer: toplum vicdanında o suçlar yargılanır. İnancın dünyeviliği adalet sistemine de yansımıştır. Öteki âlemde hesaplaşmak yerine yaşanılan dünyada erler meydanında, cem meydanında hesaplaşma gelişir. Farklı olarak tanrıyı inkâr etmekte bir suç olarak kabul görmez, bu yani kişinin Tanrı ile olan bağı Tanrı ile bir şey arasında kalır ve bunu değerlendirmek te tanrıya kalır. İnanç ve ibadetler yerine getirilirken de zorlama olamaz. Tanrının insan gönlünde dünyaya geldiğine inanıldığında, yaşamda da esas olan gönül birliği ve gönülden katılımdır. İnancın gereklerini yerine getirme zorunluluğunun olmaması, o inancın insan özünde, yaşamında yansımasının esas alınmasıyla da ilintilidir. Cemlerde de ‘’nefsinize uymayın, yolunuzdan azmayın; çiğ lokma yemeyin; malı mala, canı cana katın, halinize haldeş, yolunuza yoldaş olun’’ öğütleri verilirken sürekli iyi ahlaklı yaşamın yolu gösterilir, kavratılır ve insanlar ahlak terbiyesinden geçerek eğitilir. ‘’Ahlaki öğretisinde temel hakka ulaşmak için, halka dönmek için, insanı iyi ahlakla eğitime kavuşturulduğu temel edep ilkelerinden olan, eline, diline beline, hâkim olmak hakikat yolunda yürümenin gerekliliklerinden olur. İnsana cana saygısının bir gereği olarak eline, sahip olmak ve eli kötü şeyler için kullanmayıp; hırsızlık, cana kıymak vs. şeylerden uzak tutmayı örgütler. Dili doğru söyleyen, söz güzelliğini yaratan bir araç haline getirmek için yalandan, fitne, fesattan uzak tutmak öğretilir. Nefsine sahip olma, doğru bir eş sevgiyle yaşamak içinde beline hâkimiyet örgütlenir. Kendini insanlığın mutluluğuna adayarak bu uğurda iki türlü kendisiyle nefis savaşımını vermesi ve vatanı, inancı için her türlü haksızlığa karsı savaşma inancın gerekliliği sayılır. Yanlış karşısında yanlış yapmadan sakınma ve utanma duygusuna sahip olma insanı sorgulatıcı, etkileyici, duygu olur. Sabırla, her türlü bencillikten uzak durarak cömert olmayı bilerek ilim irfan sahibi olmayı başararak hak yolunda eriyen insanın hakikate erişeceğine, halka kavuşacağına inançla toplum eğitilir. Bu felsefenin özünde kendi varlığında vazgeçerek, kendini arındırarak, birlik olmayı başaran kâmil insana ulaşma vardır. Alevilikte hak yolunda birlik ruhunda özellikle yol arkadaşlığı edinerek yürümek hakikat yoldaşlığını başarmak ilkesel bir duruşu gerekli kılar. Toplumsal bir dayanışma biçimi olarak gelişen musahiplik makamı buna denk gelir. ‘’Musahiplik ‘’ ikrar verecek, kendine kefil olacak yol arkadaşını seçme ve Alevilik makamlarınca ortaya konulan temel gerekliklerince bunu başarmadır. Musahiplik cemde pir karşısında ant olarak da yapılan yeminle bunun gerekli hükümlülüklerine kabul eden kadın ve erkeklerin yoldaşlığıdır. Bu yolda yürüyecek olanlar musahip olmadan önce belli bir süre sınanırlar. Bu sınanma süreci dahil musahipliğin sıradan bir paylaşımının olmadığını tecelli eder. Bu sınanma süreci olumlu geçerse abdest alınarak eller yıkanarak kirden el arınır, ağızdan su alınır, kötü şeyler söylenmişse ağız arınır, yüze su dökülerek, utanılacak işlerden yüzün arınması sağlanır. Musahip olanlar artık kardeş gibidirler. Bir birlerinden kız alıp veremezler. Musahip olanlar bir birlerinin evlerine teklifsiz girer; ona ait her şey musahip olanındır da. Bu yaşam boyu süren kardeşlikte, asla bir birine kin tutma, yanlış yapma olamaz. Eğer bir musahip düşmüşse onu kaldıracak olanda pir değil yine musahiptir. Birbirlerine karşı yüksek bir sorumluluk içerisindedirler. Zor ama hakkı ile yapıldığında çok güçlü bir dayanışma modelini de yaratan musahipliğin aşacağı yolu cemlerde pirler şu hallerde dile döker; ‘’kış var, nokta aşılmaz, yüksek dağlar var, geçitsiz ırmaklar var. Bu belleri aşamazsınız, bu selleri geçemezsiniz, çok zor bir ortama gireceksiniz; çok büyük engeller var; bunlar demirden leblebidir. Yenilmez ateşten gömlektir giyilmez, gelme gelme! Gelirsen dönme; gelenin malı gider, dönenin canı gider. Gör ama ikrar etme. Öl, ikrarından dönme ‘’. Musahiplik hakikat kardeşliği olduğu için beraber yürünen yollardaki badireleri ortak göğüslemeyi bilmektir. Şayet Musahiplerden biri bu vasıflardan uzaksa cemde herkesten önce diğer musahip onun yaptıklarını anlatıp cemden kovar. Bu nedenle musahiplikten bahsedince ‘’muhabbet bahçesinden gülün’’ olması kader güzellik dolu olma dile gelir. Alevilikte de her toplumsal örgütlemede olduğu gibi önder kişiler olarak dedelik makamı vardır. Dedelik makamında olanlar Pir, Rayber de olabilir. Dedeler her şeyden önce dört kapı kırk makam eğitiminden geçmiş, olgunlaşmış kişilerden seçilir. Alevilik öğretisini yayan, o inanca bağlı eğitimi veren kişidir. Cem törenlerinde topluluğu bir araya getirip ibadetini yaptıran, sorunlarını çözen, adalet dağıtan, sorgulatan kişilerdir. Aleviliğin yazılı kuralları olmadığı için dedenin sözleri, deyişleri ile öğreti yayılır. Dedeler söz sahibi, sözü özü bir olan gönle dokunanlardır. ‘’Kulak abdesti’’ aldırarak sözüyle iyiye ve güzelle çağıranlardır.

Sözün bir derece etkili olduğu Alevilik inancı da sözde dile gelenin o toplumun inançları, yaşayış, eyleyişleri, mücadeleleri vs. olması önemli bir gelenektir. En dikkat çekici olansa sazın ve sözün misyonudur. Saz ‘’telli Kur’an” olarak inanç, ibadet içinde yerini alır. Şiirle kendini anlatan saza gelip müzikle gönle dalan bir ibadet şekli vardır. Alevi öğretisi, deyişleri sazla dile gelir. Saz özünde müziğin eliyle ruha akla dokunmaktır. Gönlü coşturur, deyişlerle hep hatırlatmalarda bulunur. Tıpkı eski çağ dönemlerindeki şiir dili bu inanç içinde de yerini alır ve cemde semaha durulunca sazla, ibadete geçirilir. Böylece gönül dilinden düşünce ve ruha sarılır ya da umma dalınır. Halkın acısı isyanı, sevgisi, hakikat arayışları söze saza gelir. Semahla yapılan ibadet kadın ve erkekli meydana çıkarak hakka ulaşıp, halka dönmeyi anlatır. Evrenin döngüsünün bir yansıması olarak meydana çıkanlar topluluk oluşturup dönerler. Mevlevi inancından farklı olarak semahta topluluk oluşturulup dönülürken, Mevlevilerde ise tek tek kendi etrafında dönülür. Tüm figürlerde bir anlatım, sırra erişme vardır ki Alevilikte sır sürekli kılınan bir özelliktir. Bunun hakikate ulaşma arayışı kadar dönemsel baskılardan da kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz, bununla bağlantılı olarak sözlü geleneğin, koşulların yarattığı bir zorunluluk kadar esasında Alevilik inancının temel yapısıyla kabul görür. Alevi inancında yazılı kaynakların olmayışı dikkat çekicidir. Kutsal kitaplardaki gibi yazılı hükümler, kalıplar yoktur. Yüzyıllarca gelenek kulaktan kulağa sözden saza aktarılarak günümüze ulaşmıştır. Bunun özünde yatansa inanç sisteminde esneklik, dinamikliliktir.

Yazılı inançların donmuş, değişmez bir yapısı vardır. Ahlak öğretisi en etkin öğrenme yöntemlerinden olan mitolojik, hikâyesel, dillerle anlatıma kavuşur. Bir çok hikaye, kahramanlıklar bu günde dille gelmiştir. Sözün etkinliği de buradan gelir. Sözü dille, saza getiren dedeler, Pirler o döneminde acısını, sevincini yaşamını yansıtarak öğretiyi yaymayı başarır. Bu özelliği ile Aleviliğin dogmatik bir inanç ulaşması engellenmiştir. Çok önemli olan bir diğer şey se inancın, ibadetin karsı karsıya yapılmasıdır. İnsanda görünür olan Tanrı cemdekilerle doğrudan konuşur, bakışır arada hiç bir mesafe olmaz. Orada herkes eşitlenir, çok daha güçlü bir gönül bağı kurulur, yani sıra Alevilik inancında Kutsal kitaplar ilk yazıldıkları metinlerine bağlı kalınmadan bozulmuş, değiştirilmiş ve dolayısıyla saf kalmamıştır. Bununla beraber metinler saf haliyle de kalmış olsalar, o günkü anlamı ile bugün ki ihtiyaçları karşılayamadığı düşünülerek yaklaşım sergilediği dile gelir. Aleviliğe göre sadece bilimsel eğitim almış kişiler pirler bu metinleri yorumlayabilir, anlayabilir. Onun kutsal kitabı pir olur ve ‘’ben kendimin piriyim’’ denilerek herkesin kendi piri olacağına inanılır. İnsanı okumak, insanı anlamak en büyük eğitim ibadet olur. Bu anlayışla insan mikro kosmos olarak sürekli anlaşılması anlamlandırılması ve kendini aşması gerekendir.

Aleviliğin kutsal kitabı, yaşayan kamil insanın görüşü, düşüncesi, ahlakıdır. Bu durum aynı zamanda bu inancın özünün anlaşılmasını da gerekçeli kılmıştır. Bu inancın sahibi olan her kez sözü gelenekle, mitolojik anlatımlarla kendi bildiklerini öğretiye kavuştursa da, bu inancın ortak tarihe kavuşmasını zorlaştırabilmiştir. Birçok efsane kahraman, öğretinin geleneğinin korunabilmesi için yaratılmış, kutsanmıştır. Hızır birçok toplulukta olduğu gibi Alevilikte de peygamber ulu kişi olarak tanımlanan, kurtarıcı bir kült olmuştur. Çirkini güzelleştiren yanlışı doğruya çeviren tanrısal sırların kavrayış gücü, toplumsal özlemlerin kendisinden o ölümsüzlüğü temsili olarak insanın asla ulaşamayacağını bildiği ölümsüzlüğe ulaşan, özlem altına binerek her yere ulaşabilen bir simge, kahraman olmuştur. Hz. Ali,12 imamlar bu inancın yaratıcı güçler şahsiyetleri olarak görür, anlatıma kavuşur. Hz. Muhammed sonrasında gelişen dört halife döneminde Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman’ın karşısında Hz. Ali’nin duruşunun gerçek adaleti sağlayan, Hz. Muhammed’den sonra halife olması gerekendir. İslamiyet’in iktidarlaşması ile Emevi, Abbasi, iktidarlaşması karşısında muhalefet eden Ehlibeyt (imamlar) ya da Alinin oğulları, torunları ezilen ve sömürülenlerin başına geçer. Hz. Ali halk içinde ezene sömürene karşı çıkan, mazlumun yanında olan, halkın yanında da mücadele eden, doğruluğun, haklılığın cesaretin sembolü haline gelmiştir. Kuşaktan kuşağa Hz. Ali ve 12 imamlar hikayesi, kahramanlıkları anlatılırken o kahramanlardaki özelliklerde inancın ahlaki dokusu, ibadetleri ve başkaldırısı anlamlaştırılır. Tarih boyunca da şeyh Bedreddinler Şah kulu, Pir Sultan Abdallar, Hacı Bektaşi Veliler de vücut bulan direnişler, inançlarda Alevi toplumunun belleği yaratılmış, dili tutulmuştur. Devlet baskısı karşısında sürekli muhalif duruşu sergileyen, başkaldırı direniş geleneğini tarihsel anlatıma kavuşturan Pir Sultan, çok önemli bir halk kahramanı olmuştur. Pir Sultan halkın gönlünde önemli bir inanç değeri olmayı başarmış, toplumsal mücadelesine öncülük etmiş, kamil insandır. Aleviler tarih boyunca Pir Sultan Abdalla düzene karşı mücadelesini büyütmüştür. Dönemin zalimi Hızır Paşa karşısında ona boyun eğmeyen Pir Sultan bunun cezası olarak idama götürülür. Halkın önüne çıkarılan Pir Sultan buradan halk tarafından taşlanmak istenir ve onun musahibi Ali babanın bu buyruğa uyması istenince musahibi Pir Sultana gizlice gül atar. Pir Sultan Abdalsa buna karşı üzülerek acısını söyle dile getirilir; ‘’Pir Sultan Abdalım can göğe ağmaz, haktan emr olmazsa rahmet yağmaz, şu ellerin taşı hiç bana değmez, ille dostun gülü yaralar beni ‘’ Pir Sultanın idam edilmesinden sonra halk söylenceleriyle onun ölmeyip sırrına kavuştuğuna inanır. Pir Sultan 16.yüzyılda Osmanlı ile Safeviler arasında savaşların olduğu, Osmanlı’nın Sünni iktidar odaklı baskıcı düzenine karşı Alevi toplumu mücadele içinde olup, çok defalar katliamdan geçirildiği bir dönemde yaşamıştır. Bu baskıları ‘’gelin canlar bir olalım’’ sözlü şiirinde dile söze saza getiren lider bir kişiliktir. Şii Şah İsmail Osmanlı’da ki Alevi isyanlarını desteklediği için Pir Sultan gibi birçok şair de şiirlerinde hep şahtan övgü ile bahsederler.

 Yine Şeyh Bedrettin sahip olduğu düşüncesi, yürüttüğü mücadelesi ile önemli bir tarihi şahsiyet olmayı başarmış liderlerdendir. 14.yy’da yaşamış olan Şeyh Bedreddin Alevilik inancının felsefesinin de taşıyıcısı olmuştur. Osmanlı döneminde iktidarlaşan Sünni İslam’a, onun dogmatikleşen ve tutuculaşan zihniyetine karşı ‘’her güzel şey cennet, her kötü şey cehennemdir. Tapınma, namazlar, niyazlar, ahlakın düzeltilmesi ve iç yüzün arınması içindir. Gerçek tapınmanın hiç bir koşulu, sınırı ve biçimi yoktur’’ diyerek eleştirisini sunar. Bu Alevilik inancının daha dünyevi olan özelliğinin yansıtılmasıdır. Günümüzde de sosyalist düşüncenin feyz aldığı eşitlikçi, paylaşımcı, mülkleşmeye karşı çıkan, düşüncesi en çok ta ‘’yar yanağından gayrı paylaşmak için her şeyi ‘’ sözünde yansımasını bulur. Şeyh Bedrettin taşıdığı düşüncesini toplumlara yaymak ve baskıcı, otoriter devlet düzenine karşı durmak için mücadelesini büyütür. Bu mücadelesindeki yol arkadaşları olan Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’le hakikat yolculuğunda yoldaşlık ilişkisini kurmayı, başarır ve toplumsal mücadelesinde hep beraber olurlar. Şeyh Bedreddin ve arkadaşları Osmanlı ordusu tarafından katledilirler, ancak ezilen toplumlar adına balkan ve Anadolu’dan başlayan mücadelesi sadece Alevi toplumunda değil, genel toplumsal mücadelelerde önemli bir tarihsel bellek yaratır. Alevilik inanç felsefesinden ve bu farklı kimliği nedeniyle iktidarlarca maruz kaldığı baskılardan ötürü, sürekli toplumsal bir muhalefet gücü yaratırlar. Yezidlere, Hınzır Paşalara, Yavuzlara karşı direnerek kendini var etmeye çalışmış, öte yandan Kürdistan’da Anadolu’ya, balkanlara kadar yayılarak farklı kimlikleri de kendine katarak mayalanmıştır. Bu sebeple Alevilik kimliği içinde yüksek düzeyli kültürleri zenginlikleri barındırarak oluşturduğu toplumsal hafızası ile günümüze gelmeyi başarmıştır. Her dönem muhalefete çekilerek iktidara karşı durma nedeniyle çokça katliamlara baskılara maruz kalan; inancı, ibadeti, sapkın ilan eden, dini ritüelleri yasaklanan alevi kimliğin taşıdığı inanç felsefesi direnişçi yanı kadar tarih süreç içindeki oluşumu da doğru tanımlanmalıdır. Olgunun doğru tanımlanması için tarihsel yöntemde zaman ve mekan tespitini yapmak, beslendiği kaynakların üzerinden sürekliliğini serimlemek önemlidir. Alevilik kendini yaşattığı her coğrafya da millet veya ulus içinde farklı özellikler ve de adlandırılmaktadır. Kıra dayalı içe kapalı bir toplum yapısını kendilerinde taşımaları nedeniyle ortak değerleri kadar, çok farklı oluşumları da sahiplik eden Alevilik özelde Anadolu’da, Kürdistan’da Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaşi Veli gibi öğreti sahibi öncü şahsiyetler, tarikatların etrafında kendi inançlarını geliştirebilmiştir. 16.yy Osmanlı devleti İran Safevi devletinin Alevileri kendi etrafında toplamaya ve örgütlenmeye girmesi karşısında Osmanlı içerisindeki Kürt, Türkmen, Alevi Kızılbaş-Bektaşileri kendi kontrolleri altına almak için, Hacı Bektaşi Veli çizgisi dışında bir oluşum olan Bektaşi dergâhlarını oluşturdu. İçinde örgütlenmesi özgün ve ayrı boyutta incelense de, dönemin ruhunun daha çok bu tarikat esasına dayalı gizli örgütlenme modellerini gerekli kıldığı bilinmektedir. Bu sebebiyetle Alevilerin kendi kimliklerini daha çok bu tarikatlar için koruyup kendini tanımladıkları bilinir. Kimliğin çokça bilinen tanımı Ali sevgisi olmaktır. Bu tanımda bizi tarihsel akış içinde Ali sevgisini yaratan 7. yy İslamiyet’in doğuş sürecindeki gelişmelere götürür. Hz. Muhammed’in ölümünden sonraki dört halife dönemi iktidar mücadelesinde Hz. Ali’ye haksızlık yapıldığına inananların Ali taraftarlığını oluşturduğu muhalefet, zamanla Emevi, Abbasi dönemiyle Sünni İslam’ın iktidarlaşması karşısında daha da yayılarak Alevi toplumunu oluşturur ve İslam’ın yayılmacı, fethedici iktidarlaşması karşısında direnenler bu kimliğin içinde kendini var eder. İran’a, özelde Horasan’a yayılarak Şiilik, Anadolu ve Kürdistan’da ise, Kızılbaşlık olarak kimlik kazanır. Bu tarihsel akış biçiminde zaman-mekan bütünselliğinde tanımlanırsa, Arabistan’da İslamiyet’in doğuşu ile Aleviliğin kimliğini kazandığını belirtmek, eksik ve hatalı bir yaklaşım olacaktır. Bu gerçeği yadsımamakla birlik bu inancın yayıldığı mekanlar da düşünülürse tarihsel süreklilik bağlamında özellikle Kürdistan’da doğal toplumdan, Zerdüştlükten beslenerek kendini var eden bir kimlik olduğunu ortaya koyabiliriz. Aleviliğin yazılı bir tarihi olmaması içe kapanıklığı ve birbiriyle etkileşim zayıflığı kimliğin doğru tanımlamasında farklılıklar doğurabilmektedir. Alevilik inanç felsefesi İslamiyet’le karşılaştırıldığında ciddi farklılıklar görülecektir. Bu farklılıklar da Aleviliğin otantik yapılı, özgün bir inanca ve düşünce kompleksine sahip olduğunu gösterir. Sünni İslam iktidarı bu niteliksel farkı gördüğü için, farklı inanç yapılarının kendini Alevilik mezhebi içinde korumaya çalıştığını bilmesinden ve taşıdıkları direniş geleneğinden ötürü sürekli bir baskılamaya gitmiştir. Bu sebebiyetlerin bir etkisi olarak ta Alevilik inancında ‘’sırra erme’’ kendini savunma olarak ta gelişebilmiştir. Kapitalist modernite çağı ile beraber ulus-devlet odaklı yapılanmaların tekçi zihniyetle kendini inşa etmeleri, geçmişte yaşananlardan daha büyük toplumsal sorunları yaratmıştır. Bu tekçi zihniyet ideolojisi farklı kültürleri, inançları, ulusları baskıladığı için çağımızın toplumsal kimlikler sorunu çok daha büyüyerek, çözüm ihtiyacını doğrulamaktadır. Alevi toplumları da birçok farklı toplumsal kimlikler gibi ulus-devlet zihniyeti ve uygulamalarından nasibini almıştır. Kapitalist modernitenin Ortadoğu’yu işgali ile beraber gelişen mezhep çatışmaları toplumsal ayrılıkları doğurmuş, bu ayrılıklar Şii, Sünni, Alevi, Sünni gibi yaratılan ikilikleri bu defa ulus-devlet eliyle iç çatışmaların yaratılması amacıyla dayatılmıştır. Türkiye cumhuriyeti de ulus-devlet inşasını Türk-İslam sentezi üzerinden yaparken birçok ulusu, inancı yok saymıştır. Sünni İslam (hatta Sünnilik içerisinde de Şafii mezhebi)Türk kimlikli devletin kuruluşundan itibaren Dersim’de Alevi halkını katlederek başlattığı bu yapılanma, 20.yy boyunca çorum Malatya, Maraş, Sivas ve Gazi mahallesinde sürdürdüğü katliamlarla bu güne karanlık bir tarih mirası bırakmıştır. Birçok farklı inançlar gibi Alevi toplumun yaşadığı bu katliamlar imha ve inkâr politikaları o inancın tasfiyesi toplumsal örgütlüklerinin dağılmasını amaçlanmıştır. Oysa alevi inancı’’ ikilik’’ yok ettik bir olduk, sevindik sevildik, ‘’gönül ektik gönül biçtik’’ diyerek toplumsal hoş görü ve birlik anlayışına sahip iken Sünni toplumu ile karşılaştırılıp düşman hale getirilmeye çalışılmıştır. Devletin Aleviliği yok sayıp, Sünnileştirerek eritmeye çalıştığı siyasal ve toplumsal ayrışmayı, saflaşmayı sokağa taşırıp, toplumsal öfheyi büyütmesi sürekli bir yaklaşıma dönüşmüştür. Düne kadar yok sayılan Aleviler bugün AKP cemaat eliyle ‘’devletin Alevi’si” ni yaratma amaçlı kabul edilmişse, bu da sergilenen oyunun bir parçası olmaktadır. Alevi toplumunun kırdan şehre göçmesi, şehirlerde daha birlik içinde yaşaması baskı ve katliamlar karşısında toplumsal uyanışını büyütmesi karşısında AKP iktidarı Alevi açılımı adı altında Alevilerin devletin kontrolü altına alınmaya çalışmaktadır. İzzettin Doğan, Cem vakfı gibi işbirlikçi cemaat destekli’’ Alevileri’’ Truva atı gibi kullanarak kendi Alevi’sini yaratmak istemektedirler. Camii içinde cem evinin yapılmak istenmesi, umreye Alevi dedelerinin götürülmesi,12 imam orucunun Ramazan orucuna özgü gelenek ve usullerle adeta ‘’Hızır paşa sofrası’’ kurarak yapılmak istenmesi, bir gelenek haline getirilmek istenmiştir. Yine Namaz, oruç, hac gibi İslam’ın şartları olan ibadetlere göre Alevi inancı İslamiyet içinde asimile edilmek isteniyor. Oysa hiçbir zaman bunların Alevi inancında karşılığı olmamıştır. Devletin Alevi kimliği üzerinde yürüttüğü bu asimilasyon politikaları, tarih boyunca devam eden katliamlar karşısında Alevilerden özür dileyerek o kimliği yasal, anayasal düzende tanıması yapacağı tek demokratik çözüm yöntemi olacaktır. Yoksa Alevilerin tarih boyunca devletle olan mesafesi, muhalif yapısı, o ibadet merkezlerin devlete bağlanması, dedelere maaş verilmesi vb. farklı projelerle değiştirilip İslami algıyla özünü kaybedip bozguna uğraması, en büyük tehlike olacaktır. Dersim katliamından sonra devletin CHP eliyle Kemalist ideolojiyi aşıladığı Alevilerin bu gün de resmi devlet ideolojisi olarak iktidarlaştırılan İslam’la kendi olmaktan çıkarılması, kimliksizleştirilmesi toplumsal sorun üretmekten başka bir şeye hizmet etmemektedir. Nihayet ‘’cem evleri terörist yuvasıdır.’’ Diyen, El-Nusra IŞİD gibi çetelerle hem Suriye’de hem Türkiye’de yaşayan Alevileri tehdit eden yaklaşımları dahi Alevi toplumunun yaşadığı sorunların sürekli güncelliğini koruyarak büyüdüğünü göstermektedir.

Alevi toplumunun yaşadığı toplumsal sorunların çözümü Demokratik-Ulus modeli ile sağlanabilir kendi tarihini yazılı hale getirilip bunu ortak bir bilince kavuşturmak, inancın yeni çağa göre kendini ayarlamasını sağlamak için toplumsal muhalefetin en çok beslendiği bu yapıyı daha örgütlü kılabilmek için en verimli çözüm modeli olarak demokratik ulusu geliştirmek Alevi sorunlarını çözeceği gibi, bu toplumsal kimliğin kendini büyüterek yaşamasını sağlatacaktır. Demokratik Ulus anlayışı Kültürel zenginlik içinde dayanışmacı, barışçıl, kardeşliği esas alan, farklılıkları koruyan birleştirici rolü ile mezhep çatışmalarına ve ayrılıklarına da son veren bir modeldir. Ulus-devletin tekçi çatıştıran, baskılayan sistemi karşısında alternatif olarak gelişen demokratik ulus, farklı ulusları olduğu kadar farklı inançları da kapsayarak çoğulcu, özgür ve eşitlikçi toplumu yaratmayı amaçlar. Alevilik, inanç felsefesinin kendisi de demokratik bir toplumu yaratmada aydınlanmacı bir niteliğe sahip olduğu için bu inanç felsefesinin canlandırılması, yaşatılması Alevi toplumunun toplumsal inşada önemli bir rol sahibi olmasını sağlatacaktır. Hakikat yolunda kendini eriterek insan olmayı, güzel insan, kamil insanla toplumlaşmayı esas edinen Alevilik inancının toplumsal özgürlükleri, bunun mücadelesinde de birleştirici güzelleştirici üretici bir güç olması tarihsel misyonuna denk bir duruş olacaktır.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.