Düşünce ve Kuram Dergisi

Halkların Baharı Rojava’da Hayat Buluyor

Azad Mustafa

Birinci Dünya Savaşı’nın temel bir sonucu Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıydı. Dağılan Osmanlı’nın mirası, savaştan galip çıkan devletler-İngiltere ve Fransa-tarafından pay edilmiş, bu devletler bölgeye kendileriyle birlikte ulus-devlet modelini de taşımışlardı. Her ne kadar Rusya, savaş öncesi batılı güçlerle bölge üzerinde belli anlaşmalar içinde olsa da (Sykes-Picot) Lenin öncülüğünde gerçekleşen devrim ile bu anlaşmalardan çekildi. Nihayetinde İngiltere ve Fransa Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaştılar. Devlet adı altında bölgeyi paramparça ettiler. Buna göre 22 Arap devleti kurdular. Savaştan önce Rusların kontrolüne bırakılması kararlaştırılan Osmanlı artığı bölgede-Anadolu ve Kuzey Kurdistan-ise Lenin’in anlaşmadan çekilmesi neticesinde Türk devleti ilan edildi. Zaten İran bu topraklarda eskiden beri vardı. İsrail’in ise kurulması konusunda genel bir karar verilmişti.

Bu sürecin sonunda, özellikle de 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’ndan sonra Kürtler yeni kurulan bu devletlerin içinde parça parça edildiler, statüsüz kaldılar. Ortadoğu, Kürtler başta olmak üzere genel olarak parçalanmış bir biçimde 20. Yüzyıla giriş yaptı. Kimliksiz ve statüsüz bir biçimde yeni süreci karşılayan yerlerden biri de Suriye’nin işgali altındaki Rojava Kurdistanı oldu. Rojava coğrafik olarak Kurdistan’ın en küçük parçası olarak bilinmektedir. Ki, 1963’den bu yana iktidarda Baas Partisi bulunmakta ve Suriye’yi merkezi-otoriter bir biçimde yönetmektedir. Suriye’nin resmi ismi, Suriye Arap Cumhuriyeti’dir. Tüm bu süreç boyunca Suriye’de tam bir despot rejim hüküm sürmüş, anti demokratik bir sistem hayat bulmuştur. Toplumsal kesimlere karşı tam bir inkar ve imha sistemi uygulana gelmiştir. Bu kesimlerin başında da tarih, kültür ve kimlik olarak inkar edilen Kürtler gelmektedir.

2010 yılında Ortadoğu’da halkların baharı başladığında, bölge halklarında genel olarak mevcut ulus-devletlerin aşılması yönünde bir umut oluştu. Suriye halkları da 2011 yılında kendi baharını inşa etmek, özgürlük ve demokrasiye dayalı yeni bir yaşamı kurmak için ayaklandı. Fakat hem Suriye’de hem de Ortadoğu’da halkların bu talebine cevap olacak ne bir örgüt ne de düşünce söz konusuydu. Mevcut olanlar sistemin içinde kendisini ifade eden, biçimde farklı görünseler de özünde aynı olan yapıların ötesine geçmiyordu. Her ne kadar özgürlük ve demokrasiden söz etseler de bu değerlerin bilincine varma, ulus-devlet zihniyetini aşma durumları yoktu. Böylesi bir zeminde umut oluşturan tek proje, Abdullah Öcalan tarafından sunulan ve halkları irade sahibi kılmayı öngören özgür, demokratik toplum projesiydi. Özellikle kadın özgürlüğünü esas alması ve demokratik ulusa dayalı tüm toplumsal kesimleri kapsaması, bu projenin etkisini oldukça arttırdı. Bu düşünce yeni bir yaşamı temsil ediyor ve devrime yeni bir tanım getiriyordu.

İktidarcı hegemonik sistem, devrimi iktidara gelme olarak ifade ediyor ve tüm tarihi de böyle yorumluyor. Fakat Abdullah Öcalan’ın felsefesine göre, devrim her an ve zamanda, insanın zihniyetinde yaşanmakta ve sürekli bir değişimi de kendisiyle birlikte getirmektedir. Bu tanıma göre olup yaşananları yorumladığımızda göreceğiz ki, halkların baharı devriminin gerçekleştirilmesi toplumcu bir zihniyeti geliştirmekle doğrudan bağlantılıdır. Toplumu yürüten akıl değiştirildiğinde toplumda, onun yönetimi de değişecek ve yeni bir yaşam tarzı şekillenecektir. Kuşkusuz bu da toplumun yeni bir zihniyet ve sistem dahilinde kendi kendisini örgütlemesi, uygun kurumlaşmalarla yürütmesi anlamına gelmektedir. Elbette bu değişim Öcalan’ın sıkça eleştirisini yaptığı toplumsal mühendislik faaliyetleri ile üsten topluma şekil verme, toplum adına konuşma ve iş yapma biçiminde olmayacaktır. Olması gereken; toplumun kendi sorunlarına hakim olması, kendi gerçekleri doğrultusunda sistemini geliştirmesi, kendi talep ve istekleri temelinde devrimini inşa etmesi, yaşamını kurmasından geçmektedir. Yani ulus-devlete göre değil, kendi öz değerlerine, gerçekliğine göre inşa faaliyetine yönelmesidir.

Bu dönemde, böylesi bir projeyi hayata geçirme konusunda Kürt halkı ve onun öncü örgütü önemli bir imkan ve şansa sahip oldu. Rojava Kurdistan’ında böyle bir projeyi hayata geçirmek için güçlü bir zemin mevcuttu. Çünkü bu sürecin öncesinde Öcalan’ın 20 yıla dayanan önemli bir emeği söz konusuydu. Öcalan bu 20 yılda her kesimden halkı örgütlemiş, demokratik bir kültür oluşturmuştu. Örgütlendirilen bu toplum yeni toplumsal inşa için bir yere kadar yeterliydi. Kuşkusuz, farklı güçler ulus-devlet temelinde bir sistem değişikliği için uğraştılar. Demokratik ulus temelinde bir değişimin olmaması için büyük çaba harcadılar. Fakat Öcalan’ın gücü ve paradigması sayesinde tüm bu yönelimler büyük oranda boşa çıkarıldı. Halkın ihtiyaçları temelinde komün, meclis, komite, kurum örgütlenmesine gidildi ve belli bir sonuç da alındı. Özellikle toplumu eğitme temelinde oluşturulan eğitim sistemi önemli bir aşamaya ulaştı. Yine toplumun kendi kendisini savunması konusunda oluşturulan öz savunma sistemi ciddi bir başarı sağladı ve önemli bir rol oynadı. Şüphesiz, bu dönemin esas gündemi Kürt sorunu bağlamında Kürt halkının kültür, tarih ve kimlik olarak yeniden ayağa kaldırılmasıydı. Fakat bununla birlikte Arap, Süryani, Keldani, Türkmen, Ermeni ve Çerkeslerle de demokratik ulus düşüncesi temelinde özgür ve eşit bir yaşamın örülmesine çalışılmıştır. Bu girişim, farklı toplumsal kimlikler için yeni bir gelişmeydi. Suriye gibi tek millet esasına dayalı bir yerde böyle bir projenin geliştirilmesi, yeni bir zihniyetin, yeni bir yaşamın inşası anlamı taşıyordu. Birbirini farklılıklarıyla kabul eden, birlikte yaşamı esas alan, yeni bir toplumsal sistem!

20.Yüzyılın başında Ortadoğu’da oluşturulan bu yeni sistemden en fazla zarar gören iki ulus vardır: Kürtler ve Araplar. Kürtlerin ki biliniyor; ülkesiz, kimliksiz, statüsüz bırakıldılar. Arapların ise her ne kadar devletler kurulsa da, esasında uluslararası hegemonik sistemin yerel ayakları görevini oynamanın ötesine geçmemektedir. Ortadoğu’nun temel gerçekliğine, tarihsel kimliğine ışık tutan iki temel ulus Kürt ve Arap gerçekliği olmaktadır. Hiç kuşku yok ki, eğer Araplar ve Kürtler birlikte hareket ederse hem Ortadoğu’da hem de dünyada önemli bir güç haline gelebilirler. Bundan dolayı egemen hegemonik sistem her daim Arapları parçalı tutmuş, Kürtleri ise statüsüz bırakarak iradesiz kılmaya çalışmıştır.

Açık ki, bu yönelimlere karşı yegâne çare-ilaç demokratik ulus projesidir. Devrim sürecinde tüm farklı kimlikler, etnisite, inanç grupları bir araya geldiler ve demokratik ulus şemsiyesi altında yeni yaşamı inşa ettiler. Özellikle Kürt ve Arap toplumunun bir araya gelmesini Türk devleti kendisi için tehlike olarak gördü ve bunu engellemek için çok yönlü çabalar sergiledi, sergiliyor. Türk devleti Kürt ve Arap başta olmak üzere bölge halklarının ittifakını istemiyor. Bu süreçte görüldü ki, sadece Kürtler değil bölgenin diğer bütün halkları da devrime sahip çıktılar ve bölgelerini savundular, tüm kurum ve kuruluşlarda yerlerini aldılar. Farklı yanlarını bir problem olarak öne çıkarmadılar, tersine bir zenginlik olarak gördüler. Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürt-Arap-Süryani-Keldani gençlerinin kanı birbirine karıştı. Birlikte hem bölgelerini hem de halklarını savundular. Türk devleti başta olmak üzere benzer güçlerin her türlü saldırısına rağmen ortak değerlerine sahip çıktılar. Şimdi! Gelinen aşamada rahatlıkla diyebiliriz ki, demokratik ulus projesi başarılı olmuştur. Artık Rojava’da bu düşünce kök salmıştır ve Ortadoğu için de güçlü bir zemin oluşturmuştur.

Aynı şekilde kadın öncülüğü Abdullah Öcalan’ın paradigmasının temel bir ayağı oluyor. Kadının özgür olmadığı, rol oynamadığı bir toplumun özgür olamayacağı, demokratik bir kültüre de sahip olmayacağı aşikardır. Bu temelde her daim kadının meclis, komün ve komitelerde yer alması, kendi iradesiyle bulunması için mücadele edilmiştir. Sonuçta Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye-Devrimi Öcalan’ın demokratik toplum inşasına dayalı projesinin geliştirilmesinde önemli bir örnek haline geldi. Gerek Türk devletine gerekse de DAİŞ ve Baas rejimine karşı bugün ayakta duran ve günübirlik olarak mücadele eden bir yapı söz konusudur. Çok ağır koşullarda, imkansızlıklar içinde dahi olsa büyük fedakarlıklara, kahramanlıklara dayalı bir biçimde bu devrim açığa çıktı. Dört parça Kurdistan, yurtdışından gelen gençler, yine enternasyonal gençler, bu devrimin içinde yerlerini aldılar ve direndiler. Denilebilir ki, devrim hem Kurdistan hem de dünya ölçeğinde demokrasi ve özgürlük güçlerinin birliğine vesile oldu. Yine devrimde açığa çıkan kadın örgütlülüğü-iradesi tüm dünya kadınları için önemli bir örnek oluşturdu, tüm dünyayı etkiledi ve erkek egemen sistemin geriletilmesinde önemli bir rol oynadı.

Toplumsal iradeyi geliştirme temelinde oluşturulan komün ve meclis örgütlülüğüyle devletçi sistem karşısında bölgede ilerici bir deneyim açığa çıktı. Şu an çok daha iyi görmekteyiz ki, 2010 yılından bu yana Ortadoğu’da geliştirilmek istenen hiçbir model halkların istemlerine yanıt olamadı. Bu modellerin hiçbiri demokratik ve özgür bir sistem oluşturamadılar. Şu ana kadar Suriye de dahil olmak üzere tüm bu devletlerde çatışma ve kaos devam etmekte; gün geçtikçe yaşanan kaos derinleşmektedir. Yalnızca Kuzey ve Doğu Suriye’de toplumsal bir sistem oluşturulmakta, demokratik bir zihniyetin inşası yolunda her geçen gün daha fazla yol alınmaktadır. Bugün yaşanan sorunlar sistemsel ve paradigmal olmaktan çok dışardan gelişen Türk devleti saldırıları ve ona bağlı çetelerden kaynaklıdır. Bu saldırılarla yaratılan gelişmelerin önü alınmak istenmektedir. Türk devleti, bu paradigmanın gelişiminin önünü alabilmek ve demokratik inşayı engelleyebilmek için tüm gücüyle bölgeye saldırmaktadır. Bir yandan diplomatik, siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri alanlarda baskı ve saldırılarını yoğunlaştırırken, diğer yandan DAİŞ ve benzeri çeteleri, yine KDP uzantısı uşaklarını aralıksız kullanmayı sürdürmektedir. Bununla kalmamakta bölgesel ve uluslararası tüm temas ve ilişkilerinde ilk şart olarak Kuzey ve Doğu Suriye karşıtlığını öne sürmektedir.

 

Ahlaki-Politik Toplum İnşası Önündeki Engeller

Şu gerçeği de inkar edemeyiz: Kuzey ve Doğu Suriye Devrimi, her ne kadar belli düzeyde örgütlenmiş olsa da, özgürlük ve demokratikleşme yalnızca sistemin biçimsel inşasıyla gerçekleşemez. Asli mesele zihniyet dönüşümü ve gelişimidir. Ancak ne yazık ki, bu konuda bu projenin öncüleri ve yöneticileri zihniyet dönüşümünü istenen düzeyde gerçekleştiremediler. Ortaya çıkan gerçek şu ki, demokratik sistemi kurma çabaları iktidarcı sistemin zihniyet kalıplarıyla geliştirilmek istenmektedir. Komün, meclis ve komiteler kuruluyor, ancak bu kurumların içeriği demokratik bir zihniyet ve demokratik bir kültürle doldurulamamakta, yaşanan gelişme şekli ve bir taklit olmanın ötesine geçememektedir. Zihniyet kolektif değilse, bir grup insanın yan yana gelmesiyle kolektivizm sağlanmış olmaz ya da yalnızca toplumsal bir kurumun kuruluşuyla toplum kendi demokratik devrimini tamamlamış olmaz. Açık ki hala ahlaki ve politik toplumun inşası önünde, ciddi zihniyet sorunları bulunmaktadır.

Yürütülen özel savaş karşısında, eğitim ile toplumsal zihniyetin gelişimi sağlanamazsa, toplum devrimini gerçekleştiremez, başarıyı elde edemez. Hala bu topraklar üzerinde, özgürlüğü devlet inşa etmede gören insanlar var. Hala kadın özgürlük mücadelesine anlam veremeyen, iktidarın tüm yaşam hücrelerimize kadar sızdığını göremeyenler var. Kadın özgürlüğünün neden tüm özgürlüklerin temeli olduğunu anlamayanlar var. Kimi uşak ve hainlerin Kürt ulusunun ismini ağızlarına alarak ve kullanarak, ailelerini ve kendilerini yaşattıklarını göremeyenler var. Halkın emekleri üzerinde kendini yaşatanlara, “Sen uşaksın ya da hainsin” denilmemektedir.  Barzani ailesi, hala kendisini Kürtlerin temsilcisi olarak sunabiliyorsa, Kurdistan’ın tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürüyor, her gün işgalcilerle kirli işbirliği ve planlar geliştirebiliyorlarsa ve bunların yanlış bir şey yapmadığı düşünülüp karşılarında radikal bir turum alınmıyorsa, bu durum toplumsal zihniyet dönüşümünde çok derin ve kapsamlı bir ideolojik mücadele gerekliliğine işarettir. Hala kendisini devletçi sisteme göre şekillendiren yaklaşımlar görünmektedir. Hala toplumsal ekonominin inşasında gözle görülür zayıflıklar yaşanmaktadır. Hala ekonomik sistem, kendini kapitalist ekonominin devamı şeklinde sürdürmektedir. Hala belediyeler ve toplumsal hizmetler, devletçi sistemdeki gibi yürütülmektedir. Kuzey ve Doğu Suriye’nin tüm etnik gruplarından gençler birlikte büyük bir kahramanlık ve fedakârlıkla direnmelerine rağmen ne yazık ki toplumsal savunma sistemi bu durumdan uzaktır. Hala öz savunma zihniyeti “Devrimci Halk Savaşı”nın ihtiyaçlarına yanıt olabilecek düzeyde oluşturulmuş değildir. Halk savaşçılarına bağlı, onları seviyor, onlara sahip çıkıyor, ancak kendisi savunabilecek, düşman saldırılarını boşa çıkarabilecek düzeyde bir örgütlülük yaratabilmiş değildir. Eğitim sisteminde ciddi gelişmeler olmakla birlikte, okullar, meslek okulları, üniversiteler, akademiler açılmış olmasına ve eğitim sürekli devam etmesine rağmen bu projenin anlamına ve özüne uygun bir düzey kazandırılmış değildir. Belli ki bu konuda daha fazla zamana ihtiyaç vardır. Kısacası, sistemin iskeleti oluşturulmuş durumda, ancak istenen ruh oluşmuş değil. Yani bedenleşme söz konusu olmasına rağmen yaşam özelliklerinde, kendini geliştirme ve büyütmede zayıflıklar görülmektedir.

Türk devleti ve destekçileri, her tür yöntemle özel savaş saldırılarına devam etmektedir. Bölge halkları arasında ayrım ve çatışma ortamı yaratmaya çalışarak, demokratik ulus zihniyetini ve kültürel gelişimini sekteye uğratmaya gayret etmektedir. Bölge ulus ve inançları arasında çelişki yaratmaya ağırlık vermektedir. Kürt ve Arapların, Kürt ve Süryanilerin, Kürt ve Asurilerin birlikte yaşamının önüne geçebilmek için çok yoğun çalışmaktadır. Her daim bölgenin kadim inançları olan, Hristiyan, Müslüman ve Êzidî topluluklar arasında çelişki oluşturmaya çalışarak, demokratik birlikteliklerini parçalamak istemektedir. Aslında bunun zemini daha önceden bir düzeye kadar vardı. En başta ifade ettiğimiz gibi ulus-devlet sistemi bunun üzerine kurulmuştu. Bunun yanında Türk devletine işbirlikçilik yapan hareketlerin tümü (Müslüman Kardeşler, Cephetul Nusra, DAİŞ ve Kürt uşakları) aynı zihniyetle demokratik ulus projesine karşıdırlar. Kuşkusuz erkek egemenlikli hegemonik tüm sistemler kadın karşıtı, özgürlük ve demokrasi karşıtıdırlar. Kuzey ve Doğu Suriye’de kadın öncü bir role sahip olduğundan, bu sistem içerisindeki yeri ve önemi bilindiğinden dolayı kadın üzerindeki köleliği derinleştirmek, kadın özgürlük mücadelesinin önünü almak için her türlü çabayı sergilemektedirler.

Aynı zamanda gençlik tüm yönetim kademelerinde ve kurumlarda öncü bir pozisyona ve role sahiptir. Özgür, demokratik yeni toplumun yaratıcı gücü ve temsilciliğini yapmaktadır. Gençlik, siyasette, kültür ve sanat alanında, eğitim, savunma ve yönetimde en aktif ve öncü güçtür. Bundan dolayı Türk devlet rejimi, gençliğin devrime katılımı ve gelişimi önüne set çekebilmek için her türlü planı yürürlüğe koymaktadır. Bu çabaları en somut anlamda, gençlerin umutlarını kırmaya çalışarak, onları ülke dışına göç yollarına sürmeye çalışmasında görmekteyiz. Bunu insan ticareti yapan çetelerin önünü açarak ve katkı sunarak yapmakta, huzurlu ve özgür bir yaşam için ülke dışını işaret etmektedir. Ülkede kalanlar üzerinde ise devamlı saldırı ve ekonomik, askeri, psikolojik baskıyı hakim kılmak istemektedir. Gençlik içerisinde uyuşturucu madde kullanımı ve dağıtımını örgütleyerek, gerçekliklerinden uzak kılıp, yaşam ve mücadelede rol üstlenmelerinin önüne geçmeye çalışmaktadır.

Devrim sürecinde bir diğer eksik kalan konu da ekolojik mücadelenin çok fazla geliştirilmemesidir. Baskın anlayışa göre, doğa ve çevre bir araç olarak insan hükmü altındadır. Ama doğru olan ve hepimizin inanması gereken gerçek; insan doğa üzerinde bir hükümdar değildir, insanın kendisi doğanın bir parçasıdır. Önemli olan birinci ve ikinci doğanın yani insan toplumu ve doğanın birbirini tamamlamasıdır. Belli ki herkes kendi özgürlük ve eşitlik arayışlarının çözümünü sadece siyaset alanında görüyor. Halbuki unutulan bir şey var; yaşam sadece üst siyasette değil, yaşam sadece yönetim değil; yaşam, toplum, doğa, kültür ve tarih bütünselliği içinde anlamına kavuşuyor. Açık ki ekolojik mücadele konusunda hala Kuzey ve Doğu Suriye emekleme aşamasındadır.

Unutmamalıyız ki Kuzey ve Doğu Suriye, Suriye devletinin bir parçasıdır. Bu devlet birleşmiş milletlerin içerisindedir. Hüküm sahibidir, bayrak sahibidir ve şu ana kadar da bağımsız bir devlet olarak tanınmaktadır. Kuzey ve Doğu Suriye yönetiminin Suriye’den kopmaya dair hiçbir amacı yoktur. Sadece bir ulusun (Kürt olarak) diğer ulus üzerinde hüküm sürme gibi bir planı da yoktur. Yine sadece kendisini tek bir yönetim olarak halkın üzerinde farz kılma da yoktur. Tersine tüm bileşenlerin komün ve meclis yoluyla kendi kendisini yönettiği bir sistem amaçlanmaktadır. Bu sistem içerisinde toplumsal irade esas alınmaktadır. Bir yönetim merkezi olmadığında, özerk ve demokratik olduğunda, insanların özgür iradelerinin esas alındığını söylemek mümkündür. Eğer bir toplum dinlerin, ulusların ve farklı toplumların arasına herhangi bir fark koymadan ve özgür iradesiyle kendi durumunu değerlendirebiliyorsa, yorumlayabiliyorsa ve çözümler bulabiliyorsa o zaman devrimin uygulanmasından ve başarısından söz edebiliriz.

 

Kuzey ve Doğu Suriye’de Kapsamlı İdeolojik Çalışmalar

Bir diğer zahmetli konu ve sorunları ağırlaştıran mesele de Beşar Esad rejiminin-iktidarının Şam’da eskide ısrar eden tutumları olmaktadır. Esad yönetimi, demokratik değişim için adımlar atmak istemiyor. Ki Suriye topraklarının yüzde 20’si Türk devleti işgalciliği altındadır. Kuzey ve Doğu Suriye dışında Beşar Esad rejimi elinde kalan diğer bölgelerde halk viran olmuş ve çoğu göç etmiş durumdadır. Geriye kalanlar ise büyük bir yoksulluk ve fakirlik içerisinde yaşamaktadır. Yani Suriye adında bir devlet var ama kendi gerçekliğinde parçalanmış, bıkmış, çaresiz ve ortalıkta kendi acılarıyla debelenmekte olan bir Suriye mevcuttur. Bütün bu durumlara rağmen Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi her zaman Şam rejimini ikna edip, Suriye demokratik devrimini geliştirme, yeni bir demokratik Suriye’yi inşa etmek için uğraş içinde olmuştur. Ama mevcut rejim kendisini ulus-devlet anlayışına dayandırdığı için hiçbir zaman demokratik bir değişim olmasını ve uygulanmasını kabul etmemektedir.

Suriye toprakları üzerinde etkili olan farklı güçler de var. Uluslararası Koalisyon, Rusya, Türkiye, İran, DAİŞ ve farklı çete grupları. Bunların hepsi, Demokratik Suriye Devrimi’nin gerçekleşmemesi için çalışmaktadır. Özellikle sahada Suriye’nin içinde böyle bir gücün açığa çıkmaması, bu dış güçlere alan açmıştır. Sahadaki bazı gruplar-ki kendilerini Suriye muhalefeti olarak adlandırıyorlar-,Türk devleti ve diğer güçlerin elinde çete haline gelmişlerdir. Bundan dolayı Demokratik Suriye Devrimi’ni geliştirmek için Demokratik Suriye Meclisi (MSD) öncülüğünde bir çatı örgütü oluşturulmuş ve demokratik Suriye muhalefetinin inşası için uğraş verilmektedir. MSD, Suriye’nin demokratik örgütlenmeleri, kişilikleri, aktivistleri, yurtseverlerini ve tüm bileşenlerini bir araya getirme, beraber demokratik mücadele geliştirme yönünde çaba harcamaktadır. Bu girişim bir düzeye kadar gelmiştir. Ama görülüyor ki daha da ciddi bir çalışma ihtiyacı vardır. Özellikle de hakim anlayışın kırılması konusunda.

Savunma konusuna bağlı olarak değerlendirilecek bir diğer konu da Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) durumudur. Nitelik ve kuruluş biçimi itibariyle bölgede tek örnektir. Bütün bileşenler bir arada yer almaktadır. Özellikle de kadınlar bunun içerisinde özerk bir örgütlenmeye sahiptir. Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) özerk ve öncü bir role sahiptir. Dünyada buna benzer bir örnek yoktur. YPJ, DAİŞ’e karşı mücadelede sembol oldu; direnen, özgürlükçü, öncü ve irade sahibi bir kadın örneği haline geldi. Kendi çatısı altında tüm kadınların farklı kimliklerle yerini almasının örneği oldu. Sadece dört parça Kurdistan’dan değil, dünyanın her yerinden kadınların katıldığı bir yapıdır. Dünyada cesaretli ve fedai bir güç olarak tanındı. Sadece savaşan bir kimlikle sınırlı kalmadı, kadını özgür ve iradeli kılma temel amaçtır. Kendini buna göre planlıyor, çalışıyor ve geliştiriyor. Ayrıca QSD içerisinde Kürt, Arap, Süryani ve tüm bileşenler yerini almaktadır. Her ne kadar hiçbir güç ve ülke Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni resmi olarak tanımamış olsa da ama aynı güçler, QSD’yi tüm toplumların, demokrasi kültürünün ve insanlığın savunucusu olarak tanıyor ve ilişkilerini geliştiriyorlar. Kuşkusuz bu tanıma ve atılmış olan bu adımların arkasında devrimin dayandığı güçlü paradigma var. Çünkü devrim süreci başladığı zaman diğer tüm hareket ve örgütler, imkan ve uluslararası destek sahibiydiler. Devletlerarası toplantı ve platformlarda karşılanıyorlardı. Öyle bir düzeye gelmişti ki “Suriye muhalefeti” olarak adlandırılan o gruplar Suriye halkının temsilcileri olarak tanınıyorlardı. Devrimin başlangıcında Suriye topraklarının yüzde 60’ı onların eline geçmişti.

Tüm maddi, askeri ve siyasi imkan ve olanaklar bunlara sunulmuştu. Buna karşı Rojava Devrimi’nin elinde sadece demokratik projesi vardı. Kendisini topluma ve halkına dayandırıyordu ve herkes Rojava’ya ve yönetimine saldırıyordu. Ama şimdi Suriye rejimi kaos durumunda, Suriye muhalefeti hegemonik güçlerin elinde çete olarak kullanılmakta, Suriye topraklarının işgal edilmesinde Türk devletine yardımcı olmaktadırlar. Bilindiği üzere Irak ve Şam hilafetinin devletini ilan eden DAİŞ, Rojava halkının direnişi sayesinde yıkıldı. Türk devletinin umudu Suriye’nin kendi yandaşlarının eline geçmesiydi. Suriye’yi kendi vilayeti gibi görüyor ve buna göre de yönetmek istiyordu. Fakat nihayetinde çaresiz bir duruma geldi ve açık açık, hiç saklamadan ordusuyla Suriye topraklarında işgali gerçekleştirmeye yöneldi.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ilişkilere büyük bir önem vermektedir. Bu konuda kendisine temel bir plan olarak sistem dışı kalan tüm toplumlar-kesimlerle ilişkileri geliştirmeyi önüne koymuş bulunmakta ve bu temelde çalışmaktadır. Ama ne yazık ki ilişkilerin düzeyi dar bir sınırda kaldı ve bu ilişkiler devletlerle resmi ilişkiler düzeyini çok aşamadı. Her ne kadar uluslararası toplum nezdinde demokratik ulus projesine ve kadın özgürlüğüne destek çok üst düzeyde olsa da!

Bu askeri saldırılar yanında Kuzey ve Doğu Suriye’de ciddi bir ideolojik mücadele de yürütüldü ve bu devam ediyor. Özellikle basın yayın üzerinden dünyadaki hegemonik güçlerin ciddi saldırıları var ve demokratik toplum düşüncesinin gelişmesini istemiyorlar. Demokratik bir toplum-sistem inşasını istemiyorlar. Bundan dolayı aralıksız bir biçimde, 24 saat basın yayın araçlarıyla devrime yön veren paradigmaya saldırıyorlar ve sonuç almasını engellemek istiyorlar. Bu biçimde dağılan sistemlerinin de deşifre olmasını engellemek amacındalar. Yine film, dizi ve kliplerle günübirlik olarak toplumda çözümün devlette, devlet yönetiminde olduğuna dair algı oluşturmak istiyorlar. Bunu çözüm olarak sunuyorlar ve milliyetçiliği geliştiriyorlar. Özcesi çelişki ve çatışma zeminlerini çoğaltıyorlar, bunları her daim canlı kılıyorlar. Çok bilinçli bir biçimde milliyetçiliği canlı tutmak istiyorlar. Örnek olarak; “ulusları savunma” adı altında Kürt toplumuna sesleniyorlar ve “Kürt halkı demokratik ulus içinde kimliğini kaybediyor” diyorlar. Ki Kürt kimliğinin yüzyıllar boyunca inkarına yol açan kendileri olmasına rağmen!

Onlar ki Kürtleri yok ettiler, Kurdistan’ı parça parça ettiler, farklı anlaşmalarla Kürt varlığını inkar ettiler. Ne zamanki demokratik ulus gündeme giriyor, bu güçler bir anda Kürt ulusunun savunuculuğuna soyunuyorlar. Açık ki bu biçimde ulusal duygulara hitap ederek milliyetçiliği geliştirip, bu toplumsal kesimlerin birbirleriyle savaşmasını istiyorlar. Bu sistem ki, her seferinde Kürt dilini yok etmekle uğraşmış, Kürt kültürünü yok saymış, bölgedeki farklı toplumların tarihlerini tam tersi bir biçimde yazmış. Şüphesiz bugün bu toplumsal paradigma olmasa kendi tarihimizi doğru yazmamız, geleneksel kültürümüzü yaşatmamız ve bu gerçekler ışığında yaşamamız mümkün değildir. Belli ki gelişim adı altında kapitalist modernist kültürü toplumumuza dayatmak, farz kılmak istiyorlar.

En ciddi sorun, kuşkusuz tüm dünyayı etkisi altına alan kapitalist modernite sisteminin karşıtlarının dahi bir süre sonra ona benzemesi, onun etkisine girmesidir. Bireycilik ve liberalizm, temel yaşam modeli olarak sunulmakta, insanları çekmektedir. Öyle bir sistem ki, çok çabuk bir biçimde en değme karşıtlarını dahi kendi yaşamına aşık edebilmektedir. En kötüsü de o ki, sistemin bu yaşam tarzına uyum sağlayanlar, onun hastalığına kapılanlar, böyle bir hastalığa kapıldıklarını bilmiyorlar, aksine kendilerini özgür ve bağımsız sanıyorlar. Ki özünde sistemin tutsakları oluyorlar. Liberal yaşam biçimiyle kişi özünden uzaklaşmakta fakat bunun farkına da varmamaktadır. Açık ki bu konularda sürekli bir mücadeleye ihtiyaç bulunmaktadır. Sadece fiziki olarak düşmanı, işgalcileri yurttan atmak, bazı kurumlar inşa etmek mevcuda cevap olmaya yetmemektedir.

Belli ki, devrim gerçekliğine göre hala yapılması gereken çok iş vardır. Şimdiye kadar yapılanlar sadece başlangıçtır. Yeni bir kişilik, dar-kimlik sınırlarını aşmış, demokratik ulus ölçüleriyle ayakta duran demokratik bir toplum inşası gerekmektedir. Kendi özgürlük ölçülerini kadın özgürlük çizgisi temelinde oluşturan bir toplumsallık geliştiği oranda devrimin rayına oturduğunu söylemek mümkündür. Bunu başaramazsa devrim bir coğrafik bölgeyle sınırlı kalır, geçmişte yaşanan örneklerin tekrarı olur ve kapitalist modernist sistemin yedeğine düşer.

Şimdi! Kuzey ve Doğu Suriye’de çok kapsamlı ideolojik çalışmalar yürütülmektedir. Kapitalist modernist yaşamın etkisinden kurtulma adına önemli bir özgür basın faaliyeti söz konusudur. Özgür toplum düşüncesi temelinde halkın aydınlatılması, demokratik toplum fikrinin hayat bulması, toplumun yeni yaşam felsefesi temelinde eğitimi için önemli bir çaba vardır. Yine bölge halklarının kültür ve sanatının gelişimi için ciddi bir faaliyet yürütülmektedir. Küçük de olsa edebiyat ve sanatın gelişimi için yazar ve sanatçılar eliyle bazı adımlar atılmıştır. İmkan ve olanaklar dahilinde bazı dizi ve filmler yapılmıştır. Festivaller, sergiler, kültür ve sanat geceleri, devrimi konu edinen beste ve klipler yapılmıştır. Artık iktidarcı ideoloji karşısında her alanda bir mücadelenin yürütüldüğünü söylemek mümkündür.

Devrimin temel gündemi, şu soruya cevap arama üzerine kurulu: Nasıl bir kişilik, nasıl bir toplum devrimin temsilini yapabilir? Devrim karşıtı güçler, devrimi esas gündeminden saptırmak, toplumu günübirlik gündemlerle meşgul etmek için canla başla çalışıyor. Toplum hep bir korku ve savunma psikolojisiyle hareket etsin, kendi kimliğinden, tarihinden ve kültüründen uzak dursun istiyorlar. Fakat unuttukları bir gerçek var; artık ok yaydan çıkmıştır ve geri dönüşü yoktur. Hep birlikte gördük ki Kurdistan Özgülük Hareketi tüm imkan ve olanaklarıyla devrime sahip çıktı, seferber oldu. Binlerce özgürlük militanı devrimin başarıya ulaşması için canını feda etti. Aynı şekilde dört parça Kurdistan ve yurtdışından, dünyadan demokrasi savunucuları harekete geçtiler ve devrime katıldılar. Artık tüm ezilenlere, egemenlerin zulmü altında yaşayanlara umut olan bir devrim söz konusudur. O devrim ki bütün özgürlük isteyenlere ilham kaynağı oluyor, özgürlük ve demokrasiye dayalı yeni bir sistemin kuruluşunda örnek oluşturuyor.

 

 

Kürtçeden çeviren; Cafer İbrahimi

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.