Düşünce ve Kuram Dergisi

Hegemonik Düzenin Tecavüz Kültürü

Hasan Aşkın

“Tarihte saf iktidar bir istisna teşkil eder; kural olan iktidarın hegemonik karakteridir.” [1]

Hegemonya Yunan felsefesinde “ruhun yönlendirme” yetisi olarak anlamlandırılır. Bu anlamlandırma tarihten günümüze inkar ve sömürüye uğrayan sınıf ve toplulukların oluşturulan toplumsal düzeni, nasıl, neden kabul ettiklerine önemli oranda açıklık getirir. Hegemonya, oluşturulan sistemin kurumlar, toplumsal ilişkiler ve fikirler ağı içinde yaratıldığı ve yeniden üretildiği belirli bir toplumsal düzenin, rıza temelini temsil eder. Oluşturulan hakim, hegemonik ilişkiyle daha tutarlı ve sistematik bir dünya görüşü sağlayarak sadece sömürüye tabi tutulan nüfus bütününü etkilemekle kalmayıp, toplumsal kurumları örgütleyen ilkesel bir temelde oluşturur. Bu anlamda hegemonya, toplumdaki kurumları ve grupları birleştiren aktif bir rızaya, kolektif bir iradeye dayanmalıdır.  Merkezi hegemonik sistem ideolojik hegemonyasız olmaz. Salt rıza ve onay değil, toplumsal inşa ve bunun ilişki, yaşam ve eyleyişinin inşası da zihniyet dünyasında oluşturulur. Mitoloji, din, felsefe ve bilim ideolojik hegemonyanın tarihsel süreç içerisinde aldığı biçimlerdir. Oluşturulan bu düşünce kodlarıyla toplumsal zihin dünyası hegemonik yapıya uyarlanır. Bu açıdan Gramsci’ye göre “ideoloji, ekonomik sınıf çıkarlarını basitçe yansıtmaz ya da görüntülemez; ve bu anlamda ekonomik yapı ya da toplumsal örgütlenme tarafından belirlenen bir “veri” değil, bir mücadele alanıdır. İdeoloji, toplumsal ilişkiler, kurumlar ve pratikler içindeki somutlaşma biçimi aracılığıyla eylemi örgütler ve bütün bireysel ve kolektif etkinliklere şekil verir.” [2]Devletçi sistem artık değerleri oluşturmuş olduğu tekeller aracılığıyla gaspa yönelir.  Bu sistemim düzenli işleyişi ve sürekliliği açısından hegemonik bir karakter kazanması önemlidir. Tekellerin çatısını oluşturan hegemonik sistem tüm baskıcı, zor içeren aygıtların yanı sıra neyin doğru neyin yanlış, neyin doğal neyin normal olduğunu inandırıcı bir dille tanımlayıp, oluşturulan toplumsal düzeni koruyan ve destekleyen zihniyet biçimi aracılığıyla rıza ve onay üretir. Burada, iktidar dışındakilerin red ve inkarı kadar, sistemin kendisini evrensel tek ve mutlak doğru kılması karakteri gereğidir. Rekabeti kendi lehine, üstünlüğün sağlanarak merkezi uygarlığını oluşturması ve bunu merkez-çevre ilişkisi içerisinde hakim kılması, sistemin sürekliliği açısından kaçınılmaz kılınmıştır.

Sistemin iktidar ilişkilerinde başat, dominant bir merkezin olması, rekabetten kaynaklı çatışma ortamından, bunun oluşturduğu kaos ve sonuçlarına görece tercih edilir. İktidar dışı çevrelerin, sistem içi ve dışındaki direnişleri bu tercihi daha güçlü ve kalıcı yapar. Merkezler sürekli değişse de hegemonik sistemin özü değişmez  her dönemin hakim  ideoloji, siyaset, kültür, düşünüş, üretim ve yaşayış biçiminin bütünlük içerisinde birbirini tamamlayan temel kurumlaşmaları hegemonik sistemin varoluş nedenidir. Sistem kendini toplumun tüm birim ve bireylerine, onun ilişki, yaşayış ve eyleyiş boyutuna yayarak hegemonik yapısını hakim kılar.

Hiç bir iktidarcı sistem hegemonik olarak toplumun tüm alanlarına sirayet etmedikçe kalıcı olmaz. “Merkezi hegemonik iktidarı sadece büyük imparatorluklara özgü bir durum olarak düşünmemek gerekir. Bütün toplum hegemonik iktidar ilişkilerine bağlanmaya çalışır. En büyük imparatorluk merkezinden bağımlısı aile birimine kadar hepsi için benzer hegemonik kurallar geçerlidir. Roma’da imparator neyse, köyde ağa ve ailede koca da odur.” [3]

Zor olayı iktidarın karakteristik bir özelliğidir. Bu olmadan ayakta kalmaz. İhtiyaç duyduğunda gündemine almakta ve uygulamakta beis görmez. Ancak bu dönemsel politikaların başarısında yeterli olsa da, buna paralel hegemonik hakimiyet sağlamak zorundadır. Aksi halde iktidarın daimi kılınması çok da olanaklı değildir. Tarihte bir çok devletçi yapının kuruluşundan belli bir süre sonra yıkılmasının, kalıcı olup kendisini daimi kılamamasının nedenlerinden biri de, oluşturulmuş olan hegemonik sistemin bir parçası haline gelememiş olmasıdır.

 

Eril Tahakkümün Fetih Yasası: Tecavüz ve Namus

Tecavüz Arapça bir kelime olup “sınırı aşmak” anlamındadır. Fetih ise, hegemonik sistemin üzerine temellendiği aşılan sınırlara, zaptedilen alanlara mutlak hakimiyetini ve bunun dokunulmazlığını ifade eder.  Fethedilen yerin fetheden tarafından tüm hakkı kendinde içsel bir sahiplik ilkesi, hegemonik sistemin anayasasıdır. Devletçi-iktidarcı tarih fetih amaçlı savaş tarihidir. Hegemonik iktidarcı sistem kendini fetih, yani tecavüz üzerine inşa eder. Bunun yasası olan namus, tam da yasa alanındaki nomos’tan kaynağını alır.

Bu şiddet, baskı ve sömürü yoluyla zor ve gaspa dayalı bir varoluş felsefesinin yasal kılınıp meşru temelde oluşturulmasıdır. Fetihte, işgal edilen toprak ve toplulukların ötesine geçilerek hakimiyet komple bir boyut alır. Tecavüz doğanın talanından kültürel soykırıma, ekonomik sömürüden manevi değerlerin gaspına, toplumsal hafızanın silinmesinden kadın şahsında tüm topluma kadar, tüm boyutlarıyla hakim kılınıp hegemonik bir sistem oluşturulur. Hiçbir şey ona ait değilken her şeye sahip olmanın yolu bu he gemonik sistemin yaşamsallaşmasıyla mümkündür. Sınırlar yeniden aşılıp çizilecekse yine bu iktidarcı hegemonik sistemin güç odaklı fetih yasasıyla belirlenecektir. Güçlü olanın kazananın her şeye sahipliği! Hegemonik sistem içerisindeki güç ilişkileri ve toplumsal ilişkilere yedirilen kültür kaynağını buradan alır. “Güçlü olanın dünyası” ve oluşturulan hakgüç diyalektiğinin özü budur. Zorla alıkoyma, yani tecavüz kültürü hegemonik iktidarcı sistemin temel yasasıdır. Tecavüz edilene, sahip olana, yeniden sınır çizilip namus olarak kavramlaştırılması iktidarcı eril zihniyetin sahiplik ve mülk yasasını belirler. Mülk ve devletin, eş anlamlı kullanılmasının nedeni, aynı kaynak üzerinden temellenmiş olmalarıdır.

Fethedilen toprak ve topluluklara dayatılan hukuksal statü tecavüz olgusu üzerinden temellenir. Afrika’dan Amerika’ya götürülen kölelere sürekli ve periyodik olarak tecavüz edilir. Afrika’da kabileler arası çatışmalarda kazanan kabile diğer tüm kabile erkeklerini öldürdükten sonra, kaybeden kabilenin kadınlarına tecavüz eder. DAİŞ’in, Êzidi toplumuna saldırdığında yaptığı ilk iş, erkekleri öldürüp kadınları ganimet olarak alıp oluşturulan köle pazarlarında satmasıdır. Bu olaylar cinsellikle daraltılmış ahlaki ölçülerde tepkilere neden olsa da oluşturulan hiyerarşik toplumsal düzende karşılık bulur. Farklı zaman ve mekânlarda bu vb. olayların ortak noktası, eril iktidarın evrensel düzlemde hakim kıldığı hegemonik sistemidir. Bunun, fethedilen, köleleştirilen kadının cinselliği üzerinden yapılması, kadının toplumsal konumundan kaynaklıdır. Doğal, ahlaki ve politik toplumun özünü kendi benliğinde temsil eden kadın, dün olduğu gibi bugün de devletçi toplum yapısının en büyük hedefidir. Kadının hiçliği, köleliği üzerine temellendirilen hiyerarşik toplum modeli, bugün de kadını en büyük tehlike görür. Özü, karakteri gereği hiyerarşik toplum eril olmak ve bunu oluşturduğu toplumun tüm yapısına, yasalarına, İnanç ve  değer sistemine hakim kılma ihtiyacı duyar.

Bu anlamda tecavüzü, salt kadına kaba şiddet sonucu zorlamayla sınırlamak, tecavüz kültürünü siyasal-iktidarcı yapının dışına çıkarıp tekil ve hastalıklı bir davranış olarak daraltmak, sorunu özünden uzaklaştırır. Tecavüzün yasalarca yakalanması bu kültürün özüne dönük bir değişiklik, sınırlama değildir.  Siyasal iktidarın bu “hak”kı kendi tasarrufuna almasıdır. Hegemonik sistemin tekleştiren zihniyeti içerisinde bunu kendisiyle sınırlaması, iktidarın tekelci karakteri ve uyguladığı toplumsal tahakkümle ilintilidir.

Egemenlerin tecavüz ve namus kavramları arasında oluşturduğu ilişki, eril devletçi toplumun hegemonik kodlarını oluşturur. Tecavüz, kadına karşı zorla sahip olma gibi daha çok cinsel, fiziki yönlü algı üzerinden gösterilip bilinse de esasında sahip olunmak istenen ve zorla sahip olunanın yasasıdır. Tecavüz, gasp yoluyla sahiplik, sahip olunan üzerinde her türlü hakkın kullanımıdır. O zor ile güç ile alınandır. Haktır, hakimiyeti mutlaktır! Toplumsal kültüre içerilmiş tecavüz ile tek tek kadına tecavüz olayları siyasal iktidarın, eril hegemonik sistemin özde aynılığıdır. Tecavüz kültürünün kurumsal niteliği, zorla sahip olana aitlik, süreklilik ve yaygınlığı nedeniyle bunun siyasal, yasal, toplumsal ve kültürel boyutuyla karşılaşırız. Tecavüzü öncelikle şiddet yoluyla gasp olarak tanımlasak da bunun kurumsal boyutu olan hegemonik yönü daha içsel ve derindir. Eril iktidarın oluşturduğu hegemonik sistemin her anında ve alanında kadın-erkek, toplum-iktidar arasındaki tek yanlı ilişkiyi görmek mümkündür. Karılaştırılmış toplum tarafından gösterilen rıza bu gerçekliği değiştirmez. Tecavüz olgusu kendisini yasal ve toplumsal kıldığı ölçüde bir kültüre dönüştürmüştür. “İtaat et rahat et” biçiminde ifade edilebilecek bu söylem, tecavüzden rıza üreten bir ilişkisellik geliştirir.

Topluma, kültüre ve ilişkilere içerilmiş hegemonik sisteme her yönüyle işlerlik kazandırılır. Hiç bir toplumsal birim ve birey kendisini bunun dışında tutamaz. Toplumda devlet neyse aile için de erkek odur. Rol modelleri, ilişkilerindeki amaç özünde aynıdır. Aynı karaktere sahip olduklarından, birbirlerinin varlık nedenidirler. Aile içinde olduğu kadar toplumsal ve iktidar ilişkilerinde önemli yeri olan namusun nomos’tan gelmesi tesadüfi değildir. Namusun oluş turulan eril toplumun temeli olarak görülmesinin nedeni budur. Toplumda “nomos” yoluyla kadın üzerinde elde edilen tüm hakkı kendinde saklı sahiplik, toplumsal düzenin hukuksal olduğu kadar, sosyalitesini de belirler. Bu, devlet-toplum ilişkisinin kadın cinselliği üzerinden oluşturmuş olduğu eril iktidarın toplumsal cinsiyetçilik biçiminde anlamsallaştırılıp kurumsallaşmasıdır.

 

Tecavüzün Kurumsal Kimliği Olarak Toplumsal Cinsiyetçilik

“Toplumsal cinsiyetçilik kadın-erkek ilişkilerindeki iktidarla sınırlı bir konum değildir. Toplumun her düzeyine yayılmış bir iktidarcılığı ifade eder.” [4] Herhangi bir şeye sınırsız sahiplik, onu nesnellestirmekten geçer. Eril hegemonik sistem ilişkiselliği için de kadın ne kadar nesnelleşmişse o kadar kullanım alanı, sınırı, sınırsızlığı oluşur. Bunun için kadının kendisini nesne konumunda görüp bu konumu özümsemesi önemlidir. Bu da zihinsel kodlarla mümkün kılınabilir. Sonuçta aşılması gereken en zor engeller, zihniyete örülmüş anlam duvarlarıdır. Toplum ve tüm bireyleri oluşturulan zihniyet kodlarıyla kendilerine verilen rolü “gönüllü” olarak oynarlar. Bunu en temel görev bilirler. Hegemonik sistemin iktidar üretimi, oluşturulan toplumsal kastlara verilen görevlerin en iyi şekilde yapılmasını gerektirir.

Cinsler arasındaki bölünmeye dayandırılmış eril düzen, evrensel uygulama alanı bulmak için düşünce şemalarına ihtiyaç duyar. Uygulamanın “doğru”luğu özümsemeyi gerektirir. Bunun için, merkezinde özne-nesne mantığı üzerine şekillenen bir baskı, sömürü ve tahakküm ilişkisi olan ve yaşamın her alanına yayılmış sembollerle karşılaşırız. Özne-nesne gerekliliğini, aynı amaca yönelik oluşturulan karşıtlıklar sistemi içinde buluruz: yüksek-alçak, alt-üst, sert-yumuşak, önde-arkada, sağ-sol, doğru-eğri, dışarıda-içeride kamusal-özel vs. Bunlar ne kadar bedensel, fiziki hareketler olarak öne çıkıyor olsalar da, esasında zihinsel-kültürel yapılaşmanın önemli kodlarıdır. Kadın ve cinsiyet ayrımı üzerine toplumsal ilişkilere yansıtılan bu bölünmeler “şeylerin doğası gereği”yimiş gibi normal gösterilip kabul görür. Nesnel yapılar ile bilişsel yapılar arasındaki tanıma ve tanınma kodları, kurulu iktidarcı düzeni ve keyfi bölünmeleri, başta da cinsiyetler arası bölünmenin meşruiyetini oluşturur. Böylece hegemonik sistem, amacı üzerine temellendiği eril egemenliğini onaylatmak olan bir ilişkiye dönüşür. Hegemonik sistem ilişkilerinde haksızlıkların, ayrıcalıkların doğal görülmesi, her türlü baskı ve şiddete tahammül edilip kabul görmesi toplumsal tahakküm olarak somutluk kazanır. Tahakküm eden kadar edilenin de tanıdığı, kabullendiği bir hayat tarzı, düşünme, konuşma, ilişki ve eyleyiş biçimi hakim hale gelir. Virginia Woolf bunu “egemenliğin gücü” olarak adlandırır. Burada hegemonik sistem sömürü ilişkisini dayattığı toplumun düşünce ve algılarına uyumlu bir tahakküm ilişkisi dayatarak rıza üretiminin karşılığını sömürenden minnet ve itaat olarak alır.

Cinsel edim erkekler tarafından bir tahakküm ilişkisi, “sahip olma” olarak anlamlandırılır. Bu erkekte dile gelip ifadeye kavuşsa da, eril hegemonik sistemin temel mantalitesidir. Erkekte temsiliyetini bulan tecavüz ve tahakküm, kurulu eril sistemin kendisidir. Cinsel ilişkinin bir tahakküm aracına dönüştürülmesi kadının tarihsel ve toplumsal konumundan kaynaklıdır. Eril hegemonik sistem iktidarcı ilişkisini kadının köleliğine paralel topluma dayatıp başarı sağlayabilmiştir. Düşünülen, baskı altına alınıp sömürülen, köleleştirilen kadın sömürü, baskı ve tahakküm altına alınan toplumdur.

Çünkü toplum-kültür oluşumunda ve devamlılığında kadının rolü başlattır. Bu konum erkek lehine değişmedikçe toplumsal ilişkilerde değişim, alt-üst oluş anlamına gelecek sömürü, baskı ilişkileri olan iktidarcı yapının hegemonyası pek mümkün görünmektedir. Hegemonik sistem salt kadının düşürülmesiyle tahakkümü kurumlaştırmamış aynı zamanda bu kurumlaşan tahakküm düşürülen kadının bedeni üze rine inşa edilmiştir. Fetih yasasının temelinde tecavüzün olması bunu açıklamaktadır. Bunu toplumsal yaşamın her anında olduğu gibi eril sistemi meşru kılan mitlerde de görmek mümkün. Sümer mitolojisinde Enki, Yunan mitolojisinde Zeus şahsında temsilini bulan zorla sahip olma, tecavüz olayı çokça işlenir. Yine aynı mitlerde kralların soylarını bu ilişkilere dayandırmaları, Yunan toplum yapısında insanın hiyerarşiye içerilmiş fetih karakterini izah eder.

Enki ve İnanna arasındaki mücadelede, kadına (topluma) ait tüm değerlerin Enki (eril iktidar) tarafından çalınarak eril sistemin temeli yapılması; yine Marduk ve Tiamat arasındaki mücadelede de Marduk’un eril iktidar adına Tiamat’ı öldürüp evreni ve yeni düzeni onun bedeni üzerine inşa etmesi kaynağını buradan alır. Bu tek tanrılı dinlerde devam eder: “Kadın erkeğin tarlasıdır. Tarlanıza dilediğiniz biçimde varın” [5] desturu, kadına dayatılan derin kölelikle ifadeye kavuşan bu mantığın tarihsel, toplumsal ve kültürel olarak geldiği boyuttur. Hiçbir devletçi hegemonik sistem oluşturacağı toplumsal modelde kadını nesne kılmadan bu anlamda ona başat rol biçmeden başarı şansına sahip olamaz. Bu bağlamda “kadın adeta tüm sistemin bir özeti olarak görülmeli ve öyle çözümlenmelidir. Kapitalist toplum nasıl eski istismarcı toplumların devamı ve zirvesi ise, kadın da tüm bu sistemlerin köleleştirici etkisinin zirvesini yaşar.” [6] Kapitalist sistemin pozitivist bilim anlayışındaki özne-nesne ayrımı en fazla kendini kadın şahsında iktidarlaştırıp kurumsal kılar. Kadın, kendi bedeninde reklam, ticaret ve baskı alanında tutularak hegemonik sistemin temel uygulama alanı ve yeniden üretim sahasına dönüştürülür. Hiçbir dönemde olmadığı kadar kadın-toplum, hukuk sistemiyle dört bir yandan zincirlenir. Kadının erkeğe tapulanması evlilik aracılığıyla resmi statüye kavuşturulur. Kapitalist modernitenin “sözleşme” üzerine geliştirdiği evlilik olgusu, gönüllü köleliğin kabulü ve tecavüzün yasal kılınmış halidir. Bu ilişkilerde namus, mülkün sahiplik yasasıdır. Hukuksal kılınanın ötesinde, bunun toplumsal ve kültürel düzleme içerilmesi daha derinlikli bir sorundur. Devlet-toplum ilişkisi de aynı bağlam içindedir. Toplum ilişkilerinin her safhasında eril ilkenin belirleyiciliği başattır. Karşılaştırılmış toplum eril söylemin içerisinde oluşur. Eril alanda belirlenen sınırlar içerisinde var olmaya izin verilir. Toplum siyasal, kültürel, sosyal, ekonomik vb. hangi alanda ve hangi düzeyde olursa olsun hep eril iktidarın gölgesindedir. Toplumsal cinsiyetçilik kapitalist modernitenin ideolojik yapısı olan liberalizmin temel bir ayağıdır. Bu, iktidarın hükmettiği toplum ilişkilerinin kadın üzerinden kodlanmasıdır. Toplumların kadınla özdeşleştirilip düşürülen kadının düşürülen toplum yapısına dönüştürülmesi, salt kadını değil, tüm toplum yapısının karılaştırılmasıyla ilintilidir. Hegemonik sistem toplumsal yapı üzerinden tahakküm ilişkilerini bütünlüklü bir temele dayandırır. Cinsiyetçi bir yapı toplumsal ilişkilere başat kılınsa da bu salt kadına değil, tüm toplum bileşenlerine içerilmiş bir köleliktir. Kadınlar kadar erkekler de bu sömürünün birer kurbanıdırlar. İktidarı temsil eden erkek bile oluşturduğu bu tahakküm ilişkilerinde boyun eğen ve köle konumundadır. Hiçbir toplum bireyi bu tahakküm ilişkilerinin dışında değildir. Toplumsal düşürülmüşlük erkeği de derin bir kölelik sarmalına sürükler. Erkek her ne kadar evde kadın ve çocuklar üzerinde “efendi” olsa da toplumsal tahakküm içinde, efendisi karşısında itaatte kusur etmeyen zavallı biridir. Kendi yaşadığı derin köleliğini unuttuğu an, evde kadına ve çocuklarına yönelik eril sistemi taklit ettiği andır. Erkeğe verilen bu iktidar alanı onu bu sistemin gönüllü kölesi ve yılmaz savaşçısı yapar. Ancak özünde toplumsal tahakküm içinde, kadınla aynı kaderi paylaşır. Bu sorunsallık kadın için bir drama, erkek için bir trajediye, bütünlüklü olarak toplumda ise, kanserli bir yapıya dönüşür.

İktidar-toplum ilişkisi, özü tecavüz olan, zor yoluyla gasp ve talana dayanır. Bu ilişkilerde toplumsal değerlerin gasp ve talanı ekonomi, artık değer hırsızlığı ile görünür olsa da toplumun tüm maddi-manevi  değerlerinin sömürüsü yaşanır. Toplumsal ahlakın hukukla, demokratik ve politik değerlerin devlet idareciliğiyle, bilgi birikimi pozitif bilimle gasp edilerek toplum tümüyle savunmasız, saldırılara açık hale getirilir. Tüm değerlerin gaspı üzerine temellenen eril iktidar doğa ve toplum üzerinde her türlü hakkı kendinde saklı bir hegemonik sistem oluşturur. Cinsiyetçilik üzerine temellendirilmiş toplumsal ilişkiler, önemli oranda tüm toplumsal alana yansıtılmıştır.

Siyasi, askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel alandan bilim, sanat ve moda alanına kadar düzenlenen ilişkiler eril egemenlikli mantığın düzenine göre işler. Her alanda iktidar belirleyen iken toplum bunun tamamlayıcısı bir figürüdür. Kurumsal ilişkilere ve algılara içerilmiş iş bölümü toplumsal düzen gerçekliğine kazanmış durumdadır. Bu anlamda esas tecavüz toplumsal kültürel boyutta içkin kılınmış ilişkilerin özünde aranmalıdır.

Eril hegemonik sistem doğa ve toplumun tüm hücrelerine kadar sirayet etmiş durumdadır. Toplum yaşam ve ilişkilerinde müdahale edilmedik hiçbir alan kalmamıştır. Oluşturulan kontrol toplumu ile tahakküm edilmedik nokta yok gibi. Tüm toplu kullanım alanları kameralarla 24 saat izlenip kontrol edilmektedir. Özel alan safsatası ile tüm toplumsal alan işgal edilmiştir. Toplumsal ilişkilerin kontrolü tek tek bireylere kadar inmiş durumdadır. Zor,  oluşturulan yasalar ve ideolojik tahakküm ve toplum bireyleri en küçük davranışına kadar manipüle edilip tek tipleştirmektedir. Tüm alanlar iktidar lehine daraldıkça toplum nefes alamaz hale gelmekte ve her gün onlarca cinayetle sonuçlanan olaylara sahne olmaktadır. İntiharlar cinayetler hiç olmadığı kadar olağan görülmektedir. Toplumsal doğa bu tarzda bozularak her türlü müdahaleye ve sömürüye açık kılınmakta işsizlikle tehdit edilip açlıkla terbiye edilmektedir. Aynı şekilde doğaya müdahale tüm canlı dünyasını tehdit eder boyuta ulaştı. Barajlar, madenler, termik ve nükleer santraller ekosistemin dengesini bozup doğada geri dönüşümü tehlike düzeyine vardırdı. DNA’ları ile oynanan gıdalar toplum sağlığı ve dengesini bozmuş durumda. Toplumsal kanserleşme nin görünen yönü olan bu doğa ve toplumsal sorunların neden ve sonuçlarını hegemonik sistemin oluşturduğu iktidar toplum ilişkilerinde bulmak mümkün.

Salt çıplak zor ile bu diyalektik kılınmış ilişkilerin sürekliliği mümkün değildir. Sonuçta saldırganlık direnişle karşılanır. Zorun ince tekniklerle Rıza üretmesi tecavüz olayını karşılıklı onay mış gibi sunar. Topluma uygulanan her türlü fiziksel düşünsel dinsel kültürel ahlaki ve benzeri şiddet rıza’yı da belirler. İtaat rıza gibi sunulsa da esasında özünü şiddet oluşturur güç-rıza ilişkisi ve diyalektiği tahakküm üretir.

Güç, rıza üretmek için kimi zaman açık ve kaba, kimi zamansa örtük olarak uygulanır. Üretilen rıza, toplumsal ilişkilerin tümüne yayılan davranış kodları ile ilintilidir. Bu süreç Eril iktidarın kadın şahsında toplum üzerindeki hegemonik ilişkilerinin önemli bir niteliğini oluşturur.

Hegemonik sistemine esas gücü cinsiyet temelli oluşturduğu toplumsal kültürel yapıyı bir doğa yasası görünümünde sunup meşru kılmasıdır. Biyolojik farklılıkları toplumsal yapının doğal farklılığına dönüştürme başarısı bunun tüm bir kültüre içirilmesi kadın ve erkeğin kendilerine biçilen değerleri oynamaları, bunu doğal yapının gerçeği olarak kabul etmeleri Eril hegemonik sisteme meşruiyet sağlar. Kadına çocukluktan rolü ezberletilir.  Aynı şekilde erkeğe de. Bu davranışsal roller iktidarlar karşısındaki toplumsal rolün, ilişkinin de üretilmesidir. Alttan alan, uysal duruş ve yumuşak başlılık kadına yakıştırılır. Bu kadın şahsında toplumsal yapıda düşünüş, davranış, ilişki eyleyiş ve yaşamın temeli olur. Bunun doğruluğu noktasında kadınnın iknası önemlidir. Nihayetinde toplumun yeni nesillerinin aile içerisindeki yetiştiricisi olacaktır. Hegemonik sistemin sürekliliği daimi kılınması eril toplumun yeniden üretimine bağlıdır.

Hegemonik sistem ve buna dahil olanlar arasındaki tanıma, kabullenmeye yönelik pratik eylemler sembolik gücün büyüsü tarafından tetiklenir. “Sembolik güç doğrudan bedenler üzerinde ve herhangi bir fiziksel şiddet olmadan uygulanan neredeyse büyülü bir güç biçimidir. Fakat bu büyü yalnızca bedenin derinliklerine su pınarları gibi gömülü bulunan yatkınlıklardan kaynağını alarak işleyebilir.” [7]

Hakim yapıya boyun eğmenin içsel yolculuğu derinliklerindeki benlik bitiminin, kendisinin inkarıdır.

Kamusal alanda yapılan sınırlandırmalar belli mekanda ve zamanda tümüyle kaldırılsa dahi hegemonik sistemin kurbanların da içselleşmiş olan kulluk kölelik kodları kendisine sınırlamaya davranışlarında dışa vurmaya devam eder.

Bundan dolayı davranışları düzenleyen zihniyet dünyasının Toplumsal olarak nasıl yapılandığını anlamak önemlidir. “…Sembolik güç ona maruz kalanlar katkısı olmaksızın hayata geçirilemez ve onların bu güce maruz kalmalarının sebebi de onu bu şekilde inşa etmiş olmalarıdır.” [8] Bunun karşılığı algı ve yatkınlık olayıdır. Kabul ve tanıma zorun yanında ikincil zorunluluktur.  Kadın bilincinin toplumsal ve kültürel düzlemde eril iktidarın fiziksel hukuksal ve zihinsel güçlerince istila edilmesi temel bir sorundur. Bunlar önemli olmakla birlikte her şey değildir.  Esas sorun itaate yatkınlık, onu her yönüyle içselleştirmiş bir kabuldür. Cellat-kurban ilişkisindeki görünür boyutun dışında esas olan bunun ruhsal ilişki ve etkileşimidir. İçinde bulunduğu tecavüz olgusu kurbanında ne kadar karşılık buluyorsa karşılıklı etkileşim o kadar güçlü demektir. ilişkiye süreklilik kazandıran da etkileşimin oluşturduğu bu sonuçtur. Kadının hegemonik sistem hakkındaki ve aynı şekilde hegemonik sistemin kadın hakkındaki bakış açısını benimsemelerine yol açan ve yatkınlık üreten toplumsal koşullarda ve zihinsel kodlarda köklü bir değişimin şart olduğunu görmek gerekir. Hegemonik sistemin ‘hipnotik’ gücü yatkınlık, rıza ve ürünü olduğu yapıların sürekliliği veya dönüşümüne derinden bağlıdır. Bu durumda salt hükmedilen bilinç ya da karılaştırılmış toplumsallıktaki yatkınlığı tek başına neden olarak sunmak kısır bir döngü oluşturacaktır. Tek taraflı suçlama ya da sorumsuzluk hegemonik ilişkilerin toplumsal tahakkümünü analiz etmede yetmeyeceği gibi çözümsel yönelimleri de doğrultusuz bırakır. Eril iktidarın hegemonik sistem içerisinde oluşturduğu tecavüz kültürü yatkınlık ve içsel kabul, diyalektik bir bağlam içinde ele alınmalıdır.

İhtiyaç duyulan hakikat temelli özgür yaşam arayışıdır. Tahakkümcü ilişkilerin bir bütününden köklü kopuşu gerektirir. Yapısal bir sorun haline gelmiş toplumsal cinsiyetçiliğin yapısal çözümüne işaret eder. Hegemonik sistem kendisine sor anlaştığı kadın doğa ve toplum üzerinden Evrensel kalmışsa çözüme dönük perspektifte Evrensel olmak zorundadır. Bugün bireyin toplumun ve doğanın uğradığı tahribat aynı hegemonik zihniyetin sömürü ve tahakküm deki sınır tanımazlığıdır. Bireysel, toplumsal ve doğasal ilişkilerin iç içeliği çözümünü de bütünlüklü kılıyor. Mücadelenin demokratik ekolojik ve kadın özgürlüğü ekseninde gelişmesi gerektiği yaşanan sorunların niteliği ile ilintilidir.

 

Sonuç yerine;

Tüm alanlardaki toplumsal sorunların bunalım ve kriz hali Eril tahakkümün içinde bulunduğu durumu özetler. Hegemonik sistem düzenini neyin üzerine inşa etmişse her dara düştüğünde ona yönelerek bunalımını aşmayı dener. Sonuçta her bunalımın nedeni üzerine inşa edilmiş olduğu sorunlu temeldir Bu anlamda kadın, bozulan düzenin günah keçisi olduğu kadar düzenin tekrar sağlanmasının da temel alanıdır. İnşa ve yeniden inşa burada gerçekleşir. Kadının siyasal kültürel ve dinsel sistemlerde kötülüklerin nedeni ve kaynağı olarak görülüp denetiminin şart kılınması şeytan ve cadı ile özdeşleştirilmesi, üzerine temellendirilen eril hegemonik iktidarın zayıf noktasını teşkil etmesindendir. Şiddet tahakküm ve korku sarmalı burada temellenir. Tecavüzün kurumsal sürekliliği olarak geliştirilen toplumsal cinsiyetçilik aynı şekilde Eril iktidarın kırılma noktasıdır. “En uzun süreli ve derinlikli bu tutsaklık aşılmadan hiçbir toplumsal sistem ve eşitlik ve özgürlükten bahsedilemez.” [9]

Bu tespit, kadına ve toplumsal yapıya ilişkin doğrultuya ışık tutar. Gelişecek kadın temelli toplumsal yapı doğal toplumun ahlaki-politik ve demokratik esaslarının yanında sorumlu, doğal yaşama saygılı ve bütünlüklü bir yaşamı önleyecektir. Kadın esaslı hakikat temelli özgür yaşam arayışı tahakkümcü ilişkilerin bir bütününden Kopuş için önemli bir başlangıç ve aynı şekilde gelecek perspektifi olacaktır. Bu da yapısal bir sorun haline gelmiş hegemonik takvimin yapısal çözümünü gerektirir. Eril hegemonik sistemin oluşturduğu ideolojik kültürel ve toplumsal düzlemdeki sorunların hem temeli hem de sonucu haline getirilmiş olan kadın çözümün de kendisidir. Bu kompleks durum kadın özgürlüğü eksenli yapısal sorunların ele alınıp analizini ve çözümünü zorunlu kılar. “Kadın ayrıca ahlaki ve politik toplumun asıl ögesi olarak özgürlük eşitlik ve demokratikleşme ışığında yaşamın etiği ve estetiği açısından da hayati rol oynar.” [10] Bu anlamda kadın doğasının, toplumsal doğaya ve doğal yaşama uygunluğu kadını oluşturulacak toplumsallığın da temeli yapar. Bu bağlamda “…gerekli olan,  tüm toplumsal alanlarda yürütülecek bir kadın devrimidir. Nasıl ki kadın köleliği en derin kölelik s kadın devrimi de en derin özgürlük ve eşitlik devrimi olmak durumundadır. Kadın devrimi hem Kuramda hem de eylemde en köklü çıkışları gerektirir. Öncelikle cinsiyetçi ideolojiye karşı ardıcıl, sürekli bir savaşım gerektirir. Kadın devrimi günün 24 saatinde yürürlükteki tecavüzcü zihniyete karşı ahlaki ve politik olarak da savaşın derinleştirilmesini gerektirir.” [11]

 

[1] Ali Fırat, Demokratik Ulus Çözümü, 5. Cilt, s. 39.
[2] Laurence Harris V. G. Kiernan, Marksist Düşünce Sözlüğü, çev.
Mete Tunçay, 1979, İletişim Yayınları.
[3] Ali Fırat, Demokratik Uygarlık Çözümü, 5. Cilt, s. 40.
[4] A.g.e, 4. Cilt, s. 323.
[5] Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi, 223. ayet.
[6] Ali Fırat, Bir Halkı Savunmak.
[7] P. Bourdieu, Eril Tahakküm, s. 54.
[8] A,g,e, s. 56.
[9] Ali Fırat, Bir Halkı Savunmak.
[10] Ali Fırat, Demokratik Uygarlık Çözümü, 3. Cilt.
[11] A.g.e, 4. Cilt, s. 325.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.