Düşünce ve Kuram Dergisi

Hegemonya Savaşları ve Olasılıklar Üzerine

Nilüfer Şahin

Kapitalizmin sistemsel krizi ve hegemonya rekabeti Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ile yeni bir evreye ulaştı. Ortadoğu’dan Akdeniz’e oradan Kafkasya’ya uzanan coğrafyada benzer işgal ve ilhaklar, vesayet savaşları ve çatışmalar son 20 yılda ilan edilmemiş 3. Dünya Savaşı görüntüsü veriyordu zaten. Batının kapitalist merkezleri ve Asya-Pasifik alanındaki devletler bu sıcak savaşların dışında kaldılar ya da başka ifadeyle savaşı kendi coğrafi sınırlarının ötesinde tutarak farklı düzeylerde dahil oldular. 

Ukrayna üzerinden patlak veren savaş, keskinleşen emperyal rekabeti bu merkezlerin sınırına taşıması nedeni ile kritik ancak beklenmedik değildi. Sistemin tüm alanlarında kriz halinin aşılamaz boyutlara vardığı açıktır. Ekonomik kriz, neoliberal kapitalist sermaye için geçersiz olması; ekolojik kriz dahil, toplumsal sorunları yönetecek kapasitesini yitirmesini getirmiş ve sistemi hızla tarihsel sonuna  getirmiştir. Savaş, bu aşamada duvarda duran silah misali, illa ki patlayacaktı. Bölgesel çatışmalar biçiminden, bizzat sistemin merkezi rakip güçlerinin karşı karşıya geleceği nihai hesaplaşmaya evrilmeden, ‘büyük dönüşüm’ gerçekleşmesi, hegemonyanın yeniden teşhisi olası görünmemektedir. 

ABD’nin kendi hegemonyasını tahkim etmek arzusu ile çıktığı seferde, Rusya’nın çevrelenmesi ve Asya-Pasifiğine odaklanma stratejisinin gereğiydi. ABD’nin büyük hesaplaşmasının esas muhatabı Çin ve temel rekabet alanı ise Asya-Pasifik alanıdır. Rusya, hegemonya rekabetinde kuşatılmasına ve etkisizleştirilmesine sessiz kalmayacağını sert biçimde ‘ilk yumruğu atan’ taraf olarak cevap verdi. Bu güç gösterisi mevcut denklemi tüm taraflar bakımından değiştirmiş görünüyor. Ne var ki, ilk yumruğu atma galibiyetinin garantisi olmayabilir ve işgal sonrası gelişmeler de bunu gösteriyor. Özellikle ABD bakımından işgalin bir “Allah’ın lütfu” durumunu yarattığı söylenebilir. Nihayetinde ilk verimi, ABD’nin uzun zamandır uğraşıp başaramadığı NATO’nun diriltilmesi oldu. NATO üyesi Avrupa ülkelerinin Pakta daha sıkı sarılması bir yana iki yüz yıldır tarafsızlığını koruyan İsviçre’nin NATO üyeliğine aday olduğunu açıklaması gibi, Almanya’nın NATO ülkesi olarak ordu kurma, askeri harcamalar için 100 milyar dolarlık bütçe yatırmasını açığa çıkardı. Rusya’nın bu hali ile, coğrafi kuşatmayı kırmış olsa dahi bu süreçte zayıflamış, karşı kampı güçlendirmiş, ekonomik ve siyası olarak hırpalanmış olarak çıkacak gibi görünüyor. 

Savaş veya bugün açığa çıkan bölgesel savaşlar serisi, merkezi hegemon gücün ve dünya kapitalist sistemin krizidir. Aynı zamanda krizden çıkış arayışının karakteristik biçimidir. Sistem krizi kapitalizmin merkezli hegemonya krizi olsa da etkileri her yerdedir. Çöküşün, tıkanmasının emareleri savaşın olmadığı alanları da kuşatır. Eski kurumlar işlevini yitirir, toplumda dağılma eğilimi artar, moral ve ahlaki değerlerde çözülme, kültürel yıkım belirginleşir. Genel olarak kuralsızlık kural halini alır. Tüm bunlar eski düzeni zorlar yıkımını belli bir aşamadan sonra kaçınılmaz hale getirir. Bu süreçte, merkezi hegemon güç için çıkış imkanı azalırken hegemonya dışındaki güçler bakımından çözümü geliştirme olanakları artar. Merkezi hegemon güçler aksine, dışta kalan halklar, devletler, grupların birikim düzeyleri oranında yenilenme kapasiteleri ve dinamikleri güçlenerek çıkabilirler. Yeni sistemsel düzeni inşa edebilir ve merkezi hegemonya konumuna yükselebilirler! 

Süreçler savaşa evrildiğinde; yenilgi ile çıkmak otomatik olarak lider güç olmayı sağlamayabilir. Savaş, tarafları güçten düşürür, kaynaklarını tüketir. Bu nedenle hegemonya savaşlarının sonunda savaşın galibi, esas gücün yerine beklenmedik aktörlerin sahneye çıkması daha yüksek bir olasılıktır. Bu açıdan en tipik örnek ABD’dir. Birinci ve İkinci Dünya savaşları arasındaki birikimini tamamlamış, 2. Dünya Savaşının kaderi belli olduktan sonra savaşa dahil olarak, tüm taraflar karşısında yıpranmamış ve yükselen güç olarak dünyanın “süper güç”, hegemonik merkez konumuna ulaşmıştır. 

Hegemonik merkezin oluşumunda askeri üstünlük etkili olsa da belirleyici faktör değildir. Çünkü; hegemonya olgusu aynı zamanda bir “rıza üretme” kapasitesini gerektirir. Bu yalnız toplum için değil, sermaye için de gereklidir ve rıza üretimi caydırıcı askeri güçten daha fazlasını gerektirir. Hegemonya kurabilmenin bu karakteristiğini gösteren örnekler, 13.yüzyılda hegemonya merkezinin Doğudan Batıya kaymasını sağlayan faktörlerde bulunabilir. 13.yüzyıldan itibaren yalnız sermaye, maddi birikimler değil, bilim, felsefe, kültür, sanat, düşünsel birikim Batı merkezli hegemonyanın gelişiminde ve askeri üstünlükten daha etkili olduğu biliniyor. Bugünün hegemonya mücadelesinde aynı faktörlerin geçerli olduğu-olacağı muhakkak. Bu faktörlerin toplumda yeni bir paradigma biçiminde somutlaşacağını, sistemin ancak paradigma üretebilmeye haiz yeni bir güce veya güçlere şans tanıyacağını eklememiz gerek.

Hegemonya savaşları için diğer bir karakteristiğine değinmeliyiz: Bu savaşların yıkıcılık boyutu; yalnızca dünya çapında oluşundan kaynaklanmaz, temel yıkıcılık nedeni  rekabetin keskinliğidir. Savaşın başındaki planlı-rasyonel hareketlerin hamleleri, yerini giderek akıl ve kural dışı saldırılara bırakır. 2. Dünya Savaşı bunun örneğidir. Yalnız Nazizmin tek başına yarattığı yıkım değil, savaşa dahil olan güçlerin toplamda korkunç insan kayıplarına yol açmışlar. Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan ABD bombaları hegemonya savaşının vardığı boyutları gösterir.

İşgal karşısında Batının yaşadığı korku, salt devletlerin değil, Batı toplumlarını kuşatan Doğunun despotizmine duyulan korku dikkat çekiciydi ve sosyolojik bir bilançonun olacağı, bu bilançonun yaratacağı sonuçları mutlaka mevcut tabloyu etkileyeceğini not etmek gerekir. 

Son gelişmeler sistemin yapısal krizini nasıl etkileyeceği, ABD’nin bu krizden lider dünya gücü olarak çıkıp çıkmayacağı ise hala belirsizdir. Krizin nedenleri sistemsel tarihi rekabetin esas özneleri başka alanlara, çözümü de bu alanlarda olacaktır. Hegemonya sorunu, sistemin tamamını kapsayan, kendine özgü diyalektiği, suresi ve dinamiklerini barındıran olgulardan. Güncel boyutu hegemonya olgusunun tarihsel gelişimi, karakteristiği ile birlikte anlaşılabilir.

Tarihsel olarak hegemonya devlet olgusu ile birlikte açığa çıkıyor. Sümer, Akad-Asur hegemonyasından bugüne, merkezi hegemonik gücün gelişim ve çöküş sistematiği önemli noktalarda benzerdir. Temel farklardan biri; kapitalizm öncesi hegemonik gücün uzun süre konumunu koruyabilmesi. Kural olarak görülen, bu sürenin birkaç yüz yıla ulaşması. Aşırı merkezileşmenin olmaması, hegemon gücün bu sayede kendini yenileyebilme olanağı sağlaması, sürenin uzamasında başlıca neden olabilir.

Kapitalizm çağında ise hegemonya merkezi olma konumunun devamı yüzyılı bulmuyor. Nedeni, sistemin aşırı merkeziyetçiliği ve öncelikle de sermayenin merkezileşmesidir. Bu özelliği, kapitalizmin paradoksu olarak da anlamlandırabiliriz. Sermaye, doğası gereği ‘sonsuz sermaye’ birikim imkanlarından beslenmeye çalışır. Bunun için sürekli artan kar oranlarını gerektirir. Bu ise merkezileşme ile mümkündür; ancak aşırı merkezileşme belli bir aşamadan sonra “sonsuz sermaye” birikim imkanını ortadan kaldırır. Büyümeyi sürdürecek pazar, üretim, teknik tüketimi, dahası normal koşullarda bunları yenileyecek potansiyeli de tıkar. Kriz bir sistem krizi olarak açığa çıkar. Krizin aşılması için yenilenmiş pazar, yeni teknik, yeni ekonomik modelin üretilmesi gerekir. Ancak hegemon güç bunları üretme kapasitesini tüketmiştir. Maddi ve düşünsel rezervleri tüketen hegemon güç, kaos ve savaşın tetikleyicisi haline gelir. Savaş merkezde patlak vereceği gibi çevreden de gelişebilir. 

Gelişmeleri bu temel üzerinden yorumladığımızda, birincisi; büyük nihai savaşın eşiğindeyiz diyebiliriz. İkincisi ise bu aynı zamanda büyük dönüşümün eşiğinde olduğumuz anlamına da geliyor. Savaşın nasıl gelişeceğine hegemonya sorununun çözüleceğine dair kati öngörüleri olası değil. Ancak rekabetin öznelerine dair verilerden hareketle, olasılıklardan söz edebiliriz. Bunlar içinde ABD’nin hegemonya merkezi olarak konumunu koruyup koruyamayacağı bir sorudur. Teknik açıdan mümkün görünmüyor. İmparatorluğun başta Çin olmak üzere, rakipleri karşısında gerilediğinin işaretlerini uzun zamandır veriyor. Gerileme tek boyutlu değil, siyasi açıdan ve rıza üretme kabiliyeti bakımından da söz konusudur. ABD’nin genel tablosu gerileyen hegemonya güç karakteristik özellikleri ile örtüşüyor.

Çin’in yükselişi, onu hegemonya merkezine taşıyacak düzeyde olup olmadığı ise tartışmalıdır.  Kısmen teknolojik, ekonomik üstünlük ve bu alanlarda paradigma üretme kabiliyeti ve dinamizmi avantajına sahip olabilir. Bununla birlikte dünya çapında hakimiyet sağlayacak bir model oluşturacak, buna rıza üretecek potansiyeli mevcut durumda yeterli görünmüyor. Batının liberal demokrasisi karşısında bir seçenek oluşturamaması bir dezavantajı olarak kaydedilebilir.

Avrupa açısından Ukrayna işgali ile birlikte açığa çıkan yeni bir durumdan söz edilebilir. Yakın zamana kadar kapitalizm merkezlerinden biri olarak, ekonomik ve siyasal açıdan birliğin avantajlarını da kullanarak belli bir denge kuruyordu. Dengeciliği siyasi ve ekonomik alanda “doğu bloku”nun faşist yöntemlerine karşı aşırı tavizkar tutumlarını da içeriyordu. Ukrayna işgali AB’ye hem birlik olarak hem de ülkeler bazında denge durumun korunmayacağını kavratmış görünüyor. Hegemonya rekabetinde özelde Almanya (kısmen Fransa)’nın beklenmedik çıkışları olasılıklar arasında. Rekabete açıkça dahil olan bu merkezler ve güçler dışında, sürpriz güçleri, devletleri görmeye hazırlıklı olmalıdır, dünya. Var olan blokların daha fazla kaynaşarak veya dağılarak sürece dahil olmaları da başka bir olasılık. 

Dönemin halklar bakımından nasıl imkanlar ve sonuçlar doğuracağı ise çok az tartışılıyor. İlgili öznelerin objektif durumu bu gündem dışı kalmada etkili. 1. Dünya Savaşı sırasında devrimci demokratik özneler savaşın gidişatını belirleyecek düzeyde güce sahiptirler. Bolşevik Devrimi bu dinamik öznelerini, paradigma üretme düzeylerinin de ifadesiydi. Dünya düzenini (başta da savaşı etkileyerek) 1917’den 90’lara kadar belirlediler. 2.Dünya Savaşında sömürgecilik karşıtı direnişler, faşizme karşı sosyalizm halkların seçeneği olarak dönüşüm özneleri oldular. Bugün aynı tablonun varlığından söz etmek mümkün görünmese de halkaların seçeneksiz olduğu da iddia edilemez. Demokratik modernite paradigması, yalnız somut bir sav olarak değil; toplumsal ve bilinen asli dinamikleri ile bu seçeneği hazırlıyorlar ve varlar. 1. Dünya Savaşı sürecinde Bolşevikler bu düzeyde dahi organize değildi, buna rağmen süreci değerlendirecek taktik, stratejik hamlelerle üçüncü bir hattı yaratabildiler. Savaşın, tarihsel dönüşüm dinamiklerinin halkların kendi seçeneğini öne çıkaracak imkanlar yaratacağı öngörülebilir bir durum. Asıl olan bu seçeneğin etki alanını genişletmektir.

 

Kaynakca
1- Dünya sistemleri Analizi, I.Wallerstein
2- Yeni faşizm,  E. Yıldızoğlu
3- Parastin, Pencemin

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.