Düşünce ve Kuram Dergisi

Hegemonyacılığa Karşı Hakikat, Kadınladır

Melsa Zozan

Hegemon ilişkiler, çıkarlar temelinde geliştirilir. Hegemonyacılığın temel karakteristik özelliği, kendi yararına olmayanı kabul etmeme anlayışıdır. Yarar sağlama bir nevi yaşamını devam ettirme dürtüsü ile bağlantılı olmaktadır. Yaşamının sürekliliğini sağlama, tüm canlı türlerinde varlık gerekçesi olarak anlam kazanır. Fakat artı ürün veya artık ürünün insan toplumsallığında çıkışından sonra, erkek tarafından bu anlam önce değerinden düşürülmüş sonrasında ise anlamsızlıkla bütünleşmiştir. Yaşamın anlamsızlığına karşı anlamlı yaşamın sahipliğini sürdürme eylemi ve kararlılığı, tek taraflı bir şekilde kadın cinsi tarafından devam ettirilmiştir. Sadece toplumlu olabilme çabasında olan kadın, yaşam anlayışının değersizleştirilmesine karşı büyük ahlak mücadelesi içinde olmuştur. Egemen anlayışa karşı, ana kadın mücadeleciliğinde ısrarını sürdüren, kadın olmuştur. 

Kadının, egemen erkeklik zihniyetine ve bu zihniyetin eylemlerine karşı tarihte demokratik direnişi hep olagelmiştir. Tek cinsin diğer cins üzerindeki hakim olma anlayışı yani anlam kayması ile egemenliğin başladığı, günümüzdeki kadın direnişinin ortaya çıkardığı gerçeklik ve aynı zamanda hakikatin pozitif yanı olmaktadır. 

Öncelikle bir konuyu tüm boyutları ile ortaya koymak gerekmektedir. İlk toplumsal ilişkilerin kimler arasında ve nasıl geliştiğinin kavranması önemli olacaktır. Yaşamın kavranmasında veya insanın ilk toplum formunda, varlıkların; iki cinsin birlikte yaşamını sürdürmesinde kadının belirleyici olduğu, son yılların en kabul edilir konusu olmaktadır. Toplumsal olabilmek, doğa ile kurulan ilişkiler kadar kadının erkekle kuracağı ilişkilerin düzeyine de bağlıdır. Kadının kendisinin doğurduğu erkekle kurduğu ilişkinin sorumluluk anlayışı, aynı zamanda doğa ile arasındaki karşılıklı sorumluluk ilişkisini de etkiler. Tam da bu noktada karşılıklı sorumluluk ilişkisinin aynı zamanda karşılıklı birbirinin varlığını devam ettirme amacında olma hali, en temel kadın toplumsallığının karakteri olmaktadır. Bu yaşam ilkesinin olduğu yerde, egemenlik ilişkisinden veya hegemonik ilişkiden bahsedilemez. Eğer hegemonik olmayan ilişkiden bahsedilecekse, o da ancak karşılıklı birbirinin varlığını devam ettirme anlayışı ve bu anlamda özgürleşme mücadelesi içinde olma ile varlık kazanabilir. Üstünlük kurma ilişkisinin ve yapısallığının olduğu siyasi alan, demokratik mücadelenin verildiği zamanların anlamının negatif taraflı yaşanmasını beraberinde getirir. Bu anlamda cins bilincine bağlı gelişen cins örgütlenmesinin, tüm siyasi yapılanmalarda doğrudan etkisi yaşamın hakikat algısını yaratacaktır.

Hegemonyanın veya hegemonyacılığın anlaşılması, doğrudan kadın cinsi üzerinde uygulanan cinsiyetçilik ideolojisinin anlaşılması ile gerçekleşecektir. Kadın ile kadının toplumsal varlığına karşıt pozisyon belirleyen tek taraflı hakimiyet arasındaki ilişki, kuşkusuz üzerinde tartışılması gereken bir konu olmaktadır. Günümüzde insanın insan olma özelliklerinin kapitalist sistem tarafından hem erkek hem kadın üzerinde parçalandığı gözler önündedir. Her iki cinsin tanınmazlığı ve buna paralel toplumsallıktan düşüşün yaşandığı kaos süreci devam etmektedir. Tek cins hegemonyacılığına dayalı sistem, artık kendisini üretememektedir. Üretemez ve yenileyemez bir gerçeklik yaşanmaktadır. Bunu bilen mevcut erkek sistem hegemonyacılığı, yirmi birinci yüzyıl stratejisini açık bir şekilde ifade etmese de, kadın üzerinden ve yeniden kadın cinsini şekillendirme üzerinden belirlemiştir.  

 

Hegemonyacılık Cinsiyetçiliktir

Öncelikle şunu belirtmek yararlı olacaktır. Kadının kendini doğanın bir parçası olarak bilmesi aynı zamanda kadının en temel düşüncesi olmaktadır. Kendini düşünen doğa olarak kadın, yaşamla ilişkisini bizzat kendi öz benliği ile kurmuştur. Bir arada yaşamanın zorluklarına karşı mücadeleciliğini, toplum olmakta ısrar ilkesini benimsemekle vermiştir. Kadının kendi varlığını devam ettirme, sürekliliğini sağlama ihtiyacını toplumsallaşma ile giderdiği, günümüzdeki tüm tarihsel veriler ortaya koymaktadır. 

Demek ki, ilişkili olma hali, toplumsallaşma ile gerçekleşmektedir. Erkek için de geçerli olan bu durumun, en temel ilke olan yaşamın anlamına varmak için olduğu açıktır. Fakat günümüz gerçekliğine bakıldığında, yaşamın anlamı tarihin başlangıcı gibi midir? Tek cins egemenlikli bir yaşama, gerçek anlamda yaşam tanımı yapılabilir mi? Veya özgür ilişkilerin olduğu söylenebilir mi?

Bu soruların yanıtı veya yanıtları, yine tarih içinde aranabilir. Kadının mitoloji zihniyeti ile başlayan    önce sınırlandırılarak iradesi kırılan, daha sonra tek tanrılı dinlerle kırılan iradesinin yeniden kırılarak adeta yaşam iradesinin tamamen anlamsızlaştırılması ile ilişkiler de en büyük darbeyi almıştır. Sağlıklı kadın erkek ilişkilerinden söz edilemeyen zamanlar başlamıştır artık. Tüm somut örnekleri tarih fazlasıyla  açığa çıkarmıştır ve çıkarmaktadır. Sümer uygarlığı ile başlayan egemen zihniyet ve bu zihniyete dayanan erkek egemenlikli toplumda Akad Sargon hegemonyacılığı, geniş Ortadoğu coğrafyası üzerinde gelişmiştir. Döneminin bir çok kabile toplumlarını askeri ordu örgütlemesi ile işgal eden Sargon hegemonyası, süresi boyunca, tanrıça kültürü ve yaşamı direnişçiliğini bırakmamıştır. Şiddetin giderek hakim hale gelmesi, sömürünün her türlüsünün tüm topluma yayılması ile acıların sahibi olan kadınların yeni  şekillenen devlet ve devletli toplumuna karşı yaşamını süreklileştirmesi, Babil hegemonya sürecine kadar da devam eder. Artık hegemon, tüm toplum ve toplumun ilişkide olduğu doğa üzerindedir. Talan, kırım, ganimet, yıkma, yakma hegemonyanın olmazsa olmazıdır artık. Savaşların en derin etkileneni olan kadınlar ve çocukları, anlam yitimi altında varlıklarını sürdürme mücadelesini acılarla, direnmeyle, içine atarak, kahrolarak, içten içe asla kabul etmeyerek sürdürmüştür. Halil İbrahim ile başlayan “Kimsin?” sorgulaması ve sonraki tek tanrı erkek ile cevabı verilen süreçte kadının, kendi benliği ile yarattığı toplumuna yabancılığı da başlamış oldu.

Yukarıda kısa da olsa kadının etkilendiği boyutlara yapılan vurguların yanı sıra, hegemonyacılığın da kendi ilişkilerini geliştirmesi zorunluluğunun görülmesi gerekmektedir. ‘Zorunluluk’ diyoruz. Zorunluluğun baskı, zor, şiddet, kandırma, saptırma ve yok etme ile bağı vardır. Hegemonyacılık aynı zamanda kendisini daima genişlemesine kabul ettirme anlayışıdır. Şiddete dayalı veya karşısındakinin iradi varlığını zayıflatma amaçlı hedef sahibi olma, hegemonyanın tanımıdır. Özellikle erkeğin tek taraflı hakimiyeti ve bu hakimiyetini devlet biçimiyle somutlaştırması, günümüz dünya üzerindeki devlet örgütlenmelerinin fazlalığında görülmektedir. Bu fazlalık bir anlamda erkek karakterli toplum sisteminin hegemonyacılığıdır.

 

Tek Cins Hegemonyacılığının Çözülme Süreci 

Hegemonyacılığın karakterinde rekabetçilik vardır. Rekabet, birbirine üstünlük kurma mücadelesidir. Kullanılacak yöntemlerin sınırı yoktur. Ve günümüzde dünya gezegeninin geldiği düzey bu sınırsız yöntemlerin sonucu olmaktadır. Doğanın bozulması, sera etkisi sisteminin SOS işareti vermesi, iklim sistemlerinin bozulması, gıda ve su krizlerinin yaşanması, yerel yaşamların anlamsızlaşması, hayvanların petrokimya ürünleri karşısında yaşam savaşı vermeleri, bunlardan sadece birkaçıdır. 

Bilindiği gibi her iki dünya devletleri arası savaşlardan birincisinde, Rusya’da sovyetlerin (Konsey) yöneticiliğini kabul eden sosyalist devletler birliği de çıkışını yapmıştır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olarak Avrupa ve sömürge sahibi devletler arasından sıyrılarak, kendi siyasi birliği ile sistemini kurma kararını almıştır. Sümer ziggurat mirası ile kurulan devletçilik mirasının ilk örneklerinden biri olan Sovyetler Birliği, kapitalist tekelci sistem içinde bir üçüncü kutup olarak tarih sahnesine çıkmayı başardı. Bu başarı ikinci dünya savaşının da hazırlayıcı etkeni oldu aynı zamanda. Tek lider olmayı hedef edinen sömürge imparatoru  Amerika, Avrupa’dan sonra kendisine rakip başka gücü kabul edemezdi. Ve nitekim etmedi de. Alman ve İtalya faşizminin büyümesini kendi çıkarı temelinde kullanma politikasını ustaca uygulamıştır. İki kutuplu dünya, sosyalist devletler topluluğu ve kapitalist devletler arasında kutuplaşma bir çok antlaşmalarla örgütlendirildi. Amerika, yenilen ve yıpranan Avrupa devletleri ile İngiltere’ye karşı hegemonyasını ilan etmede gecikmedi. Sovyetler Birliğine karşı soğuk savaş ve mücadele süreci 1989’a kadar devam etti. Bu yılda Berlin duvarının yıkılması ile Sovyetler Birliği dağılımını ilan etti.  Artık dünya devlet sistemleri hegemonik gücü, liderliğini Amerika ile ilan eti. Sovyetler Birliği başkanı Gorbaçov, Birliğin dağıldığını ilan ederken Amerikalılara şunu söyler; “mücadeleyi siz kazandınız. Ama size çok büyük bir düşman kazandırdık. O da artık karşısında savaşacağınız bir düşman yok.” 

Otuz yılı geride bırakan “düşmansızlık” nedir? Tüm dünyanın “kutupsuzluk” üzerinden yeniden inşası olan Büyük Ortadoğu Projesine geçerlilik kazandırma mıdır? Veya diyalektiğin en temel ilkesi olan çelişkilerin antagonist durumdan, birlik durumuna geçişin sağlanması mıydı? Kuşkusuz daha da çoğaltılabilecek bir çok sorunun cevapları sömüren-sömürülen ilişkisi temelinde verilebilir. Fakat cins çelişkisi temelindeki yanıt, en temel belirleyen olacaktır. Kendisine düşman yaratarak yani tam karşıt yaratarak devamını sağlama yöntemi, egemen-hegemon olma yöntemidir. Temel varlık hali ise cins çelişkisi ve ilişkisine bağlı olmaktadır. Gelinen aşamada toplumsal formda yaşamın olamayacağı anlaşılmış olmaktadır. Devletler arası yani tek taraflı erkek akılları arasındaki en uç zihniyetlerin sonucu nükleer silahların dünyanın sonunu getirme tehlikesi farkedildi. Bu farkedişle birlikte kadın cinsinin geriletilmesinin yarattığı sorunlar, daha da görünürleşmiştir. Fakat bu görünümün halen tek taraflı erkek politikacılığı tarafından anlaşılmadığını belirtmek gerekmektedir. Anlaşılmamaktadır, çünkü hegemonyacı düşüncede ve yaşamında kendini var edeni inkar etme vardır. 

 

Temel Çelişki, Cins Çelişkisidir

Günümüz hegemonik sistemini birkaç açıdan ele almak yararlı olacaktır. Politik, kültürel, yaşamsal açılardan ele almak, kadının da anlatılmasını kolaylaştıracaktır. Temel çelişki, tarihte olduğu gibi cins çelişkisidir. Toplumsallaşmanın ilk zamanlarında gelişimin ana çizgisi, çelişkidir. Şunu belirtmek aydınlatıcı olacaktır; çelişki ikilem halindeki varoluşun, her iki ikilemin birbirini yok etmesi veya birbirine üstünlük kurma temelinde olmamasıdır. İki farklılığın biraradalığı olarak ele alınması, yaşama anlam vermede daha doğru yaklaşım olacaktır. Hegemonik güçlerin kültürel, siyasal, ekonomik, sanatsal hakimiyetinin yaşandığı günümüzde iki yaklaşım öne çıkmaktadır. Birinci ve ikinci dünya savaşlarında egemen güçler arasında yaşanan savaşların temel karakteri, birbirine üstünlük sağlayarak, kazananın diğerini kendi çıkarı çerçevesinde kabul etmesiydi. Nitekim hegemon İngiltere devletinin, devasa ‘güneş batmayan sömürge’ imparatorluğu kendi ekonomik ve siyasi çıkarları temelinde Ortadoğu halklarını aşiretler ve ailelere parçalayarak sözde Arap ulus-devletlerini kurdurttu. İkinci dünya savaşında da Amerika yeni hegemon güç olarak teknik ve fazla yıpranmamış dış siyasetini de kullanarak, İngiltere’nin yerine geçmeyi başardı. Tipik, tarihsel hegemonik kural işlemiştir. Devletler arasında birbirinin yerine geçerek, sömürge çıkarları temelinde varlıklarını koruma ilkesi ile hareket edilmiştir. 

Hegemoncılığın yani liderliğin en önemli görevi, liderliğini devam ettirebilmedir. Sürekliliğini sağlama mücadelesi, her hegemonik gücün temel yaklaşımıdır.  

Günümüzde kadın cinsi üzerinden tek cins egemenlikli düzenlerini süreklileştirme kaygısının, yoğun bir şekilde yaşanmasına tanık olunmaktadır. Bu kaygıdandır ki hegemon güç olan Amerika’da son seçimlerde Biden, bugüne kadarki tek cinsli başkanlık sisteminde değişim yaparak yanına bir kadın almıştır. Bu örnek yaşanan durumu çarpıcı bir  biçimde ortaya koymaktadır. Kuşkusuz yaratılan kadının, hegemon sisteme alternatif olma durumu yoktur. Hegemonik zihniyette, farklılıkları öz iradeleri ile kabul etme karakteri yoktur. Fakat bu sefer en deşifre olmuş haliyle… Geleneksel ataerkil zihniyet gereği Zeus’un alnından Athena’yı yaratması misali, ancak kendisinin yaratımı bir kadın olmalıdır! 

Tam da bu noktada hegemonik sistemin neden buna ihtiyaç duyduğu sorusuna en iyi yanıt, kadınlar tarafından verilmektedir artık. 

Dünyada bir kadın uyanışının önüne artık geçilemeyecek zamanların yaşandığı, herkes tarafından kabul edilmektedir. Kabul etmeyenlerin yaşama şanslarının da olamayacağının farkındalığı, dünyada gelişen yaygın eylemliliklerden görülmektedir.

Kapitalist hegemonyacılığın ciddi krizler içinde olduğu süreçler yaşanmaktadır. 2001 yılında Amerika’da Dünya Ticaret Merkezinin El Kaide tarafından vuruldu. Vurulan yerin Amerika olması, vurulanın ise tüm dünyadaki ticaretin temsilcileri olması, vuranın ise Ortadoğu’lu olması devletler arası ilişkilerin yeni bir sürece girdiğinin göstergesiydi. İki kutuplu dünyanın sona ermesinin üzerinden on yılı aşkın bir süre geçmişti. Yukarıda sözünü ettiğimiz Gorbaçov’un söylemi, basit değildi. Hegemonya, artık düşmansız yani çelişkisiz kalmıştı; klasik Marksist diyalektik anlayışına göre. Bir anlamda söylem doğruydu. Klasik Marksizme göre çelişki, zıtların birbirini yok etme temelindeki mücadelesiydi. Kapitalizm, sosyalizmi yenmişti! Ama hakikat bambaşkaydı…

Özgürlük eşyanın tabiatında gizliydi. Her ne kadar iktidarcı güçler arasındaki rekabet devamlılığını korusa da, baskı altına alınıp da varlığını sürekli koruyan kadın ve halklar, kabileler, antikapitalistler, ekolojistler aydınlanmalarını çağın bilimsel gelişmeleriyle daha da güçlendirdiler. En temel toplumsal çelişki olan cins çelişkisi etrafında şekillenen hegemonik iktidarcı sistemin, tek kutuplu süreklileşmesi çatırdamaktadır. Hegemon güç Amerika, hegemon cins de erkek cinsiydi. Fakat artık bu durum değişmektedir.  Erkek hegemon sisteminin politik, kültürel ve ekolojik sürdürülemezlik sınırlarına dayandığı, yine hegemon Amerika’nın bilimcileri tarafından da ifade edilmektedir. 

 

Bir Kaç Son Olmayan Söz

2003 yılında Irak’a müdahale ile derinleştirilen üçüncü dünya savaşı, günümüzde doğu ile batı arasındaki çekişme ve mücadeleye tanık olmaktadır. İktidarcı hegemonyanın rahmi olan Ortadoğu, aynı zamanda Doğu’nun kendi toplumsallığını yeniden oluşturma süreci olarak anlam bulmaktadır. Bu anlam arayışının kaynağında ise kadın cinsinin Özgürlük Hareketi ile başlayan mücadelesinin, yaklaşık elli yıldır Kürdistan’dan başlayan kendi cins bilincini kazanma vardır. Doğrudan kadının kendi iradesi ve doğrudan kendi yaşamını savaşla mücadele ile kazanma perspektifi ile hareket etmektedir. Dünya hegemon erkek güçlerinin kendi aralarındaki çekişme ve üstünlük kurma politik ilişkilerine alternatif olarak gelişen kadın hareketi, alternatif olduğu kadar hegemon sistemin yarattığı kadın modeline karşıtlığını da açığa çıkarmaktadır. Kadının öz cins ideolojisine dayanan örgütlenmesi, doğrudan ataerkil ve iktidarcı hegemonyayı hedeflemektedir. Feminist hareketlerin iktidarcı sistemi yapısökümcü yöntemlerle deşifre etmesi, kadında belirli bir kendi cins kimliğinin farkındalığını yaratsa da, esas belirleyici olanın hegemon sistemin alternatifi olup olmayacağıdır. Mevcut dünya kadın hareketlerine bakıldığında, hegemonik kapitalist sistemi en çok aşındıran algının, kadın yaşamın her alanında kendisini hissettirir düzeyi yakalamasıdır. Bu hissiyat, tüm dünyada etkili olsa da hakim erkek sisteminin, mevcut kadın uyanışlarını kendi sistemine dahil etme çabaları halen ince siyasetlerle devam etmektedir. Liberalizmin tehlikesi tam da bu konuda ele alınmalıdır.

Kaos süreçleri, özgürlük an’larının yaşandığı anlardır. Bilimsel gelişmeler bunu açığa çıkarmıştır. Kaos süreçlerinin an’da oluşan etkileme ve etkilenmeleri, günümüzdeki hegemon savaşlar ve güçler için de geçerli olmaktadır. Etkileme ve etkilenme an’ları, kadın cins bilinci ile örgütlenen kadın hareketleri ile hegemon erkek sistemi arasındaki ilişkiler için de geçerli olmaktadır. Bir yerde kadının yaşamak için toplumunu oluşturma mücadelesi, aynı zamanda kadının kendi iradesini de açığa çıkarmasıdır. Artık her aklı, her düşünceyi, her bedeni, yaşam adına sunulanları sorgulama temelinde yaklaşmakta ve her bir adımda kendisini gömen erkek zihniyetini kavramaktadır. Kadın, kendini oluşturarak varlığını kazanmaktadır. Kadın cins kimliğini sahiplenme, kadın cinayetlerine karşı örgütlenme, kadın hakları alanındaki mücadeleler, erkek ordularına karşı en temel eşitlikçi mücadele aracı olarak silahlı mücadele ile öz savunmasını geliştiren alanlar giderek çoğalmaktadır.  Varlığını yani var olduğunu ortaya koyması, hegemon erkek yaşamını etkilemektedir. 

Kadın hareketlerinin tüm dünyada farklı eylemlerle kendini görünür kılması, hegemon iktidarcı sistemi derinden farklı arayışlara koymaktadır. Doğrudan kadını hedefleme politikacılığının yerine, yumuşak güç politikalarını özgürlük yansımaları olarak lanse etmek istemektedirler. Ki günümüzde teknoloji ve endüstriyi de arkasına alarak, simülasyona dayalı bir yaşam algısı üzerinden sistemi yeniden üretmek istemektedirler.

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.