Düşünce ve Kuram Dergisi

İbrahimî Dinler ve Moderniteler Arası Geçiş: Tanrı Krallardan “El”e Zihniyet Devrimi

Nurhak Gülbahar

Bir çocuğun bitimsiz merakına benzeyen bir itki ile tarihin en bilinmedik ama içinde bütün zamanlardan daha fazla zihniyet devrimini barındıran, karanlıklar içinde ancak el yordamı ve zengin bir hayal gücü ile yol aldığımız çağlar öncesi insanlık tarihi, aslında en uzun ve en renkli dönemin adı oluyor. Bu döneme sağlıklı ve doğru bir tarihsel perspektif ile bakmak, günümüz dünyasını, gerçekleşen tarihsel durumları anlamlandırmada çok güçlü bir zemin sunacaktır. Böylece tarih, yorumlarla, tarihe bakışla canlı bir organizmaya dönüşerek bir zincirin halkaları şeklinde günümüze kadar gelir. O nedenle de doğru tarih perspektifi, ideolojik alanın da en büyük dayanağını teşkil eder.

Konumuz itibariyle Tanrı-Kralların, dinsel anlamdaki zihniyetin oluşması, İbrahimî dinlerin ardı ardına tarih sahnesine giriş yaptığı insanlık tarihinin en eski ve en az bilindik dönemi, düşünsel anlamda en büyük sıçramaların yaşandığı dönemdir. Bu dönemde, topluluklar halinde bir arada yaşayan insanların ihtiyacı, doğanın ritmini bilgiye dönüştürme için güçlü bir zemin olmuştur. Diğer yandan da hiyerarşik düzen, komünal toplumla evcil-ana etrafındaki gücü dağılma sürecine girmiştir. Bu gelişim-değişim seyrine bağlı olarak da somut düşünceden soyut düşünceye doğru bir zihniyet sıçraması gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda Tanrı-Krallardan da Tanrı-Kral Panteonu’na oradan da “El”e dönüşerek -ki günümüz dünyasının oluşmasında en sağlam ve neredeyse sarsılmaz diyebileceğimiz düşünsel yapı taşıdır- İbrahimî dinlerin temellerinin atıldığını görmekteyiz. Dönem bir “Ol”ma, yaratma dönemidir. Teknolojinin bütün imkanlarına rağmen, günümüz bilim dünyasının hâlâ tam anlamıyla aydınlatamadığı geniş bir zaman dilimini kapsayan dönemdir. Bu dönemi yorumlamamızda elimizdeki yegâne veri durumunda olan mitlere, destanlara baktığımızda; insan dimağının en duru, en renkli var etme halinin oluştuğunu görmek şaşırtıcı olmaktadır.

Ne kadar sürdüğü bilinmeyen ama insanın bir tür olarak primatlardan yavaş yavaş koptuğu süreçte, insanlar kullandığı aletlerle daha çok ürün elde etmeye başlamıştır. Bu da primatlarla arasındaki mesafeyi daha fazla açmasına yol açmıştır. Buna bağlı olarak sürekli bir araştırma halinde olan insanlık bu dönemde, 20-30 kişilik gruplar, klanlar halinde dolaşmıştır. Adına “doğal toplum” denilen, insan türünün yaşadığı en uzun bu evre, belki de tarihe bakış teleskobumuzun en az ulaştığı dönemdir.

“Doğal toplum”un toplumsal yapısı klan örgütlenmesidir. Bu dönemde her şey klan içindir ve evrimin kuralları işlemektedir. Bu dönemi iyi açımlamak ve onun zihniyet devrimi açısından önemini kavramak lazım. İlk’ler bu dönemin adı olmaktadır. Ortak yarara dayalı ana-kadın ve yaşlı-tecrübeli erkek dayanışması olumlu ve yararlı bir birlikteliktir. Birikim ve mülkiyet ihtiyacı yoktur. Dinsel inanış olarak her klan bir totemle kendini ifade eder. Klan için önemli olan bir sembolle kendini ifade etme ihtiyacıdır. Bu da somut düşünceden soyut düşünceye bir devrimsel zihniyet sıçramasına yol açmıştır. Totem, klanın ortak ruhudur. Elbette klanın totemle kendini kutsaması beraberinde klan üyelerini bağlayan bir ahlak kavramının oluşması ve ortak bir bilincin gelişmesi anlamına da gelmektedir. Klan için en yararlı eşya, bitki ya da hayvan bu totem için seçilen semboldür.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu dönemi şöyle değerlendirmektedir: “Doğal toplumu insan varlığının başlangıç tezi olarak değerlendirmek gerçekçidir. İnsanlık var olmayı bu teze dayanarak başlatmıştır. Ondan öncesi hayvansı yaşamdır. Sonrası ise ona karşıtlık temelinde gelişen hiyerarşik ve devletçi toplumdur. Zaten bu dönemin anti-tez karakteri doğal toplumu sürekli bastırması ve geriletmesinden kaynaklanmaktadır. Tez olarak doğal toplum, insan yerleşiminin tüm alanlarında geçerli olduğu gibi, süre olarak da başat olarak Neolitik dönemin sonlarına (yaklaşık M.Ö. 4000) kadar etkin bir toplumsal sistemdir. Bastırılmış olarak da günümüze kadar tüm toplumsal kavramlarda da bu süreklilik açıktır. Aile, kabile, ana, kardeşlik, özgürlük, eşitlik, arkadaşlık, cömertlik, dayanışma, bayramlar, yiğitlik, kutsallık vb. birçok olgu ve kavramlar bu toplumsal sistemden kalmadır.”

Bu döneme kadın ve doğanın dönemi de denilebilir. Yaşamın, doğanın bilgisini en iyi bilen kadın etrafında doğal olarak gelişen bir organik dayanışma mevcuttur. Bu, bir güç ilişkisi değildir; ana-kadın etrafında gelişen evcil ve canlı doğa zihniyetiyle barışık bir ilişki biçimidir. Bu dönemde, canlı doğa anlayışının sonucu olarak her bir doğa unsurunun kabul edilen ruhlarıyla yani güçleriyle anlaşmaya büyük özen gösterilir. Dışarıdan hükmedici bir güç henüz yoktur. Bu dönemi en iyi anlatan pasaj yine Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yorumu olacaktır: “Doğal toplumda tüm topluluk üyeleri yaşam bütünlüğünde organik olarak yer alırlar. Herkes toplumun dürüst, içten bir parçasıdır. İnanç ve duyuşları ortaktır. Yalan ve aldatmaca kavramları hiç gelişmemiştir. Doğayla adeta aynı çocukça dili konuşur gibidirler. Doğaya hükmetmek, kötü kullanmak yeni geliştirdikleri toplum yasaları olarak ahlak ve dinlerine karşı en büyük günah -tabu- ve kötülüktür.”

Doğal toplumun konumuz itibariyle ilişkisi klanın totemi, totemin etrafında gelişen ahlaki yapı, tabu ve kutsalın yer etmesi ve aynı zamanda totemin ortak bilinç olmasıdır. İnanç ve ahlak kurallarının çevreyle uyumu esas husustur. Doğa unsurlarının canlı ruhlarıyla bir bütün olarak doğayla ters düşen totemik inanç anlayışı ve ahlak kuralları, kısa bir zaman içinde doğal uyumu sağlayacak şekilde değişim ve dönüşüme uğrar. Aksi durumda sistem dışı kalıp yok olmayla yüz yüze kalırlar.

Son buzul döneminin ardından M.Ö 60004000 yıllarına kadar devam eden doğal toplum, komünal toplumdaki hiyerarşi ve kutsalın idaresi ile bambaşka bir döneme evrilir. Evcil-ana çağı, komünal toplum ile birlikte gelişen ve ataerkilliğin doğuşunun özü olan Şaman-Şef-Bilge ittifakıyla uzun bir süre çatıştıktan sonra bu durum gerçekleşir. Kabilenin yaşlı bilgesi, gençler için iyi bir yol gösterici ve aynı zamanda komünü-klanı sevk eden olduğu için, gelinen aşama bir ilerleme anlamına da gelmektedir . Fakat genç avcıların ve yaşlı bilgenin karşılıklı olumlu anlamdaki etkileşimleri, bir güç oluşumunu beraberinde getirir. Yetenekli gençler yaşlı bilgenin tecrübelerinden yararlanarak daha başarılı olabildiklerini, yaşlı bilge de yaşlılığın ciddi sıkıntılarını bu yolla daha rahat atlatabildiğinin farkına varmıştır. Kutsalın ilk yorumlayıcısı olan şaman ise, yakın müttefik olabilecek potansiyeldedir. O nedenle de şaman, güçlü ruhani bir sözcü olmaktan rahipliğe dönüşürken erkek gençlerin de yetkin bir şefin etrafında kümeleşmesi askeri bir mahiyetin oluşmasının yolunu açmıştır. Böylelikle hiyerarşik döneme ait bir toplumsal yapı Bilge-Şef-Rahip üçgeninde ortaya çıkmıştır. Bu yeni toplumsal düzende yepyeni bir hiyerarşik yapı ile karşı karşıyayız. Henüz kurumsallaşmış bir devlet yapısı yoktur; ama bu yapının oluşmasında temel yapı taşları büyük bir hızla döşenmiştir. Bu üçlü ittifak, doğal toplumun Evcil-Ana-Kadın döneminin yatay ve doğayla barışık dayanışmacı toplumsal yapısı ile büyük bir çatışma içindedir. Sonuçta Evcil-Ana Kadın öncülüğü bu üçlü ittifak ile aşılır. Destanlar bu çatışmanın yoğunluğunu ve Evcil-Ana-Kadın düzeninin hazin kaybedişini günümüz dünyasına kadar taşımıştır. İnanna-Enki, Marduk-Tiamat, İsis-Osiris, Zeus-Hera arasında yaşananlar, destanlar yoluyla taşınan çatışmaların en bilinenleridir.

Olumlu hiyerarşi dönemini doğuran üçlü, bu tarihi yengiden sonra kabuk değiştirmiştir: Şaman daha kurumsallaşarak rahip; bilge daha güçlenerek kral; şef de komutana dönüşmüştür. Kişiler geçici olurken, kurumlar ise süreklileşmiştir. Yerleşik süreci, Neolitik dönemin köy yerleşim tipini aşıp kent aşamasına varmıştır. Uzun bir zaman dilimi için doğal toplum ve hiyerarşik toplumun birlikte yaşadığı alan olmuştur. Adı sanı bilinmeyen kadınlar tarafından yaşam ile ilgili icatların çağı olan bu dönem, kurnaz ve güçlenen hiyerarşik güçler tarafından gaspın-talanın hedefi durumuna gelmiştir. Aynı zamanda ürün zenginliği, zora dayalı olarak elde etmek istenecektir. Peyderpey bereketli topraklar üzerinde (Dicle-Fırat, Nil, İndus-Ganj vb. ırmaklarının aktığı alüvyonlu topraklarda) şehirler kurulup devlet düzeninin temel taşları döşenmiştir. Köy ve şehir kuruluşlarıyla birlikte, toplumda ilkin dinsel inanç kültüründe zihinsel bir devrim yaşanmıştır. Bu dönemi daha iyi anlayabilmek için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın dönem yorumuna bakmak yerinde olacaktır: “Köyle başlayan ve şehirle derinleşen zihniyet, kendi doğa ve insan düzeninden tamamen ve ısrarla ayırmaya çalışır. Tanrıların uzun ömürlülüğü göklerde yaşadıkları, bazen yer altına da çekildikleri, insanları aralarına sokmadıkları, canları isterse insanları cezalandırdıkları gibi sıfatlar yüklenirler. Sümer mitolojik tanrılarında bu özellikler giderek daha da çeşitlenir. Şehirleri koruyan tanrılardan ırmak, ekin, deniz, dağ, gök, yeraltı tanrılarına kadar zengin bir panteon tanrılar kadrosu oluşur. Bu kavramlaştırma düzeni doğal güçlerle iç içe, toplumda yükselen sınıfsal gücü temsil etmektedir. Yeryüzünü aralarında paylaşan hakim sınıfların varlığını kutsallaştırıp kalıcılaştırmayı esas alan bu yarı mitolojik ve dini zihniyet formu, kurulan yeni düzende meşruiyet için yaşamsaldır. Komünal toplumun temel inanç ve ahlak formları yıkılırken; yenileri daha güçlü ve kalıcı bir zihniyeti sağlayabilmektedir. Bu ayırım kendini en çok tanrıça ağırlıklı dini düzenden, tanrı ağırlıklı dini düzene geçişte gösterir.”

Şehirlerin merkezinde yükselen tapınaklarda kurumsallaşan bürokrasi, rahip kralların gittikçe mutlak gücü elinde bulundurması, ortaya çıkan güvenlik problemleri sonucu komutanın rolü ile birlikte krallık üçlü sacayağı üzerinde yükselir. Her üç kaynak da tanrısallığı esas alır. Kral, altın tahtı üzerinde ölümsüz tanrılar misali bağdaş kurup otururken, geleceğin Tanrı-Kralını haber vermekte ölümsüz soylara dayanan hanedanlar devri tarihe giriş yapmaya hazırlanmaktadır. Tanrı olmaktan Tanrı-Krala geçiş, onların tanrısal kimliğinin zayıflamaya, insan kimliğinin -krallık sıfatıyla da olsa- güçlenmeye başlamasını ifade ederken, her şeye rağmen her şeye hükmeden tanrılık sıfatı da krallığın yanı sıra varlığını korumaktadır. Bu, Antik Çağ köleciliğinin mutlak egemenlik anlayışını yansıtır. Firavunlar ve Nemrutlar bu dönem ve karakterde kişilik ve kurumlardır. Tanrı-Krallar ve yol açtıkları gelişme ve sonuçlarla ilgili olarak yine Sayın Abdullah Öcalan’ın perspektifi ile yol alalım:

“[…]Sümer ve Mısır mitolojisinde ve onlara dayalı dini anlayışlarında temsil ettikleri mutlak kul, köle anlayışı nedeniyle her şeye hükmeden tanrı karşısında çaresiz ve iradesiz kul-insan esastır. İnsanların kendine ait gölgeleri bile olamaz. Her şey tanrıdan gelir. Yani yükselen efendi sınıfının iradesi mutlak ve kutsaldır. Dönemin ruh ve zihniyet yapısına bu ideoloji egemendir. Bunun siyasal sonucu krallar ve sınırsız emir düzenidir. Kralın her sözcüğü yasa değerindedir.

“[…]Tanrı kral öldüğünde kendileri ölümsüz tanrılarla eş tutulduğunda bütün maiyetiyle öte dünyada da yaşamaları için birlikte mezara gömülmüştür. Öyle ki bulunan bir kral mezarında çoğu hizmetçi ve eş olmak üzere yedi yüz ceset sayılmıştır. Bunlar, kralla birlikte canlı mezara giden ve aniden üzerleri toprakla doldurulan kölelerdir. Bu eylemi görev bilmektedir. Acılarını ve korkularını dile getirmeleri bile düşünülemez.”

İnsan türü Ana-Evcilliğin uyumlu düzeninden inanç boyutunda yaşadığı ve geliştirdiği zihinsel değişim, dönüşümden tamamen farklı başka bir düzene artık temelli olarak adım atmıştır. Tanrıçalar şahsında kadın kaybetmiş; tanrılar, yerlerini, kutsallaştırılan soylarla erkeğe teslim etmişlerdir. Bu durum tarihin en önemli zihniyet devrimlerinden birine öncülük eden Hz. İbrahim’in Tanrı-Kral düzeninin zirvesini yaşayan Nemrut-Babil, Asur tanrı krallar panteonuna başkaldırışına kadar devam eder. Hz. İbrahim’in başkaldırışı ile birlikte bambaşka bir zihniyet, kavrayış, uyanış yakalanmıştır. Bu dönemi yine Öcalan’dan alıntılarsak: “[…]

Putçuluğa devrimsel bir başkaldırı yapılmıştır.

Yeni imgeyi yaratmak ise güçtür. Yeni bir anlam zenginliğini gerektirmektedir. Peygamber sisteminde geleneksel bir duruş olan inziva süreci anlam yoğunluğuna erişmeyi amaçlar. Zihinde uyanan yeni düşüncelere onun kavram ve şekillerine ilham, esin, vahiy denilmektedir. Vahiy daha çok soyut tanrı sesidir. Soyutluk, put düzenindeki geri anlam düzeninden daha ileri bir anlam düzenine sıçrama yapıldığını göstermektedir. […]Allah kavramının özellikle İbrani kabilesindeki gelişimi toplumsal yasallıktan, fizik, kimya, biyolojik yasallığa kadar sıçramasıyla bugünkü bilime kadar anlam gücü kazanmıştır. Kozmos ve Kuantum derinliğine ve yüceliğine ulaşılmıştır. Gen ve canlı hücrelerinin çözüm ve yapımının eşiğine varılmıştır. Dolayısıyla Allah kavramının doğru çözümü gerçek tanrısallığın bir ölçüsüdür.”

Hz. İbrahim’in M.Ö 1700 yıllarında yaşadığı tahmin ediliyor. İnsanın kendi gölgesine bile sahip olamadığı bir dönemde bütün Tanrı-Krallar panteonuna tarihin en büyük karşı koyuşlarından, devrimsel çıkışlarından birini gerçekleştirerek günümüze kadar etkisini varlığını devam ettiren devrimsel bir zihniyet sıçramasının yapı taşını ortaya koyar.

Tanrı-Kral putlarından “El”e, yani somut tanrılardan soyut tek bir tanrı inanışı ile bambaşka bir tanrısal figürle karşı karşıyayız. Göçebe Semitik kavimlerin yeknesak doğasında yer ve gök uçsuz bucaksız bir boşluk halindedir. Şeyh, yarı çöl yarı ovalık alanlarda yaşayan bu kabilelerde peygamberlik öncesi kabilenin ihtiyar bilgesidir. Otoritesi, saygınlığı ve kutsallığı kavramlaştıkça dini bir hal alır. Bununla ilgili olarak Kürt Halk Önderi Öcalan’ın yorumu konunun daha iyi anlaşılmasına vesile olacaktır: “[…]Kabile totemliğinden soyut tanrıya geçiş aşamasında ‘yücelik’ kavramı gelişim kaydeder. Bunun karşılığı ‘El’dir. Günümüzdeki Arapçada da ‘Ala’ yükseliş anlamına yakındır. İbranî kabilesi Kenan illerinde -bugünkü İsrail, Filistin- yerleşik yaşama geçince, yerel kültürden etkilenmek durumundadır. Daha önce geliştirilen Tanrı ‘Yehova’ya denk gelen ‘El’ kökenli ‘Elohim’ kavramına geçilir. Elohim’den de süreç içinde Allah kavramına geçilir. Toplumun gelişmesi ve güçlenmesi ve çelişik özellikler kazanmasıyla bağlantılı olarak Allah kavramı da sadelikten ‘El’den, yücelikten Hz. Muhammed zamanında karmaşık bir yükselişe geçer; 99 sıfat kazanır. Toplumsal kurum ve kavramların toplu, önemli kutsal özelliklerini bundan daha çarpıcı yansıtan sosyolojik bir modeli, nosyonu bulmak zordur.”

Burada kısaca ana başlıklarıyla değindiğimiz bu tarihsel değişimler ve dönüşümler; zihniyet olarak gerçekleşen devrimsel süreçlerde kadının büyük kaybedişini, onun doğayla uyumlu yaşamı yerine doğanın ataerkil güç ve iktidarlar tarafından alabildiğince hoyratça kullanılmasını anlatıyor. Aynı zamanda, dinsel ve kutsalın somuttan soyuta niteliksel değişimi, bunun sonucunda günümüz devlet yapısının özünü oluşturan tapınaklar etrafında gerçekleşen yerleşik hayat, kısa zaman içinde çağlar boyunca hızlı bir şekilde yol almasına neden olmuştur.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.