Düşünce ve Kuram Dergisi

İdeolojik Biçimler ve Yaşamdaki Karşılıkları

Yılmaz Baran

Toplumların hayat tarzlarına öz ve biçim kazandıran ideolojilerdir. İdeolojiler değişik şekiller altında, yaşama yön verirler. Bunlara ideolojik biçimler denilir. Her ideoloji kendini yaşamsallaştırırken, dönem gereği farklı biçimlerde dışa yansıtırlar. İdeolojiler insana hastır ve değişik biçimler altında hayat bulurlar. Tıpkı Öz+Biçim bütünselliği gibidir. Bütün öz’ler kendini yaşamsal kılmak için bir biçime büründürür. Kısacası her öz, kendini bir biçimle ifade ederken her biçim de bir öze sahiptir. Biçime kavuşmayan bir öz olmadığı gibi, özü olmayan bir biçim de mümkün değildir.

Peki, neden İdeolojik biçimleri kavramak gibi bir sorumluluğumuz var? Gerçekten biçimler bilinmeden ideolojileri tanıyabilir miyiz? Biçimlerini öğrenmeden, ideolojilerin normlarını, kurallarını, ilkelerini, özelliklerini ve niteliklerini bilebilir miyiz? Bu ve benzer soruları artırmak mümkün. Sadeleştirirsek eğer; insanı tanımak ve bilmek için onun düşüncesini, hayallerini, tasavvurlarını, ilke ve kurallarını, amaç ve hedeflerini öğrenmek lazım gelir. Fakat her insanın bir hayatı, düzeyi, etkinliği ve refah seviyesi vardır. Ancak bu insan bedene kavuşmuş ve yaşam tarzı, ahlak ölçüleri, emek aktivitesi, çevresine katılımı, doğaya ve evrene yaklaşımı söz konusudur. Tarihi ele alışı, iktidar-devlet odaklarına yaklaşımı, verili olan sınıflara, ezilenlere, sömürülenlere, sanata, hukuka ve kültüre ilişkin felsefik bakışı ve politikası mevcuttur. Bunlar nelerdir? Edebiyat ve şiir’in, mitoloji ve dinlerin neresindedir. Demokrasiye yüklediği anlam, bilime biçtiği değer nedir? Nasıldır? Vb. kavramların tümü bize kişinin düşüncesini, umutlarını, ereklerini anlatır. Varmak istediği hedefleri gösterir. Böylece kişiyi daha iyi ve doğru tanımış oluruz. Bunun için de insan bedene ve organlara bürünmüştür.

Bedenin ve organların faaliyetleri az da olsa kişiyi tanımamızı sağlar. Gerisi de insanı bilmemizle tamamlanır. Sorgulama, yoğunlaşma ve muhakeme yöntemleriyle cevaplara ulaşırız. Antik Yunan’da, “Kendini bil” sözü, Appollon’a ait olduğu söylenir. Ayrıca dönem bilgelerine de atfedilir. Delphi bulunan Apollon Tapınağı’nın giriş bölümüne yazıldığı belirtilir. Bu tespitten yola çıkarak “insanı bilmeye” yöneleceğiz. Bunun için de ideolojisini tanıyacağız. Ama yolumuz ideolojik biçimlerle çakışacak. Biçimleri bilmek, ideolojiyi öğrenmek demektir.

Doğada hatta evrendeki her varlığın bir özü ve bu özü görünür kılan, onu tanımamızı sağlayan bir biçimi söz konusudur. İdeolojileri tanımanın onları yakinen bilmenin yolu biçimleri öğrenmekten geçer. İdeolojiler dönemin koşulları ve şartlarına göre, değişik biçimler altında yaşam bulmuşlardır. Bu biçimler ideolojilere adeta şemsiye işlevi görmüştür. Bazen bir veya iki hatta üç biçim halinde, kendini ifadeye kavuştururlar. İdeolojik biçimler, tıpkı çatı örgüsü gibidir. Her ideolojik biçim bu genel biçimlerin adeta şemsiyesi altında bakış açılarını, rollerini ve normlarını hayata geçirirler. İdeolojik biçimleri vurgularsak eğer; Ahlak ilk sırayı alır. Hemen onunla birlikte planlamalar yapan, tasarımlar gerçekleştiren ve hayatı şekillendiren politika yer alır. İlk topluluk bilinci ahlak’tır. Ardından politika gelir. Bilinç biçimlerinin toplamı ise, topluluğun ilk ideolojisini ifade eder. Bugüne kadar kendini yenileyerek gelir. İdeolojilerde tıpkı toplumlar gibi değişken ve canlıdır. Daha sonra sınıflı toplumla beraber, diğer biçimler sıralanır. Mitolojik, dinsel, hukuksal, felsefik, demokratik, kültürel, sanatsal, edebi, şiirsel, bilimsel, ekolojik vb. yapılanmalarla ifade edilir. Daha fazlasını söylemek mümkündür. Ancak diğerleri başat olmamıştır. Fakat varlıklarını öteki ideolojik biçimler içinde sürdürmüşlerdir. Toplumların ve devletli uygarlıkların, tarihsel gelişim seyri içinde bunları görmek mümkündür.

 

İdeoloji

Sistemli hale gelmiş, düşünceler toplamı demektir ideoloji. Kuram, akım, öğreti, Teoriler, ya da aksiyomlar bütünü olarak ifadeye kavuşur. Birey ve topluluğun güncel somut yaşamına ve geleceğine ilişkin sistematik düşünceler toplamıdır. İnsana aittir. Toplumsal olduğu kadar, sınıfsal, örgütsel, partisel ya da grupsal olabilir… Genel anlamda, kuram, bir düşüncenin genel, soyut ve rasyonel olmasıdır. Çünkü amaçları, hedefleri, normları ve standartları belirler. İdeolojinin fonksiyonları ve öteki (toplumsal) bilinç biçimleriyle olan ilişkileri ve ayrımlarını konu edinen ve kuramsal olarak bu alanı açıklamaya çalışan teorik çabaların toplamını ifade eder. Kendine has özellikleri vardır. İlkeler ve kurallar doktrinidir. İnsan bilincine, kişiliğine ve davranışlarına yön verir. Yaşamı şekillendirir. Hayata renk katar. Canlı ve değişkendir. Manevi yanı güçlü, moral verici ve motive edicidir.

Diğer önemli bir husus ise; zihinsel üretim olmadan, maddi üretim yapılamaz. Maddi üretim de zihinsel üretimi zenginleştiren ve boyut kazandırandır. Aralarındaki ilişki simbiyotiktir. Karşılıklı birbirini besleyen, tamamlayan ve tetikleyen tarzdadır. Birliktelikleri ortak ve müşterek yaşam formundadır. Biri diğeri üzerinde asalak ve parazitsel değildir. Bütünselliklerinde zihinsel üretim başat olsa da, maddi üretimle karşılık bulur. Aralarındaki ilişkinin bağımlılık temelinde, anlamsal olduğu aşikardır. Zihinsel ve maddi üretimler, ortak ya da benzer niteliklere sahiptirler. Teşbihte hata olmaz derler: Et ve kemik, can ve beden, gövde ve dallar misali gibidirler. Biri olmadan, diğerinin varlığı anlamlı değildir. Ona mana ve ifade kazandıran, müşterek halleridir. İdeoloji tür olarak insana aittir. İdeolojisiz bir hayat mümkün değildir. Tarihsel olarak bu kanıtlanmış ve günümüze kadar uzanmıştır. PKK Lideri Abdullah Öcalan; “ilk insandan, son insana kadar ideolojiler var olacaktır” belirlemesi, konuya ışık tutmaktadır.

Primitif tarzda Qlan’la başlayan toplumsallaşma ve insanlaşma süreci atbaşı gider. Qlan örgütlülüğü çerçevesindeki gelişmeler toplumsal ve insanlaşma hamleleriyle birebir bağlantılıdır. İdeoloji dediğimiz olgu da aynı dönemlerde yeşermeye başlar. Filizlenen İdeoloji, insanın ve topluluğun gelişmesine dayanak olur. Bu hususta Öcalan; “Tarihte hiçbir toplumsal dönem, ideolojisiz ve politikasız olmamıştır.” diyerek, konuya açıklık kazandırır. İdeolojiler, toplumsal ve tarihsel süreçlerden günümüze gelene kadar çeşitli biçimlerde ortaya çıkmış ve hayatı yönlendirmiştir. İnsanın bütünlüklü bilinci, ideolojiyi tarif eder. Fakat ideolojilerin gerek tanım gerekse anlam derinliğine kavuşarak, kendini ifade etmesi, sınıflaşmayla bağlantılıdır. Bir yanıyla ideolojiler, toplumsal bilinç formasyonuna benzerler.

Daha önceki süreçlerde toplum, ahlaki ve politik olarak, hayatına devam eder. Karşıtlığı yoktur. Kendi içinde gelişmesini ve canlılığını sağlayarak sürdürür. Evrimsel bir akışa sahiptir. Ne zaman ki, hiyerarşi, iktidar yapılanması ve devlet olgusu; kadın-düşmanlığı ve toplum-karşıtlığı şeklinde görülür oldu, o zaman karşı ideolojiler, toplumların aleyhine, hiyerarşi ve iktidar odaklarının çıkarına yönelik boy verir. Hiyerarşi süreçleriyle ilkel tarzda başlayan sınıflaşma, iktidar ve devletleşme dönemlerinde açığa çıkar. Tamamen kent ürünü olan bu toplumsal aykırılık, günbegün dal-budak salarak gelişir. Toplum böylece parçalanma sürecine girer. Aslında bölünen kadın ve toplumdur. Hükmeden ve hükmedilen, sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen ideolojileri çeşitli biçimler altında, günümüze dek gelir.

 

Politika

İdeolojinin, toplumsal gelişmeler için öngördüğü plan ve tasarımların gerçekleştirme alanıdır. Politika olmadan plan ve tasarımlar gerçekleşemezdi. Kısacası politika; bir halkın, bir sınıfın veya bir toplumun ya da grubun çıkarlarını ifade eden kısa, orta ve uzun vadeli plan, tasarı ve programlarla, bunları gerçekleştirme istemi ve çabasıdır. Öcalan’ın belirlemesiyle; “Politik mücadele, toplumsal gelişmede bir kaldıraç rolü oynar.” Görevi yaşamın bir çok alanını düzenleme olan bu aracı onun elinden alıp, başaşağı dikerek kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmışlardır. İktidar ve devletler toplumun elinde ve tasarrufunda olan politikayı gasp etmişlerdir. Kendi iktidarlarını sürdürme ve zulmetme, maddi sömürülerini ve talanlarını devam ettirme temelinde, menfaatleri gereği uygulamışlardır. Toplumu politikadan mahrum kılarak, ellerinde tutmanın ve çıkarlarına hizmet etmenin aracı haline getirerek, idare etmişlerdir. İktidar ve devlet yapılanmasının ortaya çıktığı günden beri egemenlerin eliyle uygulanan karşı-politika; toplumun büyük bir kesimini “… baskı altına alarak, emeklerini sömürmede zoru içeren siyasal bir kurum…” haline gelmiştir.

Hegemon ideolojiler, biçimler yoluyla ya da görünümleriyle toplumlara reva gördükleri, politik uygulamaların çirkef, kanlı ve zulumkâr gerçekleri gözlerden saklamak hatta gizlemek için renklendirdikleri “vitrin süsleri”dir. Camekan ve pencerelerini süslemek için ideolojik biçimleri döneme taşır. Bunları ahlak, kültür, mitoloji, sanat, edebiyat ve şiir gibi ideolojik biçimlerin kimi kollarıyla, esnek yapılar yoluyla yapar. Egemen İdeolojiler çıkarları gereği, biçimleri hareketlendirip, bazı dallarını pragmatist tarzda yönlendirirler. Yalana, sanala, kurgulara, hilelere dayalı olarak, bütün imkanları seferber ederek, biçimlere misyon yükleyip, roller biçer. Gerçekleşenleri ters-yüz ederek, yapılanları meşrulaştırarak, şatafatlı renklere büründürerek anlatım, yazım ve görselin her çeşidini işletirler. İhtiyaç duyduklarında mitolojik söylevlere, tanrı kelamlarına ve kanun maddelerine büründürürler.

İdeolojik biçimler ideolojilerin gizli anahtarıdır. Bu açarlarla ideolojilerin ütopyaları, amaçları, hedefleri, bakış açıları, iyileri, doğruları, güzellikleri, kuralları, ilkeleri, yaşamın özellikleri vb. gözler önüne serilir. Genel anlamda, kuram, bir düşüncenin genel, soyut ve rasyonel olmasıdır. Çünkü amaçları, hedefleri, normları ve standartları belirler.

İdeolojileri tanımanın yolu, biçimleri bilmekten geçer. Çünkü biçimler özleri tanımayı onların işlevlerini bilmeyi gerektirir. Bu nedenle biçim işlevi izler onu takip eder. Bu izin peşine düşüldüğünde öz’e ulaşmak kolaylaşır. Öz biçimin cevheridir. Ruhudur. Esasıdır.

Egemen ideolojilerin son dönem söylevleri bile, hegemonik iddialara sahip olup, verili ideolojinin ürünleridirler. Şöyle ki; “ideolojiler dönemi bitmiştir”, ideolojilerin sonu gelmiştir” ya da “ideolojiler yalanlarımıza uydurulmuş kılıflardır” vb. gibi ifadeler, algı oluşturmayla bilinç çarpıtmasına ilişkin olan tespitlerdir. Bunları dile getirmek, izah etmeye çalışmak, anlam yüklemeye çabalamak, kişiyi buna ikna etmeye yönelmek vb. gibi yaklaşımlar sergilemek bile bir ideolojinin yaratımları olup, propaganda eksenindedir.

Kadın düşmanlığı temelinde oluşan hiyerarşi, iktidar ve devletleşme serüvenine kadar, neolitik dönem dahil, toplumlar ideolojik biçimler olan ahlaki ve politik olarak yaşam sürmüşlerdir. Daha önce belirttiğimiz gibi, ahlak ilk toplumsal bilinç biçimidir. Onun gerçekleşmesini, hayat bulmasını sağlayan ise politikadır. Ahlak ruh ise, politika onun bedenidir. Düşünce olmadan bedenin, ellerin, kolların ve ayakların hiçbir anlamı yoktur. Bu her iki ideolojik biçim, toplumun hayatını iyi ve doğru temelde geliştirerek, güzelleştirmişlerdir. Toplumun gereksinimleri bu temelde karşılanmıştır.

Dönemin inancı olan animizm (canlıcılık), ahlak ölçüleri temelinde, politik uygulamalara kavuşmuştur. Demokratik zeminde, doğayla uyum içinde yoluna devam etmiştir. Kaya ve mağara resimleri, çanak ve çömlek üzerine yapılan şekiller, duvar kabartmaları, heykelcikler vb. dönemin sanatını ifade ederken, bunlar ideolojik biçimlerin şemsiyesi altında hayat bulmuşlardır. Sınırlıda olsa edebiyat ve şiir ile felsefe ve bilimde aynı şekilde yaşama uygulanmıştır. İdeolojik biçimler olan ahlak ve politika, demokratik ve özgürlükçü yapıdaydılar. En uzun zamana tekabül eden kültür ise bu biçimlerin içinde gerçekleşme zemini buluyordu. Neolitik köy tıkanıklığı, şehirleşmeyle aşılmak istendi. Ancak bu arayış, iyi niyet ve çaba bir süre sonra sapmaya yönelerek, eril zihniyet oluşmaya başladı. Toplumlar için cehennem, egemen olan eril zihniyet içinse cennet kapıları açıldı. Kaos denilen dönem başlamış oldu. Kaos’dan çıkış, krizlerle yüklüdür. Halende bu kaos aralığındaki çırpınmalar sürmektedir. Aşmaya dönük çabalar her gün artarak devam etmektedir.

Tarihte bilinen ilk sınıf kadındır ve eril zihniyetin yaratımı olan ilk sınıflaşma, kadın düşmanlığıyla başladı. Böylece toplumun bölünmesiyle tüm değerler el değiştirdi. Ana-kadın kültü yerini yavaş yavaş ataerkilliğe bıraktı. Tüm araçlar erilin iktidarı uğruna, onun çıkarları temelinde, şehir yapılanması içinde gerçekleştirildi. İdeoloji derinlik ve kapsam kazanarak, zenginleştirildi. İdeolojinin biçimleri de artırılıp, azaltılarak (felsefe, sanat, mitoloji, din, edebiyat, şiir ile ahlak, demokrasi, ekoloji ve hukuk) iktidar ve devlet olgusunun menfaatine göre şekillendi. Baş aşağı gidişin startı verilmiş oldu. Ahlakın yerine hukuk konuldu, politikanın tanımı ise; yalan, hile ve dalavere oldu. Toplumun yararına şekillenen İdeoloji, gasp edilerek, erilin hizmetine koşuldu. Bu süreç ve kavga halen devam etmektedir. Her gün ivme kazanarak yoluna, çizgisine devam ederken, gasp edilen tüm değerlere sahip çıkılmaktadır. Gaspçılar her türlü iğrençliklerle saldırmakta, verili olanı sürdürmek istemektedirler. Direnen ise, ötelenen kadın ve parçalanan toplumdur.

Çok tanrılı sürecin ideolojik biçimi, esnek kabiliyete sahip, akıcı ve edebi olan mitolojilerdir. Rahiplerin destanları okuyuş tarzı, mitolojileri yorumlama şekli harikadır. Akıcı bir edebiyat uygulamışlardır. Bazen ve bazı yerlerde mitoloji ve edebiyat birlikte ideolojik biçim olarak işlev görmüşlerdir. Diğer bütün biçimler, mitoloji çerçevesinde hayata indirgenir. İdeolojik olarak köleleşme sürecine girilir. Kaos dönemi başlar. Evrim süreci daha da olumsuzluğa doğru yönelince, kaos süreci derinleşir. Çok tanrılı sürecin krizi olan, tanrı-kral dönemi, kadının yönetimden ve sosyal hayattan tamamen uzaklaştırılıp, tapınağa, musakaddim’e hapsedildiği zamanlardır.

Egemenlerin keyfi uygulamaları çekilmez olunca, ayaklanmalar başlar. Toplumsal köleleştirilmenin hız kazandığı bu süreçlerde hukuk devreye konulur. Tarih MÖ. 2415’leri gösterdiğinde, Sümer’in Lagaş kent krallığında, Komutan Urukagina öncülüğünde devrim gerçekleşir. Dönem rahipleri bu devrimi tersyüz ederek, onaylamak için Urukagina ile anlaşırlar. Komutan Urukagina iktidar ve sömürü uğruna, rahiplerin istemlerini kabul eder. İlk yasalar, reform adıyla hayata sürülür. Her kesin bu yasalara uymak zorunda olduğu belirtilir. Dönemin erkeklerine iyileştirme adıyla sus payı verilir. Savaş, üretim ve biriken vergiler sebebiyle zindana alınan erkekler serbest bırakılır. Erkeğe sayısız kadın köle, cariye, odalık alma hakkı karşılığında, kadına recm layık görülür. Ana-Kadın kültü yerine Ataerkillik esas olur. Ana-soyu, Baba-soyuyla yer değiştirir. Ana-mirası, baba-mirasına döner. Böylece meşrulaştırma oturtulur. Bütün bunlar kanunlarla garanti altına alınır. Mitolojinin, ideolojik biçim olarak en derin kullanıldığı dönem, Qadim Sargon’un kurduğu Akkat İmparatorluğu sürecidir. Tarihin ilk imparatorluğunu ve paramiliter orduyu oluşturup, fetih adıyla Ortadoğu’da hegemonyasını kurar. Fetih adıyla işgallere, talanlara, sömürüye, köleleştirmeye ve devşirmeye yönelir. Ama bütün bu zulüm ve vahşet uygulamalarını mitoloji adına yürütür. Kendisi, İmparatorluğu, oluşturduğu paramiliter ordu ve yaptığı zulümler, eril zihniyetin ürünüdür. Fakat ne ilginçtir ki, Tanrıça İştar’ı baş tanrıça ve kendisini de onun sevgilisi ilan eder. Kızı ya da kız kardeşi olan Enhaduenna’yı da başrahibe olarak atar. Fetih adıyla işgal ve talana giderken, bunları yapmasını ona Tanrıça İştar’ın söylediğini belirtir. Onun istem ve arzularını yerine getirdiğini ilan eder. Onu aşk derecesinde sevdiğini söyler. Her sefere gitmeden önce Tanrıça İştar tapınağına giderek ona sunular sunar, dua eder ve onunla konuştuğunu ifade eder. Buna ancak tarihin cilvesi denilir. Maalesef günümüze kadar bu yaklaşım sürmeye devam etmiştir. ABD-devlet Başkanı oğul George Herbert Walker Bush (1989-1993), Irak savaşının başlatıcısı olarak bilinir. “Hz. İsa’nın ona göründüğünü ve konuştuğunu” söyler. Ayrıca “Hz. İsa’nın ona yol gösterdiğini ve savaşmasını dilediğini” belirtir. Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün!

Ardından Ur-Nammu, Eşnunna ve Lipit-İştar kanunları sıralanır. Ancak cehenneme tekabül eden bu döneme tepki olarak, din (Semavi dinler) doğar. Reformları esas alan din, kadına ikinci cinsel kırılmayı yaşatır.

Makedonyalı III. Büyük İskender (MÖ. 356-323) döneminde, Helenizm kültürü başat kılınır. Doğu ve batı kültürünü sentezlemek ister. İlyada ve Odessa yapıtlarını başucu kitabı yapar. Helen (Grek-Yunan) kültürü hayranıdır. Zaten Helenizm demek; Doğu-Batı sentez kültürü demektir. Makedonya’dan Batı Hindistan’a kadar (Pakistan dahil), alanları işgal eder. Kılıç zoruyla tarihin en büyük imparatorluğunu kurar. Meşhur düğüm çözme yöntemi herkesçe bilinmektedir. Gordion düğümünün iplerini, kılıcıyla keserek yola-işgale devam eder. Fakat ideolojisi kültür ve politikadır. İdeolojik biçim olarak kültürü ve politikayı esas almıştır. Felsefe, sanat, din vb. ideolojik biçimler bunun bünyesinde hayat bulur.

İskender sefere çıkarken yanında filozofları, bilginleri, öğretmenleri, tüccarları, zanaatkarları ve katipleri beraberinde götürür. İşgal ettiği yerlerde 30 veya 70 adet kent kurar. Güvenlikle beraber yanında götürdüğü kesimlerden bir kısmını bırakır. Helenizmin gelişmesini sağlar. İskenderiye, İskenderun, Edessa, Bedlis vb. kentler ve isimleri o zamanlardan kalmadır. Ancak III. B. İskender bu amacını (Helenizm’i) kılıç gücüyle de yapmaya kalkar. Kendi dahil 10 bin kürt kızını, Makedon askerlerle evlendirir. Amacını fiziki olarak da, gerçekleştirmek ister. Döneme rengini veren ise; ideolojik biçim olarak, kültür ve politikadır.

Bütün dinlerde inanç, ahlak ve vicdan olgusu başat olmayla birlikte, yaşamın kabul edilir bir düzeye çekilmesidir. İyileştirme başlar. Ancak esnek olan mitolojiler, doğmaya büründürülerek anlatılır. Kaos aralığındaki krizleri aşmanın toplumsal ürünü olan din, egemenlerce çeşitli yöntemler sonucu, denetime alınarak, çıkarları doğrultusunda yönlendirilir. Bazı dinlerin kendileri kısa bir süre içinde iktidarlaşırlar.

MÖ. 300’lerde Maurya Hanedanlığı dönemindeki Hint İmparatorluğu Budizm dinini esas alarak, hükümranlık alanını genişletmiştir. Kral Asoka zamanında yapılan fetih hareketiyle İran’ın batı kısmıyla Afganistan, Pakistan topraklarına, Bengladeş, Assam eyaletlerine, güneyde ise, Mysore kadar işgal ve talanlar yapmıştır.

 

Bilimsel İdeolojik Biçim

Roma İmparatorluğu, Hıristiyan dini karşıtlığı ve yasakları temelinde çürümüş ve dağılma sürecine girmişti. MS. 324’lerde İmparator Costantin tarafından Hristiyanlığı İmparatorluğun resmi dini yaparak, taze bir güç elde etmiş ve İmparatorluğun ömrünü uzatarak, yayılma tarzını sürdürmüştür.

İslam’ın tanrı kelamı diye sunduğu Kur’an, tamamen şiirseldir. Okuyanı ve dinleyeni etki altına almıştır. Arap-Bedevi kültürünün canlı tanığıdır. Arap çöllerinde, ideolojik biçim olarak, yaşamlarına yön vermiştir. Felsefe, edebiyat, politika, din vb. ideolojik biçimler onun çatısı altında hayat bulmuştur. Hz. Muhammed’in vefatıyla birlikte İslamiyet farklı bir mecraya akmış ve halifelerle başlatılan yayılma sürecine girilmiştir. İslam fetihleri (işgalciliği) Kürdistan’ı inkar temelinde, Arap şovenizmine dayalı, sömürgeci ve işbirlikçi bir ideoloji ve politika geliştirirler. Bu dönemin hızı, Emevi ve Abbasi İmparatorluğuyla devam etmiştir. MS. 632-1258 arası 600 yıldan fazla bir süre, dünyanın üçte birine hükmetmiştir. Fakat din ideolojik bir biçim olarak varlığını sürdürmüştür. Dinin getirmiş olduğu kurallar, hukuk kanunlarıyla fazla çelişmez. Ancak keyfi uygulamalara da yer vermez. Hz. İbrahim’in çıkışının etkisinde kalan Babil kralı Hammurabi, kendini tanrı-kral ilan etmeyip, tanrının en sevgili kulu olarak lanse eder. Hukukun tamamen, ideolojik biçim haline gelişi, Hammurabi dönemiyledir. Süregelen ayaklanmalara karşı, MÖ. 1760 yıllarında, 282 maddeli Hammurabi Kanunları oluşturulur. Tanrı Marduk, Babil’in koruyucu ve baş tanrısı ilan edilir. Şamaş güneş ve adalet tanrısıdır. Hammurabi, yazdığı kanunlarla köleliği sisteme kavuştururken ona meşruluk kazandırır. Kanunları büyükçe bir kaya üzerine yazar. Kayanın üst kesiminde Koruyucu Baş Tanrı Marduk’un kontrolünde Güneş tanrısı Şamaş, oturur vaziyettedir. Karşısında ayakta duran Hammurabi’ye Kanun Kitabını verir. Bu tasvirler kayaya kazılarak resmedilmiştir. Hammurabi kendini “Tanrının en sevgili kulu” olarak ilan ettiğinden, “Kanunları da tanrılar yaptı ve bunlar Tanrı Kelamıdır” diyerek, meşruluğu perçinler. Kanunların yapılış mantığı kıssasa kıssas’tır. Bu mantalite günümüze kadar gelmiştir. Artık hukuk ve mitoloji ideolojik biçim olarak işlev görür. Diğer tüm biçimler bu çatı örgüsü içinde etkinliklerini yürütürler. Ve kanunlar silsilesi devam eder.

Atina kent devletinde hem kanunlar ideolojik biçim olarak işlev görürken başat olan demokrasidir. Demokrasi, felsefe, sanat ve hukuk, ideolojik biçimler olarak etkinlik gösterir. Bu yaşam tarzı onları başarıdan başarıya koşturur. Anadolu ve Akdeniz kıyılarında 300’den fazla değişik oluşumlara sahip, kolonileri mevcuttur. Sadece Merkez olan Atina kentinde Aristoteles’in deyişiyle 100 binden fazla köle vardı. Burada ki, demokrasiyi de doğru anlamak gerekir. Atina yurttaşı olan erkek demokrasisidir. Kadın ve ailenin bütünü, evin reisi olan erkeğin malıdırlar. Erkek esaslı özel mülkiyet ve birey olgusu çok gelişkindir. Erkek dayanışması her şeyin üstündedir. Atina toplumu, halkı ve yurttaşları denildiğinde erkekler akla gelir. Onların hakları ve hukukları dillendirilir. Yine de bu tarz bir demokrasi faydalanılacak bir mirastır. Hele felsefeleri ve sanat eserleri halen günümüze ışık tutmaktadır.

Bu arada Zerdüşt ve Med İmparatorluğunu -anti devlete yakındır-unutmamak gerekir. Bugüne dek, Asur İmparatorluğunun sonunu getiren direnişleri, halen anlatılmaktadır. İdeolojik biçim olarak ahlak, felsefe, politika ve din yerini almıştır. Zerdüşt’teki din olgusu oldukça zayıftır. Ahlak, felsefe ve politika daha öndedir. İçte qabile konfederasyonları şeklinde örgütlenmişlerdir. Din düalisttir. Tanrıları Ahura Mazda ışığı, aydınlığı ve iyiliği temsil ederken, tanrı Ehriman ise; karanlığın, zulmün ve kötülüğün temsilcisidir. Zerdüşt; “Tanrı Ahura Mazda’nın senin duana ihtiyacı yoktur. Eğer onu hoşnut kılmak istiyorsan çalış, üret, ailene/çiftliğine bak ve neslini sürdür” demektedir. Yaşam felsefesi ise; İyi düşün, iyi söyle, iyi yap üzerine kurulmuştur.

MÖ. 753’de kurulduğu söylenen kent devleti MÖ. 509’da Cumhuriyete dönüşür. MÖ. 29’da imparatorluk aşamasına geçen Roma, MS. 395’te Doğu ve Batı diye ikiyi ayrılır. MS. 476’da Batı Roma dağılır. Doğu Roma Bizans adını alarak, MS. 1453’te Türkler tarafından ele geçirilir. İdeolojik biçimler olarak, değişik dönemlerde; mitoloji, hukuk, politika, din ve sanat işlev görmüştür. Krallık sürecinde; mitoloji ideolojik işlev görmüştür. MÖ. 449’daki 12 Levha yasasıyla hukuk ve politika ideolojik biçim haline gelir. İmparatorluk öncesi ve sonrası, hukuk ve politika, ideolojik biçim olarak yanlarına sanatı’da alarak yola devam eder. MS. 324’den itibaren iktidarlaştırılan din ve politika ideolojik biçimler olarak rol oynar. İslamiyet sonrası ise tamamen politikaya sarılır. Son demlerine kadar politika ideolojik biçim olarak misyonunu sürdürür.

Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma süreçlerinde felsefe, sanat, hukuk, demokrasi ve bilimsel çalışmalar yoğunluk kazanır. Bu faaliyet alanlarını ayrıştırmak doğru değildir. İç içe geçen ideolojik biçimler yürütülmektedir. Dönemi açısından ideolojik biçimlerin böylesi bir durumu söz konusudur. Zaman zaman biri, ikisi, üçü, dördü, beşi öne çıkmaktadır. Ancak daha sonraları yavaş yavaş bir düzene kavuşarak biri ve ikisi belirginleşme sürecine girmiştir. Son dönemlerde bilim daha fazla revaçtadır. 300 yıldan fazla bir süredir, pozitif bilim, ideolojik biçim olarak rol oynamaktadır. Gelinen aşama da pozitif bilim, iktidarların denetimine girmekten kurtulamamıştır. Bundan sıyrılmak için mücadele edenler vardır.

Bugün itibariyle doğru bilimsellik esas olmuştur. Bunu belirleyen kıstas nedir? Hangi ölçütler esas alınacaktır? Doğru bilimsellik kime ve neye göredir? Benzeri sorular gündemdedir. Burada yol ve yöntem ile akademik ölçüler belirleyici olabilir. Doğru bilime ulaşmak için analitik zekanın yanında duygusal zekaya yer vermek gerekir. Optimal dengeyi tutturmak önemlidir. Zaman olgusu aciliyet zillerine dokunmaktadır. Mekan (yer-coğrafya) tartışılamaz bir gelişme olarak, göz önündedir. Arkeoloji çalışmaları her ne kadar yeni olsa da çığlıklarını duymamak mümkün değildir. Gelecekte hangi ideolojik biçimler karşımıza çıkar, bilemeyiz. Gelişmelerin ve tekniğin baş döndürücü hızı karşısında tespitlere gitmek oldukça riskler taşımaktadır. Önümüzde bilinemezlikler kulvarı durmaktadır. Fakat bütün bu yenilikler karşısında her şey bilinemezdir yaklaşımı başlı başına giderilmesi gereken bir sorundur. Nihilizme yer yoktur. Bilinen ve saptanan gerçeklikler mevcuttur. Total yaklaşım her zaman, tüm boyutlarıyla sakıncalı bir tutumdur…

Ortalama olarak bir asırdır, kuantum fiziği gelişmektedir. Ucu açık, mutlakları, kesinlikleri olmayan, doğmalara yer vermeyen, indirgemeciliği reddeden, olgulara evet diyen, fakat olguculuğu kabul etmeyen, yok etmeye karşı çıkan, yaşamayı ve yaşatmayı esas alan fikirlere sahiptir. Derinliğin sonsuzluğu, kapsama alanının genişliği, zenginliğin sınırsızlığı ve doğa ile evrenin bütünselliği ekseninde bilimsel faaliyetler yürütülmektedir. Doğru diyalektikten tutalım, kuantumik açılımlara kadar, müthiş bir miras söz konusudur. Özellikle kuantum kuramı, alan teorisi, kuantum fiziği, kuantum kimyası, kuantum atom altı parçacıkları vb. yığınla gelişmeler var. Bilimsel ideolojik biçimi esas almak gerekir. Ancak dönem itibarıyla sorunların çözümünde yetersiz kalmaktadır. Demokrasi, ekoloji, politik, hukuk gibi biçimler yer ve coğrafya esaslarında, sorunların karmaşıklığı içerisinde birden fazla ideolojik biçimler rol oynayabilir.

Öcalan paradigması kıstas olmak üzere, geliştirilen ideoloji de, biçimler zenginlik arz eder. Bilim, demokrasi, ekoloji, ahlak, politika, evrensel hukuk biçimleri öne çıkmaktadır. Fakat daha fazla uygulanması gereken, ideolojik biçimler içerisinde, bilim başta olmak üzere, demokratik ve ekolojik biçimler tercihtir…

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.