Düşünce ve Kuram Dergisi

İnsanın Gelişim Diyalektiği: Eleştiri ve Özeleştiri Kültürü

Ergin Atabey

Oluş, gelişim ve gerçekleşme evriminin varoluşsal niteliği ikilemdir. Evren’in varoluşu, evrendeki canlıların kendileriyle ve birbiriyle ilişkisi, çelişkisi ve değişimi varoluşsal dualiteye dayalıdır. Newtonculuğun iddia ettiği gibi varlık mutlak zaman ve mekan içinde izole olmuş ve sadece dıştan etki eden bir kuvvet yoluyla birbirine bağlanan bağımsız olgular değildir. Evren’in varoluşu halistik dualiteye bağlı gerçekleşmiştir. Evren ve evrendeki her şey ayrı bütünün birbiriyle ilişki ve çelişki içindeki varlıklardır. Her elektron ve her varlık evrende bir etkileşim noktasıdır. Hiçbir varlık evren okyanusu içinde kendi başına bir ada değildir. Her varlık evreni anakaranın bir parçası ve tamamlayanıdır. “tamamlayıcılık ilkesine göre varlığın şu yada bu olarak görülmesi koşulların tümüne bağlıdır “ [1]

Eleştiri-özeleştiri de varlığın varoluşundaki dualitik öze bağlıdır. Eleştiri-özeleştirinin bir yönü sorgulayıcılık diğeri ise özgücün ortaya çıkarılmasıdır. Bu yönleriyle sorgulayıcılık ve özgücün açığa çıkartılması salt insanla sınırlandırılamaz. Ali Fırat “Ben kimim sorusuna yanıt evrenin nihai amacı olabilir.”[2] der. Evrenin bu amaçla kendini sorgulaması potansiyelindeki özgücü açığa çıkarıp gerçekleşmiş olabilir. İnsan bilinci ve sorgulaması boşlukta oluşmadığına göre evrenin bilinci ve sorgulamasına bağlı olarak süreç içinde farklılaşıp özgünlük kazanmıştır. Fotonun önüne konulan çift ve tek yarıklı deneye göre foton sorgulamaya gidip, eğer deney tek yarık ise parçacık, çift yarık ise dalga biçiminde görünmeyi tercih eder. Bu bağlamda bilinci ve sorgulamayı, potansiyelindeki özgücü açığa çıkarmayı geriye doğru en ilkel canlıya ve büyük patlamaya dek izleyebiliriz. Evren ve insan aynı töze, bilinç sistemine ve fiziğe sahiptir. Deneyimde salt insana özgü değildir. Dolayısıyla farklılık ve özgünlük olsa da oluş, gelişim ve gerçekleşme aynı dinamiğe sahiptir.

İnsanın diğer varlıklardan en önemli ayırt edici niteliği bio-kültürel olmasıdır. İnsan her edimini kültürleştirmiştir. Bu anlamıyla eleştiri-özeleştiri insanın en önemli itekleyici kültürel niteliğidir. İnsanın kendisini ve içinde yaşadığı doğayı sorgulaması sonucu kendinde yarattığı farkındalıkla eleştiri-özeleştiri olgusunu geliştirmiştir. İnsanın insanlaşması gereksiniminin bir sonucu olarak eleştiri-özeleştiri diyalektiği açığa çıkmıştır. İnsanın gelişimi ve gerçekleşmesi insanlaşma doğasına uygun olarak sağlanması eleştiri-özeleştiri diyalektiğine bağlı olurken; eleştiri ve özeleştiri diyalektiğinin saptırılması ise insanı kendi gelişimi mecrasından saptırmış ve varoluşsal niteliğinden yabancılaştırmıştır.

Hiyerarşik, devletçi- iktidarcı uygarlığın geliştirilmesiyle insanlık doğal varoluş mecrasından saptırılmıştır. Bu aynı zamanda eleştiri-özeleştirinin saptırılmasıdır. Bunun sonucudur ki günümüzde insanlık simülarkın ve sanallığın esiri kalınmıştır adeta. Red ve kabul ölçüleri flulaşmış ve reddi miras durumu yaşanmaktadır. Bu bağlamda toplumsallığın varoluş niteliğine bağlı olan pozitif eleştiri ve özeleştiri diyalektiğine gereksinim vardır. Pozitif eleştiri- özeleştiri genelde hiyerarşik, devletçi- iktidarcı uygarlığa, özelde kapitalist moderniteye karşı negatif bir duruş ve direniştir. Ancak aynı zaman ahlaki ve politik toplumun yeniden inşasıdır. Bu çalışmamızda eleştiri-öze leştiri olgusunu pozitif eleştiri-özeleştiri diyalektiği perspektifinden anlamaya çalışacağız.

 

Eleştiri Özeleştiri Diyalektiğinin Gelişimi

İnsanın kendi farkına varması ve kendini tamamlama arayışının sonucu olarak geliştirdiği eleştiri-özeleştiri olgusunu kavramlaştırmaların ötesinde toplumsal varoluşun dolasıyla iç içe ele almak gerekir. Kavramlaştırma insanlık tarihinde önemli rol oynanmıştır. Ancak unutmamak gerekir ki her kavramlaştırma gerçeği ifade etmez. Özellikle ideolojik hegemonya temelinde geliştirilen kavramlar gerçeğin perdelenmesinde ve saptırılmasında başat rol oynatmıştır/ oynamaktadır.

Felsefe vb. sözlük veya kaynaklarda özeleştiriye pek rastlanmazken eleştiri ise, bir konunun, bir düşüncenin yada kimsenin eylemlerinin çözümlenerek benzerleriyle Ya da ideal olanla karşılaştırılması olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım eleştiriyi salt bilgi sosyolojisi açısından ele aldığı; eleştirinin hangi temel gereksiniminden doğduğu; ve eleştirinin ölçü ve ilkelerini veremediği için sorunludur. Bağlantılı olarak özeleştiriye diyalektiği kurulamamıştır. Bu nedenle de yanıltıcıdır.

Eleştiri ve özeleştiri diyalektiği insanın varoluşsal doğası ve gelişimi ile iç içedir. Ali Fırat “özeleştiri insanın kendi zaaflarına yetmezliklerine ve yanlışlarına karşı yürüttüğü savaştır. Eleştiri, diyalektik işleyiş tarzına uygun olmayanı açığa çıkarıp gidermeyi amaçlar. Gelişmenin mecrasında olmasını ve doğaya uygun akışını esas alır.”[3] der.

Ali Fırat’ın eleştiri-özeleştiri tanımı özünde insanın öz güç potansiyelinin açığa çıkartılması doğru temelde işlevselleştirilmesidir. İlk insanların durumu zayıflık ve yetmezlik içermektedir. Ancak bu statik bir doğaya sahip değildir. İnsanın birinci doğa ve yaşam karşısındaki zayıflığı insanı özgücünü açığa çırpmaya yöneltmiştir. Eleştiri-özeleştiriyi insanın ontolojik yapısının bir niteliği kılan bu bağdır. Bu bağlamda insanın kendisini ve doğayı sorgulaması farkındalığını geliştirmiştir. İnsanın farkındalığı insanı kendi özgüç potansiyeline ve birinci doğayı anlamasına yol açmıştır. İki süreç veya durum iç içedir. Farkındalığın ve sorgulamanın şartları ve koşulları özeleştiri ve eleştirinin koşul ve şartlarıdır da. Farkındalık ve sorgulama boşlukta, şartsız ve koşulsuz gelişmeyecektir. İnsanın yaşamına yön verecek ölçü ve ilkeler adım adım bu esas üzerinden geliştirilmiştir. Evrendeki canlı yaşamın oluşması için maddi dünyanın temel blokları ( fermionlar) ve temel ilişki parçacıkları (bozonlar ) nasıl temel koşul ve şart ise insan için ölçü ve ilkelerde benzer vazgeçilmezliğe sahiptir. Toplumsal yaşam söz konusu ilke ve ölçüler etrafında ve yönlendiriciliğinde olmuştur. Oluşturan ve gerçekleştiren ilkeler ahlaki ve politik nitelik olarak kavramsallaştırılmıştır. Yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi eleştiri ve özeleştiriyi belirleyen ve yönlendiren ahlaki ve politik niteliktir. İnsan öz güç potansiyeline açığa çıkarıp işlevselleştirirken ahlaki olanın iyi, güzel ve doğru niteliğini esas alır. İnsanın özgüç potansiyelini açığa çıkaramaması insanı insanlaştırmayacağı gibi,ölçü, ilke ve estetikli kazandıramadığında açığa çıkan potansiyel yıkıcı ve yok edici olacaktır. Bu yönüyle insanın farkındalığı sadece kendini oluşturmaya ve gerçekleştirmeye yol açmamıştır. Oluşun ve gerçekleştirmenin niçinini ve nasılını da belirlemiştir. Xwebûn, yani kendi olma durumu bu temelde açığa çıkmıştır. Nasıl ki yetmezlik , zayıflık, güç getirememe xwebûn olamama durumuysa aşırılık, yıkıcılık ve yok edicilik de xwebûn olmaktan çıkmaktır. Tamda bu gerçeklikten dolayı hem oluşturucu hemde optimal olgu olarak eleştiri-özeleştiri olgusu gelişmiştir. Denilebilir ki, insanın ilk sezdiği veya farkına vardığı salt kendi yetmezliği, zayıflığı değildir. İnsan potansiyelinin varlığını, onun kendinde haps edildiğini de sezmiştir; eğer açığa çıkan potansiyel ilke ve ölçülere bağlanmazsa kendi sonunu da getirebileceğinin farkına varmıştır.

Bu bağlamda insanın varoluşu ve gerçekleşmesi çok yönlü bir hesaplaşma içinde olmuştur. İnsan eleştiri- özeleştiri hesaplaşmasıyla kendi potansiyelini hapseden kendine yönelmiştir. Açığa çıkan potansiyelinin aşırılığına, yıkıcılığına ve yok ediliciğine karşı mücadele etmiştir. Yine birinci doğanın zorluk ve engelleyici koşullarına karşı direnerek yaşamına göre ona biçim vermiştir. Tüm bu eyleyişlerde yoğun bir ilişki , çelişki ve gerginlik vardır. Büyük hesaplaşmanın açığa çıkardığı çelişkileri pozitif inşacılığa, iliskileri op timal dengeye ve gerginliği ise bir yaratıcılığa dönüştürme gereksinimi vardır. Günümüzdeki anlamlarıyla olmasa da söz konusu hesaplaşma eleştiri-özeleştirinin iyi-kötü, doğru-yanlış ve güzel çirkin ölçüleriyle olmuştur. Yaşam iyi, doğru ve güzel yaşamak istemiyorum bu insanlığın hep en temel çabası olagelmiştir. Bu da eleştiri ve özeleştirinin temel ilkelerinden biri olan neyin aşılması ve neyin inşa edilmesinin belirlenmesidir. İnsanın yaşam hesaplaşması zaten varoluş doğasına göre bir mecra yaratmasıdır. Ahlaki ve politik olarak bunun anlamı ise yaşamsal olarak iyi, doğru ve güzel olanı arayıp bulmak ve en iyi, doğru ve güzel şekilde inşa etmektir. Bu anlamda hesaplaşmada yönlendirici olan ahlaki ve politik niteliktir. İnsanın varoluş doğasına göre eleştiri-özeleştiriyi belirleyen yönlendirici niteliğidir. Söz konusu yönlendirici nitelik olmaksızın insanın diyalektik gelişimine de rol oynayan eleştiri-özeleştirinin ayırt ediciliği ortaya çıkmaz. Bu anlamda ahlaki ve politik niteliğe dayalı olan eleştiri-özeleştiri insanın varoluş niteliğine göredir ve bu temelde gelişmiştir. Bu ayrım olmaksızın olumlu-olumsuz eleştiri-özeleştiri farkı ortaya çıkmaz. Ahlaki ve politik nitelik yaşam, üretim ve paylaşım eyleyişine yön verir, kalıcılaştırır ve süreklileştirir. Öte yandan eleştiri-özeleştiri teknik bir mekanizma veya salt belli periyot ve aralıklarla başvurulan bir olgu değildir. Eleştiri-özeleştiri anlam verici, yorumlayıcıdır. Yorumlamayan bir eleştiri-özeleştiri somutluk kazanmaz. Dolayısıyla aşılması ve inşa edilmesi; reddedilmesi ve kabul edilmesi gerekenin ne olduğu anlaşılamaz. Yine yorum rastgele olmaz. Bu noktada da eleştiri-özeleştirinin ölçü-ilke koyuculuğu ortaya çıkıyor. Son olarak da eleştiri-özeleştiri eğitici ve dönüştürücüdür. Xwebûn olmada eğiticiliğin ve dönüştürücülüğün rolü belirleyicidir. İnsandaki özgücü açığa çıkaran eğitici ve dönüştürücü niteliktir. Eğitim, özünde terbiye olma halinin eyleyişidir. Eğitimin terbiye eyleyişi olmadan insanın dönüşümü, bilinç, ölçü ve ilke kazanması, değer yaratması imkansızdır. Bu anlamda en büyük eğitici ve dönüştürücü güç de ahlaki ve politik toplumdur. Salt bu yönüyle de değil; eleştiri-özeleştirinin yorumlayıcı ve ilke-ölçü koyucu gücü de ahlaki ve politik toplumdur. Her üç boyutun iç içeliğini sağlayan ve geliştiren zemin toplumsallıktır.

 

“Tanrı’nın ölümü” ve Reddi Miras

Tarih boyunca insanın en temel sorunu doğal oluşum ve gelişim mecrasından saptırılması olmuştur. İnsanın diyalektik gelişiminin saptırılması insanlık açısından her zaman tehlike çanlarının çaldığı anlamını taşımıştır. Kapitalist modernite ile birlikte böylesi bir sürece girilmiştir. İnsanın diyalektik gelişiminin en çok saptırıldığı dönem kapitalist modernite dönemidir. Bu da kapitalist modernite ile geliştirilen diyalektik, eleştiri ve özeleştiri gerçeğiyle bağlantılıdır.

Terry Eagleton aydınlanmanın tanrı’yı öldürmesiyle kültürü tanrı yerine ikamet ettiğini belirtir.[4] Ancak ikame edilen kültürün niteliği ve öldürülen tanrının toplumsallıkla bağı ve anlamı konusunda pek bir şey söylemez. “Tanrı’nın Ölümü” simgesel bir kavramdır. Fakat çift anlamsallığı olan bir simgeselliktir. Birincisi ölen ve öldüren faillik ile ilgilidir; ikincisi ise yerine ikame edilen ile bağlantılıdır. Bu çift yönlü simgeselliğin taşıdığı anlamı en yakın bir şekilde Margaret Thatcher’in 1930’lu yıllarda söylediği “Toplum diye bir şey yoktur.” sözü anlatmaktadır. Thatcher’in sözü aydınlanmacılığın ve pozitivizmin, dolayısıyla kapitalist modernitenin amacını, diyalektiksel hakikatini ve eleştiriselliğini ifade ediyor.

Gerek “aydınlanmacı” pozitivizmin ve gerekse de kapitalist modernite güçlerinin eleştiri hedefinde kilise olsa da karşı çıktıkları ve eleştirdikleri tek başına kilise olmamıştır. Tarihsel olarak dinsellik ve tanrısallık iç içe olmuştur. Her ne kadar özünden saptırılsa da kapitalist modernite döneminde de tanrısallık ve dinsellik toplumsallığı ifade etmiştir. Dolayısıyla aydınlanmacılığın, pozitivizmin tanrısallık ve dinsellik adı altında hedef aldığı ve kapitalist modernite güçlerinin de parçalayıp tahakkümüne almak istediği toplumsallıktır. Bu bağlamda toplumsallığı anlamsal ve yapısal olarak yok edip ya da parçalayıp hegemonyalarını kurmak istemişlerdir. Çünkü anlamsal ve yapısal olarak toplum etkisizleştirilmeden hegemonyalarını kuramazlar. Parçalanmış ya da inkâr edilip bastırılmış toplumsallık gerçeği karşısında ancak dünyaya hâkim olabilirler. Bu anlamıyla aydınlanmacılığın, pozitivizmin eleştirisi ve kapitalist modernitenin varoluşu ve doğrusal zamanı anti-toplumcudur. Bu nedenle tanrısallık ve dinsellik ve dolayısıyla top lumsallık önlerinde engeldir. Bu nedenle tanrısallık ve dinsellik ve dolayısıyla toplumsallık önlerinde engeldir. Varoluşları bu engelin ortadan kaldırılmasını sağlar.

Elbette tümden kapitalist modernite güçleriyle aydınlanmacılar arasında bir özdeşlik kurulamaz. Ancak aydınlanmacıların eleştirip reddettikleri ile kapitalist modernitenin yok etmek istediği hedef aynı olduğundan objektif olarak aynı noktada buluşmuşlardır. Aydınlanmacılar aklın ve pozitivizmin yasalarını hâkim kılarken; kapitalist modernite güçleri ise kapitalizm, endüstriyalizm ve devletinin yasalarını (ulus-devlet) egemen hâle getirirken hedeflerine ahlaki ve politik toplumun anlamsallıkları ve yapısallığı vardır. Tarih boyunca bu türden yasa koyma ahlaki ve politik toplumu hedef almıştır. “Yasa ve kural koymak yabancı kaynaklıdır. Bu yabancı, dış bir işgalci güç olabileceği gibi, toplumun içinden sivrilen bir azınlığın egemenliği biçiminde de ortaya çıkabilir. Her iki durumda da topluma ve ahlaka yabancılaşma ve düşmanlık söz konusudur. Toplumu denetleme, kontrol altına alma ve üzerinde iktidar kurmayı amaçlar. Bunu kendi hükmü, yasası, kural ve kaideleri ile yapar. (…) Tüm bu yasa ve kurallar topluma köleci bir hizmet ve sorumluluklar yükler.”[5] Köylülüğü, zanaatkarlığı, etnik ve dini toplumu ve cadı adı altında kadını zihniyet ve yapısallığıyla hedef alan her iki yasacılık bir yerden sonra iç içe geçmiştir. İkisini birbirinden ayırmak imkânsızdır. Ahlaki ve politik toplumun tüm değerlerini gerici, ilkel, faydasız ve yok edilmesi gereken kalıntılar olarak ilan eden aydınlanmacı, pozitivist yasa ile ulus-devlet yasacılığı birbirine gereksinim de duyar. Aydınlanmacı ve pozitivist eleştiri kapitalist modernite güçlerini eğitip onlara gerekli olan paradigmasal, ideolojik ve hukuki malzemeyi ve meşruluğu sağlarken, kapitalist modernite güçleri de bunu amaçları doğrultusunda pratikleştirmiştir. Bu temelde aydınlanmacılığın eleştirisi ile kapitalist modernite güçlerinin pratiği birbirini tamamlamıştır. Bu aynı zamanda bir bağımlılık ilişkisidir de. Bu bağımlılık ilişkisidir ki kapitalist modernitenin üçlü sacayağı olan kapitalizme, endüstriyalizme ve ulus-devlete yol açmıştır.

Tanrısallık olarak toplumsallığın anlamsallık ve yapısallığına karşı savaş açan ve reddi miras üzerinden kendini var eden aydınlanmacılığın ve pozitivizmin özeleştiri boyutu doğallığında olmayacaktır. Geliştirdikleri devletçi ve egemenlikçi yasacılığa karşı toplumu sorumlu kılarken, toplum ve doğa üzerinde her tür tasarrufta bulunmayı hak olarak bellemiştir. Tanrı’yı öldürdükleri için her şey serbest bırakılmıştır. Tanrısallık özünde ahlaki ve politik toplumun ölçü ve ilkeleridir. Bu ilkeler ve ölçüler aşındırılıp komikleştirildiğine (Tanrı’nın Ölümü) göre yıkıcılığı, yozluğu ve bencilliği engelleyen güç de etkisizleştirilmiştir. Artık her şey mübahtır. Tanrı’nın ölümü gerçekleştirildiğine göre, normal yerine anormalliğin, toplumsallığa karşı sorumluluğun yerine reddi mirasın, sapkınlığın; soy değerlere bağlılığın yerine yozluğun ve soysuzluğun; toplumsallık yerine bireyciliğin; birey yerine köle devlet vatandaşlığının geçmesi kaçınılmaz olur. Tüm bunların sonucudur ki kapitalist modernite döneminde tarihin en kapsamlı kültürel ve fiziki soykırımlar gerçekleştirilmiştir. Aydınlanmacılık ve pozitivizmde özeleştiri kültürü olmadığı için toplum kırım ve soykırım irrasyonel ve denetlenemeyen sapkınlık olarak tanımlanmıştır. Ya da kimi kişilerin fantezisi olarak ele alınmıştır. Bu şekilde büyük bir benmerkezci kibirle aydınlanmacılık, pozitivizm ve kapitalist modernite güçleri aklanmaya çalışılmıştır.

Oysa kültürel ve fiziki soykırımlar aydınlanmacılığın ve pozitivizmin eleştirisinin ürünüdür; onun toplumsal mühendisliği ve icat ettiği kültür böylesi sonuca yol açmıştır. Çünkü toplumsal gerçekliğin çoklu niteliği varoluşundaki ahlaki ve politik ölçüleri, ilkeleri reddedilmiştir. Reddedilen de yok edilmesi gerekir. Aydınlanmacılığın, pozitivizmin evrensel yasacılığına uymayanın yok edilme süreci toplumkırım ve soykırımla sonuçlanmıştır. Peki postmodernizm modernizmin özeleştirisi olabilir mi? Postmo dernizm bir özeleştiri olmaktan ziyade, bir yönüyle direnen ahlaki ve politik toplumun yok edilemeyeceğinin itirafıdır. Öte yandan aydınlanmacılığın, pozitivizmin, dolayısıyla kapitalist modernitenin eklektik ve utangaç eleştirisidir. Çünkü postmodernizm modernizmin amaç ve hedeflerine bağlıdır; onları doğru buluyor. Buna göre projede sorun yok. Sorun, projenin uygulanmasındaki aşırılıklardır. Bu yönüyle postmodernizm hem eksiklik ve fazlalıklarını gidermek hem de orijinal projeyi gerçekleştirmek istemektedir. Bu bağlamda homojenlik yerine melezliği ve fluluğu ikame etmiştir. Yerelliği tanıması ise kapitalist tüketiciliğin ve piyasa kurallarının küresel çapta yaygınlaştırma hedefiyle bağlantılıdır. Özgürlüğün ölçütü ise tüketiciliktir. Kim ne kadar tüketiyorsa o kadar özgürdür. Farklılık ise sadece retorikseldir. Zaten Federica de Onis postmodernleşme kavramını 1930’lu yıllarda geliştirirken moderniteye karşı küçük bir tepkiyi anlatmak için kullanmıştı. Dolayısıyla postmodernizm bir özeleştiri ve kopuş değildir. Kapitalist modernitenin restorasyonu ve yeni koşullara uyarlanmasıdır. “Post” ön eki ne modernite karşıtlığıdır ne de modernitenin yadsıyışıdır. Tersine postmodernite modernitenin kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus-devlet formunun özüne bağlıdır. Bu üç sacayağa dayanarak meta üretimini, enformasyon teknolojisini, hizmet vb. piyasalarının yeniden yapılandırılmasının koşullarını oluşturmak temelinde rol oynamıştır / oynamaktadır. Gerçekliğe uymayan dönemselleştirmeler bir modernite hastalığıdır. Bu hastalık sonucudur ki postmodernite ayrı bir dönem olarak tanımlanmıştır.

Marksist eleştiri-özeleştiri modernizm karşısında bir kopuş, yadsıma alternatifini inşa girişimi olarak ortaya çıktıysa da bu amacını gerçekleştirememiştir. Marks eleştiri kavramını hemen hemen tüm eserlerinin adı olarak kullanır. Marks’ta eleştirinin iki boyutu vardır. Birincisi, düşünceye özgü bir ölçü koyuştur. Bu yönüyle yaşamı felsefi kılma eylemi olarak eleştiriyi geliştirmiştir. İkincisi ise, burjuva ekonomik sisteminin eleştirisi ve kendi sisteminin açıklanması ve geliştirilmesine yöneliktir. Bu bağlamda Marksist eleştiri kurulu kapitalist sistemin yapısökümü üzerine sosyalist ve komünist toplumun teorisini, bilimini ve söylemini inşa etme olarak somutlaşır. Bu yönüyle Marksizm kapitalist modernitenin anlamsallığı ve yapısallığıyla sunduğu vaadin ifşasını sağladı. Ona karşı bir karşı koyuşun yolunu gösterdi. Toplumu kendi potansiyelini açığa çıkarmaya davet etti.

Ancak tüm hususlar Marksist eleştirinin kapitalist moderniteyi aşmasına yetmedi. Çünkü Marksizm modernlik projesini kökten yadsımıyor. Dahası aydınlanmacılığın ve pozitivizmin sol versiyonu olarak ortaya çıktı. Bu nedenle ahlaki ve politik topluma karşı tavrı, yaklaşımı aydınlanmacı ve pozitivisttir. Marksizmin modernitenin anlamsal ve yapısal yasacılığına uymayan her tür toplumsal zihniyet ve değerleri arkaik, gerici, ilkel ilan edip yok edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Burjuvaziyi ve kapitalizmi bu nedenle ilerici ve devrimci olarak tanımlamıştır. Buna göre burjuvazi ve kapitalizm geleneksel toplumu ortadan kaldırıp yeni bir üretim ilişkilerini geliştirecektir. Sosyalizm ve komünizme bu temelde geçilecektir.

Marks özgün olarak özeleştiri üzerinde durmamıştır. Marks ve Engels açısından özeleştiri kendiliğinden bir durum olarak pratikte var olmuştur. 1848 Devrimci sürecin gidişatına dair öne sürdükleri öngörülerin çıkmamasındaki yanılgıları olarak özeleştiriyi ele almışlardır.

Marksist akımda özeleştiri olgusu Lenin’le başlar. Ancak bu da parti eksenlidir. Buna göre partinin yanılgılarını düzeltmek, bu temelde kendini ve kitleleri eğitmek gerek. Bir siyasi partinin en önemli ve güvenilir tutumu kendi yanılgıları karşısındaki duruşu ve ciddiyetidir. Bu anlamıyla özeleştirinin öznesi partidir.

Stalinizmle birlikte eleştiri-özeleştiri kişilere kaymıştır. Stalin şahsında parti dokunulmaz kılınırken, kişiler şahsında eleştiri-özeleştiri devletçi-iktidarcı oyun ve komploların ve irade kırıcılığının ve itaatin aracı kılındı. Bu durum bir taraftan toplumsal ve bireysel travmalara yol açarken öte yandan da reel sosyalizmin çözülüşünü beraberinde getirmiştir.

Genelde marksizmin özelde ise reel sosyalizmin eleştiri-özeleştiri ahlaki ve politik toplumun ölçü ve değerlerine göre geliştirememesinin sonuçları ağır olmuştur. Sadece marksizmin sistemiçileşmesine yol açmamış, büyük bir hayal kırıklığını da yaratmıştır.

 

Pozitif Eleştiri-Özeleştiri

Pozitif eleştiri-özeleştiri demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmanın eleştiri-özeleştiri tarzı, kültürüdür. Bu anlamda paradigmasaldır. Her yönüyle devletçi-iktidarcı paradigma, zihniyet, sistem ve kişilikten kopuşu ifade eder. Evrensel oluş, gelişim ve gerçekleşme diyalektiğini esas alır. İnşacı ve direnişçidir. Toplumsallığın ahlaki ve politik niteliğine dayanır. Ahlaki ve politik toplumu bastıran,

yok etmeye çalışan veya yozlaştıran devletçi-iktidarcı odaklara karşı direnişi esas alırken, ahlaki politik toplumu inşa eder.

Bu bağlamda pozitif eleştiri-özeleştirinin kapsamı ve niteliğini Ali Fırat’nin şu çarpıcı çözümlemesinde görmek mümkündür: “Aslında negatif bir duruş gerekiyor: sistemin hakikat rejimine her cepheden olumsuz davranmak! Kuru bir cephe alıştan bahsetmiyorum. Onu çözerek karşı duruşun sergilenmesi gerektiğini belirtiyorum. Sadece iktidar ağlarına karşı değil, sömürü odaklarına karşı da ancak bu odakların her yerinde karşılarında anlamlı direniş ve topluluk inşa çabaları geliştirilirse, sistem püf noktasından yakalanmış olur.”[6]

Ali Fırat’ın ortaya koyduğu çerçeveyi kopuş, direniş ve inşa boyutlarıyla somutlaştırmak mümkündür. Bu anlamda pozitif eleştiri-özeleştiri öncelikle evrenin, doğanın ve toplumun varoluşsal niteliğinin çözümlenmesini gerekli kılar. Varoluşun niteliği anlaşılmadan evrensel oluş, gelişim ve gerçekleşme diyalektiği anlaşılamaz. Dolayısıyla reddedilmesi, karşı durulması veya kopulması gereken de belirlenemez. Bu nedenle Ali Fırat ahlaki ve politik nitelik üzerinde durur. Pozitif eleştiri ve özeleştiri de toplumun ahlaki ve politik niteliğinin oluş, gelişim ve gerçekleşme diyalektiğine odaklanır. Kabul ve ret ölçülerini ona göre belirler. Eleştiri ve özeleştiriyi buna göre ortaya koyar. Buradan hareketle evrenin, doğanın ve toplumun varoluş tarzının karşıtı olarak gelişen beş bin yıllık devletçi-iktidarcı sistemin eleştirisini kopuş temelinde geliştirir. Kopuş eleştirisi aynı zamanda özeleştiridir de. Çünkü beş bin yıllık devletçi-iktidarcı sistem kendi zihniyet ve kişiliğini yaratmıştır. Sistem eleştirisi bu yönüyle kopuşu esas almaktadır.

Bu bağlamda Ali Fırat, “… modernitenin bir zırh gibi giydirildiği deli gömleğini çıkarır gibi nefret ederek bu yaşamdan vazgeçeceksin. Gerektiğinde her an kusarak içindeki bu yaşamdan mideni, beynini, bedenini arındıracaksın. Sana dünya güzeli gibi kendini sunsa bile içini kusarak yanıt vereceksin.”[7] diyor. Pozitif eleştiri-özeleştiri sistem eleştirisini geliştirirken kopuş anlamında yüreği, beyni, mideyi ve bedeni arındırmayı hedeflemektedir.

Pozitif eleştiri-özeleştirinin devletçi iktidarcı sistem karşısındaki tutumu bu yönüyle topluma da yönelir. Çünkü hiyerarşik, devletçi-iktidarcı sistem toplumu köleleştirip egemenliğine alırken her yönüyle toplumu oluşum, gelişim ve gerçekleşme diyalektiğinden saptırmıştır. Toplumun ahlaki ve politik niteliği bastırılırken toplum yozlaştırılmıştır. Topluma ait olmayan zihniyet, yaşam ve ilişkiler ağı topluma içerilmiştir. Pozitif eleştiri-özeleştirinin rolü, topluma ait olan ile topluma yabancı olan zihniyet, yaşam ve ilişkileri ayrıştırmada ortaya çıkıyor. Kabul ve ret ölçüleri bu noktada da belirleyicidir. Bu nedenle toplum pozitif eleştiri-özeleştiriye tabi tutularak reddedilmesi gerekenler ile kabul edilmesi gerekenler ayıklanır. Toplumun özgücü ve iradesi bu şekilde açığa çıkarılır. İradesizlik, kölecilik reddedilirken, toplumun iradesi ve özgürlük gücü esas alınır. Bu anlamıyla pozitif eleştiri-özeleştiri ne toplumsallık adına toplumun yaşadığı ve yaşattığı her şeyi kabul eder ne de reddeder. En anlamlı eleştiri-özeleştiri öze ait olan ile yabancı olanın ayrıştırılması; öze ait olanın geliştirilmesi, yeniden inşa edilmesi; yabancı olanın ise reddedilmesi ve ona karşı direnilmesidir.

Ali Fırat, denilebilir ki tarihin en kapsamlı sistem ve toplum çözümlemesini eleştiri-özeleştiri ile geliştirirken, bunu kişilik çözümlemesiyle daha da somutlaştırır. Bu bağlamda tarihin en büyük kişilik devrimi Ali Fırat tarafından kişilik çözümlenmesiyle gerçekleştirilmiştir. Kopuş, direniş ve inşa bu anlamıyla kişilikte somutlaşmıştır. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum devrimi adına tüm gelişmeler kişilik çözümlenmesi ve kişilik devrimiyle yaratılmıştır. Kişilik çözümlenmesiyle tamamlanmayan sistem ve toplum eleştirisi-özeleştirisi eksik kalacaktır. Bu bağlamda kişi şahsında devletçi-iktidarcı zihniyet, anlayış ve özellikler mahkûm edilerek ahlaki ve politik nitelik açığa çıkarılmış, geliştirilmiş; kişi irade ve özgüç sahibi kılınıp direnişçi ve inşacı özne hâline getirilmiştir. Ali Fırat, “Tutarlı ve gerçekten dönüştüren bir özeleştiri, birey için en büyük savaş anlamına gelir.”[8] diyor. Mücadelenin yüzde doksan sekizi bu alanda verilmiştir. Bu aynı zamanda büyük bir özgüven ve cesaret de yaratmıştır. Eleştiri-özeleştiri bir kültür hâline geldikçe tarihi sonuçlar ortaya çıkmıştır. Yoksa başka türlü özüne ihanet etmiş, eder hâle getirilmiştir; iradesizleştirilip gönüllü kılınmış bir toplum ve bireyden 21. yüzyılın özgürlük, eşitlik, demokrasi öznesi kılınamazdı. Ali Fırat, “Peşinen eklemeliyiz ki tutarlı bir eleştiri-özeleştiriye cesaret eden kişi veya [toplum], zayıf konumda olmayı değil, güçlü konumda bulunmayı ifade ederler. Ancak zayıf ve özgüveni olmayan [toplum] ve kişiler, eleştiri-özeleştiriden kaçar. Bunlar için eleştiri, yıkım demektir; özeleştiri ise, bitiştir. Tersine, özgüveni olanlar için eleştiri-özeleştiri, amaç doğrultusunda daha başarılı olmak demektir.”[9] der. Bu anlamıyla başarının sırrı kesinlikle bir kültür hâline getirilmiş pozitif eleştiri ve özeleştirinin büyük nefs savaşı hâlinde ele alınmasındadır.

Pozitif eleştiri ve özeleştirinin en çarpıcı ve belirgin yanı “Kadın ve Aile” çözümlenmesini geliştirmesidir. Özgün olarak cins mücadelesini ele almayan bir eleştiri-özeleştiri kesinlikle tamamlayıcı ve başarılı bir sonuç ortaya çıkaramaz. Bu nedenle doğru bir eleştiri-özeleştiri cins mücadelesini kendi başına ele almak durumundadır. Kadın tarihsel toplumun ilk inşacısıdır. Eleştiri-özeleştiriyi ahlaki ve politik toplumun bir niteliği olarak geliştirmiştir. Kadının oluşturucu, gerçekleştirici ve inşacı yaratıcılığı bu anlamda ahlaki ve politik topluma yol açmıştır. Ama öte yandan kadın şahsında toplum da köleleştirilmiştir. Bu noktada pozitif eleştiri-özeleştiri bir taraftan tanrıçalık kültürünü güncelleştirirken, öte yandan da erkek egemenliğini mahkûm etmektedir. Ali Fırat doğru bir eleştiri-özeleştiri ile kadın için özgürlük düzeyini tanrıçalaşma-melekleşme ve Afroditleşme; erkek için de prometeusleşme oalrak tanımlıyor. Hedeflenen kadın ve erkeğin değişimidir. Pozitif eleştiri-özeleştiri özgür kadın boyutunu jineoloji ve kadın kurtuluş ideolojisi ile somutlaştırmıştır.

Ekolojik toplum ile yamalanamayan bir eleştiri-özeleştirinin ahlaki ve politik niteliği olamaz. Ali Fırat demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum paradigmasını geliştirirken en büyük özeleştiriyi doğaya karşı vermektedir. Avladığı kuşlara karşı özeleştiri verişi müthiştir; çarpıcıdır. Bu basit anlamda bir özeleştiri-eleştiri değildir. Bununla varılmak istenen toplumsallığın özüdür. Çünkü ekoloji toplumsal varoluşun dayandığı fiziki ve biyolojik doğadır. O olmadan toplumsal oluşum gerçekleşemez. Atmosfer ve biyosferin oluşturduğu doğadan toplumsallık gelişmiştir. Ancak bu gerçeklikten büyük bir yabancılaşma yaşanmıştır. Ekolojik topluma dayalı pozitif eleştiri-özeleştiri bu yabancılaşmanın ortadan kaldırılmasıdır. Bağlantılı olarak doğaya hakimiyetin ve doğanın araçsallaştırılmasının ortadan kaldırılması yok oluşa doğru hızla giden yaşamın tekrardan canlandırılmasıdır. Bu sağlanmadan tüm özgür yaşam iddiaları havada kalır.

Bu bağlamda özgür yaşam idealinde tutarlılığın ölçütü kopuş, direniş ve inşa diyalektiğine bağlı geliştirilen pozitif eleştiri-özeleştiridir. Bu diyalektiğe bağlı konumlanmayan her duruş, tutum sistemiçileşmeye mahkûmdur. Dahası yenilgili kişilik ve toplum olmaktan kurtulamaz. Bu nedenle tutarlı olmak isteyen kişi öncelikle pozitif eleştiri-özeleştiriyi kendinde bir yaşam kültürü hâline getirmektedir. Ali Fırat’ın dediği gibi: “Başkalarının ölümünü yargılamak isteyenler önce kendilerini yargılayabilmelidir.”[10] Böylelikle özgür yaşam gerçeklik hâline gelebilir.

 

[1] Donah Zohar , Kuantum Benlik, s.21,
[2] Ali Fırat , Demokratik Ulus Çözümü, s.271
[3] Ali Fırat, Bir Halkı Savunmak, s.271
[4] Terry Eagleton,Tanrı’nın Ölümü ve Kültür
[5] Engin Elbistanlı, Demokratik Modernite Dergisi Sayı 25, 2018 S.86-87
[6] Ali Fırat, Demokratik Uygarlık Çözümü I S. 35,
[7] Ali Fırat, Demokratik Uygarlık Çözümü IV
[8] Bits S. 370
[9] A.g.e. S. 372
[10] A.g.e. S. 19
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.