Düşünce ve Kuram Dergisi

İsis’in Yüzündeki Örtüyü Kaldırmak İçin

Filiz Yüce

“Bir şey ancak kaybedildiği yerde bulunabilir. İnsan türünde büyük yaşam volkanı Toros-Zağros eteklerinde, Dicle-Fırat vadilerinde patladı. Büyüleyici yaşam burada doğdu; Kürdistan’da Jin û Jiyan (kadın ve yaşam) olarak gerçekleşti. Bin yıllar içinde yaşam bu sefer hiyerarşi ve devlet iktidarlarında Jin û Jiyan somutunda aynı mekânlarda kaybedildi.”
Abdullah Öcalan

Ortadoğu gerçeğinde hakikatin dili farklıdır; mücadelenin, yaşamın dili nev-i şahsına münhasırdır. Burada mücadele etmek, hakikate varmak ve özüne uygun bir sistem yaratmak çok büyük sınavların sonucunda gerçekleşir. Bu sırra da ancak kişi kendisi ulaşabilir. Bu yönlü mitolojide anlatılan hikâyeler gerçeğe daha yakındır. Örneğin bu sınavlar içinde İsis tapınağı ile ilgili verilen misal dikkat çekicidir. Dizlerinde kapalı bir kitap bulunan ve yüzü örtülü olan İsis heykelinin altında yazılı olan, “Yüzümdeki örtüyü hiçbir ölümlü kaldıramadı,” belirlemesi çarpıcıdır. Bu aynı zamanda tarihin dışına itilen kadının durumunu da anlatmaktadır ve ölümsüzlük arayışını anlatan bir sınava da işaret etmektedir. Arayış içinde olan ruhun İsis’in yüzündeki örtüyü kaldırması her şeyden önce sınavın bütün zorluklarına katlanması ile mümkün olacaktır. Bilimin gücüne inanan ve özgürlük inancına dayanan ruhların hakikatin sırrına erişeceklerine dair olan inanış bu yönüyle anlamlıdır.

Bu nedenle insan olma sınavında göğün yedinci katında bulunan ve ölümsüzlük yeri olarak tanımlanan Zuhal Yıldızı’na ulaşmak Ortadoğu’ya has bir arayışı anlatır.

Evrensel aklın bütün gizini taşıyan Zuhal Yıldızı, ölümsüzlüğü temsil eder. Işık ile bütünleşmiş olan ruhlar oradan koparak dünyaya doğru düşer. Buradaki düşüş aslında bir sınavı anlatır. Düşüş, dünyaya inildikçe büyük ışıktan karanlığa doğrudur. Işık ruh, karanlık maddedir. Ruh, kısa bir sınama için yeryüzüne inip maddeyle birleşir, ancak maddeye boyun eğmez. Ruhun maddeye boyun eğmesi, ona yenilmesi demektir; bu da sonsuz olarak yok olması demektir. Şayet sınav kazanılmazsa ışık sönecek ve ruh karanlıkta kalacaktır. Ruh da ışıksız kalınca karanlığın içinde eriyip tükenecektir. İşte bu nedenle kozmik boşluk, inen-çıkan ve arada eriyip tükenen sayısız ruhla doludur. Sınavı kazanan ruhlar ise yedi kat göğe başarıyla yükselip geldikleri yere döner ve böylece de ölümsüzlüğe kavuşurlar. Hakikati öğrenirler. Kök ve kaynak ile birleşir bir bütün olurlar.

Madde ile olan mücadelesinde ona boyun eğmeyen ve hakikat arayışına çıkmayı başaran ruh, ilk basamak olarak düşünce dehasını gerçekleştirir. Düşünce ile hayatı ve ölümü düzenler. Düşüncede sağlanan bütünlük toplumsallaşmanın zeminlerinin sağlam olmasını sağlar. İkinci basamak, soyluluk dehası olarak tanımlanır. Bu kata çıkmayı başaran ruhlar asaletlerini kanıtlamış olurlar. Üçüncü basamakta bulunan Zühre Yıldızı, aşk dehasıdır. Burada özlü sevgiye ulaşmanın toplumsallaşma ile sağlanacağı anlatılır. Güneşin egemenliği altında olan dördüncü kat ise güzellik dehasıdır. Başarılı ruhlar ölümsüzlüğe yükselebilmek için böylesi bir tüm güzellikten geçerler. Adaletin dehası olan beşinci kat, doğa ve tüm canlılar arasında olan bütünlüğü ve uyumu ifade eder. Altıncı kat da bilimin dehasıdır. Bunu elinde bulundurmak büyük gücün asasını elinde bulundurmak anlamına gelir. Ölümsüzlüğe kavuşulan ve tümel aklın tüm sırrını saklayan Zuhal Yıldızı’nın katı ise son kattır ve ulaşılması gereken hedeftir. Bu temelde, madde ile olan mücadelede ruhları ölümsüzlüğe götüren irade ve acı ile aydınlık bir bilinç elde edilir. Bu bilince kavuşabilmek için yükselmeyi istemek yeterlidir. Yükselen ruh, aydınlık bilincine dayanarak, tüm güzellik, tüm güç, tüm akıl olacaktır. Bu ise ölümsüzlüktür.

İşte ölümsüzlüğün sırrına erme arayışı bir yandan İsis’in, “Yüzümdeki örtüyü hiçbir ölümlü kaldıramadı,” şeklindeki isyanıyla bağlantılı Zuhal Yıldızı’na ulaşma ile sembolleştirilirken; diğer yandan Gılgameş Destanı’nda uygarlık güçlerine yenilme şeklinde dile gelir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu konuda, “Ortadoğu kültürü insanlığa cennet ve cehennem ütopyasını armağan etmiş, ilk yazılı destan olan Gılgameş Destanı’yla binlerce yıl öncesinden beri ölümsüzlük otunu hep aramış bir kültürdür. Anlıyorum ki, özgür kadınla gerçekleşebilecek yaşamı iktidar hastalığıyla kaybetmiş olan Gılgameş nesli, hep peşinde olduğu bu yaşamı sadece ölümsüzlük biçiminde değil, gerçek yaşam süreci içinde de bulamayacaktır,” demektedir. Gılgameş ile iktidara bulaşan bu arayış, bugün ulus-devlet anlayışı temelinde en üst noktaya gelmiştir. Ancak Zuhal Yıldızı’na ulaşma şeklinde Ortadoğu’da süren hakikat arayışı ve bu temelde geçilen sınavlar, PKK Önderliği öncülüğünde kadın özgürlük mücadelesinde sürmektedir. Ve bu mücadele, ölümsüzlüğü, demokratik modernite sistemini kurarak tüm insanlığa sunmaktadır.

Bu anlamda hakikate giden yolda kadınların mücadelesi belirleyicidir. Bu aynı zamanda Ortadoğu’nun demokratik dönüşümünün ve demokratik uygarlık güçlerinin sistemini yaratmanın da anahtarıdır. Çünkü kadınların hakikat arayışı, özgür yaşam ütopyası, kendine has bir diyalektiğe sahiptir. Kadınlar önce düş kurar, ütopyalarını yaratır. Kurduğu düşün gerçek olması için düşünür. Yollara düşer. Aşılması güç engelleri aşar, büyük badireler atlatır; ama öyle bir eşiğe gelir ki düşer. Sonra yeniden kalkar. Düş kurar, düşünür, yollara düşer ve yine düşer. Günümüze kadar varlığını sürdüren değerlerin yaratıcısı olan ana-tanrıça kültür, Marduk ile olan mücadelesinde bunu yaşar. Laat, Menaat ve Uzza kültürünü canlı kılmak isteyen Hatice, Fatma ve Ayşe’nin inancında bu direnişin kalıntıları vardır. Semiramis’in bahçelerinde, Zenubyan’ın tutkusunda, Nefertiti’nin hırsında, Mariam’ın çelişkisinde, Magdelena’nın arayışında, cadı avlarında, dokuma tezgâhlarının başında bunu yaşar. Ancak hiç pes etmez. Çünkü insanlığın bütün demokratik değerlerini yaratan, hala insanlığın manevi ve maddi dünyasına yön veren esas devrimin sahibidir ve içten içe kendine güven veren de bu köklü kültürdür. Tarihin başlangıcında gerçekleştirdiği bu devrimin izdüşümleri hala hayatın her alanında capcanlıdır. Onlardan güç almaktadır. Kurduğu düşün üzerine hayatı inşa eden kadının tarih sayfalarında izleri kaybedilse de kadın ayakta kalmayı başarmıştır. Tüm zaman aralıklarından ince ince günümüze bir yeraltı nehri misali akan öz değerlerimizi temsil etmektedir. Anlamını yitirmiş kayıtlara tenezzül etmeden kendi zamanını yaratma arayışını sürekli sürdürmüştür. Hakikatin oluşunu anlatan zamanda kadınların izlerini aramak bu nedenle çok anlamlıdır. Çünkü bu arayışın içinde insanlığın kaybedilen hakikati saklıdır. Bu arayışın içinde hayatın kendisi vardır. Belki bu söylemler soyut gelebilir, ama hayatın kendine ait bir dili olduğunu en iyi kadınlar bilir. “Su akar yatağını bulur,” sözünün anlamını en iyi kadınlar hisseder. “Kaybedileni kaybedilen yerde arama ve bulma ilkesini,” doğrularcasına Ortadoğu’da Kürt halkı şahsında “Jin, Jiyan, Azadi!” ile bu anlamı ifşa eder. Hayata kurdukları düşleri, ütopyaları gerçekleştirme iradesi ile tutunan ve hayatın kendisi olan kadınlar en çok bu bağın sırrına erişmek için mücadele eder.

 

“Hakikati Buldukça Yaşayacaksın”

“Büyük özgür yaşam ütopyası olanlar için, arandığında bölgede örneği çok olan bir yaşam tarzı şartı vardır. O da şudur: Toplumsallığın mümkün kıldığı hakikat için yaşayacaksın. Hakikati buldukça yaşayacaksın. Hakikati yaydıkça ahlâkî ve politik toplumu kuracaksın. Bunun için karşına çıkan iç ve dış engellerle doğru mücadele edeceksin. Ortadoğu’da Bilgelik Akademisi hep böyle söyler. Bu söylemle özgürleşen yaşam iradesi hep böyle yapar!”
Abdullah Öcalan

Nitekim Ortadoğu’ya dair her söylemin mutlaka kadın dilinin izlerini taşıyan kozmik, felsefi ve sosyolojik bir yanı vardır. Evrensel aklın esrarını taşıyan bu söylemlerde köklü bir tarih yatmaktadır. Ve insanlığın ana değerlerini anlatan bir ana damar akmaktadır. Çünkü Ortadoğu’da kadının gizini taşıyan zamanın izleri kendine hastır. Bu nedenle Ortadoğu’da hakikat arayışı aynı zamanda kadınların etkin olduğu doğal topluma özlemi ifade eden sayısız mitolojik, felsefi, sosyolojik anlamı kendi içinde barındırmaktadır. Hakikatin dili de bununla bağlantılı olarak farklıdır, orijinaldir. Ortadoğu’nun demokratik dönüşümünde kadının rolü de son yüzyıllarda gelişen geleneksel, modernist ve feminist akımlarla ve hareketlerle tek başına açıklanamayacak ve çözümlenemeyecek kadar kendine hastır. Hakiki bir yaklaşımı, yöntemi gerektirmektedir. Çünkü hakikat arayışı bütünlüklü bir yaklaşım ile mümkündür. Felsefi bir bakış da bütünlüklü bir yaklaşım ile bağlantılıdır.

Ortadoğu tarihinde felsefi düşüncenin temellerini atan bilgeler genelde insanın sadece akıl yoluyla hakikate ulaşamayacağını söyler. Akıl her zaman hakikatten yana olmadığı gibi iyi sonuçlar doğurması da mümkün değildir. Nitekim sezgiyi, iç görüyü ve gönül gözüyle dünyaya bakmayı tümüyle öteleyen hiyerarşik devletçi zihniyetin insanlığa ve evrene yaşattıkları salt akıl ile gerçeğe varılamayacağının en temel göstergesidir. Hakikatin ilmine ulaşabilmek için her şeyden önce duygusal zekâ ile analitik zekânın bütünlüğüne ihtiyaç vardır. Yani beyin ile yürek arasında kurulacak olan köprü aynı zamanda sezgiyi, ilhamı, gönül gözünü açan ve hayatın dilini anlamayı mümkün kılan bir yöntemdir. Sezgi ve ilham yolu ile hakikati keşfeden insan, gönlünü açık ve temiz tuttuğu müddetçe anlam âlemine girer ve aydınlığa ulaşır. Burada sezgiye eşlik eden akıl gücü, aklı besleyen gönül gözü birbiriyle simbiyotik bir ilişki içindedir. Sezgisel düşünme ile rasyonel düşünme birbirini tamamlayan iki önemli yöntemdir. Bu anlamda varlığı anlamak için onu hissetmek, gönül gözüyle bakmasını bilmek derinlikli bir hakikat keşfini sağlar.

Özgür yaşam ütopyası olan ve bunun mücadelesini veren kadınlar olarak jineoloji ile hakikatin keşfinde bilgelik sınırlarında bir düşünce-duygu birlikteliğini sağlamak çok önemlidir. Hakikatin bilgisine ulaşmak böylesi bir aydınlanma ile mümkündür. Jineoloji bir kadın devrimi ile yaşamı yeniden kadın eksenli kurmanın bilimidir. Jineoloji ile sağlanacak böylesi bir ruhsal ve düşünsel yoğunlaşma aynı zamanda sezgisel yöntemin belirleyici olduğu ruhsal ve bedensel arınma anlamına gelmektedir. Ruhsal ve düşünsel bütünlüğünü sağlayan insan bu yöntemi en iyi kullanan olacaktır. Dış gözlem ve deneyin mutlaka bir etkisi vardır, ama yeterli değildir. Hem akıl hem sezgi yolunu bilgide bütünleştirmek hakikat arayışında ve kadın devriminde belirleyici bir öneme sahiptir.

Salt akıl yoluyla hakikate ulaşma iddiası beş bin yıllık erkek egemen sistemin bilimi olan pozitivizmin temel yaklaşımıdır. Pozitivizm sadece algılananla yani dışsal olanla ilgilenir, içsel olanı görmezden gelir. Metafiziği, maneviyatı, tasavvufi söylemi bilim dışı görür. Bu nedenle de kaba materyalisttir. Moralden, ahlaktan, inançtan yoksundur. Ancak insanın hem fizik hem de metafizik bir varlık olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda pozitivist anlayışın ne kadar hakikatin uzağında olduğu daha net anlaşılır. Yine devletçi sisteme hizmet eden Platon ve Aristo’nun felsefeyi gerçek özünden ne kadar uzaklaştırdığı daha iyi görülür. Nitekim Aristo felsefeyi rasyonel bir kalıp içine sokarak perspektifini sınırlarken Platon idealar dünyası ile nesneler dünyası arasında keskin ayrımlar koymuştur. Bunların ardı sıra gelen ve geneli erkek olan filozoflar bu ayrımın dışında bir arayışın içinde pek olmamıştır.

Bu anlamda insanda dile gelen evreni anlamak için felsefi bir derinleşme şarttır. Bilimsel olarak insanın evrenin özeti olduğuna dair olan tespitler aslında Ortadoğu kökenli bir çok felsefi arayışta da vardır. Zerdüşt’ten Mani’ye, Terzi Hermes’ten Hallac-ı Mansur’a Ortadoğu bilgelerinin felsefesinin temelinde de bu anlayış yatmaktadır. Kürt Halk Önderi, bu felsefenin kadın eksenli tarım-köy toplumundan beslendiğini çok net dile getirmektedir. Yine kuantum fiziğinin ‘mikro kozmos’ olarak tanımladığı insan evreninin ‘ikinci doğa’, ‘insansal doğa’ olarak tanımlanması önemlidir. Çünkü bu tanımlar evrende aranan her şeyin insanda bulunabileceğini anlatmaktadır. “Kendini bil!” ilkesi bu nedenle çok anlamlıdır. Çünkü evreni kaba bir madde yığını olarak değil de canlı bir organizma olarak görmektedir. Yaşamı kuran ve yaşam ile doğal bir bağı olan kadınların tarım-köy devrimi temelinde öncülük ettiği doğal toplumda var olan animizm bu anlayışın temelidir. Her şeyin canlı ve kutsal olduğunu bilmek hakikatin kendisine varmanın temel yollarından biridir. Her şeyi canlı ve birbiriyle bağlantılı görmek bu düşünüşün yöntemidir. Bu görüşte doğanın tüm bileşenleri ‘bir’dir, birliktedir. Kuantumun bugün kanıtladığı temel olgu da bu temel birlik ilkesidir. Yani her şeyin tüm çeşitliliğine rağmen özünde ‘bir’ olduğu, ‘bir’i oluşturduğu kanıtlanmaktadır.

Doğanın canlı olduğu, hayatın kendine ait bir dilinin olduğu gerçeği kadın eksenli gelişen neolitik devrimin yaşandığı doğal toplumda olduğu gibi, bugün, bilimin zirvesi olarak ele alınan kuantum düşünce tarzında da kabul edilmektedir. Geçmiş deneyimin hakikate daha yakın olduğu bu yönüyle de her geçen gün daha fazla ispatlanmaktadır. Doğal olarak başta kadınlar olmak üzere hakikatin izinde olan arayıcıların her şeyden önce bu düşünme tarzı ile hayata yaklaşmaları belirleyici önemdedir.

 

Toplumsal Dokuya Uygun Mücadele

Ortadoğu gerçeğine uygun bir şekilde hakikat savaşı vermek ve bu bütünsellik içinde yaşam tarzını düzenlemek için her şeyden önce yukarıda belirttiğimiz temelde kadın eksenli düşünme tarzı ile hayata yaklaşmayı bilmek gerekiyor. Tarihsel ve toplumsal anlamda kökleriyle buluşmaya ihtiyacı olan Ortadoğu’da son yüzyıllarda kurulan entelektüel hegemonyayı kırmak ancak böylesi bir derinleşme ile mümkündür. Bu nedenle Ortadoğu kültürünün toplumsal kodlarını ve direniş geleneğini iyi okumak gerekiyor. Bugün hegomonik sistemlerin en fazla yöneldiği Ortadoğu’da gerçek bir demokratik dönüşümün sağlanması da Ortadoğu’nun gerçeğine uygun bir hakikat savaşının içinde olma ve bu bütünsellik içinde yaşam tarzını düzenleme ile mümkündür. Nitekim Ortadoğu’da var olan sol, feminist, çevresel ve kültürel hareketlerin her şeyden önce kapitalist sistemin ideolojik hegemonyasından ve yaşam tarzından kurtulması gerekmektedir. Çünkü kendi hakikatinden ve köklerinden uzak bir şekilde mücadele yürüten bu hareketler farkında olarak ya da olmayarak kapitalist moderniteye güç vermektedirler.

Örneğin Ortadoğu’da kadın hareketinin doğuşunu 19. yüzyılda başlayan modernleşme hareketlerine ve 20. yüzyılda emperyal güçlere karşı Filistin, Irak ve Mısır’da verilen ulusal kurtuluş mücadelelerine dayandırmak genel hegemonik bir yaklaşımdır. Hatta modernist erkeklerin kadınların toplumsal yaşamdaki geleneksel rolleri dışındaki rolleri üstlenmelerini istemeleri ile başlamıştır. Çünkü modernist erkekler bölgenin batılılaşması yönünde kadınların rol üstlenmelerini önemli bir basamak olarak görmüştür. Bu bile kendi başına kadının bir nesne olarak ele alındığını açıklamaya yeterlidir. Yine yüzeysel yaklaşımların bir diğer boyutu da kadın eksenli yaşamı ve mücadeleyi, tarım-köy devrimini gerçekleştiren ve tanrıça kültürünü temsil eden köklerinden kopuk bir şekilde ele almalarıdır.

Bu yüzeysel yaklaşımın en bariz akademik belirlemeleri ise Ortadoğu’da kadın hareketinin 20. yüzyılda yaşadığı değişim sürecini hem bölgesel hem de küresel dinamiklerin etkisi altında üç dönem içinde ele almaları şeklinde olmaktadır. Bunlar; kolonyal dönemde ulusal mücadele çatısı altında şekillenen kadın hareketi, 1950 sonrası devlet güdümündeki kadın hareketi, 1980 sonrası bağımsız kadın örgütlerinin şekillendirdikleri kadın hareketi şeklinde sıralanmaktadır. Kuşkusuz kadınların mücadelesinin bir parçası olarak bu dönemler ele alınabilir. Ama Ortadoğu’da geleneksel, modernist ve feminist yaklaşımların ötesinde bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Yine ulusal kurtuluş mücadelelerine hizmet eden hareketler olarak ele almanın ötesinde yaklaşmak gerekiyor. Batılılaşma temelinde atılan adımlar köklü çözüm yaratmadığı gibi kadınların sorunlarına da çözüm üretmemiştir. Bu yönlü hareketler daha çok sistemin bekçiliğini yapma ya da sisteme toplumu daha fazla entegre etme temelinde rol oynamıştır. Birleşmiş Milletler tarafından Kadın On Yılı’nın ilan edilmesi yine 1995’te yapılan Pekin Konferansı gibi arayışlar kadınların sorunlarını görünür kılmıştır belki, ama köklü bir çözüm üretememiştir. Bu nedenle duygusal zekâ ile analitik zekânın bütünlüklü olduğu, sezgi, iç görü ve gönül gözü ile yaşama yaklaşan ve doğayla uyumlu olan kadın eksenli bir zihniyet devrimine ve Ortadoğu’nun toplumsal dokusuna uygun bir mücadele diyalektiğine ihtiyaç vardır.

 

Neden Kadın Devrimi?

Tarihi son iki yüzyıl ya da beş bin yıllık zaman dilimiyle sınırlı ele almak demokratik bir toplumsallaşmanın önünde engel olan temel çelişkinin ne olduğuna doğru anlam verememeyi de beraberinde getirmektedir. Özellikle tarih okumalarını beş bin yıllık erkek egemenlikçi sistemin anlayışıyla başlatmak ya da son birkaç yüzyılda Ortadoğu’da yaşanan karmaşadan yola çıkarak tarihi yorumlamak ezbere bir yaklaşım olur. “Şimdi” de yaşanan alt-üst oluşların çözümlenememesi de bu yaklaşımın bir sonucudur. Bu açıdan temel çelişkiyi Hegel’in köle-egemen anlayışının aksine köle kadın-kurnaz erkek çelişkisi üzerine kuran Kürt Halk Önderi Öcalan, esas sorunun çözümüne kadın devrimi ile çıkış yaptırmanın önemine işaret etmektedir. Toplumsallaşmaya kaynaklık eden tarım-köy devrimini gerçekleştiren kadın eksenli değerlerin günümüze kadar sürdüğüne vurgu yapan Kürt Halk Önderi, Ortadoğu’da gerçek dönüşümün tıpkı tarihin başlangıcındaki gibi bir kadın devrimi ile sağlanacağını belirtmektedir. Çünkü evrensel tarihi, sosyolojik ve felsefi bir temelde ele almakta ve insanlığın ilk çelişkisinin ne olduğuna açıklık getirmektedir.

Bu nedenle Ortadoğu’nun demokratik dönüşümünde hakikat arayışını ifade eden kadın mücadelesinin rolü belirleyicidir. Her şeyden önce kadınlar kendini iktidardan azade etmiş bir ruhsal ve düşünsel yapılanmaya daha yakındır. İktidara en az bulaşan kadınlar tarihin ilk sömürgesi, ilk ezilenidir. Büyük kaybetmişlerdir. O nedenle “Kaybedileni kaybedilen yerde aramak” ve bunu kadın devrimi ile başarmak anlamlıdır. Aslında büyük alt üst oluşların yaşandığı ve yeni toplumsal yapılanmaların yaratıldığı süreçler için kullanılan devrim kelimesini Öcalan daha farklı bir şekilde ele almaktadır ve şöyle demektedir: “Ortadoğu uygarlık tarihini bir yönüyle karşı-devrim tarihi olarak yorumlayabiliriz. Neye karşı karşı-devrim? Uygarlık sisteminden dışlanan tüm toplumsal unsurlara karşı bir karşı-devrim; kadına, gençlere, tarım-köy toplumuna, konar-göçer kabile ve aşiretlere, gizli mezhep ve inanç sahiplerine, köleleştirilenlere karşı karşı-devrim. Uygarlık kendi öz çıkar güçleri için yeni bir düzen veya devrim iken, karşıt güçler için yıkım ve karşı-devrimdir. Benim için devrimin anlamı, uygarlık sisteminin sürekli alan ve uygulamasını daralttığı ahlâkî-politik ve demokratik toplumun yeniden ve daha geliştirilmiş olarak bu niteliklerini kazanmasıdır.”

Bu temelde hiyerarşik devletçi düzenin kadın başta olmak üzere birçok kesim üzerinde kurduğu erkek egemenliğini yıkmak tarihi önemdedir. Cinsiyetçilik başta olmak üzere; milliyetçilik, dincilik ve bilimcilik temelinde kendini kurumlaştıran bu sisteme karşı kadının öz değerleri ile buluşmasını sağlayan bir devrim süreci gereklidir. İktidar üreten ve ulus-devlete hizmet eden cinsiyetçi ideolojiyi kırmak kadın devrimi ile mümkündür. Son yıllarda başta El Kaide olmak üzere birçok örgüt eli ile sistemli bir şekilde üretilen kadın düşmanlığı şimdi DAİŞ ve Boko Haram eliyle beslenmektedir. Bu kadın düşmanı örgütlerin beslendiği temel ideolojik yapılanmanın kapitalist modernitenin ta kendisi olduğunu bilmek önemlidir. Kelime anlamı itibariyle bile tecavüz ve köleleştirme anlamına gelen devlet olgusunu doğru çözümlemek belirleyicidir. O nedenle de kadının Ortadoğu’da gerçekleştireceği bir devrim tüm toplumun kurtuluşunun da anahtarıdır. Nitekim cinsiyetçi anlayış ile insan aslında kendi doğasından ciddi bir kopuşu yaşamaya başlamıştır. Kadın bedeni ve emeği üzerinde süren baskı gözler önünde olduğu halde bunun üstünün örtülmesi cinsiyetçi tarih ve toplum anlayışı ile çok usta bir şekilde gerçekleştirilmektedir.

Ortadoğu’da kadın devrimi olmazsa olmazdır. Çünkü var olan sistem reforme edilme şansını artık kaybetmiştir. Tüm toplumsal alanlarda kadınların bilinçlenmesi temelinde gelişecek bir kadın devrimi aynı zamanda toplumsal bir devrim olacaktır. Bu yönüyle kadın devrimi, kadın özgürlük mücadelesi ile en köklü çıkışları yapma potansiyelini taşımaktadır. Cinsiyetçi ideolojiye karşı yıllardır sürekli bir savaş içinde olan kadın özgürlük mücadelesi aynı zamanda tecavüz kültürüne karşı her an ahlaki ve politik bir savaşım yürütmektedir. İktidar ve sömürüye hizmet eden çocuk doğurma olgusunu bilimsel temellerde ele aldığı gibi, bu konuda kendi özgün mekânlarında yarattığı öz örgütlülüğüyle toplumu bilinçlendirme mücadelesini de sürdürmektedir. Hanedanlık ve ailecilik ideolojisini besleyen cinsiyetçi toplumun her hücresine karşı kendi değerlerini yaratmaktadır. Cinsiyetçiliğe, onun yol açtığı aşırı nüfus, iktidar ve devletten pay alma hırsına karşı, tedbirlerini geliştirmektedir. Demografik ve ekolojik sorunların kaynağında olan cinsiyetçi yaklaşımları aşmanın yöntemlerini yaratmaktadır. Kadınla yaşamın felsefesini kendi özgür mekânlarında yaratmakta; bu konuda kadın ordulaşması, partileşmesi, konfederalizmi, toplumsal sözleşme, özgür eş-yaşam, kopuş teorisi ve erkeği dönüştürme projesi başta olmak üzere kendi kavramsal, kuramsal ve kurumsal çerçevesini oluşturmaktadır. Hakikate giden yolda güzelliğin, başarının ve soyluluğun yaratılması ve üretilmesinde toplumsallığın oluşturulmasında belirleyici bir yerde durmaktadır.

Cinsiyetçi ideolojinin kadını nefessiz bırakmasına karşı mücadele eden Kadın Özgürlük Hareketi, kadınla yaşamın paylaşılmasıyla devrimini gerçekleştirmektedir. Toplumun birçok alanında etkileri yaşanan bu devrimi Kürt Halk Önderi, “Demokratik modernite açıkçası kadın devrimi ve kadın uygarlık çağıdır,” şeklinde tanımlamaktadır. Ekonomik toplumun inşasında kadının komünal gücü, ekolojinin ancak kadın duyarlılığıyla toplumla buluşturulacak bir bilim olması, pozitivist bilimciliğin akademik dünyayı, kadınları etkisizleştiren yönüne karşı demokratik modernite temelinde yeni bir sistemi oluşturma gücü, kadın bilinci ile demografik sorunlara karşı durma ve benzeri birçok alanda kadınların yaratacağı sosyal dönüşüm toplumsal hakikate ulaşmada belirleyici olacaktır. Tüm bunların bilimi olan ve sosyal bilimlerde devrimci dönüşüm yaratma iddiası olan jineolojinin böylesi bir anlamı vardır. Sistemin içinde sisteme karşı eski bilgeler düzeyinde bir hakikat savaşçılığı anlamına da gelen jineoloji sisteme karşı sürekli bir eylem içinde olmayı ifade etmektedir. Sadece modernitenin akademik dünyasını eleştirmekle yetinmeyen, bununla birlikte alternatifini de geliştiren yeni akademik birimler oluşturma iddiasındadır. Isis’in yüzündeki örtüyü kaldırmayı; ölümsüzlüğün bir başka adı olan demokratik modernite sistemini inşa ederek gerçekleştirecektir. Hakikat devrimi ile sağlanacak yeni zihniyet ve yaşam tarzı aynı zamanda Ortadoğu kültürünün kendini yenilemesini sağlayacaktır.

Yaşamın tüm alanlarında, kadınların öncülüğünde yürütülen mücadele, Ortadoğu’nun demokratik dönüşümünde belirleyicidir. Nitekim bu coğrafyanın dokusuna uygun bir mücadele diyalektiği ekmek ve su kadar gereklidir. Emperyal güçlerin Ortadoğu üzerindeki entelektüel hegemonyası başta olmak üzere bütün alanlardaki egemenliğini ortadan kaldırmak böylesi bir mücadele ile mümkündür. Bütün baskılara rağmen akışını sürdüren demokratik uygarlık güçlerinin tarih boyunca sürdürdükleri direniş ve mücadele geleneğine bağlı kalarak bilimin ışığında hakikat arayışını sürdürmek bu topraklara hastır. Erenlerin, ana kültlerinin, dervişlerin, bilgelerin “bir lokma, bir hırka” felsefesi temelinde yaşamayı bilmedikçe hakikat savaşını vermek zordur. Bu temelde “Ortadoğu’nun yenilenmiş kadın tanrıça bilgeliklerine ulaşma” ihtiyacı vardır. Kadın devrimi “fikri-sözü-eylemi bir olan” kültürü yeniden canlandırmak kadar demokratik modernite uygarlığının temel ilkelerini ve kapitalist modernitenin eleştirisini bu kültüre ekleyerek katkısını sunacak ve tarihsel rolünü oynayacaktır.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.