Düşünce ve Kuram Dergisi

Jineoloji Tartışmalarında Birkaç Not

Zeki Bayhan

Düşünmeye sorularla başlamak 

Jineoloji nedir? Bilim dünyası bu kadar çok ‘loji’ ile kaynarken nereden icap etti jineoloji gündemi? Konu ‘jin’ yanı kadın ise eğer, psikiyatri kadının psişik yapı ve oluşumunu zaten açık etmiş bulunuyor! Kadın sağlığı ve fizyolojisinin tıbbi bilim adı olarak jinekoloji zaten var! Var yani… O halde jineoloji neden, hangi ihtiyaçtan doğdu?

Hiç kuşkusuz bu soruların yanıtını tek bir makaleyle vermek mümkün değil. Hele de söz konusu olan henüz kurulmaya çalışılan bir bilim ise iş daha da zorlaşıyor. Fakat bu durum, bu ve benzeri sorunların haklılığını ortadan kaldırmaz. Sadece vereceğimiz yanıtların zamanla sistematize olabileceğine işaret etmek istiyoruz. Biz bu yazıyla jineoloji tartışmalarına birkaç düşünce belirtme yoluyla katkıda bulunma arzusundayız. Sorduğumuz veya sorulabilecek sorulara yanıt teşkil edebilecek ipuçları sunabileceğimizi umuyoruz. Ama elbette takdir okurların ve daha çok konuya daha fazla kafa yoran ilgililerin olacaktır.

 

Giriş

Bütün bilimlerin ilkesel olarak toplumsal ihtiyaçlara yanıt olma temelinde geliştiği bilinen bir gerçekliktir. Bu bağlamda doğa bilimleri, insanın ve doğanın diyalektiğini daha iyi kavrayarak onunla ilişki stratejileri geliştirmesi amacıyla geliştirilmişken, toplum bilimlerde insan soyunun toplumsallaşma diyalektiğine dönük kavrayışta derinleşme amacıyla yola koyulmuştur. Hem toplum hem de doğa bilimleri bu amaç doğrultusunda kurulup geliştikçe gerek doğanın gerekse de toplumun çok yönlü akışlardan müteşekkil olduğunun farkına varılmış ve bilimler disiplinlere bölünerek detaylanmıştır. Doğa bilimleri de toplum bilimleri de bu anlamda birer soyağacına sahiptirler.

Fakat devletli uygarlık sisteminin toplumu siyasal açıdan yöneten-yönetilen, ekonomik açıdan mülk sahibiemekçi ve cinsiyet açısından erkek-kadın kategorilerine ayırarak ikincileri birincilerin sömürüsüne tabi tutması, toplum doğasına ters iktidara örgütlenmesi kaçınılmaz olarak geliştirilen bilimlere de yansımıştır. Bu bakımdan, doğanın diyalektiğini anlayıp onunla sağlıklı bir ilişkilenme kültürü geliştirmek için gerekli olan doğa bilimleri, doğanın nasıl daha fazla tahakküm altına alınarak sömürülmesine hizmet edebileceği motivasyonuyla ele alınmış ve sonuç olarak Ekolojik kriz oluşmuştur. Diğer taraftan toplum bilimlerde ekonomik, cinsel vb. alanlarda sömürü ilişkilerinin meşrulaştırılmasına hizmet edecek tarzda içeriği zenginleştirilmiş, toplumsal doğayı anlama amacıyla geliştirilmesi gereken sosyal bilimler, yine toplumu egemen sömürüilişkilerinin çıkarları doğrultusunda dizayn ederek toplum mühendisliklerine dönüştürülmüştür. Bu da toplumu öz doğasından uzaklaştırarak toplumsal krize yol açmıştır.

Bir süredir devletli uygarlığın krizinden bahsediyoruz. Reel sosyalist dünyanın yıkılması bu bağlamda bir milattı ama sadece Modernitenin solu için değil, sağı içinde bir milattı. Zira bu sadece reel sosyalizmin değil, verili kapitalist Moderniteninsürdürülemezliğinin’ de göstergesiydi. Nitekim tek kutuplu dünyada ‘liberalizmin zaferi’ , ‘tarihin sonu’ gibi liberal aydın teranelerin ömrü uzun olmadı. ABD başta olmak üzere birçok batı kapitalist ülkeleri krizden krize sürüklendi. Gerçekten de ideolojisi olmayan bir entelektüel düşünülemez, bütün düşünce insanları içinde bulundukları dünya görüşlerinden etkilenir ve bilim insanları da bundan muaf değildir. Eistein’in bile ‘tanrı zar atmaz’ dediğini hatırlatmak konu bağlamında uzun izahlardan daha açıklayıcı olabilir. Şu bir gerçek ki, hangi alanda olursa olsun sömürü insan bedenini değil zihninin de ele geçirilmesiyle başlar. Bu bakımdan ideolojik hegemonya olarak ifade edilen, kişinin düşünce dünyasının kontrol altında tutulması her türlü sömürgeciliğin temel önceliğidir. Sorun, sadece kişinin egemenlerin istediği gibi düşünmeye değil, inanmaya ve dolayısıyla o paralelde yaşamaya başlamasıyla çözülmüş olur!

Postmodern teorisyenlerin içinde bulunduğumuz çağı ‘ideolojiler sonrası çağ’ olarak tanımlaması boşuna değildir. Özetle bize ‘boş yere kurtuluşcu düşünce ve ideolojilerin peşinden koşmayın’ deniliyor. Peki, ne yapacağız? ABD öncülüğündeki neoliberal sömürü sistemini kabul mü edeceğiz! Demek oluyor ki ideolojiler sonrası çağ teorilerinin kendisi neoliberal sistemin devamını amaçlayan ideolojik bir dayatmadır.

Her türlü kölelik, sömürü ve bağımlılık ilişkileri zihniyette başladığına göre özgürlük ideolojileri zihni özgürleştirme ile işe başlayabilmelidir. Bu durumda içinde bulunduğumuz çağın temel mücadele alanı iddia edilenin aksine ideoloji alanıdır.

Özgürlük, paradigmasal bir değişimle felsefeden ideolojiye ve hatta sosyal bilimlere kadar çok yönlü zihniyet ve kültür değişimiyle imkân dâhiline girer. Bu durumda Jineoloji bilimini bu eksende içinde bulunduğunuz çağın sistematik krizinden çıkışın temel bir sosyal bilimi olarak düşünmek isabetli olacaktır. Çünkü jineoloji, demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigmanın, cinsiyet özgürlükçü ilke alanında ki motivasyonları açığa çıkaracak olan bir bilimdir. Dolayısıyla özgür toplum tasavvurunun yaşamla buluşturulmasında politika nasıl asli bir bileşense, jineoloji bilimi de cinsiyet özgürlükçü ilkesi paralelinde asli bir bileşendir. Bu, jineolojinin özgür toplum yaşamının geliştirilmesinde taşıyacağı merkezi rolün idrak edilmesinde önemli bir boyuttur.

 

Kavramsal olarak jineoloji

İnsanın yaşam algısında kavramsal evrenin önemli bir yer tuttuğu biliniyor. Çünkü insan kavram ile kendisini ve çevresini kavrama edimine ulaşabiliyor. Bu bağlamda kavram, var olanın idrak edilmesine ihtiyaç duyulan tanımlamayla resimlemeyi içererek, çevremizle kurduğumuz ilişki diyalektiğimizi belirleyen algı dünyamızla birleştirir.

Burada önemli olan kavramın ne olduğundan çok içeriğidir. Fakat kavramların dolayısıyla kavramsallaştırmaların keyfi olamayacağını ve kendi içinde dilbilimsel ve anabilimsel bir diyalektik bağa göre geliştirdiklerini de göz ardı etmemek gerekiyor. Kavramlarda dallanıp budaklanan ağaçlar gibidir, bir kavram kökü üzerinden sayılarca kavram gelişebiliyor. Ve bu kavramların tümü farklılaşan anlamlar taşısalar da bu anlamların hiçbiri kavram kökünden anlamsal bakımdan tümüyle bağımsızlaşamaz.

‘jin’ Kürtçede birçok kelimenin üzerinden geliştirildiği bir kök-kavramdır. Jin (kadın), jın (yaşam), jiyan (yaşamak) bunlardan birkaçıdır. Jın/jin (kadın/yaşam) kavramları bu bağlamda sadece fonetik olarak değil felsefik yaşamsal olarak da birbirine sıkı sıkıya bağlı olan kavramlardır. Kadın ile yaşam arasındaki sıkı bağı düşündüğümüzde bu bağın jın/jin kavramlarıyla ifade bulması daha iyi anlaşılabilir. ‘Loji’ kelimesi ise Latinceden gelir ve dönüşmüş haliyle bilim anlamında kullanılır. Bu durumda jineoloji, kadın bilimi dolayısıyla da yaşam bilimi demektir. Jineolojinin kavramsal açılımında bu kadın bilimi ile yaşam bilimi bağını göz ardı etmemekle beraber, kuramsal açıdan da olduğu gibi toplumsal yaşam yönelimi bakımından hayati düzeydedir. Zira bu bağ jineoloji biliminin merkezi temasını oluşturur.

Bir bilim olarak jineoloji genel kavramsallaştırmasında diğer önemli bir boyut ise, tarihten demografiye, ekonomiye, kültüre, cinselliğe vb. uzanan oldukça geniş yelpazede inceleme alanları içermekle birlikte bütün bu inceleme sahalarında toplumsal bir özne olarak kadın gerçekliğinin eksen alınmasıdır. Jineoloji bilimi açısından bu kadın-eksenlilik durumu stratejik bir konudur. Çünkü jineoloji esasta patriyarka ürünü olan verili sosyal bilim analizlerinin karşısında, sağında, solunda değil tümünün DIŞINDA kadın özgür-özerk varlığını açığa çıkarıp toplumsal yaşamı yeniden kurgulamanın bilimidir. Ve bunun başarılması devletli patriyarkal sistemin dışına çıkmakla mümkündür. Bu da bilimin eksen-kadın yönünü stratejik bir düzeye yükseltiyor.

 

Psikiyatri, jinekoloji, feminizm… Varken?

Psikiyatriği derinliğine işlemenin yeri de değil gereği de yok. Zira Freudyen analizin kadını ‘eksik’ olarak tanımlaması da, bir Freud yorumu olan Locan’cı psikiyatrinin iki cinsiyet varlığını ret edip, erkeği ve kadını da onun ‘ötekisi’ olarak değerlendirip ‘kadın yoktur’ demesi ve hatta varoluşçu felsefenin duayeniSartre’ninFreudyen analizini takip ederek kadını erkek tarafından tamamlanacak bir boşluk, yarık olarak değerlendirmesi de Fallus merkezci yorumlardır. Ve tümü patriyarkal iktidar sisteminin geliştirmeye çalıştığı kadın kimliğinin kurguya dayalı psiko-bilimsel alt yapısını oluşturur. Başka bir ifadeyle bütün bu tanımlamalar bilimsellik kılıfı altında geliştirilmiş ideolojik analizlerdir ve kadının sömürgeleştirilmesini meşrulaştırmaya çalışılır.

Bu nedenle jineolojinin psikiyatri ile ilişkisi daha çok kadının sömürgeleştirilmesinde psikiyatrinin özellikle de kapitalist Modernite sürecinde nasıl rol oynadığını, hangi doğal cinsel fonksiyonları nasıl çarpıttığını, erkeklik kurgularının sanallığını deşifre etme amaçlı bir okuma olarak düşünülebilir. Psikiyatrinin bu temelde ele alınması önemli bir ihtiyaçtır. Çünkü hakikat arayışının önemli bir boyutunu deşifre ederek olumluyu açığa çıkarmak kadar olumsuzu teşhir etmeyi de içeren bir edimdir. Bu, bir taraftan ideolojik bir mücadele diğer taraftan çarpıtılan gerçekleri yeniden doğrultma amacı güdecek bilimsel bir müdahaledir.

Jinekoloji kadın bedeninin fizyolojik işleyişine daha çok da doğurganlık özelliklerine odaklanan tıbbi bir bilimdir. Burada sorun elbette kadın sağlığıyla ilgili boyutta değil, sorun, doğum etkinliği üzerinden kadın bedeninin aşırı düzeyde tıbbileştirilmesi sorunudur. Bu bağlamda söz gelimi psikiyatri nasıl patriyarkanını kendisine biçtiği ‘sömürge kadın’ kimliğini ret eden kadın duruşunu histerikleşme olarak değerlendirip bir denetim kurmaya çalışıyorsa, jinekoloji de doğum etkinliği üzerinden kadın bedeni ve cinselliğini denetime almaya çalışır. Bu nedenle jinekolojinin egemen ideoloji yönelimlerinden arındırılması ve kadın sağlığı merkezli değerlendirilmesi yoluyla jineoloji tarafından içerimlenmesi düşünülebilir. Feminizm ise, jineolojinin üzerinden hareket edebileceği en ciddi kadın başkaldırı kültürü ve entelektüel duruşudur. Fakat feminizin modern değerler dizisi içinde kalan felsefi darlıkları ile toplumsal alanda çoğunlukla cinsiyet olarak kadınla sınırlı analiz ve örgütlenme perspektifini eleştirel bir süzgeçten geçirmek kaydıyla… Jineoloji kadın-yaşam bilimi olarak tasarlandığına göre toplumsal bir özne olarak kadın ile akış halindeki yaşam diyelektiğinin gerektirdiği çok yönlü inceleme alanları içerecektir. O halde jineoloji derken toplumsal yaşamın genelini çok yönlü irdeleyecek olan, birbiriyle bağlantılı inceleme alanları içeren ve bütün bu inceleme alanlarında felsefi ve kültürel olarak kadını eksen alan anabilimden bahsediyoruz demektir.

 

Neden jineoloji

Özetle sunmaya çalıştığımız kavramsal açılım vb. notlarda bu soruya kısmen de olsa yanıt olarak ipuçları olduğunu düşünüyoruz. Kadın ve yaşamın sıkı diyalektik bağı yaşamın hakikatleri algısına ulaşmada ana öğedir. Demek oluyor ki yaşamda kadın, kadında yaşam ilişkisi jineolojinin ana teması olacaktır. Çünkü özgür yaşam ve toplumsallık ilk büyük yarayı kadın şahsında almış ve beş bin yıllık uygarlık süreci boyunca bu yara toplumsal bir kansere dönüşmüştür. Zira devletli uygarlık, patriyarkal karakteri nedeniyle yaşamın cinsiyet sömürüsü ile kadının sakatlanması kültürüne dayalı yapılandırılmıştır. Burada gözden kaçırılmaması gereken kadının baskı altına alınıp sömürgeleştirilmesiyle sakatlanan gerçeğin sadece cinsiyet olarak kadın değil, kadın şahsında özgür toplumsal yaşam olduğudur. Bundandır ki toplumsal özgürlük mücadelesinde kadın gerçekliğinin çok yönlü aydınlatılarak doğrultulması dışında bir başarı şansı yoktur. Kadın gerçekliğinin aydınlatılması sanılanın aksine devasa bir sorundur. Beş bin yıllık patriyarkal uygarlık süreci boyunca, tarihte yok sayılan, ekonomide emeği görülmez kılınan, iradesi ipotek altına alınmaya çalışılan, din sahasına sokulmayan, bilim ve felsefede ötekileştirilen bir gerçeklikten bahsediyoruz. Bu, şu demektir; kadın gerçeği ancak bütün bu alanlarda yok sayılan varlığını adım adım takip ederek bulup birleştirebilir ve üzerindeki egemenlik kirlerinden arındırarak aydınlatabilir.Peki, bu nasıl yapılabilir? Verili sosyal bilim disiplinleriyle bütün bunların başarılması mümkün değildir. Zira patriyarkal devletli toplum ürünü bütün sosyal bilimler erkek egemenlikçi zihniyetle zehirlenmiştir. Daha da önemlisi kadını yok sayan bu bilimlerin kendisidir. Ve biliyoruz ki bir soruna neden olan olgu onun anahtarı değil kilididir. Bu kilidi açacak olan ‘kaybedileni kaybedilen yerde arayıp bularak ayağa kaldıracak olan alternatif bir bilim olarak jineolojidir.’Çünkü özgür yaşamın kaybettiği yeri yani cinsiyet, kültür ve felsefi bakış olarak kadını eksen alacak olanbilimdir jineoloji. Bu noktada jineolojinin alternatif olarak özgür, bağımsız bir bilim olabilmesi, verili olanı yetkin analizi zorunlu kılar. Buanalizin, eleştirel teorinin temeli sayılan ‘negatif diyalektik’ yöntemle geliştirilmesi son derece önemli bir ihtiyaçtır. Negatif diyalektik verili olanın analizinde olumsuzluğa odaklanır. Buna uyumsuzluğun diyalektiği de denilebilir. Yöntem olarak karmaşık bir şeyden bahsetmiyoruz; negatif diyalektik dünyanın uyumsuzluklar üzerinden analiz edilmesidir ki; patriyarkal sistem içinde yaşayan kadın gerçeği için uyumsuzluk her şeyden önce sistemin yapısal karakteriyledir…

Verili toplum bilimlerinin dayandığı Modernist Paradigmanın aşılması bu bakımdan önemli bir gerekliliktir. Kaldı ki kadın sömürüsünde modernlik ötesine uzanan köklü ve çok yönlü patriyarka Motivasyonları vardır. Öyle ki aydınlanmayı belli düzeylerde olumsuzlayanHegel ve Nietzche gibi birçok açıdan ufuk açan filozoflar bile söz konusu kadın olunca tökezleyebilmiştir. Bu bağlamda her iki filozofun da kadını ‘doğaya yakın’ olarak tanımladıklarını hatırlatalım. Bu, kadının akıl dünyasından başlanması demektir. Çünkü akla dayalı tanımlanan erkek kurgusu da doğanın aşılması üzerinden tanımlanır.

O halde jineoloji farklı bir felsefi ve ideolojik argümantasyon üzerinden gelişebilir ancak.

 

Jineolojinin felsefi-ideolojik arka planı

Felsefe, insanın kendisiyle, çevresiyle ilişki diyalektiğine yön veren bakış açısını oluştururken, aynı zamanda içinde hareket ettiği kavramsal-kuramsal ve algısal dünyadır. İdeoloji ise bu dünya içinde belli amaçlar doğrultusunda bir sistem dâhilinde çekilip çıkarılan verilerden müteşekkil bir yapı olarak ifade edilebilir. Bu nedenledir ki her bilimin dayandığı bir felsefe ve ideoloji olduğu gibi, günlük yaşamımızın herhangi bir alanında geliştirdiğimiz herhangi bir tutumda sahip olduğumuz yaşam felsefesi ve ideolojik tutumdan bağımsız değildir. Bu nedenle jineolojinin nasıl bir bilim olacağı, hangi motivasyonlarla hareket edip, ilkesel olarak neleri önceleyeceği felsefik ve ideolojik arka planla direk bağlantılı düşünülmelidir. Jineoloji kavramsallaştırmasının Abdullah Öcalan tarafından gündemleştirildiği biliniyor. Bu felsefi olarak demokratik, Ekolojik, cinsiyet özgürlükçü Paradigma ve toplumsal olarak ahlaki-politik toplum hedefinin gündemleştirdiği toplumsal bir ihtiyaçtır. Çünkü cinsiyetlerin özgürlüğüne dayalı toplum Paradigması ile yaşamın ahlak ve politika ilkeleri temelinde cinsiyetlerin özgür ve iradeli katılımına dayalı ideolojik argümantasyon kaçınılmaz olarak kadının da erkeğin de özgürlüğünü şart kılar. Kadın da, erkek de özgür olacak ki politik özneler olarak toplumsal yaşamı özgürlük ilkesi temelinde yeniden inşa edebilsinler. Ahlaki ilişkinin de ancak her türlü bağımlılığın ortadan kaldırıldığı özgürlük düzleminde imkân dâhiline girebileceği açıktır. Dolayısıyla jineoloji, felsefi ve ideolojik olarak özgür yaşam anlayışı yönelimli demokratik-Ekolojik, cinsiyet özgürlükçü Paradigma ve ahlaki politik toplum hedefiyle birlikte değerlendirilmek durumundadır.

 

Jineoloji ve özgürlük sosyolojisi

Abdullah Öcalan’ nın analizlerin bütünlüklü olarak kavranması entelektüel açıdan hayli zorlu bir emek gerektirir. Çünkü Öcalan, çağ sorunlarına alternatif bir çözüm arayışında olan ideolog olarak özgün bir literatür geliştirmiştir. Sözgelimi genel siyaset kuramında demokrasi; devlet olgusu ile birlikte değerlendirilen ve daha çok da devlet rejimlerinin karakterine göndermede bulunan siyasal bir kavramken, Öcalan literatüründe demokrasi; felsefik olarak doğal toplum değerlerine dayanan, devlet dışında ve öz olarak toplulukların öz yönetim ilkesi temelinde kendi kendilerini politik özneler olarak yönetmeleri anlamına gelir.

Özgürlük sosyolojisi ise Öcalan’ nınliteratürüne sosyal bilim açısından tarihsel bir katkısı olarak değerlendirilebilecek hem toplum-bilimsel hem de felsefik değeri zamanla daha iyi anlaşılacak bir kavramsallaştırmadır. İlk bakışta özgürlük sosyolojisi tanımlamasının sanki herhangi bir sosyoloji dalı olduğu/olabileceği gibi eksikli bir algı oluşabiliyor. Yani, nasıl siyaset sosyolojisi veya din sosyolojisi gibi sosyoloji dalları varsa özgürlük sosyolojisi de benzer bir şekilde düşünülebiliyor. Kuşkusuz özgün olarak özgürlüğün sosyolojisinden bahsedilebilir. Fakat durum bununla sınırlı değildir; özgürlük sosyolojisi tanımlamasıyla Öcalan, esas olarak modernist sosyal bilimlere felsefe ve yöntem-bilim açısından bir müdahalede bulunur. Bilindiği gibi modernist sosyal bilimlerin ana harcı Newton’ un bilim eksenli pozitivist Determinist felsefeleridir. Başka bir ifadeyle toplumu salt maddi bir olguya indirgeyerek, maddeci (materyalist) felsefe ile katı fizik yasalarını esnek toplum yapısına bir şablon olarak oturtmaya çalışan indirgemeci felsefi tutum,modernist sosyal bilimlerin ortak temasıdır. Öcalan, bu modernist felsefi tutumları ret eder.

Öcalan, tarih-toplum tezini Braudel’ in süre-yapısal tarih kavramsallaştırmasından’ da yararlanıp bunu geliştirerek yapısal bir okuma temeline oturtur. Bu bağlamda süre ayrımlarına gider. Özgürlük sosyolojisi Öcalan’ın ‘kısaların en kısası’ olarak ifade ettiği mikro zaman bağlantılı olarakgündemleştirilmiştir. Fizikte doğa-parçacık ikiliği üzerinden bilinen atom altı parçacıkların hareketiyle ilgili anlık zamandır söz konusu olan. Kaos aralığı da denilen bu süreç atom altı parçacık hareketleri söz konusu olduğunda ölçümü oldukça zor düzeyde mikro bir zamandır. Fakat toplumsal yaşamda Kaos aralığı denilebilecek kriz süreçleri yılları, on yılları bulabilir. Kaos aralığı eskinin işlevsizleştiği yeninin ise henüz oluşmadığı süreç olduğu için özgürlük imkânlarının en yoğun olduğu süreçtir. Özgürlük sosyolojisi, özgürlük imkânlarının potansiyel olarak oldukça yükseldiği bu zamansal aralığın sosyolojik analizi olarak kavramsallaştırılır. Başka bir ifadeyle özgürlük sosyolojisi özgürlüğün potansiyel varlığını görünür kılarak toplumsallıkta buluşturmanın bilimidir.

Fakat bununla sınırlı değildir çünkü Kaos yaşamın bir parçasıdır. Bu bağlamda Kaos-kozmos ilişkisi evrensel yaşamı ifade ettiği gibi akış veya hareketin bulunduğu zaman-mekân diyalektiğinin her alanında varlığı tartışılmaz bir olgudur.

Daha fazla uzatmadan şuraya varmak istiyoruz; özgürlük sosyolojisi özgürlüğü yaşamın amacı kabul eden ve toplumsal özgürlük yönetimini eksen alan toplum bilimlerine işaret eder. Başka bir deyimle özgürlük yönelimini toplum bilimlerin asli sorumluluğu addeder.

Öcalan’ın yöntem bilimsel önermeleri hayli özgün ve biraz çetrefillidir.Pozitivist-Determinist felsefeleri ret eder, idealist analizleri şiddetle eleştirir. Fakat kendi yöntemsel okumasında olgusal gerçekliğe de manevi gerçekliğe de yer vererek, toplumu maddi kültür artı manevi kültür olarak tanımlar ve hermeneotik felsefeye yöntem biliminde yol açar. Bu, madde insan ile maneviyat olarak insanın bir bütünlük içinde değerlendirildiği yorum bilgisinin bu ilişkisini açığa çıkartmada, hakikate doğru evrilmesinde rol yüklediği bir yöntem bilimidir. Biz bunu ilişkisel diyalektik olarak tanımlıyoruz. Tek başına kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutulabilecek bu yöntem olgusunu, bu yazı kapsamında daha fazla irdeleme gibi bir şansımız yok. Fakat determinist toplum bilimlerine özgürlük sosyolojisi ile felsefik ve yöntem-bilimsel bir müdahalede bulunduğu ve bu müdahalenin sadece eleştiriyle sınırlı olmayıp aynı zamanda alternatif de sunduğunu önemle belirtelim.

Jineoloji-özgürlük sosyolojisi ilişkisinde öncelikle belirtmek gerekiyor ki, jineoloji özgürlük sosyolojisinin bir kolu veya dalı değildir. Çünkü özgürlük sosyolojisi esas olarak toplum bilimlerin toplumsal özgürlük yönelimiyle buluşturulmasını amaçlayan felsefik ve yöntem-bilimsel bir analiz sistematiğidir. Dolayısıyla jineoloji, özgürlük sosyolojisinin felsefi ve yöntem-bilimsel açılardan kadınyaşam gerçekliği analizinde etkinleştirilmesinin bir bilimidir. Daha da sadeleştirerek söyleyecek olursak, özgürlük sosyolojisi bütün toplumsal yapı analizlerinde ve toplum bilimlerde işlevselleştirilmesi gereken özgürlük yönelimli alternatif bir felsefik yöntem-bilimsel argümantasyondur.

Jineoloji veözgürlük sosyolojisi ilişkisi iki açıdan hayati düzeyde önem arz ediyor. Birincisi, jineoloji kadın eksenli ve çok yönlü inceleme alanı olan özgürlük yönelimli alternatif bir bilim olma iddiasındadır. Bu, patriyarkalkültür üzerinden şekillenen verili toplum-bilimlerin karşısında, sağında veya solunda durarak geliştirilebilecek bir edim gibi görünmüyor. Dolayısıyla jineoloji verili olanın DIŞINDA bir zemin gereksinir ki, özgürlük sosyolojisi hem felsefi düzlem hem de yöntem-bilim bakımından bir imkân sunar.

İkinci önemli nokta ise, özgürlük sosyolojisinin en belirgin ihtiyaç haline geldiği düzleminsömürü ilişkilerinin en uygun ve derin yaşandığı düzlem olması ile ilgilidir. Biliyoruz ki, hakikat aldığı yara oranında aranır olur. Baskı ve sömürü ne kadar yoğunsa hakikatte o kadar yakıcı bir ihtiyaç haline gelir. Ve bu ihtiyaç bir arayışa dönüşür. Bu noktada özgürlük sosyolojisi ile kadınyaşam bilimi olarak jineoloji arasında kopmaz bir bağ olduğu/olacağı düşünülebilir.

 

Özerk bir bilim olarak jineoloji

Jineoloji, inceleme sahalarının bütününde kadın gerçekliğinin felsefik, kültürel, ekonomik, cinsiyet vb. açılardan açığa çıkarılarak aydınlanması amaçlı bir bilim olduğundan özerk olmak durumundadır. Bu bir zorunluluktur çünkü jineoloji aynı zamanda modernist felsefe ve patriyarkal toplum bilimlere karşı felsefe, ideoloji ve bilim alanlarında bir mücadele bilimidir.

Özerklik genel itibariyle de konu bağlamında bir yalıtılmışlık anlamına gelmez. Bilakis özerklik, özgürlük kültürünün önemli bir bileşenidir. Çünkü yalnız yaşayan bir durum değil bir ilişki kültürüdür. Özerklik ise bu ilişkinin tarafı olan bileşenlerin kendi öz iradesini ve duruşunu koruyarak ilişkiye geçebilmesi demektir. Bu ilişki özerk öznelliklerin ilişkisidir ve her ikisinden de etkiler taşır ama tarafların öz kimlikleri kendilerinde korunur. Jineoloji söz konusu olduğunda pek doğaldır ki, kadın eksenli kadın incelemeleri kadın iradesiyle geliştirilecektir. Ve özerk olarak jineoloji bilimi toplumsal yaşamın her alanını inceleme sahası haline getireceği için toplumsal alanın her boyutunda kadının felsefi, kültürel, ekonomik vs. açılardan iradi duruşu esas olacaktır.

Özek bir bilim olarak jineoloji diğer bilimlerin doğrultu kazanmasında da önemli bir katkı sunacaktır. Çünkü özgür özerk bir bilim dalı olarak jineoloji, kadın gerçekliğini tarihsel-toplumsal anlamda yeniden öz kaynaklarıyla buluşturdukça, diğer bilimlerinde kendileriyle yüzleşerek egemenlikçi kültür ve yönelimlerden arınmalarına imkân yaratacaktır.

 

Kadın bilimlerinin bilimi olarak jineoloji

Jineolojinin çeşitli yaşam alanlarında inceleme yapması yaşamın çok yönlülüğü gereğidir. Bu bağlamda toplumsal cinsiyetten cinselliğe, kadın sağlığından ekonomiye, kültüre, etik ve estetiğe kadar her alanda kadın gerçekliğinin açığa çıkartılarak toplumsal özne misyonuyla yeniden buluşturulması beklenir. Bütün bu alanlarda derinleşmelerin sağlanabilmesi paralel alan araştırmaları ve paralel bilimler gerektirir. Söz konusu bilimlerin birbirleriyle ilişki içinde olması ve her bilimin kendi alanında özerk çalışması kültür bütünlüğünün sağlanması açısından önemlidir. Bu noktada ana bilim dalı olarak jineolojinin, ortaklaşma zemini olma işlevi de görmesi gerektiği bir ihtiyaç olarak öne çıkar. Bu ortaklaşmanın felsefe, ideoloji, etik, estetik gibi ortak temalarda yaratılabileceği düşünülünce jineolojinin iki basamaklı bir bilimsel organizasyon gerektirdiği sonucuna varılabilir. Şöyle ki, jineoloji biliminde ilk ve tüm paralel jineoloji bilimleri için geçerli olacak olan ortak temalar olacaktır. Bunlar ortaklaşma zemini teşkil ettiği için öncelikle bu temalarda buluşma gerekecektir. Bu bakımdan felsefe, ideoloji, etik ve estetik gibi bilimlerin yönelimleriyle ilgili sahalarda tüm araştırma alanlarının ortaklaşması bir ihtiyaçtır. Bu durumu şöylede ifade edebiliriz; jineoloji birincisi, ortaklaşmaya dayalı inceleme alanları ikincisi de özgün alanlarda derinleşmeye dönük özerk inceleme alanları olmak üzere iki aşamalı bir bilim olarak tasarlanabilir.

 

Jineoloji ve erkeklik

Jineoloji kadın ve yaşam bilimidir. Ama erkeklik kimliğine, bu kimliğe biçilmiş iktidarcı, tahakkümcü kültüre ve bunun cinsellikten devlet iktidarcılığına kadar her türlü tezahürüne karşı mücadele eder. Dolayısıyla erkeklik kültürü jineolojinin negatif diyalektik yorumunun merkezi temalarından biri olacaktır. Çünkü kültür olarak erkeğin çözümlenmesi demek devletli uygarlık sisteminin temel ayaklarından birinin çözümlenmesi demektir. Zira devletli uygarlığın esas dayanaklarından biri patriyarka’ dır. O halde jineoloji kadın eksenli bilimsel incelemelerinde erkeklik kültürünü deşifre edecek demektir. Bu yüzden kadına hitap ettiği kadar erkeğe de hitap edecektir. Bir farkla jineoloji kadın için yok edilen hakikatlerini açığa çıkarıp, onun var oluş dinamikleriyle buluşmasının imkânları yaratılırken; erkeğe de iktidarcı, tahakkümcü, cinsiyetçi yönlerini gösterip ona da bu sahte erkeklik kimliğinden kurtulma yolları gösterecektir. İktidarcı, tahakkümcü kültürden kurtulmak erkeğin cinsiyet olarak özgürleşmesi için olmazsa olmazıdır. Zira iktidar sanıldığının aksine birey olarak erkeği güçten düşürür. Çünkü iktidar kişinin kendi öz varlığı ve varoluş kapasitesi dışında dışsal bir olgu üzerine kurgulanması demektir. Sahteliği buradan gelir.

 

Jineoloji ve devrimci erkek

Erkek, tarihsel olarak bir iktidarı alaşağı ederek yerine başka bir iktidar kurma yoluyla birçok kez devrim yapmıştır. Bu devrimi iktidarın ele geçirilmesi olarak değerlendiren klasik devrim teorisiyle ilgili bir sonuçtur. Fakat demokratik, Ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü Paradigma; demokratik sosyalist ideoloji ve ahlaki politik toplum hedefi devrim yapmak kadar ve hatta ondan daha çok devrim olmayı gerektirir. Demek oluyor ki, bu felsefi, ideolojik çerçeve içinde devrimle bütünleşmek, devrim olmak esas yönelimdir. Burada devrim yapmak, devrimcinin kendisi dışındaki dünyayı değiştirip dönüştürmesiyle ilgili bir edimken; devrim olmak, devrimcinin bizzat kendi kişiliğini sorunsallaştırarak kendisini dönüştürme edimidir. İlkte dışsal dünya sorunsallaştırılır, ikincisinde ise öznel dünya… Yani devrim olma yıkım ve yeniden inşa alanı olarak devrimcinin kendisini sorunsallaştırılması demektir. Bu bakımdan devrim olma perspektifi devrimi dışsallaştırma değil, içselleştirme edimidir. Bu edim aynı zamanda toplumsal dönüşüm mücadelesinden psikolojiye ve hatta kültüre kadar birçok toplumsal alanı politik etkinliğin bir parçası haline getirerek, dönüşüm stratejisini çok yönlü bir bütünlük zeminine oturtur. Devrim olma perspektifinde devrimci, kendi öznel yapılanmasını sorunsallaştırarak ideolojik amaçları doğrultusunda kendisini zihniyet, kültür, ilişki ve en genel anlamda yaşam motivasyonları bağlamında dönüştürerek devrimin bir parçası haline getirmekle yükümlüdür. Bu bağlam içinde devrim olmanın temel yöntemi iktidarı ele geçirmek değil, gerek kişilik gerekse de toplumsal yaşamın genelinde iktidarı/iktidarcılığı işlevsizleştirmektir.

Devrim olmak, erkek devrimcinin tartışmasız en başarısız olduğu alandır. Zira devrim yapmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan ve bir başarı düzeyi yakalayabilen erkek, egemenlikçi erkeklik kültüründen kurtulma bağlamında devrimolmayagelincetökezleyebiliyor. Oysaki devrimlerin toplumsal özgürlüğe evrilmesi, ona hizmet edebilmesi için devrim öznelerinin devrimle bütünleşmesi paralelinde ‘devrim olma’ edimi olmazsa olmazıdır. Yani devrim yapmak, ancak ve ancak devrim olma ile tamamlanabilecek bir edimdir. Konumuz erkek ve devrim olmadığındanfazla uzatmayacağız.Fakatburada, devrimci erkek için devrim yapmak devrimolmakarasındabir ilişkiselliğin kurulamamasında temel rolü erkeklik kültürününoynadığını ve bunun devrimci duruşta bir tutarsızlık yarattığını vurgulamadangeçemeyeceğiz. Başkalarının uyguladığı sömürüye karşı çıkıp sonra da ondan kurtulmaya çalışmak; taşıdığı erkeklik kültürüyle kadın karşısındaki kendi tahakkümcü duruşve kişiliğiyle uzlaşma içinde yaşamaktan ileri gelen bir tutarsızlıktır bu…

Bu tutarsızlığı aşılması için jineoloji bilimleri çeşitli fırsatlar sunacaktır. Zira jineoloji erkeklik kültürüne dair çok yönlü analizlerde bulunacaktır. Dolayısıyla erkeklik kültürü üzerine geliştirilecek bu analizler erkeğin dönüşümüne önemli katkılar sunarak, ona devrim olma zemini yaratacaktır.

Hiç kuşkusuz, erkeğin cinsiyet olarak kendi özgürleşme mücadelesini jineolojiye yüklemesi yada ondan beklemesi gibi bir durum söz konusu bile olamaz/olmamalıdır. Bu, erkeğin kendi sorumluluğudur. Biz sadece jineolojinin bir bakıma erkeğe de hitap edeceğine ve ona yardımcı olabilecek analizler sunabileceğine işaret etmek istiyoruz.

Sonuç olarak bu görüş ve değerlendirmeler içinde çeşitli açılardan eleştiri konusu yapılabilecek yönler olabileceğini biliyoruz…

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.