Düşünce ve Kuram Dergisi

Kadın Özgürleşmeden Toplumsal Özgürlük Olmaz

Zeynep Esengül

Özgürlük, insanlık tarihi boyunca hep varılmak istenen mutlu, güzel, adil, eşit, sömürüsüz bir dünyanın düşü olmuştur. Daha önce böyle bir yaşamın olup olmadığını birilerinden duyup, öğrenmiş olmamızın hiçbir önemi yok; içimizde, yüreğimizin, bilincimizin en derin yerinde böyle bir yaşamın olduğunu kulağımıza fısıldayan binlerce sesle her gün uyarılırız. Vardır, çünkü düşlerimiz, yaşadığımız doğanın izdüşümünü taşır. İnsanoğlunun (burada gerçekten oğul insan kastediliyor) temas etmediği her alanda doğal bir denge ve uyum yansır. Yani farklılıklarına, çeşitliliğine rağmen bir uyum ve denge hali söz konusudur. Biri diğerini yok sayarak, egemenlik kurarak yaşamını kurgulamaz. En acımasız doğa koşullarında bile her varlığın bir gerekliliği ve kutsallığı vardır. Taş toprağı, ağaç çimeni, şahin böceği yok saymaz, üzerinde iktidar kurmaz, varlık nedenini salt kendi varlığıyla sınırlandırmaz. Her şey yaşamın devamı ve sürdürülmesini sağlama amaçlı olup, karşılıklı yarar ilkesi temelinde gelişir. Doğanın döngüsü bu temel ilke etrafında şekillenmiş, biçim kazanmıştır.

İkinci doğa olarak tanımlanan toplumsallık sürecinin gelişimiyle ‘insanoğlu’nun, doğanın denge ve uyumuna müdahalesiyle bu durum ters yüz edilmiştir. Birinin lehine, diğerinin aleyhine değişen bu denge kendisiyle cennet ütopyasını doğurmuş, aynı zamanda toplumun büyük bir kesimi açısından da yaşamı cehenneme çevirmiştir. Hiyerarşinin basamaklarının yavaş yavaş oluşturulduğu bu dönemde sıranın en alt katmanına yerleştirilen ve köleliğin üzerinde deneyimlendiği kesim kadınlar olmuştur. Ardından kölelik zinciri yayılarak, doğayı ve toplumun diğer kesimlerini kapsamına almıştır. Yaşam, farklı olanın bir birini tamamladığı ve varoluşunu özgür zeminde gerçekleştirdiği niteliğinden uzaklaşarak, nesne-özne ikilemine sıkıştırılmış, en canlı ve dinamik yanı kırıma uğratılmıştır. Bütünlük ve uyum yerini; çelişkiye, karşıtlığa ve çatışmaya bırakmıştır.

Belki de özgürlük ilk olarak bu andan itibaren tanımlanmıştır. Çünkü o güne kadar doğanın bir parçası olarak yaşayan insan, köleliğin başlamasıyla birlikte kendi istem ve iradesine sınır konulmadan, varlığını gerçekleştirdiği bu var olma haline bir ad verme ihtiyacı duymuş ve bunun adını özgürlük koymuştur. O günden sonra da özgürlük, peşinde hep koşulan ulaşılmaz bir ütopyaya dönüşmüştür. Oysa bilinir ki insan evrenin küçücük bir parçası ve doğanın en zayıf varlığıdır. İnsan toplumsallığı geliştirerek zayıflığını gidermenin ve hayata kalmanın yolunu bulur. Toplumsallıktan doğan güçle insan, doğa karşısında ayakta kalabilme, önemli bir avantaj elde etme şansını elde eder. Kuşkusuz toplumsallık, insanı doğada bulunan diğer hayvanlardan ayrıştırarak daha hızlı bir gelişim sürecine çekmiştir. İnsan bedensel zayıflığı ve korumasızlığını zekasını kullanarak ve toplumsallığı geliştirerek aşmış, daha avantajlı bir pozisyon elde etmiştir. Hiç şüphesiz bu durum insanlık tarihinde büyük bir gelişme ve devrimdir. Ancak ataerkil aklın doğal toplum değerlerine el atması ve bozuma uğratmasıyla insanlığın binlerce yıl peşini bırakmayan felaketler zinciri başlamış ve günümüze kadar gelişen tüm kötülüklerin kaynağını oluşturmuştur.

 

Doğal Toplumdan Sapma Kadının Köleleştirilmesiyle Başlar

Toplumsallığın başlangıcında doğayla uyum temel bir yaşam ilkesiyken, animist inanışlar bu dengenin sağlanmasında belirleyici rol oynar. Çünkü animizm inanışına göre her şey canlı ve kutsaldır. Bu anlamda kadın etrafında gelişen ilk toplumsallaşma sürecinde toplumun kendi içinde ve toplumla doğa arasında denge ve uyum başat bir durumdadır. Toplumsallaşmanın başlamasıyla bir taraftan doğaya bağımlı yaşam şekli değişerek emek ve tarım kültürü şekillenir, diğer taraftan doğayla uyum ve denge hali azami düzeyde gözetilir.

Tarihsel arkeolojik bulgulardan ulaşabildiğimiz kadar ve günümüz yaşayan doğal toplum özelliklerinden böylesi bir gelişim sürecinin yaşanmış olduğunu biliyoruz. Günümüzde özgürlük mücadelelerini ve gelişim diyalektiğini ele alırken başa dönmeden, sapmanın başladığı noktayı tespit etmeden sorunu ortaya koymak ve çözüm geliştirmek pek mümkün değildir. Tarihte özgürlük için sayısız mücadele örneği olmasına rağmen sonuçlarının bu denli zayıf kalması kanımca, sorunun başlangıç noktasına yeterince inmemeleri, çözümün kaybedilen bu alanda tahlil edilerek, geliştirilmemesindendir. Özgürlük olgusu, içinde yaşanılan toplum ve doğayla bütünsellik içinde ele alınmadan tam ve doğru tanımlanamaz. Bu dengeyi ve bütünselliği göz ardı eden girişimlerin sonuç alıcı olmadığı yaşanan sayısız deneyimden açığa çıkmıştır.

Analarımız-atalarımız yaşadıkları deneyimin bilgeliğiyle, “kaybedilen şeyi kaybolan yerde aramak” demişler. Yani kaybedilenin bulanabileceği yer onun yitirildiği yerdir. Bu nedenle toplumsal özgürlük sorununu irdelerken, toplumsallığın oluşumuna ve toplumsallık üzerine kurgulanan iktidar ve hiyerarşik yapılanmaların ilk nerede ve nasıl hasıl olduğuna bakmadan geçemeyiz. Toplumsallığın etrafında şekillendiği kadın, bugün nasıl “metaların kraliçesi”, “ değersiz ya da en ucuz emek gücü”, “çocuk doğurma makinesi”ne indirgendi? Kadının yarattığı ve kadında saklı toplumsallığı görmeden, özgürleştirmenin yolunu açmadan toplumsal özgürlük yakalanabilir mi? 

Özgürlüğün yitirildiği, sapmanın başladığı yer girişte kısaca belirttiğimiz gibi ataerkil sistemin gelişimiyle başlar ve günümüzde tüm iktidarcı, sömürücü, hegemonik sistemler karakteristik özelliklerini buradan alır; bu yapılanmadan beslenirler. Tarihsel süreç boyunca insanlığın başına bela olan ne kadar sistem varsa; kölelik, feodalizm, kapitalizm gibi, hepsinin ana ekseninde yer alan ve temel karakteristik özelliğini oluşturan ataerkil sistemdir. Ataerkil sistem, en yalın ifadeyle kadın yaratımları ve kültürüne el koyan, kendi yapılanması temelinde bozuma uğratan ya da yok sayan, tek yanlı gelişen erkek kültürünü ifade eder. Yani sapma kadın kültürünün yaşamdan dışlanması ve/veya el konulmasıyla başlayıp, zamanla arada ki makasın açılmasıyla devasa hegemonik yapılanmalara dönüşür. Ardı sıra gelişen tüm sömürücü sistemlerin omurgasını ataerkil sistem oluşturur. Bu nedenle tüm sömürgeci sistemlerin gelişiminde ataerkil sistem kök hücre konumunda olup, tüm kötülüklerin doğurucusudur.

 

Ataerkil-Sömürücü Sistemin Doğuşu: Toplumsallığın İnkarı

Heide Göttner-Abendroth, ataerkil sistemin üç saç ayak üzerinden gelişip, kendini yaşattığını ifade eder. Birincisi, erkeğin kadın üzerinde geliştirdiği hakimiyet, ikincisi insanın(ki bu insan tanımında kastedilende erkektir)doğa üzerinde geliştirdiği hakimiyet ve üçüncü saç ayağı olarak da politik ve düşünsel emperyalizm ile diğer halklar üzerinde sömürü sistemini kurmak olarak tanımlar bu saç ayaklarını. Bu üçlüde ilk başlayan ve tüm hakimiyet çeşitlerinin deneyimlendiği, ardı sıra diğer alanlara uyarlanan alan erkeğin kadın üzerinde geliştirdiği hakimiyet ve kadının köleleştirilmesidir. Kadın köleliği ilk geliştirilen kölelik biçimi olup, diğer tüm köleliklere içerilmiştir. Bu nedenle kadın özgürleşmeden toplumsal özgürlükten bahsedilemez. Dolayısıyla toplumsal özgürlük içinde kadın özgürlüğünü tanımlamak dar ve yetersiz kalır. Tam tersine toplumsal özgürlüğe gidişin ilk adımı kadın özgürlüğünü sağlamaktan geçer. Bu nedenle ataerkil sistemin tüm sömürü sistemlerinin kaynağı olduğu ve ataerkil sistem aşılmadan özgürlük mücadelesinde yol alınmayacağı bilinciyle konuyu ele almak durumundayız.

Toplumsallığın etrafında geliştiği kadın insanlaşma tarihinde devrimsel bir gelişmeye yol açmış olmakla birlikte, düşürülüşü de tüm topluma kaybettirmiştir. Ali Fırat, toplum üzerinde ki bu yıkıcı etkinin iki türlü geliştiğini belirtir; “bunlardan birincisini, toplumu köleliğe açmış olması; ikincisini, tüm köleliklerin kadın köleliğinden türetildiği ve toplumun iktidar karşısında kadınla aynı kölelik statüsüne indirgendiği şeklinde bu durumu” ifade eder.  “Toplumun kadının kölelik pozisyonuna düşürülmesi hiç kuşkusuz öyle basit sıradan bir teslim alma, iradesine hükmetme durumu değildir. Kadın köleliği o kadar derin ve içseldir ki, boyun eğme, hakareti sindirme, ağlama, yalancılığa alışma, iddiasızlık, kendini sunma gibi özgürlük ahlakının reddetmek durumunda olduğu tüm tutum ve davranışları içerir. Bu yönüyle düşürülmüş toplumsal zemindir. Köleliğin asli zeminidir. En eski ve tüm köleliklerin, ahlaksızlıkların üzerinde işlevselleştiği kurumsal zemindir. İşte uygarlık toplumu bu zeminin tüm toplumsal kategorilere yansıtılmasıyla da alakalıdır. ” Ataerkil- sömürgeci uygarlık, kadının içine düşürüldüğü bu pozisyonu tüm topluma yaydırarak kurumsallaşma yoluna gitmiştir. Sömürünün ve iktidarın sürmesi ancak özgürlük ahlakını ortadan kaldıran böylesi bir mekanizmayla mümkündür. Bu nedenle ataerkil sistem özgürlüğe dair tüm değerleri ortadan kaldırırken, eşitliği tanımaz, cinsiyetçiliği alabildiğine geliştirir. Cinsiyetçilik, basit bir içerilme ve dışlama ifadesi değil, karşıtlaştırıcı, yıkıcı ve düşmanlaştırıcıdır. Bunun farklı versiyonları olan dincilik, milliyetçilik geliştirilerek bu hastalıklı hal toplumun tüm kesim ve katmanlarına yaydırılmıştır. Yani toplumu alabildiğine ayrıştırarak, karşıtlaştırarak, farklı olanın imhasına odaklayarak düşmanlık duygularını sürekli canlı tutup, sömürü sistemini sürdürmek ataerkil kapitalist sistemin temel karakteristiği olmaktadır.

 

Özgürlük Olmadan Barış Olmaz

Ataerkil sistemin farklılıklar arasında eşitliği ortadan kaldırma, biat kültürünü geliştirme ve bu anlamda sürekli gerilim ve savaş üretmesi yapısal özelliği gereğidir. İktidarın sömürüyü sızdırdığı yer farklılıkların karşıtlaştırıldığı, özne nesne ikileminde yaratılan gerilim alanıdır. “Yapısal krizini yapay dış düşmanlar ve gereksiz savaşlar yaratarak dışarıya nakletmek ataerkil siyasetin tipik özelliği, siyasi ve düşünsel emperyalizmin kökenidir”. Düşmanlık olgusu sistemi ayakta tutan, adeta güdüsel bir güce dönüştürülen bir duygudur. Ataerkil sistemde sömürü düşmanlık olgusu üzerinde kurgulanmıştır. Erkek ile kadın arasında ki çelişki öyle basit bir çelişki değildir; düşmanlık derecesindedir. Bu sistemde erkek kadına düşman kılınmıştır. Erkeği mutlak kontrol sağlamaya ve kadını kendi mülkü olarak görmeye iten temel duygu düşmanlıktır. Aşk adına, sevgi adına, koruyup kolama adına yapılan kadın katliamlarının altında bu düşmanlık duygusu yatmaktadır. Hiç bir dünya savaşıyla kıyaslanmayacak oranda kadının her gün erkekler tarafından katledilmesi, faillerin yasaların, geleneklerin korumasına sığınması bu katliamın sistemsel olduğunu ortaya koyar. Erkek kadına düşmanlık duygularıyla yetiştirilir. Bunu yapmayan erkek, erkeklik sıfatından düşürülerek kadınla özdeşleştirilen küçültücü sıfatlarla tanımlanır. Bu düşmanlığı ortadan kaldırmadan yani erkeği mutlak efendi, kadını köle konumundan kurtarmadan barış olmaz. Kadın ve erkek arasında barış –özgürlük olmadan toplumsal uzlaşı ve barış olması mümkün değil.

Kadın- erkek arasında ki bu ilişki toplumun tüm katmanlarına yaydırılmıştır. Kadın ile erkek arasında ki savaş iktidarın halklar, inançlar üzerinde ki savaşları biçimine bürünür. Bölme, aşağılama, itibarsızlaştırma yoluyla soykırımı, kültürel tahribatı-asimilasyonu geliştirerek, yayılmaya ve sömür sistemini derinleştirip, sürdürmeye çalışır. Bu nedenle ataerkil-  kapitalist sistemin olduğu yerde asla savaş, çatışma, gerilim bitmez. Sistemin ayakta kalması, sömürünün gözden uzak tutularak, kamuoyunun algısını faklı noktalara odaklamak ve yeni sömürü kaynaklarının yaratılması amacıyla savaş, başvurulan temel bir araçtır. Yapılan barışlar, toplumsal barışı hedeflemekten uzak, geçici ateşkes dönemleri olup, hilelidir. Çünkü özgürlük sorunu aşılmadan toplumsal barış sağlanamaz, çelişki, çatışma, gerilim aşılamaz. Uygarlık tarihinin aynı zamanda savaşlar tarihi olması bu karakterinin bir sonucudur. Ataerkil sistem, krizli yapısallığını savaşlar yoluyla aşmaya, ömrünü bu yolla uzatmaya çalışır, günümüzde devam eden savaşlarda bunun bir sonucu ve ürünüdür.

 

Ataerkil- Kapitalizmin Yüzleri

Bu gün Ortadoğu’da yürütülen üçüncü dünya savaşı, ataerkil sistemin krizden çıkış için kendini restore etme savaşıdır. DAİŞ, ataerkil sistemin vahşi zihniyet ve uygulamalarının en katışıksız haliyle hortlaması biçiminde ortaya çıktı. Ataerkil sistemin maskesiz, çıplak halinin ifadesi olan bu yapılanma, katliamcı, talancı, cinsiyetçi, sömürücü politikalarını en yalın haliyle gözler önüne serdi. Uyguladığı politikalar ataerkil zihniyet ve yapılanmasının genetik kodlamalarını yansıtmaktadır. Ancak ataerkil sistem dünya ölçeğinde kuşatmadığı, etkisine alıp, egemenliğini kurmadığı alan bırakmamıştır. Yani özünü her yerde korumakla birlikte farklı biçim ve suretlere bürünerek her alanda kendini yaşatmaktadır.   Kuşkusuz modern maskelere bürünen, daha vahşi uygulamaları allayıp, pullayıp sunan kapitalist-emperyalist güçler, çok daha tehlikeli ve tahripkardır. Kapitalizm, köleliği özgürlük diye allayıp, pullama hilekarlığı ve manipülasyon yeteneğine sahiptir. Sömürü çarkını döndürmenin en etkili yolu olarak ataerkil sistemi eksenine alıp, politika üretmekte, kadınlar başta olmak üzere toplumun geniş katmanları üzerinde baskı, şiddet ve zihinleri işgal faaliyetleriyle toplumu teslim alma, biate zorlamayı hedeflemektedir. Kuşkusuz bunu salt şiddet politikalarıyla geliştirmemekte, sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik pek çok yönden bir kuşatma ve teslim alma politikasıyla yürütmektedir. Günümüzde sanattan politikaya, basınından sporuna, eğitiminden hukukuna, modasına kadar her alan insanların algılarını yönlendirmek, gerçeklik duygusundan koparmak ve yaratılan yapay bir imge etrafında yaşamasını sağlamak amacındadır. Bu politikalarla insanın toplumsallık ve gerçeklik duygusundan aldığı gücü hedefleyerek, her açıdan kurumsallaşmış, örgütlenmiş ataerkil- sömür sistemi karşısında bireyi zayıf ve güçsüz bırakmak amaçlanmaktadır. Bireyciliği özgürlük diye sunmak, insanlarda özgürlük yanılsaması yaratmak kapitalizmin marifetidir. Bunun sonuç alıcı olması ancak toplumsallığın ortadan kalkması ve insanın kendisine yabancılaşmasıyla mümkün olabilir.

 

Özgürlük; Varoluşun Tanımlanması

Meksikalı Ana Ester Cecena; “Ezilenler üzerindeki en büyük tahakküm; ezilenler kendi gerçeklik algılarını kaybettiklerinde, kendi geçmişlerine ve düşüncelerine yabancılaştırıldığında, ezenler bizleri bambaşka bir dünya görüşüne yönlendirdiklerinde ve hatta bizim de bu dünyada var olduğumuzdan şüphe uyandırabildiklerinde başarıya ulaşırlar,” der. Yani bu politikaların sonuç alıcılığı kendi varlığımızla olan bağı etkileme düzeyi ile bağlantılıdır. Vardan yok, yoktan var etme yetisi bilindiği gibi erkek şahsında tanrısal bir özellik olarak tanımlanmış ve egemenlikle özdeştir. İnsan, varlığından kuşkuya düştüğü an, iktidar kazanmıştır. Kuşkusuz bu bir mücadele sürecidir ve uygun argümanlarla mücadele etmeyi gerektirir. Bu konuda ataerkil sistem tarafından mitolojiden, dine, felsefeden bilime kadar tüm düşünce yöntemleri kadının eksik insan olduğu, erkeğin kaburgasından yaratılan bir türeme olduğu, biyolojik olarak zayıf olduğu, erkeğin koruması ve hizmetine muhtaç olduğu yönlü “büyük büyük adamlarca” sayısız söylem ve tespitler yapılmıştır. Peygamberlerden, felsefecisine, bilim-insanına kadar hepsi erkek olup, geliştirdikleri bu tezlerini tanrı buyruğu, doğanın kanunu ya da bilimsel doğru diye sunmuşlardır. Belirtmek gerekir ki binlerce yıllık yoğun ideolojik saldırı ve savaş gücüyle ataerkil sistem tüm toplumu olduğu gibi kadınları da büyük oranda buna inandırmış, toplumu bu temelde sınıflandırıp, hiyerarşik yapılanmaya tabi tutmuştur. Bu konuda başkaldıran, hakikatin peşine düşen kadınlar cadı, pîrawok, iffetsiz kadınlar olarak tanımlanıp, yakılarak, recm edilerek diğer kadınlara ve topluma ibret olsun diye cezalandırılmalara tabi tutuldu. Kadının ruhunun var olup olmadığı bile bir dönemin tartışma konusu olup, kadını insan olmak bir yana, canlı olma statüsünden çıkarma ve mutlak bir metaya dönüştürme girişimleri oldu. Belirtmek gerekir ki, bu konuda kadının varoluşunun şüpheli hale getirildiği, kadının kendi varlığından bile kuşkuya kapıldığı zamanlarda, buna dur diyen, canlı canlı yakılmayı, giyotinlerde ser vermeyi, idam sehpalarını göğüslemeyi göze alan kadınlar çıktı. Bu çıkışlar erkek aklın ürettiği tüm mitleri yerle bir ederek, kadınları hakikat ve özgürlük yolunda mücadeleye teşvik etti.

Feminist hareketin çıkışı bu anlamda önemli bir çıkıştır. Tüm eksik, yetmez yanlarına rağmen ataerkil sistemin sorgulanabileceğini, kadın bedeni üzerinde geliştirilen sömürünün tüm toplumsal yapılanmalara içerildiğini ortaya koyması, sistemi değişime zorlaması açısından önemli bir çıkıştır. Her şeyden önce feminist hareket ataerkil sistemin mutlak doğru diye ortaya koyduklarından kuşku duymayı ve varlığını erkeğin tanımlamasından kurtararak, kendisi tanımlama cesaretini ortaya çıkardı, tüm ezilenlere bu cesareti aşıladı.

Kuşkusuz insanın kendi varoluşunu hiçbir engele takılmadan gerçekleştirmesi ve tanımlamasıyla özgür kimlik gelişebilir. Düşünme, irade ortaya koyma, eyleme geçme, sorumluluk taşıma insanın toplumsal kimliğini ortaya koyar. Kadının özgür kimliğini açığa çıkardığı yani kendisi olabildiği (xwebûn) bir ortamda tüm varoluşlar özgürlük alanlarına kavuşur. Toplumsal ilişkiler özgürleşme şansını yakalar.

Bu konuda kadın özgürlük mücadelesi düşünsel, örgütsel, eylemsel boyutta önemli sorgulamalar yaşamış, deneyimler açığa çıkarmıştır. Özgün-özerk örgütlenme perspektifiyle erkeğin kadın tanımlamasını aşma, özgücünü açığa çıkarma, varoluşuna alan açma yoluna gitmiş, binlerce yıllık ataerkil sistemin hapsettiği alanlardan özgürleşmeye doğru yol almıştır. Bu durum sadece kadın açısından değil aynı zamanda elinden kölesi çekip alınan “efendi erkeğin” iktidarını yitirmesi ve değişime zorlanmasını beraberinde getirmektedir. Kadınların ataerkil sistemini sorgulanması toplumsal özgürlüğe kapıyı aralamıştır.

 

Kadın Özgürlüğü Başarılmadan Toplumsal Özgürlük Olmaz

Konunun başına tekrar dönecek olursak sapmanın yaşandığı yerden ancak bir düzeltme hareketi geliştirilebilir. Ataerkil-kapitalist sistem, kadın üzerinden köleliği toplumun tüm katmanlarına yedirmiştir. Bu nedenle özgür topluma giden yolda kadın özgürlük mücadelesi belirleyici konumdadır.

  1. yy’da feminist hareketin çıkışı ataerkil-sömürücü sistemi değişim konusunda ciddi anlamda zorlamıştır. Ancak ataerkil sistem, köklü değişim yerine reformlarla bu mücadeleyi içine çeken politikalara başvurmuş, kendini farklı suretlere büründürerek sürdürmeye çalışmıştır. Kadın mücadelesi değişik konaklardan geçerek farklı özelliklerle her gün biraz daha zenginleşerek özgürlük sorununu irdelemeye, bu alanda yürümeye devam etmiştir. Bu konuda Ali Fırat, tüm köleliklerin kadın köleliğinden türetildiği, kadın özgür olmadan toplumun özgürleşemeyeceği temel tespitinde bulunarak, toplumsal özgürlüğe dair son derece can alıcı bir noktayı ortaya koymuş oluyor. Bu ideolojik-felsefi analizin yanı sıra pratik örgütleme çalışmalarıyla da kadın ve dolayısıyla toplumsal özgürlük alanında tüm Ortadoğu’ya ve dünyaya umut olan bir hareketin doğup, gelişmesini sağlamıştır. Bu tüm boyutlarıyla irdelenip, ele alınmayı gerektiren önemli bir çıkış ve deneyimi ifade ediyor.

 

Kadın Mücadelesi Toplumsal Değişimde Belirleyicidir

Yaşanan deneyimlerin ışığında biliyoruz ki kadın iradesinin yansımadığı tüm toplumsal yapılanmalar kölelik üretmekten öteye gidemez. Kadınların içinde yer almadığı, iradesini yansıtmadığı yerde barıştan, özgürlükten bahsedilemez. Toplumsal uzlaşı ve özgürlük açısından yegane yol kadın iradesinin yansımasını bulacağı, kadının özgür iradesini açığa çıkarabileceği koşulların sağlanmasıdır. Çünkü kadın toplumsallığın mucidi olduğu gibi aynı zamanda vicdanıdır, koruyup, kollayanıdır. Kadınların varoluşunu özgür gerçekleştirdiği ortamlarda toplumsal barış ve özgür toplulukların varlığından bahsedilebilir. Çünkü kadın tüm sömürü sisteminin ve köleliğin üzerine inşa edildiği en alt zemindir, kadının özgürleşmesi tüm bu alanların özgürleşmesini beraberinde getirecektir.

Kadın özgürlük mücadeleleri toplumun en zayıfı olarak, tüm ezilenlere mücadele etme umudunu aşılarken aynı zamanda ataerkil- kapitalist sistemi ciddi anlamda zorlamakta, yapısal değişimi dayatmaktadır. Kadın özgürlük mücadelesini merkezine alan toplumsal hareketler, soruna doğru yerden bakmanın gücüyle değişim ve dönüşümü daha hızlı sağlamakta, özgürlüğe yakınlaşma şansını yakalamaktadır.

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.