Düşünce ve Kuram Dergisi

Michel Foucault’nun Çalışmalarında Özgürlük Problemi

Inna Viriasova

Özet

Bu makale Michel Foucault’un alternatif iktidar ve direniş anlayışıyla şekillenen özgürlük görüşü ile ilgilidir. Foucault gerçek doğa hakkındaki hakikat üzerinden modern özgürleşme düşüncesini reddeder: “gerçek” durum, öz ve iyi konusunda özgürleştirici bir hakikat yoktur. Hakikat, iktidar ilişkilerinden bağımsız değildir; o, iktidar ilişkilerine, belli bir hakikat rejimine dahildir. Özgürlük konusunda belli bir hakikat şudur ki özgürlük, hükümet etmeye karşı değildir; aksine onun en önemli kaynağıdır. Yani, iktidardan özgürlüğe bir kaçış yoktur. İktidar her yerdedir; sınırlanmış değil dağılmıştır; üretkendir, esnek ve tersinebilirdir. Bu tersinirlik iktidar ilişkilerine mündemiç direnişe izin verir; iktidarın olduğu yerde bir direniş de vardır. Özgürlük kavramı Foucault’nun daha çok son çalışmalarında bulunur. Özgürlük bir pratik, bir tür pozitif direniştir. Foucault, kendilik kaygısı etiğini bir özgürlük pratiği olarak görür. Birey onun kendisini üreten iktidar ilişkilerinin dışına çıkamasa da, kendini oluşturma sürecine katılabilir. Dolayısıyla özgürlük kendini ve özgürlüğün anlamını tanımlama sürecine katılım olarak anlaşılabilir. 

 

Giriş

Özgürlükten kaçış yoktur. O, bedenlerimizi ve zihinlerimizi durmaksızın rahatsız eder. Her gün özgürlük hakkında bir şeyler duyarız ve onu sevmek ve onun için mücadele etmek için cesaretlendiriliriz. 21. yy savaşları bireylerin, ulusların ve dünyanın özgürlüğü adına yapıldı. Modern politik lügat bu kelimeye verilen değeri yansıtır; bu sözcük “[Batı] kültürümüzün merkezi değeri haline gelmiştir”. Sonuç olarak, özgürlüğün değeri çoğunlukla sorgulanmaz ve sorunlar genellikle onun eksikliğinin sonucu olarak görülür. 

Bir 21. yy bireyi özgürlük kavramı dışında düşünülemez çünkü özgürlük insan yaşamının tümünü düzenler. Nikolas Rose’un sözcükleriyle ifade edecek olursak “özgürlük etiği, nasıl yönetilmemiz, günlük yaşantımızın pratiklerini nasıl organize etmemiz, kendimizi ve açmazlarımızı nasıl anlamamız gerektiği konusundaki kavrayışımıza dayanır”. Özgürlük temeli üzerine bir yaşam inşa etmek ve bu isim altında yönetilmeyi talep etmek normalleşmiştir.

Fakat çoğu insan özgürlüğün ne zaman ve nasıl gerçek anlamda normalleştiği sorusu üzerine düşünmez. Neden bir tür özgürlük hakkında konuşuyoruz da diğerleri üzerine değil? Niçin özgürlüğü bu şekilde tanımlıyoruz? Özgürlük kavramı, “yönetme sanatının sistematik olarak özgürlük pratiği ile ilintili olduğu” yerde, liberalizmin doğuşu ile hakim hale geldi. Yani, özgürlük hakkında bildiğimiz her şey liberal özgürlüğün bazı biçimleri hakkındaki bilgilerdir. Onun gönüllü rehineleriyiz.

Eleştirel düşünce, en çok övülenleri dahil herhangi bir fenomen hakkında düşünmenin en iyi yoludur. Özgürlük bir istisna değildir. Her şeyden önce, özgürlük kavramanın birçok çeşidinin olduğunu fark etmek gerekir. Bu kavramın “dönüşüm” sürecindeki aşamalarının izini sürebiliriz. Politik bir fenomen olarak eski özgürlük kavramı, politik bir 

matriksin önceliği ve tüm insanların özgür olmadığı kabulü, Aydınlanma düşünürlerinin çalışmalarıyla doğan modern liberal anlamıyla çelişir.

Aklın, özerkliğin ve bireyselliğin; öznenin, üstanlatının ve metafiziğin postmodern ölümüyle gücünü kaybettiği görülüyor. Liberalizm, insan özgürlüğü ile herhangi bir toplumsal düzenin dışında var olan “insanın doğa koşullarındaki durumunun, ‘doğa halinin’” bir parçası olarak ilgilenirken, “postmodern vizyon” özgürlük konusunda ironik ve hatta kiniktir.

Böylesine farklı yaklaşımlar bizi özgürlük hakkında düşünmeye sevk ediyor: aslında gördüğümüz şey doğal, nötr bir durum değil; anlamı hala değişim ve dönüşüm geçiren bir şeydir. Özgürlüğe, insanları daha yönetilebilir kılmak adına tasarlanan bir toplumsal inşa, hakikat olarak bakabiliriz.

Modern dünyada özgürlük çalışmasına ilişkin farklı yaklaşımlar vardır ve bu konuda izleyebileceğimiz birçok yol mevcut. Fakat, özgürlük eleştirel olarak düşünülmek istendiğinde, bence 20. yy’ın en önemli düşünürlerinden biri olan Michel Foucault, ilham alabileceğimiz en iyi düşünürlerdendir. Foucault, özgürlük hakkında, mevcut versiyonlarına karşı eleştirel bir değerlendirmeye kapı açan alternatif bir görüş sunar. Ona göre, iktidar ilişkileri dağınık ve dahası üreticidir. İktidar ilişkileri, bir hakikat rejimi oluşturur – ve “öznelliğin spesifik bir türünün belirişine olanak sağlayan ya da özel bir rasyonelliğin detaylandırılmasına izin veren bir söylem alanıdır”. Bu türden bir rejimin önemli bir parçası özgürlüktür. Belli bir özgürlük anlayışı, tanımı ve yorumu tartışmasız ve tek olanaklı olarak sunulur.

Bu makalede, Foucault’un iktidar, direniş ve özgürlük hakkındaki düşüncelerinin izini sürmeye çalışacağım. Yazıda evrensel özgürleşmenin yeni stratejisi için bir sonuç ve belirlenimci tanımlama arayışında olmayacağım. Amacım, Foucault’nun, şeylerin mevcut durumu hakkındaki alternatif görüşünü sunmaktır. Bu amaçla, ilk önce, Foucault’ya karşı iddialara ve onun bu iddialarla ve modern “özgürleşme projesi” ile nasıl bir ilgisinin olduğuna bakacağım. Foucault’nun iktidar kavramına eğileceğim ki bu, onun düşüncesindeki direniş ve özgürlük kavramlarının yerini anlamak için çok önemlidir. Daha sonra Foucault’nun özgürlük düşüncesi hakkındaki bir tartışma ile makaleyi sonlandıracağım.

 

Eleştirmenler ve Romantikler

Asla bir kahin gibi davranmam- kitaplarım insanlara ne yapmaları gerektiğini söylemez. Sık sık böyle yapmadığım ve bir kahin gibi davranmadığım için bana sitem ederler.
– Michel Foucault, Stephen Riggins ile yapılan bir röportajdan.

Direniş ve özgürlüğe atıf, Foucault’un çalışmalarının tümüne yayılmıştır ve bu her iki kavram arasında belli geçişler görebiliriz. Foucault’nun erken çalışmaları (1976) ile sonraki çalışmaları (1982-1984) arasında bir “dönüş”, hatta süreksizlik olduğu konusunda yaygın bir kanaat vardır. Yani tek bir özgürlük nosyonundan bahsetmek mümkün değildir. Sonuç olarak, bazı yazarlar, iktidar ve direniş açısından Foucault’nun bir dönemdeki yazılarına yoğunlaşır. Örneğin, John Hartman, Judith Butler’ın Önem Taşıyan Bedenler’ini bunun ilk; Richard Rotry’nin Olumsallık, İroni, Dayanışma’sını ise ikinci örneği olarak işaret eder.

Foucault’nun çalışmalarında böyle bir süreksizliğin varlığından bir hayli şüpheli olmakla birlikte bazı dönüşümlerin ve vurgudaki değişimlerin olasılığını kabul ediyorum. Foucault’nun mülakatında dile getirdiği gibi:

Çalışmalarımın akademik durumu ile ilgilenmiyorum çünkü benim problemim benim kendi dönüşümümdür. Bu nedenle insanlar “İyi de, birkaç yıl önce şöyle düşünüyordun ancak şimdi başka şeyler söylüyorsun,” dediklerinde cevabım …[gülümseyerek]”Peki, bunca yıl bu şekilde çalışacağımı ve aynı şeyleri söyleyip değişmeyeceğimi mi düşünüyorsun?” Bence birinin kendi bilgisiyle kendi dönüşümü estetik deneyime çok daha yakındır. Bir ressam kendi yaptığı resimlerle dönüşmezse neden çalışır ki?

Bence Foucault’nun özgürlük teorisi oluşturulamaz çünkü bu onun kendi yazıları içindeki tutumlarıyla çelişecektir. Yapılabilecek şey onun düşünceleri arasında bir gezintiye çıkmaktır. 

Johanna Oksala, Foucault felsefesi yorumlayıcılarının anlayışları arasındaki farklılıkları kısaca tartışır ve bu anlaşmazlıkların kaynağının özgürlüğün farklı yorumları olabileceği sonucuna varır.

Sonuç olarak o, düşünmenin nasıl daha kullanışlı olabileceğini göstermek amacıyla özgürlüğün farklı olası anlayışlarına bakar. Bu açınsamanın verimli bir inceleme için iyi bir temel olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, yazılarının yorumundaki “eski” tuzakları bilmek amacıyla Foucault’ya karşı gelişen iddialara da değineceğim. 

Bazı yazarlar Foucault’nun “post-devrimci çağın filozofu” olduğunu söylerken, diğerleri onu, özgürlüğe ilişkin kötümser bir vizyona sahip olmakla suçlar. Sonraki eleştirmenler, geleneksel özerklik ve otantiklik nosyonlarını reddederken, Foucault’nun post-yapısalcı özne anlayışında sorun bulurlar. Bağımsız bir temsiliyete yer yoktur çünkü hepimiz iktidar ilişkileri içerisindeki öznelerde yapılmışızdır . Özgürleşecek otantik bir öznellik yoktur, iktidarın dışarısı yoktur, dolayısıyla özgürlük anlamsızlaşır.

Benzer suçlamalar, Foucault eleştirmeni olan Charles Taylor tarafından da yapılmaktadır. Taylor, makalesine “Foucault’nun huzursuzluğu” ile başlar. O, “Foucault’nun tarihsel analizlerinin, orijinal olmakla birlikte eleştirel düşünceye benzer bir çizgide ilerler gibi göründüğü”nü göstermeye çalışır. Eleştirel teorinin amacı tahakküm ilişkilerinin iç yüzünü anlayarak “iyi”yi korumaktır; yani ana düşünce kurtarmak ve korumaktır. Foucault bu düşünceyi reddeder ve Nietzscheci bakış açısını alır. Ancak Foucault’nun iktidar/tahakküm analizlerine baktığımızda bunun maskeyi düşürmek olduğunu kabul edebiliriz: bu analizler insanları öznelleştiren aldatmacaları açığa çıkarır.

Foucault bu türden bir sonuca karşı çıkıyor gibi görünür; “gerçek” durum, öz ve iyi hakkında özgürleştirici bir hakikat yoktur. Hakikatin kendisi iktidar ilişkilerinden bağımsız değildir; iktidar ilişkilerine, belli bir hakikat rejimine gömülüdür- ve “öznelliğin spesifik bir türünün belirişine olanak sağlayan ya da özel bir rasyonelliğin detaylandırılmasına izin veren bir söylem alanıdır. Yani, özgürleşmenin bir yolu yoktur, “iktidardan özgürlüğe kaçış yoktur”, ancak bir iktidar sisteminden bir diğerine adım atılabilir. 

Foucault, hakikat ve özgürlük kavramları olmaksızın iktidar ya da tahakküm hakkında konuşma olasılığını sorgular çünkü özgürlük ve hakikat, iktidar ve tahakkümünden hariç tutulamayacağı semantik alana dahildirler. Taylor, Foucaultcu anlamda (tahakküm ile yakın bir şekilde ilişkili olan) iktidarın “özgürleşme düşüncesi olmadan bir anlamı olmadığı”nı iddia eder. Tanımı gereği iktidar, tanımlı bir fail gerektirmese de bir hedef gerektirir. “Eğer tahakküm olacaksa birilerine bir şeyler dayatılmak durumundadır.”Dayatma, hile ve illüzyon gerektirir. Yani, yalan parçalanmadan ve yalan hakkındaki hakikate ulaşılmadan iktidardan özgürleşme olamaz. Bu hakikat yoluyla özgürleşmedir. Ancak direniş, iktidar ilişkilerine içkin olsa da, Foucault “iktidardan özgürleşme düşüncesine dayanan yanlış anlaşılmaya” kuşkuyla bakar. Ve Taylor, bu konuda Foucault’yu tutarsız bulur.

Bana kalırsa söz konusu kafa karışıklığı Foucault’nun amacına – geleneksel düşünme yöntemlerine karşı mücadele etmek- ilişkin yanlış anlamanın bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Foucault, alternatif bir görüş sunarken, Taylor özgürlüğü ve özgürleşmeyi hala modern anlamda anlıyor. Foucault, kendi otantik benliklerimiz hakkındaki hakikat üzerinden iktidardan özgürleşme olarak modern/romantik özgürleşme kavramına elveda der. Foucault, bu konumu parçalamaya çalışır; bu özgürleşme düşüncesinin belli bir iktidar rejiminin bir ürünü olduğunu gösterir. Örneğin, özgürleşmesi gereken romantik cinsel doğa kavramı bizi öznelleştirmeyi ve kontrol etmeyi amaçlayan bir bilgi üretimidir. Cinsel yasakları kaldırarak özgürleşmeyiz çünkü gerçekleştirilmiş bir cinsel varoluş anlamına gelen imgeler hala bize hükmeder.

Foucault, birbirlerine uyabilmesine karşın özgürleşme ve özgürlük kavramlarını birbirinden ayırt eder. Özgürleşme nosyonu konusunda dikkatli ve hatta şüpheci olunmalıdır çünkü bu kavram bizi, bir çıkmaz olan özgürlüğün Romantik anlayışının aynısına götürebilir. Özgürleşme nosyonunun kullanımında ihtiyat göstermeyen “biri, bir insan doğasının varlığı düşüncesine ya da kesin tarihsel, ekonomik ve toplumsal süreçlerin bir sonucu olarak, baskı mekanizmaları tarafından gizlenen, yabancılaştırılan ya da hapsedilen bir dayanak düşüncesine geri çekilme riskine düşer.” Bu hipotezi kabul edersek, özgürlük için gereken şey bu “baskıcı kilitleri” kırmak ve insanı kendisi ile barıştırmaktır. Bu hakikat yoluyla özgürleşme olacaktır. Ancak Foucault, yukarıda da gösterildiği gibi, bu konuma meydan okur; özgürlük insanın otantik kendi ile barışmasının bir ürünü değildir. Bunun imkansızlığını anlamak için Foucault’nun iktidar ve direnişi nasıl anladığına ve bunların özgürlükle olan etkileşimine bakmak gerekir. 

 

Yeni İktidar ve Özgürlük

Birçok teorisyen için iktidar karmaşık bir kavramdır. Michel Foucault bununla ilgilenir ancak bir iktidar teorisine sahip olduğunu iddia etmez. O, çalışmasının amacının “iktidar olgusunun analizi değil…[ancak] kültürümüzde, insan varoluşumuzdaki farklı kipler vasıtasıyla öznenin imal edilmesinin bir tarihini oluşturmak” olduğunu belirtir. Foucault çalışmalarında üç kiple ilgilendiğini söyler: bilimler; “bölücü pratikler”, ve “insanın kendini bir özne haline getirmesi.” Öznelleştirme süreci iktidar ilişkileri ile yakından bağlantılıdır; özne genellikle bu ilişkilerin bir ürünüdür. Foucault’nun en önemli sorununun iktidar gibi görünmesinin nedeni budur. 

Foucault radikal bir şekilde farklı bir iktidar ve dolayısıyla bir direniş görüşü ortaya koyar. Geleneksel anlayış bir egemen ile ilişkilidir: baskı araçlarına sahip, tanımlanmış, yerleşik bir otorite, diğer bir deyişle iktidar. Foucault’ya göre iktidar sahip olunan, fethedilen ya da ele geçirilen değil; daha çok uygulanan bir şeydir. İktidar, hakim bir sınıf ya da herhangi başka bir grubun bir mülkü ya da imtiyazı değildir;baştan sona bunun stratejik konumlarının etkisidir – hükmedilenlerin konumları tarafından ortaya çıkan ve bazen onlar tarafından genişletilen bir etki”; iktidar kendi başına kötü değildir. Tüm toplumdaki iktidar ilişkileri, sadece vatandaş ile devlet arasında yer edinmezler; aşağıdan gelirler ve bir yönetici- ya da yönetilen muhalefet-yoktur. Bu ilişki ağları kamusal alanda yoğunlaşmaz daha çok kamusal ve özel alana nüfuz eder, onlarla kaynaşır. Dolayısıyla iktidarın merkezi bir noktası yoktur, o bir kurum ya da yapı değildir; “yalnızca her şeyi kuşattığı için değil aynı zamanda her yerden geldiği için” iktidar her yerdedir; iktidar “belli bir toplumda karmaşık bir stratejik durumdur.” Bu stratejik durum merkezi bir planlamayı gerektirmez. İktidarın uygulamaları daima yerel, bilinçli ve yönelimseldir ama aynı zamanda sözde görünmez elin yönlendirilmesinde genel bir stratejik durum oluştururlar. Foucault’nun ortaya koyduğu gibi, “insanlar ne yaptıklarını bilirler; çoğunlukla neyi niçin yaptıklarını da bilirler ancak bilmedikleri yaptıklarının ne yaptığıdır.” Bu, bir ebeveynin çocuğu üzerinde bilinçli bir şekilde iktidar uygularken, iktidar ilişkilerinin kasti olmayan stratejik durumunu gösteren genel tabloyu görmediği anlamına gelir; bu tabloda, bir toplum içinde ortaya çıkan tüm ebeveynler kendi çocukları üzerinde aynı iktidarı uygular. İktidar ilişkileri üretkendir, “beden, iktidar ve tahakküm ilişkileri ile donatılmıştır.” Bedenin yeni ekonomisi, bedenin “sadece hem üretken ve hem tabi kılınan bir beden olabildiği durumda yararlı bir güç haline gelir.” Bedenin bu tabi kılınması herhangi bir şiddet olmaksızın gerçekleşir; bedenin bilgisi ve kuvvetleri üzerindeki uzmanlık tabi kılma araçlarını sunar, Foucault buna “bedenin siyasal teknolojisi” der. O, iktidarın mikrofiziği üzerine konuşurken beden üzerinde uygulanan iktidarın bir mülkiyet değil, bir strateji olarak tasarlandığını belirtir. Böylece tahakkümünün etkileri “sahip olma”ya değil tertiplere, manevralara, taktiklere, tekniklere, işleyişlere dayalıdır; ve o, sahip olunabilecek bir imtiyazdan çok deşifre edilmesi gereken bir ilişkiler ağı, sürekli gerilim ve aktivitedir; bir işlemi düzenleyen bir sözleşme ya da bir bölgenin zaptından çok sürekli bir savaşın modeli olarak alınmalıdır.

Foucault’ya göre iktidar tavır düşüncesine dayanır ve sadece eylem içinde var olur, “diğerleri üzerinde doğrudan doğruya etkide bulunmayan bir eylem kipi. Bunun yerine o, eylemlere etkir: eylem üzerindeki bir eylem…” Bu “bir kişinin, ötekinin tavrını kontrol etmeye çalıştığı bir ilişkidir.” Burada aslında özneyi nesnelleştiren iktidar teknolojilerinden bahsediyorum. Modern toplumda, iktidar Panoptikon olarak işler- evrensel gözetim; saydam ve aynı zamanda saklıdır; ölçüm, sınıflandırma ve normalleştirme yoluyla çalışır. Özne, eğitim yoluyla normları ve disiplinleri içselleştirir. Liberal özgürlük hakkında olan sonraki bölümde biyoiktidar olarak iktidarın bu kipine daha yakından bakacağım. 

Öznenin inşası sürecinde bir diğer önemli nosyon kendilik teknolojileridir. Cinselliğin Tarihi’nin II. ve III. ciltleri, insanın farklı türden kendini algılayış ve kendini oluşturma kipleri üzerinden bir özneye dönüştürme yollarına vakfedilmiş bir çalışmadır. Kendilik teknolojileri bireylere, kendilerini dönüştürmeleri; “kendi bedenleri ve ruhları, düşünceleri, tavırları, ve olma biçimleri üzerindeki belli sayıda operasyonlar” yoluyla kendi öznelliklerini yaratma sürecine katılmaları için izin verir. 

Bu üreticiler her uygarlıkta mevcuttur; her bireye bir “kendini tanıma” buyruğu yerleştirerek bu bilgiye uygun olarak davranmaları için onları dönüştürmeyi amaçlar. Bu, söz konusu teknikler üzerinden kendini oluşturan özerk temsilin kabulü konusunda bizi yanlış yönlendirmemelidir. Aksine, “bu pratikler bireyin kendisi tarafından keşfedilen şeyler değillerdir. Bireyin, kültürünün içinde bulduğu; kültürü, toplumu ve sosyal grubu tarafından ona önerilen, tavsiye edilen, empoze edilen modellerdir.” Burada yine, kişinin otantik kendiliği hakkındaki hakikat yoluyla Romantik özgürleşmenin imkansızlığını ya da yadsınmasını görürüz. Özgür olması varsayılan insan “zaten kendinde, çok daha derin bir tabi kılmanın etkisi altındadır”.

Modern zamanlarda ceza ve disiplinin hedefi haline gelen bir “ruh”, “beden üzerinde uygulanan iktidarın uzmanlığının bir faktörüdür. Ruh politik bir anatominin etkisi ve aracıdır; ruh bedenin hapishanesidir.”Burada, bedenin ruhun hapishanesi olduğu söylendiği geleneksel düzenin bir tersine çevrilmesi vardır. Şimdi ise, uzmanlar ve beşeri bilimlerin buyrukları ile var edilen , bedeni kontrol ve idare eder; onu uysal ve üretken kılar. 

İktidar teknolojileri ve kendilik teknolojileri, Foucault’nun yönetimsellik kavramını anlamak için çok önemlidir. “Diğerlerinin tahakküm teknolojileri (iktidar teknolojileri) ile kendilik teknolojileri arasındaki bu karşılaşmayı ‘yönetimsellik’ olarak adlandırıyorum.” Nikolas Rose, söz konusu kavramın aslında birbirlerinden ayrılamayacak iki olası anlamını güzel bir şekilde özetler. İlk olarak, yönetimsellik, yönetilenlerin mantalitelerinin şekillendirilmesi sürecinin yönetilmesidir. İkincisi, yönetimsellik, düzen mantalitesine, “yaşamı sorunsallaştırma biçimine ve üzerinde eyleme arayışı”na, yönetimselliğin “nasıl”ına atıfta bulunur. Thomas Lemke’nin sözleriyle özetleyecek olursak “yönetimsellik perspektifinden bakınca yönetim, politik yönetimden kendini düzenleme biçimlerine, yani “kendilik teknolojileri’ne yayılan bir sürekliliğe atıfta bulunur.”

 

Direniş

Şimdi de Foucault’nun çalışmalarındaki direniş kavramına bakalım çünkü bu kavram iktidar kavramı ile birlikte incelenir ve özgürlük tartışması için bir temel oluşturur. İlk olarak, iktidarın heryerdeliği, stratejik oyun ya da tahakküm durumu olarak direnişin heryerdeliği anlamına da gelir. “İktidarın olduğu yerde direniş de vardır ve bu direniş asla iktidar ilişkilerine dışsal bir durumda değildir”; o, iktidar ağı boyunca var olur. İktidar tek anlamlı değildir; o “her biri çatışma, mücadele ve iktidar ilişkilerini en azından geçici olarak tersine çevirme riskine sahip sayısız karşılaşma noktasını, karasızlık odağını tanımlar.”

Dahası, direnişlerin bir çoğulluğu vardır; hareketli ve süreksizdirler; düzeneklerin ve içlerine yerleşmeden kurumların, sosyal tabakalaşmaların ve münferit birimlerin içinden geçerler. Direniş olasılığı olmaksızın iktidar ilişkileri var olamaz. Böyle bir olasılık yoksa ortada şiddet vardır, iktidar değil. 

Dolayısıyla, iktidar gibi direniş de her yerdedir, ama aynı zamanda Foucault, iktidarın dışında bir alan olmadığını da söyler; böylece bazı yazarlar buradan özgürlük için bir alan olmadığı sonucunu çıkarır. Ancak bu noktada bir yanlış anlaşılma olduğu görülüyor, direniş ve özgürlük farklı kavramlardır. Geleneksel anlamda düşünülürse özgürlük, özgürleşme ve direnişten geçer. Ancak öyle görünüyor ki Foucault için özgürlük direnişin sonucu değildir; bunlar birbiriyle ilişkili fakat farklı kavramlardır.

Foucault’nun özgürlük konusunda inançsız ve sinik olduğunu düşünmek mümkündür, ancak eğer böyleyse burada bir çelişki vardır: (en pesimist bulunduğu)1970’lerdeki çalışmaları boyunca bile Foucault’nun “insanların, disiplinci iktidarın uygulamalarına itiraz etme arzusu hakkındaki yorumları [bulunabilir]…[O] daima disiplin uygulamalarına ‘karşı’ duruş göstermek gerektiğini temalandırmıştır.” Eğer Foucault’da özgürlük yoksa o halde neden “karşı” olmakla bu kadar ilgilenmiştir, neden kendi jeneolojilerini karşı olum eylemleri olarak ve çalışmalarını bir direniş biçimi olarak sunmuştur?

Direniş anlayışının Foucault’nun iktidar nosyonundan türediğini anlamak önemlidir. İktidar ilişkileri “hareketli, tersinebilir ve değişken” olduğu için stratejik tersinme, şiddetli direniş, kaçış ve hile olarak bir direniş olasılığı vardır. İktidar ve direniş karşılıklı olarak oluşurlar: bunlardan ikincisi ancak öncekinin olduğu yerde ve onun hilafına mümkündür. Henry Krips direnişin tabi kılmaya karşı gelişen planlanmış ve saldırgan bir bireysel reaksiyonun parçası olmadığını söyler. Direniş, pasif/kasıtsız ve dağınık, “temsillerin bilinçli angajmanlarını aşan ve hep birlikte direnişin küresel örüntülerini oluşturan karşı koyuşun yerelleştirilmiş eylemlerinde ortaya çıkma” olarak anlaşılabilir (Krips 1990, 177).

Direniş, iktidar ilişkilerini açığa çıkaran, onların yerini tayin eden, uygulama noktalarını ve yöntemlerini gösteren bir tür “kimyasal katalizör”dür. İktidarı sadece kendi içsel rasyonelliği açısından değil stratejilerin antagonizması üzerinden de analiz etmek önemlidir. Foucault, daima üç mücadele türünün olduğunu ancak bunlardan yalnızca birinin hakim olduğunu söyler.Bugünlerde, öznelliğinin boyun eğmesine karşı mücadele çok daha önemli hale gelmiştir. Mücadele farklı formlar alabilir ancak Foucault temel olarak “kendilik kaygısı”na odaklanır. Foucault, bir özgürlük pratiği olarak kendilik kaygısı etiğinden bahseder. 

 

Özgürlük

Foucault’nun çalışmalarında bir değişim vardır: sonraki dönemde Foucault, “karşı” olmak sorununu direniş açısından değil özgürlük açısından formüle eder. Düşüncelerinde bir gelişim olmakla birlikte bir kırılma yoktur: Foucault, disiplinci iktidardan başlayarak yönetimsellik ve “etik” çalışmasını sürdürür. Foucault hala, özgürleştirilmek zorunda olan bastırılmış bir özgürlük anlatısı sunmaz.

Foucault “özgürlükler arasındaki stratejik oyunlar olarak iktidar ilişkileri”ni tartışır. İktidar başka bir açıdan yeniden formüle edilir: “bir eylem kipi olarak diğerlerinin eylemleri üzerinde uygulanan iktidar…önemli bir öğeyi içerir: özgürlük. İktidar, yalnızca özgür özneler üzerinde ve sadece özgür oldukları kadar uygulanır”. “Bu nedenle iktidar ile özgürlüğün itaat etmeyi reddetmesi ayrılamaz… iktidar ilişkisinin tam da kalbi sürekli olarak onu tahrik eden, iradenin itaatsizliği ve özgürlüğün kontrol edilemezliğidir.”

Foucault’nun direniş ile özgürlük arasındaki farkı nasıl koyduğu tam olarak açık değildir. Direniş, tavır (conduct) üzerinde etkide bulunmak için diğerlerinin niyetlerine karşı “negatif” eylemi gerektirir gibi görünmektedir; bu iktidar ilişkilerinin bir stratejik tersinmesidir. John Hartmann’a göre özgürlük daha çok “direnişin reaksiyon ya da olumsuzlamada kalmayan pozitif anlamı” açısından oluşturulmalıdır.” 

Kendilik kaygısı böyle bir pozitif direniş yöntemidir ve kendilik kaygısı etiği bir özgürlük pratiğidir. Kendilik kaygısı “iktidarı sınırlama ve kontrol etmenin bir yoludur.” Bu açıklama ilginçtir ve Foucault’nun düşüncelerindeki dönüşümü gösterir: daha erken çalışmalarında Foucault, iktidarın dışı olmadığını söylerken şimdi kendilik kaygısı yoluyla dışarısının bazı biçimlerinin olabileceğini söylemektedir. Foucault “kendi ile ilgili olanın bu negatif olmayan anlamlarının- bir öznelliğin bir pozitif biçimlenmesi olarak kendilik kaygısının- Grek zamanından beri bizimle olduğunu söyler.Bu pratikler, sürekli eleştiri altında öznelliğimizin sorunsal bir alana taşınmasına dayanırlar. Kendilik kaygısı etiği “özgürlüğün, düşünce tarafından bilgilendirildiğinde dikkate alınan biçimidir.”Yani, özgürlük “içsel bir eleştiri üzerinden bir dizi yapısal kurum ve pratikler ile öznenin otonomlaşmasına dayanan” pozitif direniş olarak kurulur.

Şunu vurgulamak önemli ki burada özgürlük ancak bir pratik olarak varolabilir, soyut bir ideal olarak değil. Özgürlüğün varolması için onun canlı olması gerekir. Ancak, bu yorumu özellikle özgürleşme üzerinden verili bir olasılık olarak sunmamak da önemlidir. Öyle görünüyor ki Charles Taylor bu tuzağa düşüyor. Taylor, Foucault’nun çalışmalarındaki en temel iki soruyu öne çıkarır. İlki hakikat yoluyla özgürleşme yollarına dairdir: kimliğimizin kaynağını biliyor olsak da “bize, Hristiyanlığın irade anlayışından geldiğini söyleyerek bir dereceye kadar reddedebileceğimiz Batı uygarlığı içinde gelişen kimliklerimizin dışına gerçekten çıkabilir miyiz?” İkinci soru ise daha normatif bir sorudur: “bunu bir tarafa bıraksak da, ‘varoluşun estetiği” tümden takdir edilebilir midir?” Öyle görünüyor ki Taylor, Foucault’yu yanlış yorumlamaktadır: o, kimliğin bozulmasını (kimlik “boşluğu” [identity vacuum] ve kendini oluşturmayı kronolojik bir düzene koyar. Foucault, kendini oluşturma’dan önce böyle bir “boşluğun” mümkün olduğunu koşullandırmamıştır. Kendilik kaygısı bir özgürlük pratiğidir.

Bununla beraber, Foucault özgürleşme kavramını tamamen ortadan kaldırmaz. Bazen, özgürlük pratik edilemeden önce özgürleşme belli bir dereceye kadar gereklidir ancak kendini yeniden yazma olarak bir kimlik “boşluğu”na, bir tabula rasa’ya gerek (daha doğrusu imkan) yoktur. Bu noktada Foucault, tahakküm kavramına giriş yapar. İktidar ilişkileri her tür insan ilişkilerinde mevcuttur (bireyler arasında, ailelerde, pedogojik ilişkilerde, siyasal yaşamda vb.) ve daha önce de belirttiğim gibi bunlar, hareketli, tersinir ve değişkendir.

Ancak bu ilişkiler içerisinde “iktidar ilişkilerinin hareketli olmak, katılımcılara stratejileri benimseyerek değiştirme izni vermek yerine kapalı, donmuş kaldığı tahakküm durumları” ile karşılaşılabilir. Bunlar, bir bireyin ya da sosyal grupların “bir iktidar ilişkileri alanını kapatma, hareketsizleştirme ve hareketin tersine çevirilebilirliğini ekonomik, politik ve askeri araçlarla önleme konusunda başarılı olduğu” durumlardır. Böyle durumlarda özgürlük pratikleri yoktur ya da sınırlı ve zorakidir. Erişilebilen seçenekler ve savaş taktikleri onları tersine çevirmek için asla başarılı olamazlar. Dolayısıyla, “bazen özgürleşme, bir özgürlük pratiği için politik ve tarihsel koşuldur. Fakat burada yine Foucault, özgürleşmeyi Taylor’dan farklı bir şekilde anlamakta, onu hakikatle bağlantılandırmamaktadır. “Özgürlük pratiği ile kontrol edilmesi gereken özgürleşme, yeni iktidar ilişkilerinin yollarını döşer “(ibid, 283-284). Foucault, bir özgürlük pratiği (bilinçli pratik) olarak etiğe döner. Tahakküm durumları özgürlük açısından analiz edilmelidir çünkü tahakküm edenler diğerlerini yönetmek için belli araçları kullanmakta serbesttirler.

Özetlersek, Foucault, toplumun iktidar ilişkileri olmaksızın var olamayacağını düşünür. Bununla birlikte, iktidar kendinde kötü değildir, sonuç olarak amaç “bütünüyle saydam iletişim ütopyasında” iktidar ilişkilerinden serbest kalmak ya da onları çözmek değil; mümkün olduğunca küçük tahakküm ile bu iktidar oyunlarını oynamamıza izin veren hukuk kurallarını, tekniklerin yönetimini ve ayrıca ahlaklılığı, ethosu, kendilik pratiğini edinmek olmalıdır.” Bu, etik kaygılar ile hakka saygı için verilen politik mücadelenin; kötü yönetim tekniklerine karşı eleştirel düşünce ile bireysel özgürlüğe zemin arayan etik araştırma arasındaki bağlantı noktasıdır.” Dolayısıyla Foucault, pozitif direniş için mümkün olan en az tahakkümle bir özgürlük pratiğini gerekli görür. Foucault, iktidar ilişkileri analizini, bir bireyin ve ötekinin, dışarının varlığını varsayan yönetimsellik kavramı üzerinden yapmayı sürüdür. Yani, toplum içindeki etkileşimin analizinin temeli “özgürlüktür; insanın kendiyle ve öteki ile kurduğu ilişkidir.”

Özgürlüğün daima iktidar ilişkilerinin içinde olmasına ve fethedilmeye ya da özgürleşmeye ihtiyacı olmamasına rağmen, farklı stratejik durumlar da mevcuttur. Bu durumlar, mekanı ya da özgürlük pratiğinin kapsamını belirler. Bazı durumlarda direnişin yalnızca negatif biçimleri vardır, bazen de pozitif direniş için daha fazla imkan vardır. Sonuç olarak, özgürlük hakkında normatif bir iddia bulunur: bireyin bir toplum içinde özgürlüğü pratik edebileceği bir odayı garantilemek, dolayısıyla direnmek için pencereden dışarıya atlama gereği duymamasını sağlamak.

Bu ölçüt yönetimselliğin farklı türleri hakkında düşünürken kullanılabilir çünkü belli hakikat rejimlerindeki özgürlük tanımları, gerçekten de aşırı derecede sınırlı olabilecek izin verilmiş özgürlük pratiklerini belirler. 

 

Sonuç

Foucault için özgürlük daima bir toplumdaki hakikat rejiminin bir parçasıdır, doğallığından çıkarılmış ve yapı söküme uğratılmıştır, iktidar ilişkilerinin ötesinde nesnel bir gerçeklik olarak özgürlük yoktur. Foucault’nun çalışmalarında, iktidar , direniş ve özgürlük nosyonları birbirleriyle ilişki halindedir. O, merkezi bir otorite ve zor ile ilişkili olan geleneksel iktidar görüşünü bir kenara bırakır, iktidarı dağınık, esnek ve tersinebilir olarak düşünür. İktidar her yerde ve üretkendir: insanlar iktidar ilişkileri içerisinde öznelleştirilirler, özneye dönüşürler, kendilerini belli özellikler ve davranışlar ile bir özne olarak algılarlar. İktidar her yerde olduğu gibi direniş de her yerdedir. Foucault’ya göre direniş, iktidar ilişkilerine dahildir ve ona karşıt değildir. İktidarın dışı yoktur ancak direniş iktidar ilişkileri ile mümkündür. İktidar iktidardır, şiddet değil; çünkü onun amacı direnebilmek, durumu tersine çevirebilmek ve özgür olmaktır. Foucault’nun özgürlük nosyonu da iktidar ile yakından ilişkilidir: özgürlük iktidar ilişkilerinin kalbindedir.

Özgürlük üzerine düşünmenin iki yolu vardır: bir etik olarak özgürlük ve bir iktidar kaynağı olarak özgürlük. Bunlardan ilki, Foucault’nun bir özgürlük pratiği olarak tanımladığı kendilik kaygısı etiği hakkındadır: özgür olmak iktidar ilişkilerinin dışına çıkmak değil insanın kendi öznelliğini üretme ve oluşturma sürecine katılmasıdır. Bir iktidar kaynağı olarak özgürlük belli bir öznellik (özgür bireyler) üreten ve belli bir yönetim rasyonalitesini meşrulaştıran ve ona izin veren hakikat rejimi ile ilişkilidir. Özneler özgürlük üzerinden yönetilirler.

Foucault’nun alternatif özgürlük vizyonu, özellikle iki boyutuyla, hem özgürlük etiği ve hem farklı hakikat rejimleri üzerinden farklı yönetimsellikler içindeki özgürlük hakkında yapılabilecek eleştirel araştırmalar için iyi bir zemin sunar. Örneğin, hakikat ve özgürlük pratiklerinin liberalizm ve neoliberalizm içinde nasıl farklılaştığını, anlamak dikkat çekicidir. 

Foucaultcu bir yaklaşım çerçevesinden özgürlük incelemesi devam etmelidir çünkü günlük yaşamın tartışmasız tanımlamalarına ve terimlerine eleştirel perspektiften bakmak önemlidir. Özgürlük gibi önemli nosyonları yapı-söküme uğratmak daima heyecan vericidir çünkü kavramların olası farklı anlamları ya da boşlukları ortaya çıkabilir. 

 

Kaynak: https://www.ceu.edu/poliscijournal
Çeviri: Demokratik Modernite

 

Kaynakça

  • Dreyfus, Hubert L. and Paul Rabinow Michel Foucault: Beyond Structuralism and Hermeneutics. New York: Harvester Wheatsheaf, 1982.
  • Foucault, Michel. Discipline and Punish: The Birth of the Prison. London: Penguin Books, [1975] 1991.
  • The History of Sexuality: An Introduction. Vol. 1.New York: Vintage Books, [1976] 1990.
  • Subjectivity and Truth. In Paul Rabinow, ed. Ethics: Subjectivity and Truth. Essential Works of Michel Foucault, 1954-1984. Trans. Robert J. Hurley. Vol. 1. London: Penguin Books, 1997.
  • The Subject and Power. In Hubert L. Dreyfus and Paul Rabinow. Michel Foucault: Beyond Structuralism and Hermeneutics.New York: Harvester Wheatsheaf, 1982.
  • An Interview by Stephen Riggins. In Paul Rabinow, ed. Ethics: Subjectivity and Truth. Essential Works of Michel Foucault, 1954- 1984. Trans. Robert J. Hurley. Vol. 1. London: Penguin Books, 1997.
  • Technologies of the Self. In Paul Rabinow, ed. Ethics: Subjectivity and Truth. Essential Works of Michel Foucault, 1954-1984. Trans. Robert J. Hurley. Vol. 1. London: Penguin Books, 1997.
  • The Ethics of the Concern for Self as a Practice of Freedom: An Interview with Michel Foucault. In Paul Rabinow, ed. Ethics: Subjectivity and Truth. Essential Works of Michel Foucault, 1954-1984. Trans. Robert J. Hurley. Vol. 1. London: Penguin Books, 1997.
  • Hartmann, John. Power and Resistance in the later Foucault. Paper presented at the 3rd Annual Meeting of the Foucault Circle at John Carroll University, Cleveland, OH. February 28th – March 2nd 2003. Available at http://mypage.siu.edu/hartmajr/pdf/jh_ fouccirc_03.pdf
  • Ivison, Duncan. “The Freedom to be Formed and Normed: Foucault on Power/Government,” in The Self at Liberty: Political Argument and the Arts of Government. Ithaca: Cornell UP, 1997.
  • Krips, Henry. “Power and Resistance,” Philosophy of the Social Sciences 20, (June 1990): 170-182.
  • Lemke, Thomas. “The Birth of Bio- Politics: Michael Foucault’s Lecture at the College de France on Neo- Liberal Governmentality,” Economy and Society 30, no. 2 (2001): 190-207.
  • Oksala, Johanna. Foucault on Freedom. Cambridge: Cambridge University Press, 2005.
  • Rose, Nikolas. “Government, Authority and Expertise in Advanced Liberalism,” Economy and Society 22, no. 3 (1993): 283-298.
  • Rose, Nikolas. Powers of Freedom: Reframing Political Thought. Cambridge: Cambridge University Press, 1999.
  • Taylor, Charles. “Foucault on Freedom and Truth,” Political Theory 12, no. 2 (1984): 152-183.Taylor, Charles. “Kant’s Theory of Freedom,” Philosophy and the Human Sciences. Philosophical Papers, 2. Cambridge: Cambridge University Press, 1985.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.