Düşünce ve Kuram Dergisi

Kadın Özgürlükçü, Demokratik, Ekolojik Temelli İnsanlık Mücadeleleri, Neoliberalizmin Panzehridir

Bese Erzingan

İnsanlığın özgürlük tarihini ve özgür yaşam alternatifini günümüz itibari ile çok daha fazla tutku ve istem ile öğrenmek ve yaşamak istiyoruz. İnsanlık hiçbir dönem özgürlüğe, demokrasiye, adalete, eşitliğe ve doğa ile iç içe aşkla yaşamaya bu denli bir özlem duymamıştır.  Devletçi ve iktidarlı sistemlerin küreselleştiği ve vahşi yüzünü her biçimde topluma gösterdiği bir dönemde elbette yaşadığımız bu durum anlaşılırdır. Peki, bir sömürü ve talan sistemi olan kapitalist modernist sistemi aşabilecek miyiz? Alternatifini yaratabilecek miyiz? İnsanlığın varlık yokluk tartışmalarının da yapıldığı bu dönem de alternatif yaşam perspektifini oluşturmak ve pratikleştirebilmek son derece hayati bir öneme sahiptir.

Liberalizm, Neo liberalizm söylemleri her ne kadar son iki yüzyılda yoğunca –adeta- özgürlük söylemleri ve istemleri ile birlikte kullanılsa da inandırıcılığı kalmamış ideolojiler olarak tarih sayfalarında yerini alıyor. Çünkü günümüzde insanlığın yaşadığı savaş, yoksulluk, göçler, işsizlik, açlık trajedileri aslında yaşananların gerçek karakterini ortaya koyuyor. Sistemin sözcüleri tüm özgürlükçü kavramları kendi hegemonik çıkarlarını arttırmak için kullanırken, yaşanan toplumsal krizler nedeniyle artık maskeleri düşmüş durumdadır. Liberalizm ve neoliberalizmi olumlamak ve bunu ilericilik adına yapmak ya siyasal körlük ya da bilinçli saptırma olarak değerlendirilebilir.

Oysaki günümüz dünyası iddia edilenin tam aksine en gelişmiş, modern bir süreci değil insanlığın en fazla köleleştiği bir dönemi yaşıyor. Tarihsel olarak hakikate saygılı bir inceleme, liberal düşüncenin nasıl ortaya çıktığını ve burjuva sınıfının devrimlerin kritik anlarında toplumun özgürlük ve eşitlik taleplerini, kazanımlarını nasıl kendi çıkar hanelerine yazdığını görür.  İnsanlık tarihinde iktidarı hedefleyen güçler devrim zamanlarında başlangıçta toplumun istek ve taleplerini esas alır gibi görünseler de, bu durumu belirli bir sınıra kadar götürürler. Emekçilerin, kadınların, gençlerin özgürlük tutku ve enerjileri orta sınıfların, burjuvazinin çıkarları için bir yere kadar dikkate alınır. Sonrasında kendisini daha iyi örgütleyen egemen kesimler iktidarı ele geçirdikleri an toplumun tüm özgürlük, demokrasi istem ve taleplerini bir kenara iterler.  Devlet ve iktidarı ele geçirenler kendi çıkarlarını esas alırlar ve hegemonyalarını geliştirirler.

Liberalizmin doğuşunda Fransız devrimi temel bir rol oynamıştır. Fransa devrim tarihi incelendiğinde, devrim adına yola çıkanların sonrasında en yakınlarını bile iktidar uğruna nasıl gözden çıkardıkları görülecektir. İktidarı ele geçiren ona benzeşiyor. Çünkü iktidar zihniyetine alternatif bir sistem geliştirilmediği için var olan devletçi sisteme dahil olmaktan kurtulamıyor.

Mülkiyetçi bir rejime karşı eşitlik ve özgürlük söylemleri ile Fransız devriminde ortaya çıkan liberalizm, ulus devlet modeli ile uzun bir tarihsel süreç içinde aslında birçok karşı düşünceyi içinde eriterek ilerici bir nitelikte olduğu iddiasını taşıdı. Burjuvazi ulusal, küresel çapta hegemonik bir güç haline gelebilmek için   “özgürlük”, “eşitlik”, “yurttaşlık”, “halk”, “ulus” gibi kavramları bolca dillendirilerek geniş toplumsal kesimlerin desteğini aldı. Ulus-devlet modeli, piyasa merkezli sivil toplum ve yaratılan düzen aslında özgürlüklerin giderek sınırlandırılması, güç ve erkin bir kesimin elinde toplanması anlamına gelmekteydi. Halkların özgürlük ruhundan korkan orta sınıf söylemleri ilerici gibi görünse de pratikte tam tersini icra ettiler.  Başlangıçta gür sesle ifade edilen toplumun özgürlük, eşitlik, adalet istemi giderek boğuldu. Devrimler demokratik, katılımcı bir öze sahip olup bunu sürekli kılamazlarsa başarı şansları olmaz. Nitekim Fransa devrimi de böyle oldu. Alternatifi gelişmeyince yine eski yaşam kalıpları, felsefesi hakim oldu. Sonrasında tarihte Fransız devrimi birçok hareket tarafından örnek alındı. Gerçekte ise insanlığın özlem duyduğu özgür yaşam idealine cevap olmak bir yana buna karşı savaş yürüten bir pozisyona geldi.

Ulus-devlet modeli ile kendisini daha güçlü örgütleyen toplumun en kurnaz tüccar, tefeci eril sistem toplumsal ahlakı, vicdanı alt üst etti. Bireysel özgürlük adı altında toplumun tüm ortak değerlerine saldırı gerçekleşti. Toplumun olumlu gelenekleri, ilkeleri de yerle bir edildi. Manevi dünya anlamsızlaştırıldı, küçük görüldü. Toplumundan kopan birey son derece güçsüzleştirildi, hiçleştirildi.  Sistemin ücretli-ücretsiz gönüllü köleleri haline getirildi. Devlete- iktidarlara muhtaç, öz savunmasız insan yığınları kentlere, metropollere, kapitalist sistemin merkezlerine akın etti.

Fransız devrimi ile başlayan, 19. 20. Yüzyıl ortalarına kadar gelişen ulus devlet ve liberalizmin düşünce biçimi 20. Yüzyıl ortalarından itibaren giderek zorlanmaya başladı. Daha fazla kar elde etme mantığı ile hareket edildiğinden artık ulus-devlet sınırları da engel teşkil ediyordu. Yine toplumsal hareketlenmeler, hak arayışları da her dönem de olduğu gibi bu süreçler içerisinde de gelişti. İkinci dünya savaşı sonrası dönem liberalizmin hegemonyasının doruk noktasına çıktığı dönemdi.1968 hareketleri ve ayaklanmalar liberalizmin toplum karşıtı politikalarına yönelik bir tutumdu.

1917 Rus devrimi insanlık açısından önemli bir umut oluşturdu. Ancak bu devrim de insanlık açısından alternatif bir model oluşturamadığı gibi birçok açıdan Avrupa kapitalist sisteminin uygulamalarını dahi aratır hale geldi. Özgürlükler geliştirilmedi. Farklı kesimlerin, halkların, inançların, gurupların kendi kimlik ve örgütlülükleri ile demokratik katılım ilkeleri çerçevesinde sisteme katılımlarına izin verilmedi.  Kısacası demokratik bir kültür oluşturulamadı. Uyguladığı politikalarla kapitalist sistemin bir versiyonu olmaktan kendini kurtaramadı. Özünde ulus-devletçi anlayıştan kopmadığı ortaya çıktı. Kopmak bir yana ulus-devlet ulaşılması gereken bir ilke olarak ele alındı. Demokrasinin geliştirilmesine önem verilmesi gerekirken devlet aygıtının geliştirilmesi, derinleştirilmesine önem verildi.

1989 yılında Sovyetler birliğinin dağılışının ilanı, Rusya olarak tanımlanması ile gerçekleşen bir nevi Kapitalist sisteme dahiliyetinin ilanıydı.  Dünyanın üçte birine hakim olan Sosyalist sistemin hakiki anlamda oluşturulamamasının gerçek sebebi dış emperyalist saldırılar değildi. İçte kendi alternatif sistemini demokratik, özgürlükçü ilkelerle geliştiremeyişiydi. Sosyalist sistem kapitalist modernist sistem karşısında yenilgiye bu nedenle uğradı. Aslında biten sosyalist sistem ve onun özgür yaşam umudu değildi, biten Reel sosyalizmin kendisiydi. Reel sosyalizm ise kapitalist modernist sistemin türevi olarak tarih sahnesinde yerini almıştı.

Sovyetler birliğinin dağılması, İki kutuplu dünya düzenin bitişi aslında sol, sosyalist güçler açısından bir çıkış olarak değerlendirilebilirdi. Ancak sol, sosyalist güçlerin ideolojik-teorik argümanları, mücadele yöntemleri bunu aşmaya yetmedi. Zihniyette, örgütlenmede buna göre bir hazırlık, değişim söz konusu değildi. Özgürlükçü hareketler içinde bulunulan somut koşulları değerlendirme,  kendini yeniden yapılandırma ön görüsünü, iradesini yakalayamamışlardı. Elbette ki emperyalist sistem Sovyetler Birliğinin yıkılışını kendi başarısı olarak ilan etti. Bunu çok güçlü bir ajitasyon, propagandaya dönüştürdü ve özgürlük güçlerine karşı kullandı.

Bu temelde devletçi sistemin kendini sürekli geliştirmesi, küreselleştirmesi ile dünyada yeni sorunlar, krizler ortaya çıktı. Her devlette toplumsal sorunlar çeşitli biçimlerde artış gösterdi. İnsanlığın yaşadığı ekolojik, sosyal, ekonomik krizler dayanılamayacak boyutlara, bunalımlara yol açtı.

1990’lı  ve 2000’li yıllarla birlikte kapitalist modernist sistem yaşadığı tıkanıklıkları Neoliberalizm kavramı ve bunun sistemleşmesi olan merkezi hegemonya yöntemi ile aşmak istedi. Kendi hegemonyası için insanlığın tüm aklını, emeğini buluşlarını, teknik  gelişimini hizmetine aldı. 20. Ve 21. yüzyıl teknik buluşlarının tümünü toplumun sömürülmesi için kullandı. Bu yönüyle Neo liberalizm kapitalist modernist sistemin ömrünü uzatma hamlesidir. Devletçi ve iktidarcı güçlerin yeni ideolojisidir. Küreselleşmiş ulus üstü iktidar sistemini yaratmanın temel siyasi, toplumsal argümanlarını oluşturma, “insanlığın süper köle ordusu” haline getirilmesi ideolojisidir.

Neo liberalizm bireylerin süper köle, içselleşmiş kölelik, gönüllü köleliği yaratma ideolojisidir ve  toplum üzerinde aşırı bir tahakküm geliştirmektedir. Temsil, rıza, kural, usul, norm ve kararlarının liberte[1] anlamları dahi siliniyor ve yerini küresel düzeyde bir iç savaş mantığının gereklerine bırakıyor. Bireyciliğin, çıkarcılığın doruk noktası geliştiriliyor. Spor, seks, sanat ise bütün insanlığın köleleştirilmesi için kullanılıyor. Güvenlik güçlerinin birinci hedefi özgürlük ve demokrasi güçleri oluyor. Yeni teknik ve teknolojik gelişmeler en çok silahlanmaya yatırılıyor, gelişmeler buna endeksleniyor. Bunun yanında aşırı kar ve hegemon olma hırsı doğaya yansıyor. İklimsel tehditler artık tüm gezegenimizi etkileyecek aşamaya gelmiş durumda. Dünya liderleri silahlanmayı öne çıkarırken, iklimin korunmasına yönelik çeşitli anlaşmaları sona erdiriyorlar. Artık dünya siyasetinde Trump şahsında görüldüğü gibi iktidarın önemli kademelerinde ekonomi patronlarına önemli rol veriliyor. Ekonomik ve siyasi çıkarlar hiçbir zaman bu kadar birleşik bir rol oynamamıştır. Parlamenter sistemler, seçimler anlamsızlaşıyor.  Tekeller doğrudan iktidara gelirken,  halklar ve kadınlar ise hedeftedir.

Neo liberalizm aynı zamanda toplum yaşamına aşırı müdahaledir. Toplum, günlük, anlık her saniye devletçi ve iktidar güçleri lehine sürekli bir müdahale altındadır. Dünyada sayıları giderek artan bir yoksullar sınıfı oluşuyor. Açlık nedeni ile ölen insan sayısı hiçbir zaman şimdiki gibi olmamıştı. Tarihin hiçbir döneminde ana yurt kavramından, mekânlarından bu denli bir kaçış yaşanmamıştır. İnsanlar kendi topraklarından kaçmaya mecbur bırakılıyor. İnsanlar denizlerde botlarla kendi ülkelerinden kaçarken boğduruluyor. Her şeyin maddiyat ile ölçüldüğü bir dünyanın hiçbir tılsımı, büyüsü, yaşam sevinci kalmaz. İnsanlık yaşama karşı en küskün dönemini yaşıyor. Tamamen tüketime endekslenmiş, toplumdan kopmuş, tarih hafızası olmayan, güdüleri ayaklandırılmış birey yaratılmaktadır. Neo liberalizm, devletlerin toplumlar üzerinde derinlikli tahakkümünün sağlanması için oluşturulmuş bir dünya görüşüdür. Toplumsal çözülüş hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. Neo liberalizm ideolojisi ile oluşan devletler –ki devletin kendisi sömürgen bir araçtır- en ahlaksız, vicdansız politikaları halklara, topluma, kadınlara karşı uygulamaktadırlar. Beş bin yıllık egemen eril sistemin tarihinde sürekli şiddet, tecavüz kültürü ile kendi cinsinden, toplumdan kopartılan, yalnızlaştırılan kadın,  günümüzde de sömürgeleştirilmenin en derinleştirilmiş halini yaşamaktadır. Neo liberalizm kadını ruhsal, bedensel ve emek anlamında tamamıyla bir meta haline getirmiştir. Her kadın sistemin bir sömürge nesnesi olarak ele alınmaktadır.  Günümüzde insanlığın sürekli bunalımlı halinin nedenlerini genel olarak bu temel de açıklayabiliriz.

Kapitalist modernist sistemin, içinde olduğumuz zamanı “ideolojilerin bittiği bir dönem” olarak ilan etmesi son derece bilinçlidir. Reel sosyalizmin yıkılışı, alternatifi geliştiremeyişi, sosyalizmi benimseyen hareketlerin içinde bulunduğu durum, insanlarda büyük bir kırılmaya, inançsızlığa, savrulmalara yol açtığı için bu söylem üzerinde duruyor.  Bu söylemler üzerinden özgürlük güçleri teslim alınmak isteniyor. SSCB’nin alternatif özgür bir yaşamı geliştirememesi ciddi bir boşluk yarattı. Özgür birey, özgür toplum gerçeğine istenilen özen gösterilmedi. Özgür birey olgusu son derece geriye itildi. Her şey proletarya, her şey parti için ilkesi toplumsal istemleri görünmez kıldı. Kısacası; Marksizm ve Leninizm’in toplumsal kurtuluş reçeteleri,  Neoliberal saldırılar karşısında etkisizleşti. Kapitalist sistem Neoliberal ideoloji ile kendine göre bir çıkış gerçekleştirdi ve kendi yaşam tarzını, kültürünü toplum içerisinde yapılandırmaya çalıştı. Reel sosyalizmin bu yaşam tarzına ciddi bir eleştirisi gelişmediği gibi, alternatifini de ortaya çıkarmadı.

Neo liberal politikaların insanlık üzerinde yarattığı yıkıcı tahribatları burada genişçe ele almaya fazla gerek yoktur. Yaşama sınırlı düzeyde eleştirel bir bakış bile mevcut durumu anlamamıza yetiyor. Kendi durumundan hoşnut bir insan bulmak artık toplum içinde çok zordur. Geniş halk yığınları yoksulluk, eğitimsizlik, evsizlik, öz savunmasız yani en temel insani ihtiyaçlardan yoksun kalmıştır. Ya da çok sınırlı bir şekilde faydalanmaktadır. Bu durum bile içinde yaşadığımız dünyayı sorgulamaya yetiyor. Sadece karın tokluğuna yaşamaya mahkûm edilmiş- çoğu kez karnını doyuramıyor- bir insanlık gerçeği nasıl ele alınabilir?

Özgürlük güçleri olarak insanlığın, kadınların, kendimizin özgürleştirilmesi için ne yapmalıyız? Verili sistem bize sürekli teslimiyeti dayatıyor. Egemen sistem verili yaşam kalıplarında yaşamamızı dayatıyor. Bu yaşam kalıplarını kabul etmeyenleri dışlıyor, işkencelere tabi tutuyor, hapse atıyor, öldürüyor. Egemenlerin temel kuralı budur. Kendi ideolojisini, yaşam kalıbını mutlaklaştırmak. Mutlaklaştırarak olası çözüm yolları kapatılıyor veya görünmez kılınıyor. Bu anlamda ideolojik, askeri, siyasi, ekonomik savaşların yanında özel savaş yöntemlerini de iç içe kullanıyor.

Oysaki kriz ve kaos dönemleri aynı zamanda kurtuluş imkanlarının en fazla olduğu dönemlerdir. Belirsizliklerin yaşandığı dönemlerde doğru ideoloji, yöntem ve taktiklerle çıkışlar güçlü sağlanabilir.

Burada öncelikle insanlığın özgürlük tarihinden, mirasından doğru sonuçlar çıkarmamız gereklidir. Yani devrimlerin mirasına ne inkârcı, ne de kalıpçı yaklaşamayız. İnsanlık tarihinden doğru sonuçları çıkarıp döneme göre kendini yenileyemeyen hareketler, bireyler çıkış yapamazlar.

İnsanlık tarihinde özgürlükler için direnenlere bakalım aslında hep eşitsiz koşullardaydılar. Kürt özgürlük hareketine, kadın özgürlük mücadelesine baktığımızda başlangıçtan günümüze kadar teknik ve sayı olarak hiç bir zaman sistemle eşit olunmadı. Örnek; Türk devletinin teknik-donanımı her zaman Kürtlere karşı çok daha fazlaydı. Kürt halkına, gerillaya yönelimler her zaman gelişkin teknik yardımı ile belirli düzeyde sonuç alabildi. Ancak tarihten de biliyoruz ki,  özgürlük güçleri direnişi esas alarak, inanç, hazır lık, iddia düzeyini ve alternatif yaşamı yaratma gücünü başarması ile günümüze kadar çeşitli zorlanma ve eksikliklere rağmen ilerlemeyi, gelişmeyi, büyümeyi yakalayabildiler. Demek ki başarılıyor. Özgürlük güçlerinin öncelikle ideolojik, sistemsel yenilenmeler yapması gerekiyor. Marksizm-Leninizm, Feminizm, Anarşizm, Ulusal kurtuluş hareketleri, sınıf mücadeleleri devasa bir direniş tarihini yarattı. Ancak mevcut neoliberal saldırılar, küresel hegemonik güçlere karşı bu hareketlerin mevcut düzeyi,  başarı kazanmayı zorlaştırıyor. Burada dogmatizmi aşmak gerekiyor. Yeni ideolojik açılımlara, argümanlara, sistemleşmeye ihtiyaç var. Bu açıdan toplumsal özgürlük güçlerinin bu yeni döneme göre kendisini yeniden yapılandırılması biricik koşuldur. Bunun kesinlikle başarılması gerekiyor. Ali Fırat’ın İmralı savunmaları kesinlikle incelenmelidir. İmralı savunmaları tarihsel olarak gelişen insanlık direnişlerinin direniş ve özgürlük özünü geliştiriyor, başarıyı mümkün kılıyor. İnsanlığın kapitalist modernite güçleri karşısında alternatifi geliştirmesi aslında giderek bu temel de gelişiyor. Kürt özgürlük hareketinin olduğu her yerde Kuzey›de, Avrupa›da, Rojava’da, Şengal›de, Maxmur’da geliştirdiği sistem, Ortadoğu’nun her tarafında geliştirdiği etki düzeyinden bunları anlamamız mümkündür. Alternatif sistem kadın hareketlerinin, Kürt özgürlük hareketinin öncülüğünde gelişiyor.

Özgürlük güçlerinin kadın özgürlüğünü, demokrasiyi, ekolojik bakış açısını bütünlüklü olarak ele alabilecekleri bir ideolojik bakış açısını geliştirmesi son derece önemli olmaktadır.  Özellikle sosyalist, komünist, anarşist hareketlerin devrimlere daha bütünlüklü bakabilmesi önemlidir. Parçalı, tek boyutlu, eklektik mücadele perspektifleri daha fazla Neoliberalizm anlayışını besliyor. Tüm özgürlük ve demokrasi güçlerinin birlikte mücadele yürütebilecekleri platformlara, örgütlenmelere ve hatta sistemlere ihtiyaç vardır. Mücadeleyi bütünlüklü yürütebilmek, özgürlük reflekslerimizi, eylem ve örgütlülüklerimizde bütünlüğü esas almak önemlidir. Perspektif net olduğunda adım adım ilerleme sağlanabilir. İnsanlık açısından özgürlüğe ulaşabilecek yöntemler her zaman vardır. Önemli olan bunu görebilmek ve pratikleştirebilmektir. İnsanlık tarihinde bunun sayı sız örnekleri vardır. İmkânsızı gerçekleştirebilen hareketler, kişilikler, filozoflar, peygamberler, öncüler sayısızdır. Kaldı ki özgürlük güçleri açısından küresel hegemonik güçlerin büyük bir tıkanma yaşadığı kaos ve kriz ortamında başarı sağlamak çok daha fazla mümkündür.

İdeolojik argümanlarımız, özgürlük zihniyetimizin içeriğini, mücadele araçlarını, yöntemlerini ve taktiklerini belirler. İdeolojik olarak doğru ve yeterli bir düzeye ulaşmadan alternatifi yaratabilmek imkânsızdır. Bu konudaki değişiklikleri sapma, ihanet vb. kavramlarla ele almak yanlıştır.

Burada en temel stratejik çıkış,  öncülerin ortaya çıkması ile mümkün olabilir. Öncülük olmadan toplumun tümünün ayağa kaldırılması, bilinçlendirilmesi mümkün değildir. Tekeller kapitalist sistemin öncüleridir. İnsanlığın, toplumun özgürleşmesi hangi devrimci tipleme, hareket ve örgütler ile mümkün olabilir?  Bu konuda örgütlü hareket etmek önemlidir. Kendisini toplumdan soyutlamış bireyci özgürlük anlayışı ile öncülük gerçekleşebilir mi? Kuşkusuz öncülük olmalıdır ancak, nasıl bir öncülük sorusu çok önemlidir. Öncülük 21. Yüzyılın temel ihtiyaçlarına karşılık verebilecek, ideolojik içeriğe sahip olabilmelidir. Toplumun temel sorunlarına cevap olabilecek bir ideolojik argüman ve içerik önemlidir. Bu konuda aslında devrimci hareketler tarihi son derece zengindir. Ders çıkartılıp örnek alınacak önemli verilere sahiptir.  Ancak tekrar etmek gerekir ki,  öncü örgütlenmeler, hareketler, partiler olmadan kendiliğinden gelişmelerin sağlanabileceğini düşünmek ciddi bir yanılgıdır. Özellikle kapitalist sistemin hegemonik bir sisteme kendini kavuşturduğu düşünüldüğünde ham hayalciliktir. Organizeli, sistemli örgütsel yapılar olmadan, verili sistem aşılamaz.

Bu açıdan 21. Yüzyılda öncülük olayı daha büyük bir önem kazanmış durumdadır.  21. yüzyılda özgürlük için öncülük yapmak öncelikle büyük bir bilinç, nefis savaşımı, irade, disiplin, özveri gerektirir. 21 yüzyılın devrimciliği büyük kahramanlık ve direniş yanında alternatifini yaratma görevi ile de karşı karşıyadır. Başta kadınlar olmak üzere tüm toplumsal kesimler, özgürlük hareketleri Neoliberal yaşam tarzını aşarak hakiki özgürlük için mücadele etme ve yol alma önem arz ediyor. Özgür yaşam tercihlerinin güçlü ve net olması öncülüğün gelişmesi için esastır. Bu nedenle ideolojik argümanlarımız toplumun, insanların özgürlük ihtiyaçlarına göre olmak zorundadır. Özgürlük ihtiyacı, mücadelenin sürekliliği, direnişin yükseltilmesi, egemenlere karşı tavır geliştiriyorsa o zaman dikkate değerdir. Özgürlük güçleri öncelikle kendi içindeki devletçi ve egemen zihniyeti aşabilmelidir. Devrimci, sol, sosyalist, özgürlükçü hareketler öncelikle kendi içlerindeki milliyetçi, cinsiyetçi, iktidar mantığını aşabilmelidirler.

Örneğin kadın özgürlüğü ve özgün örgütlülüğü çok stratejik bir konudur. Halen birçok sol, sosyalist, komünist harekette kadın özgürlüğü sorunu stratejik bir ideolojik sorun olarak ele alınmıyor. Yani tali bir sorun gibi ele alınmaktadır. Oysaki kadın sorunu ulusal, sınıfsal sorunlardan daha çok stratejik bir sorundur. Kadın özgürlüğü geliştirilmeden sınıfsal, ulusal çelişkiler, hatta ekolojik sorunların çözülmesi bile imkansızdır. Sol-sosyalist, devrimci, demokratik hareketler ataerkil zihniyetten kendisini kurtarmalıdır. Erkekler ve kadınlar, kadın özgürlük çizgisinde kendisini yeniden yaratabilmelidir.

Kadın özgürlük hareketleri, yine Feminizm,  erkeği sadece eleştirerek değil, eleştirme ile birlikte değişime, dönüşüme uğratabilmelidir. Çünkü kadın örgütlü bir güç haline gelmeden hiçbir erkeği dönüştüremez.  Erkek ancak özgürlük bilinci ile örgütlenmiş, kadın özgürlük kimliği temelinde kendisini yaratmış kadınlar tarafından dönüştürülebilir. Yani kadınların özgürleşmesi ve erkeklerin özgürleşmesi iç içe gelişecek bir mücadele temelinde sağlanabilir.

Özgürlük hareketlerinin ideolojik bakış açılarında, programlarında ve mücadele yöntemlerinde ekoloji ya yer almıyor ya da çok sınırlı bir ele alış vardır. Oysaki günümüz dünyasının temel çelişkisidir. Doğaya yaklaşım temel bir sorundur. Doğanın kirletilmesi, insanlık açısından yaşanmaz bir duruma getirilmesi hayati bir meseledir. Kapsamlı bir yeşiller hareketine yani ekolojik hareketlere ihtiyaç var. Özgürlük hareketlerinin bu konuyu öncelikli bir gündem olarak programlarına alması gerekir.

Diğer yandan Klasik parti modellerinin aşılması da temel gündemlerdendir. Yaşamın her alanında demokratik yaşam kültürünün geliştirilmesi, Komünal  yaşam tarzının geliştirilmesi gerekir. Burada ise temel nokta birey-toplum dengesinin geliştirilebilmesidir. Bireyin inisiyatifi, kişiliği, yaratıcılığı sonuna kadar gelişebilmelidir. Ancak birey toplumsal çıkarları da esas almalıdır. Birey toplumsallaştığı oranda hakiki özgürlüğü sağlayabilir. Toplumdan kopuk birey asla özgürleşemez. Kapitalist modernist toplumun Neo liberal bireyi son derece bireycidir, tüketicidir, doğaya yabancıdır,  maneviyattan uzaktır. Toplumdan kopmuş, tarih hafızası olmayan, güdüleri ayaklandırılmış birey yaratılmaktadır. Bu yaşam tarzı ancak demokratik, komünal bir yaşam kültürünün geliştirilmesi ile aşılabilir.

Özünde gerçekten her bireyin kapitalist modernist yaşamın tüm boyutlarından kopması gerekir. Yaşamın tüm boyutlarında alternatif geliştirmemiz gerekir. Bu anlamı ile Demokratik konfederalizm, Demokratik ulus, Kadın devrimi, sistemsel kavramlar çok önemli olmaktadır.

Demokratik konfederalizm,  kadın özgürlükçü, demokratik, ekolojist paradigmanın sistemidir. Özgürlük paradigmasının tüm yaşamda alternatif duruma getirilmesinin sistemidir. Esnek, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir sistemdir. Bu sistem içinde her inanç, halk grubu kendi özgünlüğünde örgütlenebilir. Demokratik, özgürlükçü, ekolojik kriterler etrafında birlikte yaşayabilir.

Demokratik ulus modeli halkların birlikte ve kardeşçe, adil bir şekilde ortak yaşama biçimidir.

Kapitalist modernitenin ulus devletleri tekçidir. Tek dil, tek din, tek vatan söylemleri ile son derece milliyetçi, cinsiyetçi ve dinci içeriğe sahiptir. Oysaki Demokratik konfederalizm sistemi halkları sürekli olarak idare, güvenlik vb. konularda kendisine mecbur eden devlet aracına karşı bir alternatiftir. Biz devletli yaşamaya mecbur değiliz. Halkların kendi iradeleri, renkleri ile kendi kendilerini yönetebilecekleri sistem, demokratik konfederal sistemdir. Demokratik konfederalizm devletçi, iktidar yaşam biçimlerine alternatiftir.

Kapitalist modernist sistemin insan yaşamının her alanına girişi tahakküm ve sömürü esaslarına göredir. İktidarcı yaşam anlayışı toplumun en küçük birimine aileye, bireylere kadar indirgeniyor. Buna karşılık alternatifin geliştirilmesi önemlidir. Kürt halk Önderinin “özgür eş yaşam” kavramı etrafında geliştirdiği kuramsal tezler insan yaşamı için büyük bir önem arz ediyor. Yaşamın tüm siyasi, sosyal,  ekonomik, öz savunma, kültürel, diplomatik boyutları özünde özgür eş yaşamın, insan yaşamının özgürleştirilmesini hedefliyor. Bu nedenle de Demokratik konfederal sistem de yaşamın her boyutunun yeniden yaratılmasına, projelendirilmesine ihtiyaç vardır. Kapitalist modernite eğitim yolu ile kendi sisteminin kadrosunu yaratıyor. Bunu aşabilmek için özgürlük, demokrasi güçlerinin de yaşamın her alanına dair akademi sistemlerini oluşturmaları gerekiyor. Demokratik konfederal sistemin yaratılmasında akademilerin çok stratejik bir rolü vardır. Yaşamın her alanına ilişkin alternatif perspektif ve yaşam anlayışı nasıl oluşturulacak? Bu ancak akademilerin yaşamın her boyutuna ilişkin eğitim vermesi, perspektif oluşturması ve özgür yaşamın pratik cevaplarını geliştirmesi ile mümkündür. Siyaset, diplomasi, ekonomi, özgür eş yaşam, Jineoloji, tarih vb. ihtiyaç duyulan her konuda akademilerin oluşturulması, insanların alternatif özgürlük zihniyetine göre eğitimler vermesi önemli olmaktadır.

Akademiler, kooperatifler, meclis ve komin örgütlenmeleri,  konfederalizmin oluşturulmasında temel örgütlenme araçlarıdır. Kooperatifler demokratik konfederalizmin temel birimlerindendir. Toplumun birlikte emek harcayıp, yaşamını sürdürebilmesi, ekonomik olarak ayakta kalabilmesi ve büyük tekellerden kendisini koruyabilmesi ancak halkın ortak işletmeleri ile mümkün olabilecektir.

Toplumun komün ve meclis biçiminde örgütlenmesi, öz savunmasını yapması da esastır. Her kent, her şehir, her mahalle, her köy kendi kendine yetebilecek, kendi sorunlarını çözebilecek ve yine birbiri ile dayanışma ve yardım içinde olabilecek bir örgütlenme sistemine sahip olmadan, kapitalizme karşı durulması çok zordur. Örgütlenme ve öz savunmanın çeşitli biçimlerde oluşturulması önemlidir. Kapitalist modernist sistem önce kadınların, sonrasında toplumun öz savunma araçlarını elinden alarak kendisini hakim kılmıştır. Bunun içinde demokratik konfederalizmin temel boyutlarından birisi öz savunmadır. Bununla birlikte toplum içinde sivil örgütlenmeler, siyasal partiler, Kültür hareketleri vb. çeşitli örgütlen meler de önemli olmaktadır. Burada temel mantık, kapitalist sisteme karşı yaşamın her alanında özgüce dayanma, öz gücü ortaya çıkarmayı hedeflemektir. Dolayısıyla kapitalist modernist sistem ile mücadele ve alternatifi yaratma da,  iki ana hat üzerinden gelişim sağlanabilir.

Birincisi; özgürlük ve demokrasi güçlerinin öncelikle kendi içlerinde yapacakları yenilenme, yapılanma işin esas özünü oluşturacaktır. Devrimi, özgür yaşamı yaratmak isteyenler önce işe kendilerinden başlarlar. Kapitalist modernist yaşama karşı radikal bir eleştirel yaklaşım ve kopuş önemlidir. Burada başta tüketici, güdülere bağlı, bireyci, maddiyatçı yaşam ve kişiliğin reddi gerekir. Öncelikle devrimciler bu özellikleri kendilerinde aşmalıdırlar. Kadın ve erkek ilişkilerinde maddiyatçılık, kadının meta olarak görülmesi aşılmalıdır. Kadın özgürlüğüne, demokrasiye, ekolojiye dayalı bir yaşam tercihi önemlidir. Bu özgürlük zihniyetinin oluşumunun yanı sıra örgütlenme ve kendini bir sisteme dönüştürerek yapılandırma açısından da gereklidir. Bu aynı zamanda Demokratik Konfederalizm sisteminin küçükten büyüğe, çeşitli biçimlerde adım adım örülmesidir. Yaşamın her alanına dair alternatif sistemi yaratmak için çalışmaktır. Demokratik Konfederal sistemi akademiler, kooperatifler, komin ve meclisler aracılığı ile yaşamın her boyutunda örgütlemedir.

İkincisi; Demokratik ulus perspektifi bulunan her ülkenin, kıtaların ve dünyanın tümünde ilerici, demokratik, özgürlükçü güçlerin birlikte ortak mücadele perspektifini oluşturması ve bunu pratikleştirebilmesidir. Yani daha kapsamlı, derinlikli bir enternasyonal anlayışa ve örgütlenmelere ihtiyaç vardır. Yeni enternasyonal anlayışta özgürlük isteyen her bireyin, her yerde, her zaman birlikte mücadele etmesi söz konusudur. Yani enternasyonal olmak sadece başka ülkelerin devrimlerine katılmak değil. Bununla birlikte herkesin, her yerde ortaklaşa mücadelesidir. Bir ülkedeki diktatöre karşı dünyanın her tarafında ayaklanma geliştirmesidir. Ya da Neoliberal dünyada her ülkenin devrimcilerinin o ülkenin diktatörüne karşı direnmesidir. Sadece direnmek yetmez. Her ülkenin kendi demokratik konfederal sistemini yaratmasıdır. Ortadoğu ve Dünya Demokratik konfederasyonları içinde yer almak, bunları oluşturmak, Neoliberal po litikalara verilecek en güçlü cevap olacaktır.

Sistemin yumuşak karnı Ortadoğudur. Demokratik konfederalizm, demokratik ulus modeli en fazla da Ortadoğu tarihsel gerçeğine uygundur. Rojava devrimi bunun en somut örneğini oluşturmaktadır. Halkların birlikteliği ile orada yeni bir yaşam yaratma mücadelesi geliştiriliyor. Yine Rojava’da kadın öncülüğü hem öz savunma, hem siyaset ve diplomasi de hem de toplumsal yaşamda kendi renkleri ve örgütlülükleri ile gelişiyor. Bu anlamda özgürlük alternatifinin sistemleşmesi bu tarihsel gerçeklikler içinde Ortadoğu’da özellikle kadın öncülüğünde gelişeceğine dair kuvvetli veriler söz konusudur.

Neoliberalizm en çok da kadınlar üzerinden sonuç almak istiyor. Ancak dünyadaki Neoliberal politikalardan en çok etkilenen, sömürülen kadınlar ayaktadır. Yaşam içinde ikinci cins olarak kalmak, sürekli bir tecavüz ve taciz sistemi içinde yaşamak, ucuz iş gücü, göçlerden, savaşlardan en çok etkilenen taraf olmak, kadınların başkaldırısının nedenlerini açıklıyor. Başkaldırı, doğru bir ideoloji ve sistem ile buluştuğunda alternatif sistem hızlı bir biçimde pratikleşebiliyor.

Günümüz dünyasında devletçi ve iktidarcı sistemler; özgürlükçü hareketleri, bireyleri her açıdan etkisizleştirmek, ittifaksız bırakmak, teknik üstünlük ile boğmak istemektedirler. Ancak İnsanlığın özgürlükçü esnek aklı, yaratıcılığı,  her zaman kurtuluş için bir çıkış bulmaktadır. Yine kaos ve kriz aralıklarında her bireyin tavrı ve duruşu büyük çıkışlara yol açabilir. Sevgili Leyla Güven’in eylemliliği Kürdistan’da böyle bir örnektir.

Dolayısıyla önemli olan özgürlüğe tutku ile bağlı olmak, kendine güvenmek, çıkış yollarının mutlaka olduğunu ancak önemli olanın bunu bulmak olduğunu bilerek, bunu da özgürlük mücadele tarihinden çıkarılacak tecrübelerle olacağını bilmek ve bu temelde yaşama katılmak gereklidir.

Bu anlamda 21. Yüzyılda insanlık mutlaka Neo liberal politikaları aşacaktır.

21.Yüzyılda zafer, kadın özgürlüğü öncülüğünde gelişen ekolojik, demokratik paradigma temelinde, Demokratik konfederalizm sisteminin ve demokratik ulus modelinin olacaktır.

 

 

 

 

[1] Özgürlük
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.