Düşünce ve Kuram Dergisi

Kadının Bilimdeki Yeri Bilimin Cinsiyeti

Hacer Altunsoy

Kadının bilimdeki yeri, son yıllarda çokça tartışılan konular arasında yerini aldı. Özellikle toplumsal cinsiyetçilik bazında tartışılan alanlardan biri olması önemli olmakla birlikte şimdiki halde yetersiz kalmaktadır. Kadın hareketlerinin tartışmaya açtığı bu konunun bizzat bilim kadınlarınca da ele alınması daha önemli sonuçları açığa çıkaracaktır.

Bilim ve teknolojinin geldiği düzey dikkate alındığında, kadının derinleşen ikincil statüsü bir çelişki gibi durmaktadır. Yine evren, doğa ve insan gerçeği hakkında kesin sonuçlar elde etmeye çalışan bilimin, kadın konusuna bu denli mesafeli olması da irdelenmesi gereken bir konudur. Başlı başına araştırma gerektiren bu konuyu tüm yönleriyle bu yazıda ele almak mümkün değil. Ancak toplumsal cinsiyet kodlarının örülmesinde bilimin oynadığı rolü bazı yönleriyle irdeleyebiliriz. Bilim; fizik ve doğal evrenin yapısının ve hareketlerinin birtakım yöntem (deney, düşünce ve/veya gözlemler) aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan entelektüel ve pratik çalışmalar bütünüdür. Bilim: “Evrenin ya da olayları bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi.”

“Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.”

Genel anlamda tanımlardan da anlaşılacağı gibi bilimin esas amacı, doğa, evren ve insana dair bilgileri elde etmektir. Yine elde edilen bilgilerle insanın yaşam kalitesini arttırma, evrene dair bilgileri insan yaşamının hizmetine sunarak insanlara daha iyi yaşam koşulları yaratma hedefi de vardır.

Gelişen bilim ve teknolojinin insan yaşamını kolaylaştıran çok önemli katkıları olduğu göz ardı edilemez. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen kadının konumu ve toplumsal sorunlar her geçen gün daha fazla artmaktadır. O halde büyük servetlerin yatırıldığı bilimin, insan tanımı ve kavrayışı nasıldır, kadın bu insan kavrayışında yer alıyor mu? diye sormak gerekir ki bu soruların yanıtını da ancak ve ancak bilimin gelişim tarihi içerisinde bulabiliriz. Antik çağlarda bilim

Bilimin yazıdan daha önce ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu sebeple, özellikle antik çağlardaki bilimsel buluş, görüş ve keşifleri incelemekte arkeolojinin önemli bir yeri vardır. Örneğin arkeolojik keşiflerle tarih öncesi çağlardaki ilk insanların çeşitli gözlemler yaptığı saptanmıştır. İnsanın doğal yaşam içerisinde kalabilmesi, yaşamını sürdürmesi ancak başlangıçta taklit, zamanla gözlem ve analizlerle sağlanmıştır. İnsan yaşamında büyük gelişmeler yaratan bilimsel gelişmeler; insanlık tarihinde iki dönemde tanımlanmaktadır. Birincisi Neolitik Devrim, ikincisi ise Sanayi Devrimi. Neolitik devrim bugünkü bilimsel gelişmelerin altyapısını oluşturması açısından kanımca daha büyük öneme sahiptir. Neolitik ya da Tarım Devrimi, insan topluluklarının ilk kez yerleşik yaşama geçmesini sağlayan gelişmeleri ifade eder. Kadının yaşam kültürünün hâkim olduğu Neolitik dönemin gelişmesinde kadın icatları belirleyicidir. Kadının başat olduğu bu dönem, kadındoğa ilişkisinin ürünleriyle doludur. Doğayı takip eden, gözlemleyen; doğanın gizemini çözmeye çalışan kadın ilk bilimsel verilere ulaşandır da aynı zamanda. Mesela kadın bedeninin kutsanması; kadın ile doğa arasında ki benzerlik ilişkisi üzerinden gelişmiştir. Mevsimsel değişimlerle klanların ihtiyacını karşılayan, üreten, kendini yenileyen doğa ile doğuran kadın ikilisi kutsanmıştır aslında. Doğa ve kadın ürettiği için kutsaldır. Doğanın döngüsel devinimi ile kadının bedeninin devinimi aylık kanamalarından, doğurganlığına kadar birçok olgu kadını tanrıça mertebesine yükselten farktır. Yine kadın ay döngülerini takip ederek aylık kanamalarıyla bağlantılandırmayı öğrenmiş bu deney ve gözlemlerle de takvimi bulmuştur. Bir yoruma göre sayıların bulunmasında da böylesi bir süreç izlendiği söylenmektedir. Yine korunma, beslenme, üreme gibi olgulara ilk yasaları getirende kadındır. Kadının doğayla ilişkisi, bitkileri tanıması, birçok bitki karışımından ilaç üretmesi; insanları tedavi etmesi ilk tıbbi buluşlar ve tedavi yöntemleridir. Bitkilerin tohumlarının alınması, hayvanların evcilleştirilmesi vb birçok buluş konusunda farklı örneklerde vermek mümkün, ancak burada önemli olan ilk icatların gözleme ve bu gözlemlerin deneyimlerle sabitlenmesine bağlı bir yöntemin benimsenmesidir.

Kısacası bitki kültürleşmesi, hayvanların evcilleştirilmesi, çanak-çömlek yapımı, ip eğirme, matematik, mimari, yasalar, takvim vb birçok konu kadın icatları olarak tarihe geçmiş; insan yaşamında sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan devrimsel değişikliklerle ortaya çıkaran bir dönemin gelişmesini sağlamıştır. Yine insan topluluklarının avcılık ve toplayıcılıktan tarıma ve bir daha bırakmamak üzere yerleşik düzene geçişi yaşanmıştır. Neolitik süreç milyonlarca yıllık insanlık tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Aynı zamanda uzun bir süre sürdürdüğü avcılık-toplayıcılık düzeninden, ihtiyaçlarını karşılamak için yaşadığı çevreyi aktif olarak değiştiren bir türe dönüşümünün de başlangıcıdır. Bu gelişmeler toplulukların yapısında çok önemli değişikliklere yol açmıştır. Bir kişinin, tüketebileceğinden fazla gıda maddesi üretmesi artı ürünün oluşmasına olanak sağladı. Tarım devrimi üzerinde oluşan gelişme süreçlerinin devamında, nüfus artışı yaşandığı, işbölümünün çeşitlendiği, sanatın, mimarinin ve genel olarak kültürün gelişmesine olanak sağladığı bilinmektedir. Yine artan nüfusun yeni yönetim biçimlerini geliştirdiği, artı ürünün ise biriktirmek yerine dağıtıldığı da kabul gören yanlardır.

Neolitik dönemde kadın eksenli gelişen bu devrimsel olgular bir anlamda kadının geleceğini belirleyen gelişmeleri de ifade etmektedir. Avcılıktan yeterince sonuç alamayan erkeğe tarımı öğretmesi, erkeğin yaşam içerisinde ki konumunu değiştiren süreci başlatmıştır. Tarımı, hayvan evcilleştirmeyi öğrenen erkek, kadının yarattığı maddi ve manevi değerlere göz dikmeye başlamıştır. Kadının yarattığı değerleri ve elde ettiği bilgileri aldıktan sonra sıra tanrıça kadını, tanrıçalık tahtından indirmeye gelmiştir.

Neolitik toplumların açığa çıkardığı değerler toplamını gasp eden erkek, devletli toplumu bu değerler üzerine inşa etmiştir. Bu süreç Ortadoğu’da günümüzden

5.500 yıl öncesinden itibaren Sümer kent devletlerini ortaya çıkarmıştır. Tanrıça kültürünün anası, adım adım eve mahkûm edilen, karılaştırılan bir sürece maruz bırakılmıştır. Arkeolojik kazılarla elde edilen veriler kısmi düzeyde dönemi aydınlatmışsa da henüz eksiklikleri giderilememiştir. Şimdiye kadar en çok elde edilen bulgular özellikle Sümer mitolojisinde geçen tanrıça ananın ataerkil gelişmeye karşı verdiği büyük savaşımdır. Bu savaşımı en iyi ifade eden ise tanrıça İnanna ile tanrı Enki’nin Me’ler üzerindeki kavgasıdır.

İnanna’nın savaşı, kadının toplumsal yaşamdan gün be gün çekilmesine karşıdır. Mitolojide önemli düzeyde yer tutan İnanna ve Enki kavgasında; tanrı Enki ile erkek gücü, iktidar ve devlet kutsanırken, İnanna ile komünal-anacıl dönemin değerleri direniş göstermektedir. Kurnaz tanrı Enki, o güne dek Neolitikten uygarlığa kadar yaratımların sembolü olan Me’leri, kendi himayesine almıştır. 104 Me, tanrıçadan çalınmıştır. Komünal-anacıl dönemin birikimleri üzerinden yükselen uygarlığın tüm yaratımlarına Kurnaz Enki el koymuştur. İnanna’ da bir yolunu bularak Me’leri Enki’den geri alır ve Uruk’a götürür. Enki’nin yeniden Me’leri ele geçirme çabaları sonuçsuz kalır. ‘Me’lere el konulması eril egemenliği kurmanın bir yoludur. Me’lerin ele geçirilmesini anlatan bu kısa söylence bile Enki ile sembolleştirilen Sümer Rahip sınıfına, erkek egemenlikli uygarlığa yönelik ana tanrıça kavramsallaştırmasıyla kadının ve kadın damgalı Neolitiğin değer ve birikimlerinin ne denli çetin bir mücadele yürüttüklerinin göstergesidir. Binlerce yıl iç içe sürdürülen bir mücadeledir bu. Bilimsel gelişmelerin temellerinin atıldığı Neolitik dönemin Sümer kent devletlerine evrilme süreci, bilimin cinsiyetinin oluştuğu yılları da ifade etmektedir aslında. Neolitiğin bilge kadınları, klanları için yarattıkları değerleri tek tek erkeğe kaptırmış, bunları geri almanın amansız mücadelesini yürütmüş, ancak başarılı olamamışlardır. Sümer rahipleri Ziguratlarda yeni toplumun düşünsel ve bilimsel alt yapısını oluştururken, neolitiğin bilge kadınları da toplumdan dışlanmıştır. Mitolojik anlatımlara konu olan bu süreci uzun uzadıya burada ele almak mümkün ve gerekli değildir. Burada önemli olan bilimin cinsiyetinin belirlenme süreçleridir ve nitekim Sümer kent devletlerine geçiş süreci eril topluma geçiş süreci ve bilimin el değiştirdiği yıllar olması itibariyle önemlidir. Bu süreçten sonra eril kültür yaşamın her alanına hakim olma çabalarını arttırdığı gibi kadında her geçen dönem daha fazla kimliksizleşmiş, sömürü ve baskıya açık hale gelmiştir.

Anaerkil toplum ile ataerkil toplum birbirine taban tabana zıt iki ideolojik, felsefik dönemleri ifade etmektedir. Burada irdelenmesi gereken konulardan biride bilimin ideolojilerle ilişkisidir. Mesela bilim ataerkil sürece geçişte nasıl bir rol oynamış olabilir?

Ataerkil toplum inşasının döl yatağı olan Ziguratlar, yeni toplumun sınıfsal karakterini temsil eden bir yapılanmaya sahiptir. En üst katı, yalnızca rahiplerin gidebildiği, tanrıdan mesaj alabildiği kattır. Kutsallıkların hakim olduğu koşullarda, en etkili ve ikna edici kutsalın tanrı olabileceği düşüncesi dönemine göre oldukça önemlidir. Yeni toplumu inşa edecek en önemli faktörün tanrı düşüncesi ve tanrılardan gelen mesajlar olabileceği öngörüsü inanılmaz bir kurgudur. Yine felsefe ve bilimin gelişiminde tanrıyaratandüşüncesinin bu iki alanda ne denli etkili olduğu da bilinmektedir. Nitekim evrenin oluşumu, yaratılışı, doğa devinimi ilk felsefe düşüncelerini oluşturmuştur. Dolayısıyla tanrı düşüncesine dayalı gelişen yeni ideolojik yapılanmayı bilimsel gelişmelerin desteklediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü Ziguratlar ataerkil ideolojinin ve onun kurumlaşmalarının mayalandığı mekanlardır. Mesela yazı, matematik, astronomi, edebiyat, ilahiyat gibi bilim dallarının temelleri Ziguratlar’da atıldı; ilk kara dayalı ekonomik ilişkilerin, sosyal dokudaki ilk değişimlerin de bu mekanlarda yapıldığı arkeolojik verilerde ortaya çıkmıştır. Erkek bir yandan kendi kurgusal dünyasını oluştururken öte yandan kadını da yine bu Ziguratlarda önce rahibe ve zamanla geneleve kadar götürecek bir süreci de geliştirmiştir. Bu değişimlerin ilk dönemler tanrı düşüncesiyle iknaya, zamanla zora dayalı bir sisteme dönüştüğü, köleciliğin gelişmesinden anlaşılmaktadır. Ataerkil sürece geçişin basamaklarının oluştuğu sürecin, konumuzla ilgili olması açısında vurgulamakta yarar gördüğüm, bilimin rahipler elinde tekelleşmesinin geliştiği dönem olmasıdır. Böylece bilim ile ideolojilerin ilişkisinin en çarpıcı ve ilk örneğini Zigurat rahiplerinin geliştirdiğini belirtmek doğru olacaktır.

 

Bilimin gelişimi ve kadına yaklaşımı

Bilim, Sümerlerle başlayan devletli toplumlarda eril zihniyete hizmet etmiştir. Sümerlerle başlayan ataerkil sistem kendini bilim, felsefe, din gibi birçok alanda örgütlemiştir. Sümer rahiplerinin mirasını devralan Antik Yunan felsefecileri, ataerkil zihniyete bir ivme daha kazandırmışlardır. Yunan filozof Aristo, insanı erkek olarak tanımlamıştır. Aristo’ya göre kadın sakat doğan erkektir. Yani eksik erkektir. Erkek vardır, ama biyolojik olarak kadın diye bir şey yoktur ona göre. Bazı erkekler dünyaya sakat olarak gelmişlerdir, işte bunlar kadınlardır. Üreme olayında erkek etkin ve verici iken, kadın edilgen ve alıcıdır. Antik Yunan’da erkeklerin birbiri ile ilişki yaşamasının kutsanması da bu düşünceye bağlıdır. Antik Yunan felsefesi, kadının ikincil statüsünün hatta kadını eksik erkek olarak yok saymanın ispatlanmaya çalışıldığı bir role sahiptir. Ortadoğu’da Sümerlerle başlayan mitolojik inkar ve karalama Antik Yunan’da felsefeyle daha da derinleştirilmiştir. Kadın sadece ruhsuz, maneviyatsız bir doğurma makinesine indirgenmiştir. Kuşkusuz Aristo sadece Antik Yunan üzerinde etkili olmamıştır. Aristo’nun düşünceleri bilimi, felsefeyi, ve dini yani bütün öğretileri etkilemiştir. Sümerlerin ataerkil döneme geçiş süreci mitolojilerin, dini düşüncelerin temellerini oluştururken, diğer yandan Antik Yunan filozoflarının eril düşünceleri de bu mitolojik anlatımları tamamlamıştır. Yine yeni toplumun kadın figürünü yaratma da bu dönemde gelişmiştir. Tanrı Zeus’un anlından kadın yaratması da erkek endeksli gelişen toplumun kadın figürünü ifade etmektedir.

Devletli toplumların gelişim seyrini ortaya koyan bu düşünce ve yaşam kültürü kölecilik gibi insan onurunu yüzyıllarca çiğneyen bir sürecin doğuşuna sebep olmuş, bu süreçten çıkış ise yine Sümer mitolojilerinin iz düşümü olan tek tanrılı dinlerle sağlanmıştır. Ancak ortaya çıkan yeni düşünce ve yaşam kültürü içerisinde kadın bu kez sadece toplum dışına itilmemiş, bedeni de tahakküm altına alınmıştır. Erkek, iktidarını pekiştirmek için ilahi güçlere dayanıp, insanların her türlü arayışını da yasaklıyordu. Başlayan dönem, tarihe karanlık çağ olarak geçen Ortaçağdı.

Ortaçağ, dini doğmaların hakimiyetin de geçen bir dönem olarak derebeylik, aşiretçilik, ağalık gibi kurumların oluşmasını, toprağa dayalı iktidar odaklarının gelişmesini sağladı. Bu toprak sahiplerinin bağlı oldukları merkezler ise dini kurumlardı.

Ortaçağın karanlık dehlizlerini delerek modern dünyaya geçişi sağlayan Avrupa’daki Rönesans dönemi insanlık için yeni umutların yeşerdiği bir dönemdir.

Ancak Rönesans’ın ortaya çıkardığı toplum kadını, bireyi, doğayı daha fazla tahakküme alan kapitalist sistem olmuştur. Yine bu çağ da gelişen modern bilim, tarih boyunca hiç olmadığı kadar erilleşmiştir. İnsanlığa çok büyük yenilikler katan ve aydınlanma dönemi olarak tarih sayfalarına geçen Rönesans’ın kapitalizmi doğurmasının altında yatan gerçek, yeni gelişen bilim anlayışı olmuştur. 17. yüzyılda Francis Bacon’un öncülük ettiği “bilimsel metot” anlayışında özne ve nesne ayrımı yeni tahakküm ilişkisini belirleyen gelişmelere yol açmıştır. Francis Bacon’un “Tahakküm ve denetim bilimsel araştırmanın temel itkisidir” ve “Bilim iktidardır” yaklaşımı modern bilimin temellerini oluşturmuştur. Tahakküme dayalı olarak Bacon’un öncülük ettiği modern bilim ve bilimsel yöntem, ikilik söylemi üzerinden işleyen bir kurum inşa ederek özne-nesne ikiliğinde; doğa nesne, insan özne, kadın nesne, erkek özne olarak bilimdeki yerini almaktadır. Böylece duygusal zekayı bilimden soyutlayarak, analitik zekanın hakim olduğu bilim, doğanın canlı gerçeğini inkar etmiş oldu.

Kürt halk önderi A. Öcalan’da savunmalarında nesneözne ikileminin sonuçlarını çarpıcı bir biçimde şöyle açıklamaktadır: “Nesne-özne ayrımı zihniyet hegemonyasının adeta kilididir. Görünüşte bilimsel yöntemin vazgeçilmezi olan nesnellik ilkesi, aslında öznelciliğin hakimiyeti için gerekli bir ön aşamadır. Yönetmek için özne olmak gerekir. Doğal olarak yönetilenlere düşen rol nesne olmaktır. Nesne olmak eşyalaşmak, eşya gibi yönetilmektir. Eşya, dolayısıyla doğa olarak nesne, öznenin dilediği gibi yönetme erki haline gelişin yöntemsel ifadesidir. Hem de bilimin “amentü”sü olarak. Özne-nesne ayrımının Eflatun’a kadar giden bir kökeni vardır. Ünlü “idea”lar dünyasıyla basit “yansımalar” ikilemi benzer tüm ayrımların temelidir. Mitolojik temelini ise harikulade biçimde Sümer ve Mısır toplumlarında gözlemliyoruz. Üst hiyerarşinin tanrısal yükselişi, yüceltilişi altındakilerin ise kullaştırılmaları asli kökenidir. Yaratan-yaratılan, yöneten-yönetilen ikileminin zihinsel ifadesi tanrı-kul, kelam-eşya, mükemmel idealler basit yansımalar biçiminde gelişen özne-nesne ayrımına varıyor. Ruh-beden ayrımı da bu kapsamdadır. Siyasi anlamı demokrasinin inkarı, oligarşi ve monarşinin önünün açılmasıdır.” Ortaçağ’da gelişen yeni düşünceler bilim dünyasında da çatışmaların yaşanmasına sebep olmuş; modern bilimciler ile simyacılar arasında yaşanmıştır. Feminist araştırmac E. Fox Keller konuya ilişkin şunları belirtmektedir: “Simyacılar feminist değildiler; kendi dönemlerinde kadını dikkate almayanlarla birçok görüşü paylaşıyorlardı. Fakat kadının yaratıcı gücüne de saygı duymadan edemiyorlardı. Kadınların doğurganlığını tanrının onları affettiğinin bir işareti olarak görüyorlardı. Hatta Paraselsus’un şöyle bir açıklaması vardır;” insan nasıl kadın düşmanı olabilir, bütün dünya onların meyveleriyle (halklarıyla) dolu ve bundan dolayı tanrı onlara uzun ömür vermiş, ne kadar iğrenç olsalar da bile…”

Kadın ve erkek arasında ki kutuplaşmanın en belirgin dönemi de yine 17. yüzyıl oldu. Modern bilimciler ‘cadı’ olarak tarif edilen dönemin bilim kadınlarını son derece tehlikeli görmekteydiler. “Rasyonalite, nesnellik ve istek konusundaki algılamalar bilimin oluşmasını ve doğa üzerindeki tahakkümünü teşvik etmiştir ve bu aynı zamanda erkek tanımının kurumsallaşmasını da teşvik etmiştir” diyen Fox Keller, kapitalizmin ihtiyaç duyduğu üretim ve yeniden üretim alanlarının “bilimsel” bir dille ifade edilmiş olduğunu belirtiyordu. Kadını “yeteneği ve yapısı gereği” eve, erkeği de “aklı ve gücü” gereği iş ve bilim alanına ayırıyordu. Yeni toplumda (kapitalizmde) “yeni kadının” görevleri ve yeri belirlenmiş oluyordu böylece. Bu çağ birçok yazar tarafından kritik bir geçiş dönemeci olarak değerlendirilmektedir.

Erkek biliminin 17. yüzyıldaki en büyük sonuçlarından biri, gelişmekte olan kapitalizme erkek ve kadın arasındaki işbölümünü entegre edebilmiş olmasıdır.

Modern bilimin adım adım kurumlaştığı Rönesans döneminde bilim kadına sırt çevirmiş, aydınlığa çıkmayı erkek bazında ele almıştı. Ne gerçeği bulunabilmiş, ne de erdeme ulaşılabilmişti. Aydınlık çağı tam anlamıyla aydınlık getirmemişti.

Toplum bilimin temel bir alanı olan psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’a göre de kadının anatomisi kadının kaderidir. Yani statüsünün ikincil olmasının sebebi anatomisidir. O’na göre kadın bütün öfheyi bu nedenle kendi bedenine, anatomisine yönlendirmektedir. Tüm amacının da erkek gibi olma arzu ve istemine bağlar. Kadın kişiliğini, ruhsal yapılanmasını erkek gibi olamamanın kompleks tanımıyla ele alır. Freud kadının ezilmişliğinin sebebi de cinselliğidir der. Ona göre kadın erkek olarak dünyaya gelmediği için kendini bu yönlü eksik görür. Aristo’nun “kadın eksik erkektir” tanımı tekrar gündeme geliyor. Freud’a göre kadının bütün yaşamı erkek doğmamış olmanın kompleksini yaşadığı için kıskanç, entrikacı özellikler taşımaktadır. Sosyal bilimlerin en önemli alanlarında psikanalizin kurucusunun kadın yaklaşımı doğa dışı olmasına rağmen toplum bilimi adına en çok kabul gören ve etkili olan bilim ‘adamı’dır.

Diğer yandan sosyalizmin dayandığı materyalist felsefenin temelini oluşturan Darwin teorisinin cinsiyetçiliği çarpıcıdır. Halen geçerliliğini koruyan Darwin, kadını nasıl tanımlamıştır? Darwin’in iki toplumu vardır. Biri evrim sürecini tamamlamış canlı olarak insan toplumu yani üst toplum, ileri toplum; diğeri evrim süreci tamamlanmamış ya da farklı biçimde yön almış maymunlar toplumu diğer ifadeyle aşağı toplumdur. Darwin insanı üst topluma koymasına rağmen kadını aşağı topluma yakın biçiminde tanımlamıştır. Darwin’e göre; kadında taklit etme yeteneği ve sezgi daha güçlüdür. Kadın çevresine daha ilgilidir. Ancak bu tespitlerin aşağı toplumlara ait özellikler olduğunu da belirtmektedir. Analitik zekanın bilimdeki yeri açısından oldukça önemli bir örnektir. Yani kadın evrimini tamamlamamış canlılar içerisinde yer almaktadır. Bu tanım evrimini tamamlamış erkeğin, uygarlığı yarattığı izlenimini vermektedir.

17. ve 19. Yüzyıllar, bilimi kapitalist sistemin hizmetine tümden koyduğu, bilimiktidar bağlarının daha da pekiştiği yıllar oldu. Yine aynı zamanda insanlık tarihinde ikinci büyük aşama olarak görülen Sanayi Devrimi’nin yaşandığı yılları da ifade etmektedir.

Bu kısa örnekler bile bilimin doğa, evren ve insana nasıl bir hizmet getirdiğini göstermektedir. Ataerkil zihniyetin bütün akademik alanlara yayılmasını sağlayan bu düşünce sistemi, toplumsal düzlemde kadının konumunu da belirleyen, toplumda kadının ikincil statüsünü pekiştiren yaklaşımlardır. Bu yaklaşımları bilim diye tanımlamak, binlerce yıl insanlığa hizmet etmiş bu alana haksızlık olur. Ancak amacı doğa, evren ve insanı araştırmaktan çıkmış, daha çok ataerkil sisteme hizmete dönüşmüş olan bu olguyu ‘bilimcilik’ olarak ele almak daha gerçekçidir.

“Günümüzde bilim denince ilk akla gelen ne kadar para getirir sorusudur. Hâlbuki toplumun bilimden beklediği, temel kaygılarına yanıttır. Maddi ve manevi kaygıları bilimi, bütünlüğü içinde tanrısallığın mesleği saymış ve öyle kabul görmüştür. Akademi ve üniversitenin yozlaşması bu koşullarla bağlantılıdır. Bilimsel kriz bu koşullardan kaynaklanmaktadır. Bilmenin tarihi, uygarlık tarihiyle bağlantılı olarak dönüşüm geçirerek genel bunalımından da aynı ölçülerde nasibini almaktan kurtulamamıştır. Çözüm aracı olayım derken, kendisi en önemli sorun aracı haline gelmiştir. Sonuç; bilimsel parçalanma, dağılma ve kaostur.„

Sonuç olarak; ataerkil yaşam kültürü kadın aklının bilim için yeterli olmadığı kanısını daha ilk filozoflardan beri işlemekte ve toplumda böyle bir algı oluşturmaktaydı. Kadınların bilim insanı olması önünde ki temel engel, bilgiye ve bilim insanı olmaya giden yolun cinsiyetçi öğelerle donanmış olmasıdır. Nitekim bu algı 5000 yıllık erkek egemen sistemde bir algı olarak oturmuş, hatta kadının kendisi bile bu konuda ikna olmuştur. Günümüz toplumlarında bile kadının toplumdaki annelik ve eşlik statüsü eğitimi önünde sürekli engel olduğundan kadınların akademik kariyerleri belli bir aşamadan sonra sona ermektedir. Ancak bu algıya rağmen kadınlar yine de ilgi duydukları birçok alanda bilimsel araştırmalar yapmışlardır. Yazının bulunuşuyla beraber tarihe geçen onlarca kadın mucit olmasına rağmen günümüze kadar adını ulaştıran çok az bilim kadını vardır. Kaldı ki bu bilim kadınları son derece trajik süreçler yaşamışlardır. Çünkü özne olan insan, tıpkı Aristo’nun düşüncesinde olduğu gibi erkektir. İktidarla bütünleşmiş bilim, kadın aklı ve dünyasına erkek zihniyetinin döşediği yollardan bakmıştır.

Günümüz dünyasında kadının düşünsel gücü artık kanıksanan bir konu oldu. Ancak mevcut bilim olgusu ataerkil, iktidar kıskacında olmayı sürdürüyor. Şimdilerde kadının aklı, bedeni, düşüncesi ve emeği daha kıymetli hale geldi. Fakat buradaki amaç kadının düşüncesiyle bilimi ele almak değil, düşünsel ve bedensel iş gücü olarak sömürülmesidir. Kadın örgütleri; bilimin eril yanını daha fazla irdeleyerek deşifre etmek, analitik ve duygusal zekanın optimal düzeyde kullanılacağı yeni bir bilim anlayışını ortaya çıkarması gerekmektedir. Kadın yaratımlarının güncellenerek topluma mal edilmesi, yeni bir bilim ahlakı geliştirmesi de bilimin cinsiyetini sorgulatacak temel konular olabilir. Yine kadın nesne olmaktan çıktığı oranda bilimin zihniyeti değişebilir, kadın, doğa, evren hak ettiği yere kavuşabilir.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.