Düşünce ve Kuram Dergisi

Kapitalist Modernite Krizi Ve Toplumsal Özgürleşme

Metin Yamalak

Toplumlar, tarihi süreç içinde bir nehir gibi akıp gelen ve dünyanın farklı coğrafyalarında yeni biçimler kazanıp, her dönem yeni yapısal ve işlevsel özellikler edinerek evrimsel ve diyalektik bir gelişim yaşamıştır. Toplumları ve toplumsal sistemlerin, yöntemsel zenginliği içerisinde hakikatini daha iyi görme imkanı vardır. Kaba materyalist yaklaşım, pozitivizm ışığında mitolojik yöntemi dışlayarak mitolojik dönemleri tanımlamaya çalıştı, dini dışlayarak dini toplumları tanımlamaya çalıştı, metafiziği dışlayarak insanı ,toplumu tanımlamaya çalıştı vb. Bu tanımlar ışığında topluma biçim verilmeye ve toplumsal sistemler kurulmaya çalışıldı, bundan geriye kapitalist modernite iflas etmiş ve toplumlarda büyük yıkımlar yaratmış toplumsal (sağ-sol) mühendislikler kalmıştır.

Topluma ve toplumsal sistemlere diyalektik bakış gerekli ve zorunludur, ancak bu ne Hegelci bir yorum olmalı, ne de kaba Marksist bir yorum olmalıdır. F. Braudel’ in “Total Tarih” ve ”Tarihsel Süreler” kuramı A. G. Frank ve B. K. Gills ‘in “Dünya Sistemi” kuramı, I.Wallerstein ‘in “Dünya Sistemi” “Dünya-Sistem” kuramı, M. Bookchin’ in “Ekolojik Toplum” kuramı gibi birçok kuram, topluma ve toplumsal sistemlere, içinde yüksek düzeyde hakikat barındıran tanım ve yorumlar getirmekte ve bazı yönleriyle ya kendilerini sınırlı tutmakta ya da sınırlı kalmaktadırlar.

“Tarihsel akış tekrarlardan ibaret bir döngüler sistemi olmadığı gibi, çizgisel bir ilerlemecilik de değildir. Kendi içinde ne kadar zihniyet ve yapısal hareket oluşturduysa o ağırlıkta paylar taşıyan bütünsellik kazanmış bilinç ve eylemler hareketinin toplamıdır.” Dün bugünde yaşanmaktadır, gelecek bugünde akışmaktadır. Tarihsel toplumsal tüm olguların kümülatif bir birikim ve oluşumu vardır. Bu diyalektik sürekliliği kurup açıklamadan toplumu, toplumsal sistemleri doğru açıklamak mümkün değildir.

Tarih ve toplum hakkında çok şey söylenmiştir, ama tarihsel sorunları aşmaya yetmemiştir. “Sorunlar” günümüzde bir kaosa dönüşmüş durumda ve çözümünü arıyor. Bu duruma “medeniyetler çatışması”, hatta “tarihin sonu” tanımları da yapıldı. Bu kaos bugün “Üçüncü Dünya Savaşı” olarak Ortadoğu ‘da en şiddetli şekliyle sürerken, bir küresel kriz, kaos durumunu da ifade etmektedir. İktidar-devlet tekeli olan uygarlık, krizlerine çare üretemediği için bir tıkanmayı yaşıyor. Halklar ise bu kaos ortamında hakikate dayanan yeni çağını yaşıyor.

 

Kapitalist Modernite’nin Krizi

Toplumsal ve ekolojik sorunlar geçen zaman içinde katlanarak artmaktadır. Bu sorunları yakın tarihte ve güncelde yaratan, örgütleyen ve sürdüren kapitalist modernite, bütün boyutları ve unsurlarıyla kendi içinde krizler yaşamaktadır. Böyle olduğu için kendi sistemi dışında kalan devlet-dışı toplumlarda baş edebilmesi giderek zorlaşmaktadır.

Kapitalist modernite Sovyetler Bloku’nun çöküşünden sonra sorunların tek ve gerçek yaratıcısı olarak kaldı ve bu sorunları (içte-dışta) kontrol altına alma yönündeki bütün girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Soğuk Savaş koşullarında karşı tarafı suçlayarak sorunlardan kaçmak ve toplumları ikna etmek daha kolaydı. Artık karşı taraf, düşman kalmayınca kapitalist modernite kendi yarattıklarıyla yüz yüze kaldı.

Kapitalist modernite salt beş yüz yıllık bir sürecin Metin Yamalak Kapitalist Modernite Krizi Ve Toplumsal Özgürleşme 61 ürünü olmadığı gibi yarattığı sorunların da tarihi sadece beş yüz yıllık değildir. Kapitalist modernite nasıl ki, bütün iktidarcı, devletçi sistemlerin mirasçısı ve en geliştirilmiş sistemi ise , aynı zamanda bu sistemlerin hepsinin tarih boyunca yarattığı sorunların da mirasçısı ve sorumlusudur. Bununla hesaplaşmak ve kendisi için bir çıkış bulmak zorunluluğuyla karşı karşıya kalmıştır. Salt buna zorlandığı için değil, yaşam diyalektiğinin kapitalist moderniteyi böyle bir hesaplaşmaya mahkum ettiği için, ya bir çıkış yolu bulacak ya da kriz, kaos ve çöküş devam edecektir.

Kapitalist modernite üç boyutta yapısal kriz içindedir. Kendi beş yüz yıllık tarihi içinde sosyal devlet, refah devleti, katılımcı demokrasi gibi birçok revizyon, yenilenme ve dönüşümlerle kendini yeniden üretip ömrünü uzatabildi. Fakat bunlar yapısal krizi sonlandırmadı, yavaşlattı ama daha da büyümüş olarak tekrar karşısına çıkarttı. Uygarlıkların da bir kullanım süresi vardır. Ne kadar yenilenme kendini koşullara uyarlama yapılsa da devinim ve zaman onu yaşlandırır, aşındırır, yıpratır ve zirveden çöküş sürecine sürükler. İlk devlet olan Sümer Kent Devleti’nden ulus-devlet ve kapitalist modernite dönemine kadar kurulan devletler ve temsil ettikleri uygarlıklar benzer çöküş süreçleri yaşamıştır. Tarihsellik ve şimdilik burada da hükmünü icra etmektedir.

Kapitalist modernitenin öncelikli krizi ideolojik boyuttadır. Bu konuda kurduğu hegemonya birçok yönden darbe almış, giderek etkisizleşen bir sürece girmiştir. Dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik, bilimcilik gibi ideolojik unsurları hala işleyen unsurlar olmakla beraber önemli oranda deşifre olmuş, başlangıç fonksiyonlarını birçok yönden yitirmişlerdir. Dinler, inançlar devletin araçları haline geldikçe doğuştaki özelliklerini yitirmişlerdir. Çağın nesillerini sisteme bağlamada artık güçlü unsurlar olmaktan giderek uzaklaşıyorlar. Ya ezilenlerin safında birer unsur ya da DAİŞ gibi sapkın örgütlerin elinde yeni bir yaşam kurma ideallerini yitirmişlerdir. Milliyetçilik-ırkçılık küreselleşen dünyada giderek kendi sisteminin önünde bir engel olmaya başlamıştır. Kapitalist modernite kendini çağın koşullarına uyarlarken bizzat kurduğu ve koruduğu ulusdevletlerin tekçilik ilkelerini parçalamaya giriştikçe milliyetçiliğin de çatısı çökmeye başladı. Devlet için toplumları birleştiren bir unsur olmaktan uzaklaşıp yıkıcı, dağıtıcı bir ırkçılık ve faşizme hapsoldu. Milli olan her şey kapitalizmin küresel sermayenin çıkarlarına adapte edildikçe milliyetçilik de iddiasını yitirdi, bir engel haline geldi, geriye birleştirmeyen bir saldırgan yıkıcılık kaldı. Bilimin yasaları, mutlaklaştırılarak tanrı ve tanrı yasalarının yerine konumlandırıldı. Laiklik ise bu pozitivist bilimin din yerine ikamesinin, modern dili olarak geliştirildi. Fakat hem batı aydınlanmacılığı, hem de pozitivist bilim 1900’lerin başından beri kan kaybediyor. Yeni bilim, kuantum bilim teorisiyle yaşam diyalektiği yeniden yorumlanınca, pozitivist bilime olan inanç da parçalandı. Diyalektiğin düz çizgisel ilerleme şeklinde yorumu ve bunun gereği olarak determinizm yorumları çürütüldü. Kaos, olasılık, görelilik, teorileri bilimsel açıdan yaşam diyalektiğinin yeni yasaları haline geldi. Bu, kapitalist modernitenin ideolojik temelini sarstı. Aydınlanmacılığa, daima ilerlemeciliğe olan inanç kırılınca kapitalist moderniteyi olumlayan toplumsal motivasyon bozuldu. Yeni bilimle, birçok konuda ilerlemenin aslında gerileme olduğu, doğru sanılanların aslında yanlış olduğu kavrandıkça ideolojik kaos, kriz derinleşmiştir. Bu durum karşısında kapitalist modernite, çürütülen pozitivist bilimin mutlak doğruları yerine göreliliği ön plana çıkararak, geliştirerek krizini bunun üzerinden aşmaya çalışmıştır. Görelilikle liberal bireycilik yeniden örgütlendirilmiştir. Herkesin bir doğrusunun olduğu, genel bir doğrunun olmadığı anlayışı üzerinden postmodern yaşam örgütlendirilmiştir. İdeolojik kriz bu çabayla aşılmasa da kısmen manevra olanağı sağladığı söylenebilir. Ancak kapitalist modernite halklara, toplumlara 62 yeni bir ideal ve yeni bir ütopya ve onun etrafında yaşamı örgütleme motivasyonu sunamadığı için ideolojik krizi derinleşmektedir.

Kapitalist modernite sistemi, ulus-devletlerin omuzlarında yükselmektedir, sistemin iskeleti ulus-devletler tarafından oluşturulmuştur. Ancak sermayenin finans kapital çağında ulus-devlet sınırlarının aşılıp küreselleşmeye açılmasıyla beraber bütün idari ve politik sistemleri değişime zorlandı. Neoliberal politikalar, küresel finans örgütleri (İMF, Dünya Bankası, vb.) ve finans kapitalin sınır tanımaz gücü ile ulusal ve uluslararası ilişkileri, dengeleri, amaçları etkileyip belirleme gücü ile dünyaya yeni bir biçim verilmeye başlandı. Kapitalist modernite ulus-devletleri dönüştürürken, ulus-devletlerin tekçi, faşist uygulamaları her türlü soykırımları karşısında duygusal, düşünsel ve pratik olarak isyan halinde olan uluslar, etnik, dini, sınıfsal, sosyal ve diğer toplulukların tepkisini de kullanmıştır. Bu değişime direnen ulus-devletler statükoculukta ısrar ederken hem halkların ezilen sömürülenlerin hem de kapitalist modernite güçlerinin hedefi haline geldi. Bu değişime uyum sağlayanlar kapitalist modernite sistemine yeniden eklemlenip onu tamamladı.

Her iki tavırda da halklar, uluslar, ezilen, sömürülenler adına olumlu bir gelişme yaşanmamıştır. Bu nedenle isyana sebep olan sorunların devamı ve ulus-devletlerin krizi devam etmektedir, hatta derinleşmekte, çatışmalı hale gelmektedir. Irak, Suriye, Türkiye gibi statükocu ulus-devletlerdeki çatışmalı krizin bir benzeri kapitalist moderniteye öncülük eden ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ulus-devletlerde ırkçılık, göçmen karşıtlığı, farklı ulusların bağımsızlık mücadelesi, sarı yelekliler direnişi v.b gibi birçok krizli durum vardır. Ulusdevletlerin soykırımcı vahşi yüzü önemli oranda teşhir olmuştur, bu teşhirle ulusların desteğini kaybetmekte, geriye sadece zor şiddet diktatörlükle yönetme tarzı kalmaktadır. Kapitalist modernite ulus-devletleri yıkamıyor, yıksa yerine koyacak bir şey bulamıyor, palyatif bir çözüm olarak dönüşüme tabi tutuyor, sürdürülebilir sınırlara çekiyor. Ancak halkların ulus-devletleri taşıyacak gücü kalmamıştır. Bu soykırım ve sömürü makinesine karşı ezilen, sömürülen halkların, toplumların bütün kesimlerinin öfkesi ve tepkisi farklı zaman ve mekanlarda isyana dönüşerek sistemsel krizi daha da derinleştirmektedir. “Arap Baharı” gibi birbirini tetikleyen biçimleri de gelişmekle birlikte tekil veya çoğul gelişen bu isyanların en büyük çıkmazı bir alternatif oluşturamamış olmalarıdır. Kapitalist modernite bu boşluğu görüp, isyanları manipüle etmeyi başarmıştır. Libya, Mısır, Tunus, Irak, Suriye ve diğerlerinde ulus-devlet ayakta tutulmuştur. Bu devletlerle bağı kopan halkları manipüle etmek ve enerjilerini kapitalist modernite sistemine tehlike oluşturmayacak bir yere kanalize etmek için DAİŞ ve benzeri örgütleri bizzat oluşturulmuştur. Bir alternatif oluşturulamadığı ve sorunlara çare üretilemediği için çatışma, çatıştırma, savaş, kaos, kriz yaratma ve bunlar üzerinden yönetme stratejisi esas alınmaktadır.

Ekonomik sömürü ve talan konusunda da kapitalist modernite yapısal bir çıkmaz içerisindedir. Kendi kuyruğundan yemeye başlayan Leviathan durumundadır. Sadece kar etmek için sermaye biriktiren, o sermayeyi kâr’a dönüştüren, edindiği kârı tekrar sermaye olarak kullanıp yeni ve daha büyük kârlara koşmak bir kısır döngü oluşturmuştur. İnsani, toplumsal her türlü amaç ve bağdan koparak kendisi için bir amaç haline gelen finans kapital, hiçbir yanıyla “ekonomi” değildir. Kar için doğanın sınırsız talanı giderek insan ve diğer biyolojik türler için yaşam türlerini yok etmektedir. Aşırı üretilen malların tüketimi için toplum her türlü gelenek, ahlaki tutumlardan soyutlanıp dağıtılmaktadır. Geriye toplumu dağılmış, sadece tüketmek için yaşayan amaçsız, mekanikleşmiş, bireyci, bencil tipler yaratılmaktadır. Bu durum aynı zamanda insanın oluşum, varoluş, yaşam amacına aykırı bir 63 biçimlenmedir. Anlam arayan insan, sadece tüketen bir anlamsızlığa düştüğünde insani vasıflarını yitirerek, sadece biyolojik olarak kendini tekrar eden bir türe dönüşmektedir. Kapitalist modernite bu sonuçlardan dolayı iki yönden de (sermaye ve kârın insan ve toplumdan bağımsız olarak kendi kendisi için amaç haline gelmesi ve toplumun dağılışı, insanın otomatlaşması) paradoksa düşmüş durumdadır. Kapitalistin hiç ihtiyacı olmadığı halde kâr etmeye devam ederken, bunun bedeli olarak doğa, insan, toplum yok olmakta ve kendisinin de içinde yaşayabileceği bir doğa ve toplum kalmamaktadır.

Bu yapısal sorunların çözülmesi kapitalist moderniteyi de çözüp dağıtır, bu sebeple kapitalist modernite sorunları çözmemekte, sürdürülebilir sınırlarda tutarak kendine manevra olanakları yaratmaktadır. İdeolojik hegemonya, ulus-devlet, ekonomik sömürü ile yıkımda, talanda, dağıtma, dejenere etmede sürekli ileri gitmek için kurulmuş bir sistem olan kapitalist modernite durursa, yana veya geriye saparsa yıkılır ve çöker. Bu durum, sonsuz kriz hali demektir. Dengesi bozulan toplumsal yaşam, belli periyotlarla krizlerin sürdürülemez aşamaya ulaşması ve çatışmalı kaos aralıklarından geçmek zorundadır. Şuan böyle çatışmalı kriz, kaos aralığından geçilmektedir. Ali Fıat buna 3.Dünya Savaşı demektedir. 1. ve 2. Dünya Savaşlarına benzemeyen, ama onlardan daha fazla alana yayılmış; kapitalist modernite unsurlarının hem kendi içine dönük hemde bütün demokratik modernite unsurlarına karşı yürütülen bir savaştır.

 

Geleneğin Güncellenmesi 3. Yol

Kapitalist modernite sistemi bütün yıkıcılığı ile insanlığa karşı 3. Dünya Savaşı’nı sürdürüyor. Bu savaş, ilk toplumsal düzenlerin kurulduğu ve ilk devletin oluştuğu coğrafya olan Ortadoğu’da en yoğunlaşmış haliyle sürüyor. Tarihsel karşıtlar güncelde de çatışıyor. Özünde devlet ile devlet dışı olan toplumların savaşıdır. Bir yanda kapitalist modernitenin yerel ve küresel bütün unsurları , diğer yanda ise halkların, ulusların, etnik, dini, sınıfsal ve diğer bütün ezilen sömürülen toplumlar kendi alternatiflerini aramakta ve bunu bir yaşam sistemi haline getirmeye çalışmaktadırlar. Halklar alternatiflerini kendi tarihsel deneyimlerinden derleyip devşirmelidir. Toplumlar tarihsel oluşumlardır, her yapıp ettiklerinin bir başlangıç ve gelişim tarihi vardır. Bütün toplumsal sorunların da bir başlangıç ve evrim tarihi vardır. Ali Fırat , ”Özgürlük Sosyolojisi” nde on iki toplumsal sorun sayar. Bunlar: İktidar ve devlet sorunu, ahlak ve politika sorunu, zihniyet sorunları, ekonomik sorunlar, endüstriyalizm sorunu, ekolojik sorun, cinsiyetçilik, aile, kadın, nüfus sorunu, kentleşme sorunu, sınıf ve bürokrasi sorunu, eğitim, sağlık sorunları, militarizm sorunu, barış ve demokrasi sorunu olarak sıralanır. Bu ve daha eklenebilecek toplumsal sorunların hepsi devlet ve iktidarın oluşumuyla gelişip evrimleşerek, beş bin yıllık bir evrim süreci içinde kapitalist modernite sisteminde en derinleşip, yüksek seviyesine ulaşmıştır. 3. Dünya Savaşı, bu sorunların büyüyüp artık taşınamaz olduğu günümüzde yaşanıyor.

Halklar, sınıflar, uluslar, etnik, dini, kültürel, sosyal ve diğer toplumlar bu toplumsal sorunlar karşısında tarihsel süreç içerisinde sayısız isyanlar geliştirmiş, çeşitli ideoloji ve zihniyet biçimlerine dayanarak direnişte bulunulmuş, bir direniş geleneği oluşturmuşlardır. Kalıcı bir başarıya ulaşamamalarının nedeni ise, kendilerinin de karşısında mücadele ettikleri güç ve sistemlerin zihniyet ve araçlarını az veya çok kullanmış olmalarıdır. Bu durum karşısında halklar lehine yapılması gereken, kendi toplumsal doğalarını tanımak ve o doğaya göre oluşan geleneğin tarih boyunca izini sürüp günümüzdeki versiyonlarına ulaşarak, kendini bu gelenek üzerinde konumlandırmaktadır. Böyle bir yaklaşım kendi alternatifinin, ütopyasını, zihniyetini, paradigmasını ve sistemini de bu geleneğin içinde bulup güncele uyarlayabilecektir.

Toplumların doğası ahlaki ve politiktir, komünal, dayanışmacı ve paylaşımcıdır, eşitlikçi ve adaletlidir. 64 Hem kendi içinde hem de doğaya, evrene karşı böyledir. Milyonlarca yıl böyle yaşanmıştır. Bu doğallığın bozulması, iktidar yapılarının oluşması ve devletin kurulmasıyla başlamıştır. İmralının, kapitalist moderniteye karşı alternatif bir sistem olarak formülleştirdiği Demokratik Modernite ( demokratik ulus, demokratik konfederalazim) ve en son mesajında bildirdiği 3. Yol kavramları “toplumsal doğanın” analizi ve ahlaki-politik toplum geleneğinin deneyimi, zihni ve pratik birikimleri üzerinden geliştirilen paradigmayı ifade etmektedir. 3. Dünya Savaşı’nın yaşandığı günümüzde üç ayrı ve çatışan cephe oluşmuştur. Birincisi ; kapitalist modernitenin, sermayenin, finans kapitalin, neoliberal politikaların cephesidir. İkincisi; her biri kapitalist modernitenin birer unsuru olmakla beraber, tekçi ulus-devlet statükoculuğunda ısrar eden cephedir. Üçüncüsü; demokratik modernitenin bütün unsurlarından oluşan bütün ezilen sömürülenlerden oluşan özgürlük, demokrasi mücadelesi cephesidir. 3. Yol bu üçüncü cephedir. Halkların inançların kültürlerin bütün toplumsal yapıların direniş geleneğinin güncel devamcıları olarak özgürlük, demokrasi mücadelesi yürüten siyasi partiler, dernekler, sendikalar, kadın, gençlik , ekoloji örgütleri, komün ve kooperatifler cemaat ve inanç hareketlerinden oluşan bütün demokratik mücadele örgütleri 3. Yol’ u oluşturmaktadır.

Kapitalist modernite karşısında halkların mücadelesi toplumsal sorunları çözmeye odaklanmaktadır. Burdan yakalanan her başarı kapitalist moderniteye vurulan bir darbedir. Bu mücadele radikal demokrasiyi esas alan, simbiyotik bir bağla birbirine bağlanan toplumsal mücadele örgütlenmesidir. 3.Yol, demokratik ulus ilkelerine göre, bütün ulusları, etnisiteleri, inançları, kültürleri, dilleri, sosyal, siyasal, kültürel sınıfları, bütün toplumsal kesimleri farklılıklarıyla demokrasi, özgürlük temelinde mücadele birliğini oluşturmayı hedeflemektedir. Bu mücadele üzerinden aynı zamanda demokratik, özgür yaşamın her alanda inşasını hedeflemektedir. Özgür demokratik yaşam ütopyasının pratikleşmesidir. Kapitalist modernitenin ideolojik, kültürel, siyasal ,ekonomik her türlü hegemonyacılığına karşı demokratik özerkliğin her toplumsal kesim için örgütlendirilmesini esas almaktadır. Bu tarih ve geleneğin bilinmesi, güncel ve geleceğe uyarlanmasıdır. Geleneğin orijinal formu neolitik dönemin komünal ahlaki ve politik toplumudur. 3. Yolla mücadelesi güncellenirken, adım adım demokratik modernite sistemini inşa edecektir.

Bu mücadele toplumların kendi tarihsel doğasıyla doğru ve uyumlu bir yeniden buluşması ve inşasına girişmesidir. Tarihin güncele, güncelin tarihi geleneğe bağlanarak geleceğin inşasının amaç edinilmesidir. 3. Dünya Savaşının ortasında, kapitalist modernitenin bütün unsurlarına karşı demokratik modernitenin, 3.Yol’un mücadelesi, özgür demokratik yaşamın idari, sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve hukuki kurumsallaşmasının inşa mücadelesidir.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.