Düşünce ve Kuram Dergisi

Kapitalist Tıp Sağlık Sorunlarını Çözer Mi?

Ruşen Sekvan

Aylardır insanlığı ve yaşamı derinden etkileyen yeni tip koronavirüs salgınının sonuçları çok daha uzun süre görülmeye devam edecektir. İnsanlık için yeni bir kriz olan bu salgını, aynı zamanda mevcut düzen için bir kırılma noktası olarak da görebilmek önemlidir. Dünyanın her yerinde salgınla birçok boyutuyla mücadele edilirken, salgının sebeplerini sorgulatmayan sistem, çözümde yetersiz kalmış; bu durum daha büyük krizlerin oluşmasına da zemin hazırlamıştır. Çokça çözümlemesi yapılan, bir yerde hastalığın küreselleşmesinin de sebebi olarak görülen kapitalist düzenin, salgına çözümler bulması da elbette ki imkansızdır.

Salgının önlenmesi amacıyla başlangıçta ulus-devletler, bir dizi önlemle etkilerin yıkıcılığını azaltma yoluna gitmiştir. Devletler cezalandırma yöntemleriyle toplumu kendi kurallarına uymaya zorlamış; insanları izleme, yaşamlarını devletin çıkarına göre dizayn etme, bir nevi büyük kapatılma yöntemleriyle salgının önünü almaya çalışmışlardır. Koruyucu hizmetlerin zayıf olduğu sağlık sistemleri, sadece koruma ve önlemler ile önü alınabilecek salgın karşısında çökme noktasına gelmiştir. Sağlık sektörünün bir pazar alanı olan ilaç firmaları da aşı ve ilaç bulma yarışına girmiş, bu süreçte ihtiyaç duyulan tıbbi malzeme ve ekipmanlar yeni kapitalist pazar alanları oluşturmuştur. Birçok ülkede sadece pandemi sürecinde hizmet verecek devasa hastanelerin inşasına girişilmiştir. Ancak hiçbir adım salgının önüne geçmede başarı getirmemiştir.

Bu denli krize girmiş, çözümsüz kalmış sağlık sistemlerine ve bu sistemin gerçekleştiremediği sağlıklı olma haline karşı ‘Peki doğru sağlık sitemi nasıl olmalıdır? Pandeminin üstesinden nasıl bir sağlık anlayışıyla gelinebilirdi?’ soruları sorulacak en önemli suallerdir. Bu sorular bizi ‘Kapitalist tıp sağlık sorunlarını çözer mi?’ sorusuna götürür. Konu ile ilgili temel çerçeveyi oluştururken öncelikle sağlık kavramı üzerinden yola çıkmak iyi bir başlangıç olacaktır. ‘Sağlık sorunu’; peki kime, neye göre sağlık? Bu kavramın zihinlerimizdeki anlamı, oluşturduğu algı nedir? Sağlık kavramının toplumda karşılığının salt tıbba sıkıştırılmış bir kavram haline geldiği görülmektedir.  En azından kapı kapı dolaşıp sorulsa en geniş çerçeveyle ulaşabileceğimiz tanım DSÖ’nün klasik ‘sosyal, fiziksel, ruhsal ve bedenen tam bir iyilik hali’ tanımlaması olacaktır. Bedenen ve ruhen iyilik hali tıbbın fazlasıyla ilgilendiği bir alandır ve neredeyse tüm algı bu yöne çekilmektedir. Pozitivist anlayışın hakim olduğu bilimsel çalışmaların, salt insan bedeni üzerine ne kadar yoğunlaştığı bilinmektedir. Bu yoğunlaşma, birçok uzmanlık alanının ve iş kolunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Gelişen teknoloji, bilimsel veriler ve imkanlar ışığında tıbbın çok geliştiği söylenir. Fakat bu bile en azından yukarıdaki sağlık tanımına göre sağlıklı olma haline yetmez. Sağlığın toplumsal bir iyilik hali olması artık aşikar olup, bir çok kesim tarafından bilinen ve tartışılan bir durumdur. Peki sosyal bir iyilik halinden kasıt nedir? İnsan toplumsal bir varlıktır yani sosyaldir, bu sosyal iyilik neyi ifade eder? Kültür, sanat, ekonomi vb. alanlarında inşa edilmiş her şey toplumsallığın ürünüdür. İlk toplumsallıktan günümüze kadar tüm bunların nasıl oluştuğu ve bunlara nasıl müdahale edildiği, özgür iradenin nasıl ve ne zaman yok sayıldığı ve gasp edildiği çözümlenirse, günümüz sosyal iyilik hali, dolayısıyla oluşan sağlık algısı da görülebilir. Bu salt tarihsel-kronolojik geriye dönük bir inceleme değildir, tarihsel-sosyolojik bir bakıştır. Varolan iktidar, hiyerarşi ve emek gaspı aslında toplumsallığa yapılan müdahalenin göstergesidir. Özgür iradenin gaspı, bağımlı kılma, emeğin metalaşması sosyal iyilik halini bozan temel etmenlerdendir. Kapitalizm günümüzde insanı neredeyse kendine ait hiçbir şeyi olmayan bir varlığa dönüştürmüştür. Yaşama dair ne varsa, müdahale etme hakkı görmediği tek bir yer yoktur. Hatta insanı, bedenine ve fikirlerine bile yabancılaştırmıştır. Tarihinden, kültüründen ve toplumsallığından uzaklaşan insan doğaya, evrene, yani parçası olduğu bütüne yabancılaşmıştır. Böylesi bir durumda, sosyal iyilik halinden söz etmek pek de olası değildir.

Sağlıklı olma hali ekolojiden, toplumsallıktan ve özgür iradeden bağımsız ele alınamaz. Bugün hastanelerde sağlık hizmetlerine daraltılmış bir algı ile karşı karşıyayız. Bu durum hastaneye, sağlık profesyonellerine, sağlık endüstrisine, bilgiye, paraya bağımlı kılınan bir toplum demektir. Toplumun yaşadığı mekana, evrene ve varlığına yabancılaşmasının ortadan kalkması, yani özgürleşmesi sağlıklı olma halinin en temel gereksinimidir. Modern tıbbın erişmiş olduğu bilgi, birikim ve kullanabileceği imkanlar birçok hastalığı tedavi etmeye imkan sunuyor. Fakat sağlıklı olma hali, hastalıklı olmama halinden çok daha fazlasıdır. En önemli noktalardan biri de erişilen bu bilgi ve birikimin ne kadarının toplum için ve nasıl kullanıldığıdır. Pozitivizmin yaratmış olduğu tahribat toplumun bilgisizliğe hapsidir, hem de bunu iddia edildiği gibi ‘bilgiye erişmenin kolay olduğu global dünyada’ yapar. Milyonlarca yıllık toplumsal birikimin sahipleri, bu birikimi sermaye yoluyla tekelinde tutanlara bağımlı hale gelmişlerdir. Bu durum teknoloji ve bilim ne kadar gelişirse gelişsin, bu birikimin, toplum tarafından ulaşılamayacak ve kullanılamayacak bir haldeyse sağlıklı bir toplum çabasında kullanılamayacağını gösterir.

Kapitalizm bir sömürü sistemidir. Bu sistemde her şey alınır ve satılır, fiyatı olan her şey aynı zamanda üretilebilir bir üründür. Kapitalist toplumlarda egemen güç olan, sermayeye ve piyasaya dayalı üretim biçimi bir kısır döngü ile karşımıza çıkar. Kapitalist kısır döngünün temelini de kapitalizmin üç önemli çelişkisi oluşturur. Bu çelişkiler emeğin yabancılaşması (emekçinin üretim sürecine yabancılaşması), aşırı üretim (karı artırmak için sürekli ve daha çok üretmek zorunluluğu) ve tekelleşmedir (krizler, batıklar ve kalan firmaların daha da güçlenmesi). Geçmişten günümüze kapitalizmin ekonomik büyüme süreci, tahakküm ve sömürüden başka bir şey değildi. Bugün sermaye birikim sürecinin alabildiğine genişleyerek sürdürülebilir olmayan noktaya gelmesinden sonra da ekolojik krizin giderek artması kapitalizmin ölümcül yüzünü tamamen açığa çıkarmıştır. Kapitalist modernitenin büyüttüğü bu ekolojik yıkımın coğrafyamıza yansıması ise iktidarların yıllardır sürdürdüğü sömürgecilik politikaları doğrultusunda geliştirdiği inkar, imha, asimilasyon, savaş, soykırım, göç vb. ile başta Kürt halkı olmak üzere, coğrafyamızda yaşayan tüm halkların ciddi sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına zemin hazırlaması olmuştur.

Kapitalizmde üretimin paylaşımı eşitsizlikler içerir. Bu durum kapitalizmin çelişkilerini derinleştirir, gelir dağılımı bozulur, eşitsizlikler artar, yoksulluk yaygınlaşır, işsizlik artar ve toplumun sağlığı bozulur. Kapitalist sistem içerisinde sömürüye tabi tutulamayan herhangi bir canlı veya cansız varlık yoktur. Dünyada yaşamın temel elementleri yani su, hava, toprak ve enerji metalaştırılmıştır. Kır toplumunda kullanım değerinin baskın olduğu ilişkiler, kapitalist toplumda değişim değerine evrilmiş; doğa, sonsuz hammadde kaynağına ve arındırma kapasitesini aşan üretim ve ürün atıklarının çöplüğüne dönüştürülmüştür. Aralıksız süren kapitalist büyüme hali suları, havayı ve toprakları kirletmiş, ormanları yok etmiştir. Pandemi sürecinde yaşamın yavaşlaması, üretimin durmasının hava kirliliği değerlerinin düzelmesinden, ozon tabakası deliğinin kapanmasına kadar, dünyamız açısından bir dizi göstergedeki iyileşme bunun kanıtıdır.

Kapitalizm; özel mülkiyete sınırsız izin verildiği, kamu sorumluluklarının ortadan kaldırılarak sorumlulukların bireylere yüklendiği, insanın toplumdan kopartılarak yabancılaşmasının tavan yaptırıldığı; onu bencilliğe, pragmatizme, bir hiçliğe iten sistemin adıdır. Günümüzde sağlık da kapitalizm-modernizm ile birlikte sosyal bir normdan, biyolojik bir norma evrilmiş; sağlıksızlık, toplumsal gerçekliklere değil bireysel davranış bozukluklara dayalı bir hal almıştır. Sistemin sorumluluğu ve yarattığı sağlıksızlığın nedeni tek tek bireylere yüklenmiştir.

 

Toplum Sağlığına Odaklanma!

Kapitalizmde temel ilke kar maksimizasyonu olduğu için; bu ilke doğrultusunda tüm olaylara pragmatist bir çerçevede yaklaşır, neredeyse her şey meta olarak değerlendirilir. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak toplum içerisinde tıbbi bakıma daraltılmış, metalaştırılmış bir sağlık hizmeti şeklinde, çarpıtılmış sağlık algısı oluşturulmuştur. Sağlık hizmetleri bir tüketim nesnesi olarak halkın bilincine yerleştirilmiştir. İnsan yaşamı içerisinde normal olan çoğu süreç sağlık sistemi tarafından metalaştırılmıştır. Teknolojiye bağımlı olarak gelişen kapitalist tıp, özellikle tetkik ve tedavi üzerinden tıbbi teknolojiye olan ilgiyi artırmıştır. Bütün bu süreçler de metalaşmış ve sağlık harcamalarında artışa neden olmuştur. Özellikle tedavi edici sağlık hizmetlerinin kullanımına olan talep artmıştır. İleri derecede uzmanlaşmış tıbbi bilginin, geniş halk yığınları açısından bilinçli bir tercihle kullanıldığını söylemek olanaksızdır.

Tüm bunlar yapılırken toplum, bir ‘risk toplumu’na dönüştürülmüştür. Sistemin ideolojik aygıtları sürekli olarak insanlara korku yayar. Çünkü birey bunları yapmazsa daha ‘sağlıklı’, daha ‘güzel’  olamayacak ya da daha fazla yaşayamayacaktır.

Öte yandan, ekip anlayışı içerisinde sürdürülen koruyucu sağlık hizmetleri yerine, tedavi edici sağlık hizmetleri ön plana çıkarılmıştır. Kapitalizm, başta ilaç ve tıbbi teknoloji olmak üzere, kar alanı olarak gördüğü tedavi edici hizmetlere yoğunlaşmaktadır. Oysa ki toplumun sağlığını korumaya odaklanmak daha rasyonel ve daha ucuzdur.

Kapitalizmin mantık dışı doğası,  sağlık alanında çarpıcı bir biçimde açığa çıkmaktadır. Hastaneler işletme, hastalar müşteri, sağlık bir meta haline geldiğinde; korumaktan çok tedavi etmeye ve bundan kâr sağlamaya kaydığında ortaya çıkan çarpık tablo, mücadele hattı oluşturmaya yeter bir sebeptir.

Bütün kapitalist ülkelerin sağlık harcamalarında yıldan yıla bir artış yaşanmaktadır. Beraberinde yüksek teknoloji kullanımında da artış görülmektedir. Bu durumu sağlık sektörünün, sermayenin yeni yatırım alanları için yeniden düzenlenmesi faaliyeti olarak görmek mümkündür. Buna karşın, sağlık da dahil bütün alanlarda, toplumsal eşitsizlikler, emek gücünü satmak zorunda olanlar aleyhine derinleşmektedir. Hem işsiz kalan sağlık emekçisi sayısı hem de güvencesiz ve kısmi çalışan sağlık emekçilerinin sayısı artmaktadır. Ücret düşüklüğünde artışlar yaygınlaşmaktadır.

Kapitalist sistemde eşitsizlikleri yaratan, sağlıksızlığa yol açan üretim ilişkilerin ve hegemonik gücün temeli, sömürge anlayışıdır. Kapitalizmin kabesi olan ABD’de, sağlık hizmetleri özel sigortalar tarafından finanse edilmektedir. Bu biçimiyle, ulusal yıllık ürünün yüzde 12’si sağlık hizmetlerine harcanmakla birlikte, 40 milyona yakın insanın herhangi bir sigortası veya güvencesi yoktur. İşçi sınıfının ve siyahiler başta olmak üzere diğer azınlıkların sağlık hizmetlerine erişimlerinin olmadığı söylenebilir. Sosyalist yaşam ölçülerine yakın toplumların bu alandaki başarıları ise herkes tarafından kabul edilen bir gerçekliktir. Bebek ölüm oranlarından diğer sağlık göstergelerine kadar birçok parametre sosyalist, özerk yönetimlerde çok daha iyi durumdadır.

Buradaki temel belirleyici olan şey sorunun kaynak sorunu değil örgütlenme sorunu olduğu gerçekliğidir. Aslında tüm toplumsal gereksinimler için kaynak vardır. Kapitalist sistem içerisinde, el konulan, geniş halk yığınlarından alınan ve yandaşlara aktarılan artı değer önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Karın maksimize edilmesine dayanan kapitalist sistemin, gerek tek tek kapitalist ülkeler içerisinde ve emperyalist ilişkiler içerisinde dünya ölçeğinde, gerekse de aynı ülke içindeki farklı kimliklere yönelik sömürge ilişkileri içerisinde, yasallaştırılmış yolsuzluk düzeninde, ekonomik, toplumsal ve siyasal eşitsizlikleri gizlemekten öte bir anlamı yok. Bütün bu çarpıklığın bir parçası olan cinsiyetçi, aşırı uzmanlaşan, egemen, sömüren ve talan mekanizmasıyla ‘kapitalist  tıp’  sağlık sorunlarına çözüm sunan değil toplumu sağlıksızlaştıran konumdadır.

Dünyanın ve ülkemizin karşı karşıya olduğu tüm bu olumsuzluklara karşın, daha iyi, daha özgür, daha yaşanabilir bir dünya için umudumuz ve mücadele etme gücümüz vardır. Her türlü sömürü ortadan kaldırıldığında, emek sömürüsüne son verildiğinde, toplumun ürettiği tüm kaynakların toplum yararına kolektif bir biçimde kararlaştırılarak harcandığı  bir toplumsal düzlemde, mevcut sağlık sorunlarının bir çoğu ortadan kalkacağı gibi, çözümsüz görünen kimi sorunlar çözülür olacaktır. Aslolan bu toplumsal düzlemi dayanışma içerisinde inşa etmenin mücadelesini vermektir.

Yaşanan Covid-19 pandemisi bizlere sağlığın tıbbi bilgiye daraltılmayacağını, sorunun ve çözümün fazlasıyla toplumsal-politik bir olgu olduğunu gösteriyor. Yaratılmak istenen çözüme dair algı, virüse karşı bir aşının bulunacağı ve bir sağlık sorununun bu yolla çözüleceğidir. Fakat salgınların nasıl ve neden ortaya çıktığı, küresel ölçekte etkisinin ne olduğu ve nasıl önlenebileceği tartışmaları hakikate uzak bir zeminde yapılmaktadır. Milyarlarca insanın ve canlının bir arada ve birbirine fiziksel olarak bu kadar yakın yaşadığı bir dünyada zihinlerin birbirinden bu kadar kopması, insanın doğaya düşmanlaşması ve birlikte yaşamın gittikçe zorlaştığı bir yaşam biçiminin en temel sağlıksızlık olduğu görülememektedir. Ekolojik, iktidardan arındırılmış, demokratik toplum, varoluşsal hakikate en yakın toplum demektir. Bu da sağlıklı toplum inşasının hayat bulduğu zemindir. Kültürden (toplumsal birikim) kopuk, iktidar ve hiyerarşiye hapsolmuş, metalaştırılmış, tıbbi hizmet ve bakıma daraltılmış sağlık algısı ancak ekolojik, iktidarcı olmayan, demokratik toplum inşası ile birlikte yıkılabilir.

 

 

*Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.