Düşünce ve Kuram Dergisi

Kapitalizmin Yalanla Dansı: Post Gerçeklik

Yusuf Gürsucu

Doğa, insan olmadan da var olan bir bütünlüktür. İnsan ise doğanın içinde sınırlarını ve ilişkilerini belirleyecek bir yer, aidiyet kuracak bir yaşam yaratmaya çabalar. İnsanın içine sığındığı mekanlar (ülkeler-yurtlar-evler) ise onun gerçekliğidir. Mekanı sınırlayan çevresel faktörler ise mekan kadar önemlidir. Mekanlarda kullanılan malzeme ve insanla kurduğu ilişki onun sınırlılığını da belirler. Danimarkalı yönetmen Lars Von Trier’in “Fırsatlar Ülkesi: Amerika” üçlemesinin ilk filmi olan “Dogville” (2003), sınır kavramını ve sorgulayan insanın yaşama yabancılaşmasını işlemiştir. Trier, Dogville ve ardından gerçekleştirdiği Manderlay filminde de “mekan” anlatısını farklı bir yere taşımış ve mekanı yok ederek bizleri mekana “yabancılaştırırken” diğer yandan ise bizim görmemizin istenmediği birçok şeyin maskesini kaldırarak görünür kılmıştır.

Bu filmin bize sonuç olarak aktardığı şey, mekan algısının yönetilebilir olduğu, bunun için beyinlerimizde yapılar inşa etmek suretiyle, gerçek ile algı arasındaki paradoksu göstermektedir. Kendimizi dış çevreye karşı korumak, aidiyet yaratmak, ilişkileri belirlemek için yarattığımız mekanları bizim belirlediğimiz unutturulmuştur. Mekanlar ya da ülkeler tarafından belirlenen hayatlar bizlere dayatılmış ve bu dayatma karşısında yaşamsal hedeflerimizin flulaştığı yönlere doğru sürüklenen birer bireye dönüştürülmüş haldeyiz. Bizlerin beyinlerinde ortaya çıkardıkları ve yalanlarla bezedikleri algılar üzerinden, tüm yaşamımız bir bilgisayar oyununu yönetenlerin adeta birer oyuncağı haline gelmemizi sağlamıştır.

Yalanla Gerçek Yer Değiştirdi

George Orwell, “Faşizmin Kehanetleri” kitabının bir paragrafında şöyle yazıyordu, “A ile B ne zaman ters düşse, A’ya saldıran ya da onu eleştiren herkes B’ye yardım etmekle ya da suç ortağı olmakla itham edilir. Eğer dünyayı ikiye böler ve A’nın ilerlemeyi, B’nin gericiliği temsil ettiğini varsayarsanız, A’ya zarar verecek hiçbir hakikatın hiçbir zaman açığa çıkmaması gerektiğini gerçekten iddia edebilirsiniz.” Orwell’dan yaptığımız alıntıda, doğru ve gerçek arasında ince çizginin, algı operasyonları ile kalın bir çizgiye dönüştürüldüğünü görebilmekteyiz.

Oxford Sözlüğü’nde post-gerçeklik: “Nesnel gerçekliklerin kamuoyunu şekillendirmede duygusal ve kişisel görüşlerden daha az etkili olması” olarak özetlenmektedir. Orwell’ın, “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder” sözü post-gerçekliğin bir özeti gibidir. Post-gerçekliğin sözlükte geçen tanımın ötesinde yalın gerçeklerin günümüzde geçerli olmadığı anlaşılmaktadır.

Orwell’ın, “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder” sözü, aynı zamanda içinde bulunduğumuz çağın da bir özeti. Yaşama o kadar yabancılaşmışız ki, yalan ile gerçeği ayırt edebilme yeteneğimiz körelmiş.

Post-gerçeklikle postmodernizm, kapitalist modernitenin sadece birer türevi olduğu ve gerçeklerin geniş halk yığınlarından saklanması, kapitalist sömürünün sürdürülebilmesinde önemli bir nokta olduğu bize yani insana uzak bir kavram olarak dayatılmıştır. Foucault, hangi koşullar altında hangi iktidar mekanizmalarının, hangi bilgiyi ürettiği ve bu bilgiyi isimlendirip onu nasıl doğallaştırmakta olduğu üzerinde dururken ondan öğreneceğimiz çok şey olduğunu burada belirtmek gerekiyor.

 

Gerçek Olmayana İlgi Yaratıldı!

Yalanlar o kadar arttı ki yalan yalanlıktan çıktı ve sadece bir kaosa hizmet eder duruma geldi. Infotainment, yani haber-eğlence kavramı her yanımızı sarmış durumda. Bugün internetin yaygınlaşması sonrası sistemden beslenen medya herhangi bir içeriği bağlamından koparıp magazinleştirerek bizlere sunmakta. Toplum eğlensin ne var bunda diyenimiz olabilir ancak yine aynı yolla ciddi bir korku psikolojisi de topluma enjekte edilmektedir. Okura sunulan gerçeküstü ya da post-gerçeklik bu yolla ilgi odağı haline getirilip insan yaşamında belirleyici hale gelebilmektedir. Artık, değerler post-modern hale getirilirken yerel olansa küreselleşmiştir. Post-modernleşen değerler gerçek olmayana yani gerçek üstüne olan ilgiyi arttırmaktadır.

Küreselleşme sürecinde itibar ve kabul görme, onaylanma gibi içsel ihtiyaçların parasal alan üzerinden sağlandığı yanılsaması yaratılmaktadır. İçinde bulunduğumuz bu dönemde paranın satın alabildiklerinin önem kazanması bireyler üzerinde ağır bir baskı yaratmıştır. Haber ve belgesel metinler gerçeğe dayanmak zorundadır. Ancak, haberin, bilgi verme ve halkın yararına olması gereken gerçek işlevi geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Her şey magazine bulanmış biçimde savaşlar dahi naklen yayınlara konu olurken, insan yaşamı yok sayılmıştır. Bunun yanında yok edilen doğal yaşam, ormanlar, tarım arazileri, su havzaları vb. yaşamsal değerler naklen yayınlanan savaşların içeriğinde yer tutmaz.

Ekolojik Kriz İnsana Yükleniyor!

Günümüzde bilgiye ulaşmak geçmişe göre daha olanaklı hale gelirken, geçmişten pekte farklı olmayan şey ise gerçeklerin ters yüz edilmiş haline yakalanma olasılığımızın da yükselmiş olmasıdır. İnternet üzerinden ulaşmaya çalıştığımız bilgileri sınama olanağımız yoksa mutlaka yanlışlar bizlere doğru olarak kavratılır. Bugün dünyada ciddi ve bir o kadar da büyük bir ekolojik kriz yaşanmaktadır. Bu durum artık bilgiye ulaşmaktan yoksun bırakılmış halklarda dahi bir algı ortaya çıkarmıştır. Tüm insanlık doğal yaşamla birlikte süren ekolojik krizin etkilerine açık bir şekilde bu durumu yaşamaktadır. Ekolojik krizi yaratan kapitalizmin aşırı üretim ve tüketim baskısı olduğu gerçeği ise tüm metinlerde görünmez kılınmaktadır.

Yaşanan ekolojik krizin ‘insan etkinlikleri’ etiketiyle işlenmesi, krizi insana yıkıp gerçeği yani kapitalizmin kirli yüzünü örtme işlevi görmektedir. Haber sunumlarında bu etiket vazgeçilmez sihirli bir kelime olarak işlenmektedir. Aşırı üretim ve tüketimlerin tartışılması gündeme getirilmez. Çünkü bu kapitalizmin sonunun başlangıcı demektir. Öyleyse bu durum görünmez kılınmalıdır. Post-gerçekliğin en can yakıcı biçimi burada ortaya çıkmaktadır. Kitlesel ölümler, soykırımlar, açlık ve susuzluk dünyayı kaplamaya başlamıştır. Yukarıda değindiğimiz gibi en geri bıraktırılmış toplumlar dahi bu gerçeğin farkındadır. Ancak kapitalist modernite bu gerçeği de kendi çıkarlarına bağlamakta başarılıdır.

Ekolojik krizin başlıca göstergesi olan küresel ısınma ve buna bağlı her geçen gün büyüyen iklim değişimi ve bununla mücadele, kapitalizmin kendi çıkarları için ortaya koyduğu ‘alternatif enerji’ üretimleri vb. yaklaşımlarla önlenebileceği yalanı, insanlar üstünde etkili olabilmektedir. Kapitalizmin halklara dayattığı ve sempati toplamayı başardığı iklimle mücadele perspektifi görece farklılıkları ortaya çıkarsa bile bundan beslenecek ve nihai olarak ekosistemin ölüm hükmünü veren kapitalist zorunluluk, yani ekonomik büyüme, yani sermayenin birikim sürecinin kesintisiz sürdürülmesinin yaşamın baş düşmanı olduğu gerçeği saklanmaktadır.

İklim zirvelerinin birer zırvalıktan öte bir işlevi olmadığı alınan kararlara uyulmamasından ya da temiz havayı dahi ticari meta haline getiren Kyoto sözleşmesiyle şapkadan çıkarılan karbon borsalarına bakınca anlaşılmaması olanaksızdır. Dogville filminde çok güzel ortaya konmuş olan yaşama yabancılaşma hali, kapitalizmin ekolojik krizle mücadelesine inanabilmemizle birlikte yeni bir evreye taşınıyor. Yani yaşamı yok edeni görmezden gelmek, post gerçeklik yani gerçeğin ters yüz edilmesi insanlığın varabileceği en kötü nokta olsa gerek. Pavlov’un köpeklerle yaptığı deneyde ki gibi, koşullanarak kapitalizmin yalanlarına inanabiliyor olmamız şaşkınlık yaratabilir, ancak durum neredeyse bundan ibarettir.

Kapitalizm Sıkışmış Durumda!

2.Dünya Paylaşım Savaşının hemen ardından 1954 yılında kurulan, başında ise Rockelfeller ailesinin olduğu iddia edilen ve ABD’nin emperyalist politikaları üzerinde etkinliği olan ‘Bilderberg Toplantıları’ kesintisiz olarak her yıl yapılmaktadır. Bu yılki toplantı İsviçre’nin Montrö kentinde 30 Mayıs ile 2 Haziran tarihleri arası yapıldı. Her yıl belirli temaların ele alındığı toplantının bu yılki gündeminde, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik, Brexit, Çin, Rusya, kapitalizmin geleceği ve sosyal medyada örgütlenme gibi konu başlıkları yer aldı. Konu başlıklarında ki ‘iklim değişimi ve sosyal medyada örgütlenme’ dikkat çekiciydi.

Yukarıda belirttiğimiz gibi iklim krizinde kapitalizmi görünmez kılmak ve buna bağlı olarak toplumların bu gerçeğe daha çok sosyal medya üzerinden ulaşabiliyor olması, kapitalizmin ağa babalarında sıkıntı yarattığını ortaya koyuyor. Kapitalizm kontrol altında tuttuğu basın ve yayın organlarıyla örneğin iklim krizini insana bağlama ve aşırı üretimlerin doğa üzerindeki baskısını görünmez kılmak adına ortaya koyduğu söylem, sosyal medya üzerinden boşluğa düşebiliyor. Toplantıda bu başlıkların ele alınmasının başkaca bir amacı olamaz. Post-gerçekliğin sosyal medyada yaratmak istediği algı operasyonu yaratılmak istenen algıyı güçlendirmeye yetmiyor. Bu nedenle bu süreci nasıl değiştirebileceklerini tartışıyorlar.

 

Sermaye Faşizmi Dayatmayı Planlıyor

Faşizm, kapitalizmin şiddetli derin krizlerini aşmak adına büyük sermayenin başvurduğu yönetme biçimlerinden biri, hatta bu durumlarda başvurduğu tek yöntemidir. Faşizm, kapitalist modernitenin mülkiyetini sorgulatmayacak bir biçimde uygulanır. Çıkamayacağını düşündüğü bir krizin içine giren kapitalizm, faşizm seçeneği ile normal koşullarda uyguladığı görece özgürlükleri yok eder ve toplumsal disiplini içeren bir uygulama ile var ettiği bir lidere yüklediği değerlerin topluma dayatılmasını sağlar. 2. Dünya Savaşı, kapitalizmin büyüyememe krizini faşizm uygulaması ile aşmak ve yeni bir paylaşım yaratmak üzerinden kurgulanmıştır. Sovyetlerin dirençli varlığı faşizmin kök salmasını ve yayılmasını o gün için engellemiştir.

Kapitalizmin 1930’larda yaşadığı ve yüzde 2,5’a saplanan sermaye büyümesinin bir izdüşümü bugün yine kapitalist dünyada yaşanmaktadır. Ancak dünya 1930’lar kadar içine kapanık olmadığı gibi, insanlarda çevresinde yaşananlardan bihaber değildir. Kapitalizm krizler üzerinden silkinip yeniden kendini var etmiştir. Ancak bugünkü krizin temelinde ekolojik kriz yatmaktadır. Sermaye birikimini büyütmek adına doğadan çok daha fazlasını alma zorunluluğu kapitalizmin en büyük çıkmazıdır. Sürdürülebilir kavramına tutunmaları onlara asla yetmeyeceği gibi, bizlere ve doğaya geri dönülmez yaşamsal zararlar vermektedirler.

 

Yalanlar Deşifre Edilmeli!

Hem iklim krizinin hem de sosyal medyanın kapitalizmin geleceği ile birlikte ele alınması sıradan bir durum değildir ve hepsi iç içedir. Kapitalizmin doğayı amansızca sömürmek dışında bir seçeneği yoktur. Ancak milyarlarca insanın gözü önünde yok edilen doğaya daha da saldırmak kendileri için de büyük bir sorundur. Bu nedenle ‘doğanın sürdürülebilir kullanımı ile doğayı korumak’ gibi saçma sapan önerme ve uygulamalarla soruna yaklaşır. Bu noktada gerçeğin yalanla yer değiştirmesi gerekmektedir. Kendisinin örgütlediği yapıları kullanarak ‘dengeli sürdürülebilir kullanım’ gibi yalanları halklara yedirmeye çalışır. İşte bu noktada kontrol edemedikleri yayınların sosyal medya üzerinden yığınlara ulaşabiliyor olması ele aldıkları sorunların niçin iç içe ve niçin birbirinden koparılamayacağını göstermeye yetmektedir. Yalana her dönem ihtiyaç duydular ve dünyayı bugüne kadar yalanlarla yönettiler. Ancak artık zorlanıyorlar. Çünkü yalanlar çabuk deşifre ediliyor. Geleceğini yalan üzerine kuran ve bu durumu sürdürmek isteyen kapitalizm, sosyal medyayı da halkın elinden almaya hazırlandığını söylemek herhalde kahinlik olmasa gerek. Facebook, twetter gibi sosyal platformlarda son dönemde daha sık karşılaşılan uygulamalar dikkat çekicidir. Paylaşılan içeriğe göre paylaşımınız görünmez kılınabilirken, aynı anda yasaklanabilmektedir. Bu uygulamanın yakın zaman içinde daha da büyüyeceği şimdiden bellidir.

Sonuç olarak yaşadığımız çağda; coğrafyaya, kente, köye, dağa, dereye, ağaca, kuşa, kurda yabancılaştırıldık. Bu yabancılaşmayı yaratan da, bu durumdan çıkarı olan da kapitalizmdir. Kapitalizm ekonomi politikaları ve yalanları ile insanı yurduna yabancılaştırırken onları büyük metropollere göçe zorlamış ve aynı zamanda kentlerin içinde yaşayan makineleşmiş birer köle haline gelmesini sağlamıştır. Kapitalizme karşı ekolojik, paylaşıma dayalı, sermayeyi ortadan kaldıracak bir alternatifi yaratmalıyız. Bu süreci kapitalizmi cepheden hedef alan ve sadece gerçeğe dayanan bir perspektifle ele almalıyız. Bunu insanlık 1871’de ve 1917’de başarmıştır. Yeniden denemeliyiz ve asla vazgeçemeyiz. Kapitalizmin post-gerçekliği olan yalanı her platformda deşifre etmek ve yalın gerçeklere sarılmak yeni bir başlangıç için bir mihenk taşı olacaktır.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.