Düşünce ve Kuram Dergisi

Kavramsal Dirilişten Demokratik Ulusa

Haydar Ergül

Günümüzde Özgürlük Hareketi bütün dünyada ilgiyle izlenmektedir. Yerkürenin en çok takıp ettiği, hatta sevinç ve hayretle karşılamaktadır. Rojava’nın küçük bir kasabası olan Kobanê kantonunda başlayan direniş, dünya gündeminin üst sıralarına taşındı. Daha önceKobanê bir yana- Rojava Kürdistan’ı, hatta genel anlamda Kürdistan’ın bir bütünü hakkında insanların ya hiç bilgisi yoktu; ya da bilenler hakkında olumsuz yargılara sahiptiler. Kürdistan için mücadele eden Özgürlük Hareketi terörist diye yaftalanmış ve Kürt Özgürlük mücadelesi hakkındaki yargılar olumsuzdu.

IŞİD denen güruh Kobanê’ye saldırmaya başlayınca, tüm bu olumsuz yargılardan farklı olarak Ortadoğu ve Dünya halklarının PKK ve Kürt algıları birden bire değişmiştir. Çünkü en son Charlie Hebdo katliamıyla görüldüğü gibi dünya halklarının baş belası IŞİD’ e karşı YPG-YPJ savaşçıları direnişe geçmiştir. Dört aydan fazla süren savaş sonucu saldırı kırılmış, IŞİD püskürtülmüş ve Kobanê özgürleştirilmiştir. Dünyanın ilgisini Kürt Özgürlük Mücadelesine çeken ve onu gündemin üst sıralarına taşıyan gelişme de Kobanê’deki savaştır.

IŞİD daha önce Irak’ın Musul şehrine saldırmış ve 30 bin kişilik Irak ordusu tek mermi bile patlamadan teslim olmuş ve kenti terk etmişti. Ardından Irak’ın ya da Güney Kürdistan’ın Maxmur Kasabasına saldırmış ve onu düşürmüştür. Yine Şengal’e yönelmiş ve Êzidî inancına sahip Kürtlere soykırım girişiminde bulunmuş; ona karşı Şengal’i savunmakla görevli 7 bin peşmerge hiçbir şey yapmadan kenti terk etmiş ve bu yüzden yüz binlerce Êzidî, Şengal Dağı’na doğru göçe başlamıştır. O anda orada bulunan 7 HPG Gerillası, stratejik yolları tutup binlerce IŞİD çapulcusunun saldırılarını durdurarak, dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek bir Êzidî soykırımının önüne geçmeyi başarmıştır. Musul’da 30 bin Irak askeri ve Şengal’de 7 bin peşmerge IŞİD’in saldırılarını durdurmayı başaramaz iken, 7 gerilla o saldırıları durdurmayı başarmıştır. Hemen akabinde Şengal’e intikal eden YPG-YPJ gerillaları IŞİD’ e karşı direnişe geçmiş ve açtıkları koridorlarla Êzidîlerin Rojava ve Kuzey Kürdistan’a nakillerini gerçekleştirmiştir. Yine Güney Kürdistan’ın Kerkük, Zaxo ve Hewlêr kentlerine saldırıya geçen IŞİD’ in bu saldırılarını HPG gerillaları önce durdurmuş; ardından da etkili darbelerle kırmaya başlamışlardır. Musul’un düşmesi ve IŞİD’ in eline geçmesi sonucu gücünü büyüten IŞİD, ağır savaş teknolojisiyle donattığı teröristlerini Kobanê’ ye yönlendirmiş ve kenti kuşatmaya almıştır. Kobanê’ de uzun bir direniş savaşı verilmiştir ve sonunda IŞİD’ e çok stratejik bir darbe indirilerek, hem Suriye’de hem de Irak’ta ilerlemesi durdurulmuş; savaşa IŞİD’ i yenilgiye doğru götüren bir doğrultu kazandırılmıştır.

Aslında IŞİD’ in gelişimine, bölgeyi kendisine göre yapılandırmak isteyen küresel ve bölgesel güçlerin bir türedisi olarak olanak tanınmış; ancak bir aşamadan sonra söz konusu güçlerin de yer yer denetiminden çıkarak -verilen taşeronluk görevi yerine- çağ dışı sistemini kurmaya başlamıştır. Dolayısıyla IŞİD’i besleyen ve büyüten güçlerinde çıkarları tehlike altına girmiş, ancak onu durdurabilecek bir güçleri bulunmamaktadır. Onu sadece durduran ve gerileten HPG, YPG-YPJ gerillaları olmuştur. Şayet gerilla olmasaydı IŞİD’i durdurabilecek başka bir güç yoktur. Gerillanın savaşçılığı, başta peşmerge olmak üzere kimi bölgesel güçlerinde direnme istemlerini geliştirmiş, IŞİD’in yarattığı korku ve dehşeti büyük oranda sınırlandırarak ona karşı “direnilebileceği ve savaşabileceğini” göstermiştir.

Gerillanın cesareti, direnişçiliği ve savaşçılığı dünyada ilgiyle karşılanmakta ve halklar tarafından coşkuyla alkışlanmasına vesile olmaktadır. Gerillayı kahramanlaştıran bu durum, Kürdistan ve halk gerçekliğini parlak bir biçimde insanlığın gündemine taşımıştır. Özellikle de IŞİD’ in kadın düşmanlığı ve karanlık bir dünya vaat etme yönelimi karşısında YPJ’ li kadın gerillaların ortaya koydukları muazzam savaşçılık ve irade duruşu, Ortadoğu’da ve Dünyada kadının özgürleşme umudunu yükseltmiştir. Bu durum, kadın kurtuluş ideolojisine ilginin artmasına, kadın eksenli yeni toplumsal varlığın kurulabileceği, özgürleşmeye ve toplumsal hakikate ulaşmayı daha da mümkün kılmıştır. Rojava’ da halkların kadın eksenli toplumsal inşayı yaşaması, insanlığın ilgisinin daha da artmasına götürmüştür.

Şu gerçeklik yadsınamayacak bir doğrudur: Gerillanın cesaret ve savaşçılığı halklar açısından bir umuda dönüşmüş ve özgürleşmenin amacı haline gelmektedir. Ortadoğu, yaşanan kriz ve kaos ortamında karanlık bir dünya vaat eden IŞİD türü yapılanmaların vücut bulmasına zemin teşkil etmiştir. Bu karanlığın içinde gerilla bir umut olarak sıyrılmış, karanlığa karşı aydınlığın ışığı olmuştur. Başta devlet orduları olmak üzere, hiçbir gücün varlık gösteremediği IŞİD barbarlığının yarattığı korkuyu adeta iliklerinde hisseden bir psikolojinin oluştuğu ortamda, gerillanın cesaretli çıkışı nasıl ele alınabilir? YPG ve YPJ gerillaları şahsında açığa çıkan direnci ve fedakârlığı nasıl değerlendirmek gerekir?

Daha düne kadar özgürlük hareketini, büyük bir “terörist bir organizasyon” olarak gösterenler için bile ilham alınan bir güce dönüşmüştür. Bu kaynağını nereden almaktadır? Gerilla gücünün sırrı hangi kaynaklardan beslenmektedir? Öyle aniden ortaya çıkan bir güç değildir gerilla. Moral kaynakları, dayandığı ideolojik, teorik ve felsefik derinlik; özcesi paradigmasal olarak bir dünya görüşüne sahip olma iddiaları bulunmaktadır. O iddialar toplumsal hakikati esas alan bir özgürleşme tahayyülüdür.

Yani yaratmak istediğini vücuda getirip hayatiyet kazandırmayı amaç edinen özgür bir toplumsal iddiaya dayanmaktadır. O anlaşılmadan başta Kobanê direnişi olmak üzere, Güney Kürdistan’ın Kerkük kentine kadar uzanan geniş bir coğrafyaya kadar uzanması, basit silahlarla savaşması ve cesaretle direnmesi mümkün olmayacaktır. O açıdan bir yönüyle Gerilla, bu direnişi ortaya koyarken olası bir başarısızlıkta Kuzey Kürdistan’da Türk devletiyle sürdürdüğü diyalogun müzakere aşamasına ulaşması mümkün olmayacaktı. Kaldı ki; Türk devleti ve hükümeti, Özgürlük Hareketinin Kobanê’ de tükenmesi için IŞİD’ in her türlü maddi, manevi ve eğitim ihtiyaçlarını karşılamasına rağmen amacına ulaşamamış, Kürt sorununun çözümü için kerhen de olsa müzakere yapma aşamasına gelinmiştir. Çağımızın en aydınlık gücü olan halkların, inançların özgür ve birlikte yaşamasını esas alan paradigmasal çözüm gücü olmasaydı; tüm bu gelişmelerin yaşanmasını hayal bile etmek mümkün olamayacaktı. O açıdan günümüzdeki özgürlük hareketini ve kahraman gerillasını anlamak için bu hareketin şekillendiği ve anlam bulduğu 1970’lerdeki PKK’nin doğuş zamanına gitmek gerekiyor.

1970’ler ve İlk Kıpırdanışlar

1970’li yıllar, bir nirengi noktasıdır. Öncesi ve sonrası çok farklı iki duruma işaret ediyor. Diğer bir ifade ile Kürdün miladıdır. Öncesi çok farklı pozisyonlar ve duruşları ifade ederken, sonrası daha farklı adeta taban tabana zıt pozisyonları ve duruşları dile getirmektedir. Öncesi Kürt toplumsal hakikatin yok oluşu, farklı toplumsal realiteler içerisinde erimeye, kültürel soy kırıma uğrama anlamına gelirken 1970’lerle birlikte, durum tersine dönmüştür. Kürt demokratik uluslaşmasının tohumlarının o yıllarda atıldığı ve gelişme gösterdiği bir hakikattir. Artık süreç Kürt uluslaşması yok oluşa doğru değil var oluş, var olma ve gelişim sürecine girme anlamı içerecektir. Dolayısıyla günümüz özgürlük hareketini anlamak için 1970’ler dünya, Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan gerçeğine bakmak, hangi koşullarda doğuşun gerçekleştiğini anlamak, günümüz özgürlük hareketinin anlamı açısından hayati önemdedir. O süreç anlaşılmadan bu günü anlamak olanaklı olmayacaktır.

Özgürlük hareketinin doğuş, gelişim ve günümüze ulaşmada Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın mücadelesini, kavrayış ve kavramlaştırma gücünü ve yeteneklerini iyi bilmek gerekiyor. Zira 1970’ler Kürdistan’ı açısından devrimin objektif koşullarının olgunlaştığı ve doğuşun o koşullara dayalı gelişim gösterdiğini belirtmek gerçekçi değildir. Kürdistan’da sömürgeci kapitalizmin gelişimi diğer ülkelerde olduğu gibi uluslaşmayı geliştiren değil, tersi ulusal yok oluşu hızlandıran, asimilasyon şartlarını olgunlaştıran bir içeriğe sahiptir. Yani genel anlamda “kapitalizm uluslaştırır, dolayısıyla devrimci bir rol oynar. Devrimin objektif koşullarını, yani ulusal kurtuluş mücadelesinin alt yapısını güçlendirir” tezi, Kürdistan somutunda geçerli olan bir tez değildir. Tersi doğrudur oda ulusal yok oluştur. Yani Türkleşme, Araplaşma ve Farslaşmayı getirmektedir. Başka bir deyişle kültürel soykırımı hazırlamaktadır. Hal böyle olunca, Kürdistan’da bütün direniş odakları yok edilmekte, toplum birleşen değil parçalayıp dağılan bir yönelim içerisine girmiştir. Başta Kürt dili olmak üzere, tüm ulusal ve toplumsal değerler bir utanç vesilesine dönüştürülmüş, Kürt bireyi için hızla ondan/onlardan kurtulmak ve bir ‘beyaz Türk’ gibi yaşamak daha cazibeli hale getirilmiştir.

Kaldı ki kapitalizm üçüncü evresine geçiş yapmıştır. Birinci evre ticari kapitalizm, ikinci evresi sanayi kapitalizmi ve üçüncü evre finans çağı olmaktır. Yani paradan para kazanmanın temel kapitalist dürtüye dönüştüğü bir dönemdir 1970’ler. Bütün toplumsal değerler metalaştırılmakta ve pazarlanmaktadır. Kapitalist modernist yaşam birleştiren değil; dağıtan, parçalayan bir işleve sahiptir. Kürdistan’daki kapitalist modernite ise, çok daha tahripkar olmaktadır. Türkleşmeyen Kürt bireyi hamallık yapma şansına bile sahip değildir. Yani aç ve sefil yaşamak durumunda kalmakta, çareyi de Türkleşmede aramaktadır. Dolayısıyla hızla Kürtlükten uzaklaşmak için çabalayacaktır. Burada Kürdistan uluslaşmasından söz etmek mümkün değildir. Devrimin ve özgürlüğün şartları yok olmaktadır.

Kürdistan’da durum bu iken; dünyadaki duruma kısaca değinecek olunursak, finans çağı kapitalizmin krizli bir dönem ve zamanı yaşanmaktadır. Yine aslında kapitalizmin bir türevi olan Reel sosyalizm, bunalım içindedir. Bir durgunlaşma ve hantallaşma içindedir. Kapitalizm yegane güç olabilmek için NATO türü askeri örgütlenmeye yönelmiş; buna karşı Sovyetler Birliği öncülüğündeki reel sosyalist sistem de kapitalizmin etki gücünü sınırlamak için militarizme sarılmış ve nükleer-askeri harcamalar devasa boyutlara ulaşmıştı. Dünya adeta kafa kafaya gelmiş ve dönem, iki kutbun mücadelesine sahne olan soğuk savaş yıllarıdır. Bu durum umutvar değildir. Dünyanın pek çok ülkesinde peş peşe askeri darbeler gerçekleşmekte ve Ortadoğu da bu gelişmelerden etkilenmektedir. Ancak kimi gelişmeler Kürdistan özgürlük hareketini etkileyecektir. Onlardan biri 1968’deki gençlik hareketidir. Bu hareket hem reel sosyalizmi hem de kapitalist moderniteyi aşma yönelimindedir. Ciddi düşünsel ve kültürel sonuçlar ortaya çıkaracaktır. 68 gençlik hareketi Türkiye’de etkisini gösterecek ve eş zamanlı olarak Türkiye devrimci hareketi gelişim gösterecektir. Sosyalizm tartışmaya başlanacak, devletçi paradigmayı tam aşamasa da Mahirlerin, Denizlerin ve İbrahimlerin direnişleri, Kürdistan özgürlük mücadelesine ciddi etkilenmelerde bulunacaktır. Nitekim doğuş da bu zaman ve zeminde gerçekleşecektir.

1968 Türkiye gençlik hareketi, hızla örgütlenme ve eylemsel bir yönelim içine girecektir. Gençlik öncülüğünde gelişen hareket kitleselleşme zemini bulmaktadır. 70’lere doğru gelindiğinde en belirgin üç hareket öne geçecektir. Onlardan biri Mahir Çayan’ın liderliğini yaptığı THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi– Cephesi), Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan liderliğinde ki THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) ve liderliğini İbrahim Kaypakkaya’ nın yaptığı TKPML-TİKKO (Türkiye Komünist Partisi Marksist- Leninist-Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) idi. Bu hareketler geliştirdikleri düşünce ve pratikleriyle Türkiye egemen sistemini zorlayan, Türk ulus-devletini aşmaya çalışan hareketler olma özellikleri taşıyorlardı. Ancak devletin erkenden müdahalede bulunması, bu hareketlerin ‘gençlik hareketi’ olmayı aşarak, halk hareketlerine dönüşümlerini engellemiştir. Yani erkenden yapılan müdahale,güçlü bir devrimci zemine dayanmayan, gerekli düşünsel, ideolojik ve örgütsel tedbirler alamayan devrimci gençlik önderlerinin imha edilmelerine neden oldu.

12 Mart’ın Alacakaranlığı

12 Mart 1971 Askeri darbesi söz konusu hareketleri imha amaçlı gerçekleştirilmiştir. Denizler hakkında idam kararı alınmasını durdurmak için Mahir Çayan liderliğindeki bir grup, 3 İngiliz teknisyeni rehin alıp Kızıldere’ye götürmüş, Türk özel kontra birliklerinin saldırısı sonucu imha edilmişlerdir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan idamları durdurmak için öğrencisi bulunduğu Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bir protesto gösterisi organize etmiş ve bunun sonucunda tutuklanmış, Ulucanlar cezaevinde 7 aylık bir esareti yaşamıştır. Ulucanlar cezaevinde Denizlerin idamına tanıklık etmiş ve Kızıldere katliamını orada izlemiştir.

Türkiye devrimci hareketinin tasfiye edilmesi ve idamlara tanıklık, Öcalan’ı bir iç muhasebeye yönlendirmiş; bir kararlaşmaya ulaştırmıştır.

Bu muhasebe ile vardığı sonuç, bütün devrim önderleri katledilmiş ve ona karşı büyük bir sorumluluk duygusu oluşmuş, kendi ifadesiyle “devrimin tüm yükünü omuzlayacak ancak onlar gibi erken imha olmamak için gerekli ideolojik, teorik, felsefik, örgütsel ve eylemsel tedbirleri geliştirerek mücadele edeceğinin kararlılığına ulaşmıştır”. Bu kararlaşma, PKK tarzı bir örgütlenmenin iradi olarak ortaya çıkmasının ilk adımı oluyor.

Öcalan 1972 son baharında cezaevinden tahliye olacak. Kalacağı evi olmadığı için cezaevindeki bir arkadaşından aldığı adresle Karadenizli gençlerin kaldığı eve gidecektir. O evde Haki Karer ve Kemal Pir kalmaktadırlar. Bu vesileyle her ikisiyle tanışır. O iki yoldaşı aynı zamanda PKK’nin oluşumunun önder kadroları olacaklardır. Onlar aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan halklarının ortak mücadelesini somut taşıyıcılarıdırlar da.

Kürt Halk Önderi Öcalan arayışlarını sürdürecektir. Bir yandan ideolojik, teorik araştırma ve incelemelerini derinleştirirken diğer yandan nasıl bir örgüt ve mücadele hattı çizileceği konuları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Başlangıçta Kürdistan devrimi, Türkiye devriminden ayrı örgütlenme yerine daha çok birlikte ortak örgütlenmeyi esas alacaktır. Ancak Türkiye devrim hareketinde yaşanan dağınıklıkla ve sosyal şovenizmin ağır etkisinde olmasından ötürü Kürdistan devrimini ayrı örgütlenme düşüncesi ağırlık kazanacaktır.

Öcalan, İlk grup toplantısını bir piknik havasında Çubuk Barajı kıyısında gerçekleştirecektir. Toplantıda yer alanların sayısı 6 kişi kadardır. Bu ilk toplantı bir anlamda düşüncelerini bir gruba tebliğ etme, duyurma şeklindedir. Bu ilk adım özgürlük hareketinin düşüncelerini rüşeym halinde toprağa serpilmesi şeklinde gerçekleştirecektir. İlk grup pratiği, öyle çok görkemli ses getirici nitelikten uzaktır. Ancak gruplaşmaya cesaret edilmiş, düşünce duyurma sürecine girilmiştir. Hal böyle olsa da hala ayrı örgütlenmeden çok Türkiye devrimci hareketiyle birlikte örgütlenmenin ve birlikte mücadele etmenin gerekliliği ağırlık taşımaktadır.

1974 affı ile devrimci tutsakların tümü tahliye olur. Tahliyelerle birlikte 1971 direnişçilerinin yarattığı büyük etkiden ötürü üniversiteler hareketlidir. Öğrenci gençlik bu dönemde Mahirlerin, Denizlerin ve İbrahimlerin direnişlerinin etkisi altındadır ve devrimci mücadeleye atılma özlemi yüksektir. Örgütsel çalışmalar hız kazanır. İlk olarak ADYÖD ( Ankara Devrimci Yüksek Öğrenim Derneği) kurulur. Öcalan ve Haki Karer dernek yönetimine seçilirler. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan dernek zeminini Türkiye ve Kürdistan ortak devrimlerinin olanağı olarak değerlendirmek isteyecektir. Ancak Türkiye devrimci mücadelesinde yaşanan birleşme değil, bölünme ve parçalanma eğilimidir. Derneğin polis tarafından kapatılmasından sonra ortak mücadele, adeta tümden ortadan kalkacaktır. Ondan sonra Kürdistan devrimini örgütleme, Öcalan tarafından temel bir yaklaşım olarak ele alınacaktır.

Kürt Halk Önderi Öcalan liderliğindeki grup kendisini ‘Kürdistan Devrimcileri’ olarak isimlendirecektir. Temel çalışma esası ise araştırma ve incelemeye dayanmaktadır. Kürdistan devriminin temel esaslarının belirlenmesi amaç edinilmektedir. Bu bağlam içerisinde grubun hemen tüm üyeleri öğrenci olduklarından öğrenci evlerinde kalmaktadırlar. O evlerde eğitimler yapılmakta, genelde sosyalizm ve ulusal kurtuluş devrimlerini inceleme, tarihini öğrenme ve o bağlam içerisinde Kürdistan’ın tarihi ve toplumsal özellikleri ve devrimin niteliği geliştirilmektedir. Dönemin temel çalışması kavramsal diriliştir. Kürdistan toplumu Türkiye egemen sınıfı tarafından ulusal yayılma alanı olarak ele alındığında, Kürdistan’a sömürge demek bile mümkün değildir. Kürdistan adı yasak, dili yasak, kültürü ve toplumsal özellikleri yasaklanmış, Kürt sözcüğünün Türk oğuz boylarının karda yürürken çıkardığı “Kart-kurt” seslerinden çıktığı tezleri, en anlı şanlı Türk profesörleri tarafından teorileştirilmeye çalışılmakta ve toplum buna inandırılmak istenmektedir. Öte yandan başta devlet şiddeti olmak üzere ekonomik, sosyal, kültürel alt yapı ve hemen Kürdistan’daki her şey asimilasyona göre düzenlenmiş ve stratejik olarak ele alınıp uygulanmaktadır. Kürt toplumu tam bir cendere içine alınmış, Türkleşmekten başka bir seçenek bırakılmamıştır. Yine Kürtlük değerleri aşağılanmakta “Kuyruklu Kürt”, “Mağara Kürdü” gibi en aşağılık kavramlarla kişilik parçalanmasına uğratma ve Kürtlüğünden utanır hale getirilmektedir. Buna karşı beyaz Türk ulus değerleri başta eğitim olmak üzere, bütün olanaklar kullanılarak yüceltilip Kürde dayatılmakta idi. Aşağılanan Kürt, Kürt olmamak için beyaz Türklüğe koşar adım gitmektedir.

Bu koşullarda Kürdistan’da devrim yapmak için objektif şartların doğuşu ve onun bir sonucu olarak gerçekleşme şansı bulunmamaktadır. Öncelikli olarak aşağılanan Kürt toplumsal değerlerinin baş aşağı gidişini durdurmak, bir öze dönüş hareketi başlatmak olmasa olmaz ilk şart olmaktadır. Bu doğrultuda manevi dünyayı doğru tanımlamak, öncelikle maneviyatta dirilişi gerçekleştirmek ve kavramlaştırmak bir zorunluluktur. Kürt halk önderi Öcalan, başından itibaren sorunu maddi bir olgu olarak değil; manevi olarak ela almak ve böylece onu kavramsallaştırmak gerektiğinin derin bilincindedir. Yani Kürdistan Devrimi, maneviyatın dirilişini ve onun kavramsallaşmasını gerektirmiştir. O açıdan 1973-27 Kasım 1978 PKK’nin kuruluşuna kadar geçen süre, Kürdistan’da kavramsallaşmış düşüncenin inşası olarak gerçekleşmiştir. Bu döneme ‘kavramsal diriliş’ demek doğru bir tanım olacaktır. Bu bağlam içinden bakıldığında özünde Özgürlük Hareketi, devrimsel anlamda yıkıcılık yanı çok sınırlı; buna karşı yapıcılık ve inşa yönü ağırlıkta olan bir hareket olarak doğmuş, gelişmiş ve büyümüştür. Özgürlük hareketinde negatif eylem zayıf, pozitif eylem esas yöndür. Bu ta başından itibaren böyledir. Kürt toplumsal hakikatine engel oluşturan, onu dumura uğratan ve zayıflatan oluşumlara karşı yıkıcılığa başvurulmuş; o engeller aşıldıkça giderek pozitif eylem sürecine geçilmiştir. Çoğunluklada her ikisi iç içe gelişmiş; yani yıkma ve yerine hemen inşayı gerçekleştirme temel esas olmuştur.

Tarihin Şen Çocukları

Kürdistan özgürlük hareketinin temel özelliklerinden biri de kendi öz gücüne güvenmesidir. Bilinçlenmiş, örgütlendirilmiş ve eyleme geçilmiş insan en temel hakikattir. Ona ‘kadro’ denir. Kadro, sorun çözen, başarıyı ve zaferi güvence altına alan, yoğunlaşmış bir bilinci ifade eder.

Kürdistan devriminin objektif koşulları yoktur. Dayanılan ve örnek alınabilecek, dersler çıkarabilecek bir mirasa sahip değildir. Dolayısıyla hemen her tür gelişme iğne ile kuyu kazar gibi kazılarak ortaya çıkarılacak ve gerçekleştirilecektir. Dayanılan dış bir destek de yoktur.

Her şey zihinsel bir devrimle başlatılacaktır. Sömürgeciliğin tutsak aldığı beyinler, kirletilen zihinler adeta temizlenecek ve onların yerine doğru bir bilinç ve onun eylemini gerçekleştirecek olan insana dayandırılacaktır. Zihniyet devimi oradan topluma taşırılacaktır. O yüzden ta baştan itibaren kolaya kaçılmamış, zor olan esas alınmış ve zor başarıldıkça sağlam bir örgüt ve eylem hattı geliştirilmiştir.

Günün koşulları bir dergi etrafında hızla gruplaşmaya müsaittir. Yığınla örgüt, çıkardığı bir dergi ile birkaç sayı sonrası binlerce genç dergi etrafında kümelenip saf tutmaktadır. Ancak bu tarz örgütlenmenin baştan itibaren gevşek olacağı, oradan devrim yapabilecek disiplinli ve güçlü bir ideolojiye sahip bir devrim örgütü kurulamayacağını Kürt Halk Önderi Öcalan görmekte ve kolay yolu tercih etmemektedir. Onun yerine küçük gruplarla sıkı bir eğitim, araştırma-inceleme yolu ile hem Kürdistan devrimi kavramlaştırılmış; hem de bir örgütsel ağın nasıl inşa edileceğinin yolları aranmıştır. Bulunan o yolla, daha sonra PKK tarzında politik arenaya giriş yapılacaktır.

Yürütülen ideolojik-teorik çalışmalar Ankara’da yapılmaktadır. Ankara Türkiye’nin başkentidir. Devletin kendisini en güçlü örgütlediği bir mekandır. Özgürlük hareketinin ilk kavramsal dirilişinin burada gerçekleştirmesi anlamlıdır. Kürdistan’ın fiziki ve kültürel soykırıma uğratılma kararı, bu şehirde alınmıştır. Kürt’ ün düşünceyi inşa etmeyi bu kentte gerçekleştirmesi, başlı başına Türk ulus- devletine verilmiş en çarpıcı yanıt olmaktadır. Ankara’da kaybedildi, özgürlük düşüncesi Ankara’da kazanıldı. Bu başlı başına tarihi bir adımdır. Çok yönlü irdelemeye ve değerlendirmeyi hak eden bir konudur. Kürt Halk Önderi A. Öcalan “ Kaybettiğin yerde arayıp bulacaksın” demektedir. “Kaybedilen”, aranmış ve bulunmuştur.

“1970-80 Türkiye’sinde iki kelimeye dayalı siyasal bir kavramla birlikte yürüyebilmek ve yaşamak çok önemlidir. Yıllar değil günler kurşun gibi ağır geçiyordu. Gerçekleşmesi beklenen hedefin kendisi bile hayalden daha muğlaktı. Fakat grup olmanın bile büyük bir gerçekleştirim olduğuna emindim” (A.Öcalan)

Hilvan-Siverek Direnişi

Kürdistan’da toplum ve birey parça parça edilmiş, toplumsallığı dağılmış ve tarihle bağı kesilmiştir. Üzerinde imha ve inkâr politikaları uygulanmış bir toplumdan özgür bir yaşam, toplum ve birey yaratmayı amaçlamak, dünyanın en zor ama en onurlu görevini üstlenmek demektir. İşte bu görev üstlenilmişti. Gereğini yapmak için ne gerekiyorsa hemen her şey göze alınmış ve pratik adımlar atılmıştır. Bu bağlam içinde Ocak 1976’da yapılan grup toplantısında Kürdistan’a dönüş kararı alınmıştır. İlk gruplar Kürdistan’ın değişik şehirlerine birer ikişer şekilde dağılmışlardır.

Kürdistan’da sürdürülen bir yıllık çalışmaları değerlendirmek için Ocak 1977’de Ankara’da ikinci bir toplantı yapılmıştır. Çalışmalar değerlendirilmiş ve verimli sonuçların açığa çıktığı görülmüştür. Yapılan planlama ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürdistan’a seyahati karar altına alınmıştır. Bu seyahatte grubun düşünceleri ilk ağızdan yapılacak toplantılarla kamuoyuna duyurulacaktır. İlk toplantı Ankara’da gerçekleştirilecektir. Ardından Serhat, Dersim ve en sonuncusu da 5 Mayıs 1977’de Antep’te gerçekleştirilecektir. En kalabalık katılım Antep’te olmuştur. Öcalan’ın bu çalışması bir toparlanmaya yol açmış, mücadelenin gelişeceği daha iyi görülmüştür. Ancak sömürgecilik, bu gelişmelerden ciddi rahatsız duyacak ve gruba ilk uyarısını 18 Mayıs 1977’de bir komplo ile Haki Karer’ i katlederek yapacaktır. Cinayeti gerçekleştiren bir istihbarat elamanıdır. Yani devlet bu cinayetle gruba şu mesajı vermiştir: “ileri giderseniz hepinizi böyle katlederim” … Haki Karer grup içerisinde en etkin önder düzeyde mücadele yürüten biridir. Aynı zamanda Kürt Halk Önderinin yardımcısıdır. Bu gelişme üzerine mesaj Öcalan tarafından doğru okunmuştur. Devletin kendilerine yöneleceğini ve grup ilişkileri ile devlet saldırılarını etkisizleştirmenin mümkün olmayacağı değerlendirmesini yapacaktır. Hem bu durum, hem de Haki Karer’ in anısına bağlılığın gereği olarak partileşme kararına ulaşılmıştır. Fakat sömürgeci saldırılar hızlanarak devam edecek, bir taraftan sosyal şoven guruplar ve ilkel milliyetçi oluşumlar, diğer taraftan ajanlaştırılmış aşiretçi-feodal yapılar gruba saldırılar yapmaktadır. Daha partileşip politik bir güce ulaşılmamasına rağmen, grup kendini bir çatışmanın ortasında bulacaktır. Hilvan’da Haki Karer’ in şahadet yıldönümü nedeniyle afiş yapan gruba aşiretçi- feodal güruhun saldırısı sonucu Halil Çavgun katledilecektir. Bu gelişme üzerine Hilvan direnişi başlayacak ve aşiretçi-feodal güruh teslim olmak zorunda kalacaktır. Hilvan direnişi, geniş Kürt çevrelerinde yankı bulacak ve gruba katılımlar artacaktır. Böylece kitlesel olarak her geçen gün büyüme devam edecektir. 26-27 Kasım 1978’de Amed’ in Lice Kazasına bağlı Fîs köyünde yapılan ilk kongre ile partinin kuruluşu gerçekleşir. Bu partinin aynı zamanda kuruluş kongresidir. Manifestosu ‘Kürdistan Devriminin Yolu’dur. Bu manifesto Kürdistan’da kavramsal dirilişin gerçekleşmesi oluyor. Ardından partinin kuruluşunu ilan etmek için ajanlaşmış yapıların en güçlü temsilcisi Bucak aşiretinin lideri Celal Bucak’a yönelik eylem gerçekleştirilir. Eylemde Salih Kandal katledilir. Celal Bucak yaralanır ve böylece Siverek direnişi başlar. Aylarca süren bir direniştir. Mücadeleye halk katılmaktadır. Siverek direnişinin etkileri Kürdistan genelinde yüz binlerce Kürd’ün uyanmasına vesile olur. Mücadele genele yayılarak, yüz binlere ulaşan bir büyüme gerçekleşecektir. Özgürlük hareketi Kürdistan’ın önemli kentlerinde demokratik otoritesinin ortaya çıkmasına götürecektir. Ancak kitlesel büyümeye karşı kadrosal bir büyüme, özellikle de niteliksel bir büyüme gerçekleşmeyecektir. Diğer önemli bir husus da parti kuruluşuna karşı devletin verdiği cevap, Özel Harp Dairesi eliyle gerçekleştirilen Aralık 1978’deki Maraş katliamıdır. Buna paralel olarak Kürdistan’ın önemli kentlerinde sıkıyönetim ilan edildi. Bu bir savaş halidir. Ona rağmen hareketteki büyüme devam edecektir. Devlet başta Kürdistan’daki özgürlük hareketinin kendisi açısından yarattığı tehlike ve yine Türkiye devrimindeki bölünme ve parçalanmalara karşı Maraş’la başlayan bir yanıt geliştirme arayışındadır. Artık faşist bir darbenin ayak sesleri duyulmaya başlanacaktır. Bütün bu gelişmeler Kürt halk Önderini tedbirler geliştirmeye yönlendirecek, Temmuz 1979’da Kobanê üzeri Lübnan’a Filistin sahasına hicreti gerçekleştirecektir.

“Özgürlük hareketi, tarihinin en kadim halkı olan Kürt halkının toplum olmaktan çıkarılmasına karşı durma, Kürt varlığına sadece savunma değil yeniden yaratma hareketi olarak kurulmuştur. Bu anlamıyla özgürlük hareketinin tarihi özü itibariyle Kürt halkının uluslaşma tarihidir” (A.Öcalan)

Demokratik Kürt uluslaşmasının mayalandığı, ete-kemiğe büründüğü dönem, 1973-80 yılları arasında gerçekleşmiştir. İlk düşünsel oluşum ve kavramlaştırma bu dönemde başarılmış ve kazanılmıştır. Günümüzde ortaya çıkan gelişmeler ve yaratılan değerlerin temelleri o yıllarda atılmıştır. Bu günü anlamak, o yılları anlamakla mümkün olacaktır. Kürdistan sorunu dört parçada da çözüm eşiğine gelip dayanmıştır. O çözülmezse Ortadoğu’nun hiçbir sorununun çözümü bulunamayacaktır. Kürt halk önderi A. Öcalan’ın esaret koşulları altında rafine ettiği düşüncesi; ekolojik, kadın özgürlükçü, demokratik toplum gerçekleşmesini sağlayacak olan tek paradigmadır. Demokratik Ulus perspektifiyle ve Demokratik Modernite ekseninde inançların özgürce ve birlikte yaşayabilmesinin tek seçeneğini ortaya koymaktadır. Bugün Türkiye’de sürdürülen müzakerelerde bu gelişmeye işaret etmektedir.

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.