Düşünce ve Kuram Dergisi

Kavramsal ve Kuramsal Olarak Birlik; Kürt Ulusal Birliğinin Kapsamı

Emrullah Dursun - Mikail Özdemir

Toplumların tarihi ve sosyoloji bilimine göre “birlik” siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve psikolojik boyutları olan geniş bir ilişkiler ağını ifade eder. Fakat geçmişten günümüze insanların ve toplumların hemfikir olduğu, genel ve kabul görmüş bir “birlik” tanımı yoktur.

Kürdistan’da ulusal birlik sorunu ise, uluslaşma sorunu ile birlikte ele alınmak ve değerlendirilmek durumundadır. Ortak bir dil, kültür, tarih ve coğrafyayı paylaşmak uluslaşmanın maddi zeminin oluşturur. Fakat bu zemin ilkeler, değerler ve kurumlar temelinde ortak bir bilinç ve zihniyete kavuştuğu oranda uluslaşma ve ulusal birlik gerçekleşebilir.

Uluslaşma, ortak bir zihniyet ve kimlik oluşturma sürecidir. Bu anlamda ulusal birlik sorunu, sadece bazı pratik problemlerden kaynaklanan basit bir siyasi birlik meselesi değildir. Ulusal birlik sorunu, ‘ulusun’ siyasi, sosyal ve kültürel kesimlerinden fertlerine kadar, tüm toplumsal kesim ve bireylerinin temel bazı ilke ve değerler etrafında, ortak bir zihniyet ve bilinç oluşturma sorunudur. Sonuç vermeyen isyanlar, direnişler, her parçada süren inkar, imha ve soykırım politikalarının şiddetli bir biçimde sürdürülüyor olması, Kürt halkı bakımından soykırımı engelleme ve varlığın sürdürme mücadelesi, uluslaşma-ulusal birlik sorununun önüne geçmiştir. Bu bakımdan Kürtler bakımından uluslaşma ve ulusal birlik sorununu, klasik tanımlamalar ve kıyaslamalar ile anlatmak eksik ve yetersiz kalacaktır.

Ulusal Birlik tartışmalarının, sadece siyasi partilerle ve siyasi birlik gündemiyle sınırlı tutulmaması, sorunun siyasi partileri aşan bir karakterde olması ve tüm Kürt toplumunu ilgilendirmesiyle bağlantılıdır. Zira söz konusu olan sadece siyasi birlik değildir; Ulusal Birliktir. Ulusal Birlik sağlanmadan, siyasi güçler arasında sağlıklı ve uzun vadeli bir siyasi birlik gerçekleştirmek mümkün değildir. Onun için bu sürece bireylerden, geleneksel ve modern bütün sosyal, kültürel ve siyasi çevre ve kurumlara kadar herkesin katılması önemlidir. Böyle bir katılım, hem tüm kesimleri kapsadığı, hem de birey ve sosyal kesimlerin kendi düşünce, değer, hak ve taleplerini yansıttığı için demokratik olacaktır. Bu da, Kürt uluslaşmasının ve ulusal birliğinin demokratik temelde gelişmesi anlamına gelecektir.

Kürt halkının ulusal birlik konusunda parçalar, siyasi partiler ve toplumsal güçler düzeyinde yaşadığı sorunlar, sadece egemen güçlerin yarattığı engeller değildir. Uluslaşma ve ulusal birlik, tüm uluslarda olduğu gibi Kürtlerde de işleyen canlı bir süreçtir. Avrupa’dan başlayarak, dünyanın birçok yerine yayılan uluslaşma süreçleri, milliyetçi, kapitalist ve ulus-devletçi temelde gerçekleşti. Bu temelde gerçekleşen ‘uluslaşmalar’, kaçınılmaz bir biçimde hem şoven ve faşist, hem de yayılmacı karakterde gelişti. Birinci ve ikinci dünya savaşlarıyla birçok bölgesel ve yerel savaşın kökeninde milliyetçi, kapitalist ve ulus-devletçi ‘uluslaşma’ anlayışı yatmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında, Kürtlerin o zaman kurulan dünya ve Ortadoğu sisteminde yer almasının önünde üç büyük engel vardı. Birincisi, Kürtlerin son derece örgütsüz, önderliksiz, güçsüz ve parçalı olmalarıydı. İkincisi; Kürtlere göre çok fazla örgütlü ve güçlü olan Türk, Arap ve Fars egemenlerinin, Kürtlerin statüsüz kalmaları konusunda hem fikir olmaları ve bunun gerektirdiği siyasi-askeri araçlara sahip bulunmalarıydı. Üçüncüsü ise dönemin hegemonik güçlerinin, hem Kürtlerin statüsüz kalmalarını, hem de bu statüsüzlüğü yeri geldiğinde lehlerine kullanma imkanlarını kendi çıkarlarına uygun görmeleriydi.

Günümüzde bu engellerin hiç biri tümden ortadan kalkmamış olsa da, her üç engel önemli oranda değişime uğramıştır. Öncelikle Kürtler, parçalı da olsa önemli bir örgütlülüğe, önderliğe ve siyasi-askeri güce kavuşmuşlardır. İkinci olarak, Kürtler ve Kürdistan üzerinde egemen olan sömürgeci güçler, Kürtlerin statüsüz kalması üzerinde hemfikir olsalar da, hem kendi aralarında birbirleri ile çelişkiler ve sorunlar yaşamakta, dünya ve bölge konjonktürü, sömürgeci devletlere diledikleri gibi davranma imkanı vermemektedir.

Mevcut durumda Kürtlerin, demokrasi ve özgürlük temelinde birliklerini oluşturarak statü kazanmalarının önündeki en büyük engel ne sömürgeci güçler, ne de küresel hegemonik güçlerdir. Kürtlerin statü kazanmalarının önündeki en büyük engel, bizzat Kürtlerin siyasi ve toplumsal parçalanmışlığıdır. Sömürgeci, küresel hegemonik güçlerin Kürt sorunu karşısındaki tavır ve tutumları, tamamen Kürtlerin kendi içlerindeki duruma bağlıdır. Kürtler, ulusal birlikten yoksun ve parçalı bir konumda kaldıkları sürece, hem sömürgeci güçler, hem de küresel hegemonik güçler, Kürtlere, küresel siyasetlerinin sıradan araçları olarak bakmaya devam edeceklerdir. Kendi ulusal birliklerini oluşturabildikleri oranda, hem sömürgeci devletler, hem de küresel hegemonik güçler Kürtleri yeni dünya ve Ortadoğu düzeninin yeni aktörleri olarak kabul etmek zorunda kalacaklardır.

Kürtlerin siyasi ve toplumsal güçleri arasındaki çok sayıda siyasi, sosyal, kültürel ve inançsal farklılık, ulusal birliğin gerçekleşmesi önünde engel değil, çok önemli bir avantajdır. Demokratik ve eşitlikçi “birlik” düşüncesi homojenleştirici olamayacağı için çoğunlukçuluk değil çoğulculuk esas olacaktır. Birlik, farklılıklar ve özgünlükler kendilerini koruyabildikleri ve geliştirebildikleri oranda güçlenecek ve gelişecektir.

Bu diyalektiğe uygun olarak ulusal birlik ve ulusal kongre siyasi sorunların çözüm platformu, kültürel farklılıkların da kendilerini özgürce ifade edebilecekleri demokratik zemini teşkil edecektir. Aynı biçimde ulusal kongre, Kürt sorununun kalıcı bir biçimde ve bütünlüklü olarak çözümü için, hem sömürgeci güçlerle hem de uluslararası güçlerle ilişkilerde güçlü bir muhataplık düzeyi ortaya çıkaracaktır. Bu bakımdan “kendi iç sorunlarımızı ve sömürgeci devletlerle olan sorunlarımızı çözmeden, ulusal birliğimizi kuramayız”, tarzındaki yaklaşımlar son derece yanlıştır. Zaten ulusal birlik ve ulusal kongre, mevcut sorunları aşmak ve bu sorunları çözmek için gereklidir. Bu sorunlar olmazsa, o zaman ulusal birlik de bir ihtiyaç olarak gündeme gelmezdi.

Kürt uluslaşması, Türk, Fars ve Arap uluslaşmalarına göre daha geç ve baskı altında geliştiği için Kürtler bu konuda bir ikilemi yaşamaktadır. İkilem, kapitalist sistem tarafından uluslaşmanın ideolojisi haline getirilen milliyetçilik ile çağın evrensel değerleri arasındadır. Kürtler, uluslaşma sürecine geç girdikleri için, çağın yükselen değerleri olan demokrasi, kolektif ve bireysel insan hakları, kadın özgürlüğü, din ve inanç özgürlüğü, eşitlik ve özgürlük gibi değerleri ulusal kimliklerinin ayrılmaz bir parçası olarak görmektedirler. Bu, Kürt uluslaşmasının ve ulusal birliğinin demokratik temellerde gelişmesini teşvik etmektedir. Ama yaşadıkları ağır inkar ve baskılarla, geçen yüzyıldan kalma milliyetçi ve ulus-devletçi düşünceler ise, milliyetçi eğilimi beslemektedir.

Ortadoğu’da, Kürtleri kıskaçlarına alan ve sistemli bir fiziki ve kültürel soykırım rejimine tabi tutan Türk, Arap ve Fars ‘uluslaşmasının’ kökeninde de milliyetçilik, kapitalizm ve ulus-devlet temelli uluslaşma anlayışı yatmaktadır. Bu bakımdan uluslaşmanın, dolayısıyla da ulusal birliğin milliyetçi, kapitalist ve ulus-devletçi ilkeler, değerler ve kurumlar temelinde mi, yoksa demokratik ilke, değer ve kurumlar temelinde mi gelişeceği sorusu, “birlik„ sorununun temelini oluşturur.

Milliyetçilik temelinde inşa edilen ulusal birlik, kaçınılmaz olarak hem içeride, hem de dışarıda sürekli bir gerilim ve çatışma demektir. Egemenler bu gerçeği bildikleri ve içerideki çatışmaları ötelemek için sürekli bir biçimde “vatan-bayrak-millet” üçlemesi ile toplumu “dış düşmanlara” ve dışarı ile savaş ve gerilimlere sevk eder.

Kürtlerin sosyolojik realitesi, çok renkli bir toplum olmaları ve yakaladıkları siyasal bilinç düzeyi, uluslaşmayı da, ulusal birliği de demokratik temelde geliştirmeye zorlamaktadır. Ayrıca Kürdistan’da yaşayan Asuri-Süryani, Arap, Türkmen halkların varlığı da bir realitedir. Bu nedenle milliyetçi, ulus-devletçi anlayış, hem birliği zorlaştırmakta, hem de Kürdistan’ın çok renkliliğini tehdit etmektedir. Zira milliyetçilik, sadece dışarıya karşı değil, içeride de her bakımdan egemen zihniyeti, iktidarlaşmayı ve tekleşmeyi dayatmaktadır. Milliyetçi, ulus-devletçi birlik kaçınılmaz olarak homojendir. İktidarı ve egemenliği kurumlaştırır.

Ulus-devletçi sistemde çoğunluğun hakimiyeti esastır. Dolayısıyla az olan, küçük ve güçsüz olan ya ulus-devlet potasında eriyecek ya da milliyetçilik çarkında “birlik” adına öğütülerek yok edilecektir.

Kürdistan’da ulusal birlik konusunda parçacılık, aşiretçilik, bölgecilik, dincilik, mezhepçilik ve particilik halâ ulustan daha önceliklidir ve bu tutum halâ toplumsal taban bulabilmektedir. Bu durum, ilkeler ve değerler konusunda ulusal düzeyde bir konsensüsün yaratılmasını zorunlu hale getirmektedir. Bu noktada önemle üzerinde durulması gereken husus ulusal birlik adına aşiret, bölge, din, mezhep veya sınıfın bir potada eritilerek homojenleştirilmesi değil; aksine bu özgünlükler ve farklılıklar korunurken, ulusal ilke ve değerlere nasıl uyumlu hale gelebilecekleri sorunudur.

İlke ve değerler, Kürt toplumunun kültürel, sosyal ve dini-mezhebi farklılıklarını birleştiren ortak ulusal bilinç ve zihniyeti ile oluşacaktır. Bu noktada “ulusal birlik” yukarıdan, partiler arasında sağlanan bir konsensus ve bir çatı örgütlenmesi olarak değil, aşağıdan toplumun zihniyet değişimi ile yaşadığı bir dönüşüm ve gerçek bir toplumsal sözleşme ile aşağıdan (tabandan) inşa edilmek durumundadır. Üzerinde konsensüs sağlanacak toplumsal sözleşme, ulusal kongre delegelerinin oy vererek oluşturacakları bir metin olamaz. Kürdistan’ın dört parçasında da toplumun benimsediği, üzerinde mutabık olduğu ilke ve değerler, “ulusal birlik” sözleşmesinin esası olacaktır. Peki dört parçada yaşayan Kürt toplumu, farklı dini inançlar, kültürler, kadınlar, sınıflar hangi esaslar ve ilkeler üzerinde “birlik” oluşturacaktır?

 

Demokratik Kürt Ulusu İlkesi

Kürt Ulusu; Kurmanc, Soran, Bahdini, Lor, Kelhor, Lek, Hawraman, Zaza, Feyli, Şebek,Kakai, Yarsan, Êzdi, Zerdeşti Kürtler, Alevi Kürtler, Şii ve Sünni Müslüman Kürtler, Bahai, Xorasan Kürtleri ve başta Avrupa, Rusya-Kafkasya, Ortadoğu’nun değişik bölgeleri ve Dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Kürtlerden oluşur. Uluslaşma, tarihsel olarak oluşmuş, günümüzde devam eden canlı bir süreçtir. Ortak bir dil, kültür, tarihsel geçmiş ve vatana sahip olmak uluslaşmanın önemli unsurları olmakla birlikte, ulus olmanın asıl belirleyici ve taçlandırıcı unsuru, ortak bir zihniyet ve bilinci paylaşıyor olmaktır. Ulusların, kapitalizmin şafağında ortaya çıktığı iddia edilse de, uluslaşma kapitalist sistemin bir icadı değildir. Aksine kapitalist sistem ve onun milliyetçi ve ulus-devletçi zihniyeti, tarihte tam da ulusların ve kültürlerin mezbahanesi rolünü oynamıştır. Milliyetçi, ulus-devletçi uluslaşma anlayışı sadece birçok ulusu, sömürgecilik ve asimilasyonla ortadan kaldırmakla sınırlı kalmamış, bizzat inşa ettiği ‘ulusun’ bünyesindeki birçok farklı lehçe, kültür ve inanç kimliğini de ortadan kaldırmıştır.

Türk, Fars ve Arap ulus-devletlerinin kıskacına alınan, baskı ve asimilasyon politikalarıyla yok edilmeye çalışılan Kürtler, uluslaşma süreçlerinin içerdiği zenginlik sayesinde direnebilmiş ve ayakta kalmışlardır. Kürt ulusu, sahip olduğu çok farklı sosyal, kültürel ve dini-mezhebi alt kimlikler sayesinde kendisini korumuş, maruz kaldığı tüm saldırılardan sonra adeta yeniden kendisini buradan üretmiştir.

 

Özgür, Birleşik ve Demokratik Vatan İlkesi

1639 yılında Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla Safevi ve Osmanlı İmparatorlukları, 1916 ve 1923’te de Sykes-Picot ve Lozan Antlaşmalarıyla Türkiye, İran, Suriye ve Irak ulus-devletleri arasında dörde bölünen Kürdistan, Kürtlerin tarihi anayurdudur. Kürdistan, aynı zamanda bu coğrafyada yaşayan ve Kürt halkıyla ortak kaderi paylaşan halkların ortak vatanıdır.

 

Ulusal Bütünlük İlkesi

Kürt Ulusu ve Kürdistan, Sykes-picot ve Lozan antlaşmaları neticesinde Ortadoğu’nun dört egemen devleti arasında dört parçaya bölünmüştür. Bu bölünme, Kürt uluslaşmasına vurulmuş en büyük darbedir. 20.Yüzyıl boyunca, Kürdistan’ın her dört parçasında peşpeşe gerçekleşen isyanlar, bir yanıyla egemen devletlerin gerçekleştirdikleri fiziki ve kültürel soykırımlara karşı başkaldırıyı ifade ederken, bir yanıyla da kesintiye uğratılan uluslaşma sürecinin tamamlanması yönünde gösterilen reflekslerdir. Bu isyanlar Kürt ulusal bilincini sürekli olarak canlı tutmuş ve uluslaşma sürecinin, önüne dikilen sınırları aşarak devam etmesini sağlamıştır. Hiç kuşkusuz uluslararası sistemin onayı ve himayesiyle gerçekleşen bu parçalanma, geçen yüz yıllık süre içerisinde Kürdistan’ın her parçasındaki toplumun, kendisine özgü bazı özellikler kazanmasına yol açmıştır. Kürt iradesine rağmen gerçekleştirilen bu durum siyasi ve sosyolojik bir gerçektir. Ama Kürt halkının, hiç bir zaman ülkesinin ve ulusunun parçalanmasını kabul etmediği de bu yolda verdiği yüz binlerce şehidiyle ortaya koyduğu daha büyük bir gerçekliktir.

Sykes-picot ve Lozan antlaşmalarına karşı olduklarını ve bu antlaşmaları reddettiklerini ifade eden Kürt siyasal hareketlerinin bir bölümü, siyasi anlayış ve uygulamalarıyla bu parçalanmayı derinleştirmişlerdir. Çoğu zaman Kürt sorununa ulusal düzeyde değil, parça temelinde yaklaşılmıştır. Bazen bir parçanın çıkarları gerekçe gösterilerek, diğer parçalardaki mücadeleler buna feda edilmek istenmiştir. Oysa, Kürt ulusu ve sorunu bir bütündür. Sorunu bütünlüklü olarak değil de, parçalı olarak ele almak ulusun birliğine değil, çözümsüz kalmasına hizmet eder. Burada söz konusu olan, bir parçanın mücadelesinin, özgünlüğünün, hatta uluslararası siyasi sistemden kaynaklanan statüsünün inkarı değildir. Söz konusu olan, Kürt uluslaşmasının inkarı anlamına gelen bu sistemin asla meşru görülemeyeceği ve meşru hale getirilemeyeceğidir.

 

Ulusal Siyaset İlkesi

Ulusal Kurtuluş mücadelesini verdiğini iddia edip, belli ulusal ilkeler ve hedefler temelinde ve yine ulusal düzeyde siyaset yapmamak, Kürt siyasal hareketlerinin büyük çoğunluğunun ortak özelliğidir. Ulus olmak, ulusun fertlerinden toplumsal kesimlerine kadar, herkesin etrafında birleşeceği ilkeler, değerler ve kurumlar yaratacak bir siyaset gerektirdiği gibi, ulusal kurtuluş mücadelesini vermek ve ulusu geleceğe taşırmak da, ulusun tümüne hitap eden ve herkesin içerisinde kendi geçmişini, değerlerini ve geleceğini gördüğü bir siyaseti gerektirmektedir. Bir parçanın, sınıfın veya toplumsal grubun çıkarlarını veya hedefleri esas alınarak uluslaşma gerçekleştirilemez. Parçanın, sınıfın veya toplumsal grubun çıkar ve hedefleri, ancak ulusun çıkar ve hedefleriyle uyumlu olduğunda ortak bir amaçtan ve ulusal birlikten söz edilebilir. Onun için ilkesel olarak ulusu meydana getiren tüm coğrafi ve idari birimler, kültürel, siyasi ve sosyal kesimler, üzerinde konsensüs sağlanmış bir ulusal siyaset belgesine ihtiyaç vardır.

Stratejik değerde bir belge olan Ulusal Siyaset Belgesi, Ulusal Kongre gibi tüm ulusu temsil eden bir kurum tarafından hazırlanarak onaylanmalı, ihtiyaç duyulduğunda yine bu kurum tarafından tartışılarak yenilenmelidir.

 

Demokratik Siyaset İlkesi

Kürt sorunu, özü itibariyle demokrasi ve özgürlük sorunudur. Sömürgeci güçler, sürekli savaş ve şiddetle Kürt sorununu militarize etmiş, çatışma, savaş ve şiddeti, Kürtlerin iç ilişkilerinin de bir parçası haline getirmişlerdir. Kürtlerin kendi bünyelerinde demokratik siyaset kurumunu geliştirememiş olmaları, bir yandan geniş toplumsal kesimlerin siyasete katılarak bir güç açığa çıkarmalarını engellemiş, bir yandan da, Kürt gücünün gereksiz iç çekişme ve çatışmalarda tüketilerek büyük güç kayıplarının yaşanmasına yol açmıştır.

Demokratik siyaset anlayışında yaşanan sorun ve yetersizlikler, Kürtlerin siyasi ve toplumsal güçlerinin parçalı olarak kalmasının, dolayısıyla da ulusal birliğin gerçekleşmemesinin de ana nedenlerinden biri olmuştur. Bu nedenlerle Kürtlerin demokratik siyaset kurumunu geliştirip işletmeleri, hem Kürt sorununun siyasi-demokratik yollarla çözümüne, hem büyük bir Kürt gücünün açığa çıkmasına, hem de Kürt uluslaşması ve ulusal birliğinin demokratik temelde gelişmesine büyük katkılar sunacaktır. Onun için ilkesel olarak Kürtler arası ilişkiler; siyasetin demokratik ilke, kural ve kurumlar temelinde yapılması ve sorunların siyasi yöntemlerle çözülmesi anlamına gelen, demokratik siyaset temelinde gelişmelidir. Toplumun tüm siyasal, sosyal, kültürel ve inançsal kesimleri kendilerini özgürce demokratik siyaset alanına taşırabilmeli, tabandan örgütlenerek kendilerini yönetebilmelidir. Fakat yerellik ile birlikte ulusallık da demokratik siyaset İlkesinin vazgeçilemezi olarak benimsenmelidir. Bu temelde Kürtlerin tüm siyasi ve toplumsal güçlerinin, kendilerini Kürdistan’ın her parçasında ve Kürtlerin yaşadığı her yerde, demokratik temellerde ifade etme ve örgütlemeleri meşru ve demokratik bir hak olarak görülmelidir.

 

Diplomasinin Ulusal Düzeyde Örgütlendirilmesi İlkesi

Halkımızın, dört parça Kürdistan’da yürüttüğü mücadelelerle elde ettiği siyasi ve askeri kazanımlar, tüm Kürt güçlerine bölgesel ve uluslararası alanda diplomasi yapma imkanlarını ortaya çıkarmıştır. Ancak Kürt güçlerinin, ortak bir siyasi vizyon ve hedeften yoksun olarak kendi başlarına yaptıkları diplomatik faaliyetler, istenilen sonucu vermemektedir. Sömürgeci ve Emperyalist güçler, çoğu zaman Kürtlerin bu parçalanmışlığından yararlanarak, Kürt güçlerini ya birbirlerine ya da başka güçlere karşı kullanmaktadırlar. Kürt siyaset ve diplomasisinin bu parçalanmışlığı, uluslararası güçlerin Kürtlerle stratejik ilişkiler kurmasını engellemekte, sömürgeci güçleri de, Kürt inkarı ve imhasında ısrar etmesi yönünde cesaretlendirmektedir. Bunun için Kürtler, kendi diplomatik ilişki ve kurumlarını ortaklaştırmalı, Kürt diplomasisi, Ulusal Siyaset Belgesi temelinde yürütülmelidir.

 

Kürt Sorununun Demokratik Yollarla Çözümü ve Meşru Savunma İlkesi

Kürt sorununun çözüm yöntemi ve sömürgeci devletlerle ilişkiler, Kürt ulusal birliğinin önündeki önemli engel ve sorunlardan biridir. Herhangi bir yerde ve zamanda, herhangi bir sömürgeci güce karşı savaşan bazı Kürt güçleri, bir siyasi hamle ya da taktik olarak yürüttükleri savaşı kutsamakta, bu savaşa katılmayan ya da destek vermeyen güçleri, adeta ulusa ihanet etmiş gibi yermektedirler. Aynı güçler, başka birileri çok zorunlu bir meşru savunma savaşı verdiklerinde, kendini savunmak sanki dünyanın en kötü şeyiymiş gibi, meşru savunma savaşını lanetlemektedirler. Aynı şey, siyasi çözüm yaklaşımları için de geçerlidir. Bu durumda çeşitli güçler birbirlerini ya teslimiyetçi, ya da işbirlikçi olmakla suçlamaktadırlar.

Kısaca, Kürt güçlerinin önemli bir bölümü, Kürt sorununun siyasi ve demokratik yollarla çözümüne de, Kürtlerin, saldırılar karşısında kendilerini meşru savunma temelinde savunmalarına da ilkesel bir yaklaşım göstermemektedirler. Bu durum Kürtler arasında, tam da sömürgecilerin istediği gibi, birbirleriyle çatışmalı ve güvensiz bir iklimi yaratmaktadır. Bu konulara ilkesel bir yaklaşımın ortaya çıkması, hem Kürtler arası güvensizlik ve çatışma risklerini ortadan kaldıracak, hem de sömürgecilerin beslendikleri önemli bir kaynağı kurutacaktır. Onun için Kürtler, ilkesel olarak Kürt sorununun siyasi ve demokratik yollarla çözümünü, mücadelelerinin en temel yöntemi olarak görmeli ve tercih etmelidirler. Ancak muhataplarının, çözümsüzlüğü bir siyaset olarak dayatmaları veya Kürt ulusunun en temel demokratik hak ve taleplerine savaş ve şiddetle karşılık vermeleri halinde tüm Kürtler, silahlı mücadele de dahil, her yol ve yöntemle kendi özgürlüklerini savunmalarını, doğal ve uluslararası hukuktan doğan bir hak olarak görmeli ve desteklemelidiler. Kürtlerin, bütün özsavunma güçleri ortak bir savunma örgütünde birleştirilmeli, bu güçleri sevk ve idare edecek ortak bir komutanlık kurulmalıdır.

 

Ulusların Kaderini Tayin Hakkı İlkesi

İnsan, doğası gereği hem bireysel, hem de kolektif bir varlıktır. Toplumdan ayrı bir insan varlığı düşünülemez. Bu nedenle insanın bu varoluşsal durumu, günümüzde bireysel ve kolektif haklar biçiminde ifade edilerek, uluslararası hukukun temel ilkeleri haline getirilmiştir. Ayrıca Kolektif haklar; bireyin mensubu bulunduğu kültürel grubun, etnik, dini, mezhep grubu, ulus vb. kendi varlığını koruması ve sürdürmesi için zorunlu olan ve meşruiyetini bizzat ‘insan’ varlığından alan en doğal haklardır. Bir toplumun bu hakkını nasıl kullanacağı tamamen kendi takdir ve iradesine bağlıdır. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı, sadece devlet kurma hakkı olarak anlaşılmamalı ve yorumlanmamalıdır. Devletten daha esnek olan demokratik yönetim sistemlerinin, birey ve toplumların özgür gelişimlerine daha fazla imkanlar sunduğu unutulmamalıdır. Onun için, Ortadoğu’nun en kadim halklarından biri olan Kürt ulusunun, hem Doğal Hukuktan, hem de Uluslararası Hukuktan doğan, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkını kullanması, İlkesel bir haktır. Kürt Ulusunun, bu hakkını nasıl kullanacağı tamamen kendi takdir ve iradesine bağlıdır. Kürtler, dört ulus-devlet arasında bölündüğü ve buralarda azınlıkta kaldığı için, herhangi bir parçadaki Kürtlerin bu haklarını kullanmaları, egemen ulusların iradesine bağlanamaz. Egemen veya komşu uluslar, bu konuda ancak Kürtlere öneri ve tavsiyelerde bulunabilirler. Ancak Kürdistan’ın herhangi bir parçasının da, diğer üç parçayı yok sayarak bu hakkı kullanması da, ulusun inkarı olur. Onun için, herhangi bir parçadaki halkımızın bu hakkını kullanırken, diğer parçalardaki halkımızın destek ve onayını alması, hem politik bir gereklilik, hem de ulus olmanın ve ulus olarak varlığını sürdürmenin bir zorunluluğudur.

 

Kadının, Toplumsal Alan Faaliyetlerine Eşit Katılımının Hedeflenmesi İlkesi

Kadınlar, Kürt kültürünün ve uluslaşmasının ana oluşturucularıdırlar. Kürt ulusunun, 20. Yüzyılın başından itibaren Ortadoğu’da inşa edilen dört ulus-devletin fiziki ve kültürel soykırım sistemine tabi tutulması, Kürt dili, kültürü, inançları ve diğer maddi ve manevi değerlerinde büyük tahribatlara yol açmıştır. Kürt kadını, bu amansız baskı ve asimilasyon koşullarında başta dil ve kültür olmak üzere toplumsal değerlerimizi, bir nakkaş gibi kendi benliğine nakşetmiş ve kuşaktan kuşağa aktararak yaşatmıştır. Günümüzde de kadınlar, başta kadın ordulaşması olmak üzere, siyaset, eğitim, sağlık, tarım, sanayi, ekonomi, kültür-sanat gibi alanlarda öncülük eder duruma gelmişlerdir. Kürt Kadınının ulaştığı bu irade ve özgürleşme düzeyi aynı zamanda Kürt uluslaşması, ulusal birliği ve özgürleşmesinin de düzeyidir. Bu düzeyin daha da yükselmesi için, Kürt kadınının toplumsal alanın tüm faaliyetlerine eşit katılımı ilkesel olarak benimsenmelidir. Kadının toplumsal alanın tüm faaliyetlerine eşit katılımına paralel olarak, demokratikleşme, eşitlik, adalet, barış ve özgürleşmenin yüksek düzeylerde gerçekleşeceği görülmelidir.

 

Kürtler Arası Savaşın Men İlkesi

Kürtler arası savaş, Kürtlerin yaşadığı en büyük trajedilerden biridir. Bu, kısmen sömürgeci ve egemen güçlerin kurguladıkları komplo ve kışkırtmalardan kaynaklansa de, esas olarak ulusal bilinç zayıflığı ve demokratik kültürün yetersizliğinden doğmaktadır. Bu durum uluslaşma sürecine ve ulusal birliğe büyük zararlar verdiği gibi büyük kazanımların önünde de engel teşkil etmektedir.
Onun için Kürtler arası savaş, hiç bir gerekçe ve bahane ile kabul edilmemeli ve ilkesel olarak yasaklanmalıdır. Kürtler arası savaş, ulusa yapılmış bir ihanet olarak görülmeli, sorumlularının soruşturularak cezalandırılacağı kurumsal mekanizmalar oluşturulmalıdır. Kürtler arası savaşı tamamen ortadan kaldırmak hedefiyle, demokratik uluslaşma ve demokratik siyaseti geliştirme süreçleri hızlandırılmalıdır.

 

Diaspora Kürtlerinin Hak, Talep ve Mücadelelerinin Desteklenmesi İlkesi

Başta Türkiye, İran, Irak ve Suriye metropolleri, Xorasan, Avrupa, Rusya-Kafkasya ve Lübnan Kürtleri olmak üzere, dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Kürtler, Kürt ulusunun ayrılmaz bir parçasıdırlar. Kürdistan’ın dışında yaşayan Kürtler, her zaman ülkeye duydukları sevgi ve özlemle Anavatanın mücadelesine katılmış ve desteklemişlerdir. Ülke dışında yaşayan Kürtler, her zaman özgürlüklerini, Kürdistan’ın özgürlüğünde görmüşlerdir. Onun için, Kürdistan coğrafyası dışında yaşayan Kürtlerin ulusal-demokratik hak ve özgürlük talepleriyle mücadeleleri, Kürdistan Özgürlük mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmeli; yaşadıkları yerlerde kendi hak ve özgürlüklerini kazanmak için yürüttükleri mücadelelerine destek verilmesi ilkesel bir sorumluluk olarak görülmelidir.

 

Kürdistan’da Yaşayan Kardeş Halklarla Ortak Yaşam İlkesi

Kürdistan coğrafyası, Kürtlerin tarihsel olarak sürekli ve yoğun yaşadıkları bir coğrafya olması itibariyle, Kürdistan adıyla isimlendirilmiştir. Ancak tarihin her döneminde bu coğrafyada, başta Asuri-Süryani, Keldani, Ermeni, Mahemi, Azeri halkları olmak üzereTürk, Arap, Fars, Çerkez, Çeçen halkları gibi bir çok halk yaşamış ve Kürdistan’ın bir ülke ve vatan olarak inşa edilmesine maddi ve manevi katkı sunmuşlardır. Onun için ilkesel bakımdan Kürdistan, tarihsel olarak bu coğrafyada yaşayan tüm halkların ortak vatanı olarak kabul edilmelidir. Kürdistan’da yaşayan halklar da, tıpkı Kürtler gibi tüm bireysel ve kolektif haklara sahip olmalıdır. Ülkenin siyasi, kültürel ve ekonomik yaşamı başta olmak üzere, tüm toplumsal yaşam bu halklarla birlikte inşa edilmelidir.

 

Yönteme İlişkin

Ulusal Birlik sorunu, Kürt halkının çok eskiden beri acısını çektiği bir sorun olduğu kadar, her zaman gerçekleştirmek istediği bir ütopya ve hedefi de olmuştur. Bu konuda her dönemde çok sayıda girişimde bulunup, emek ve çaba sarf edilse de, istenilen sonuçlara ulaşılamamıştır. Bu durum, son yıllarda yapılan girişim ve çalışmalara kadar devam etmiştir. Çalışmaların şimdiye kadar istenilen sonuçları vermemesinin birçok tarihi, siyasi ve konjonktürel nedeni bulunsa da, bunda yöntem sorununun da önemli bir rolü olduğunu tespit etmemiz gerekiyor. Herşeyden önce bugüne kadar, Ulusal Birlik sorununa, hep siyasi parti veya güçlerin birlik sorunu olarak bakılmış ve sorunun çözümü için de belli başlı siyasi güçlerin uzlaşması istenmiştir. Siyasi parti ve güçler arasında ‘birlik’ sağlama çalışmaları bile çoğu zaman kamuoyuna kapalı bir biçimde yapılmış, toplum çoğu zaman gelişmelerin dışında tutulmuştur. Oysa Ulusal Birlik sorunu, sadece siyasi partilerin birlik sorunu ya da siyasi birlik sorunu değildir.

Ulusal birlik sorunu, bir ulusu meydana getiren tüm farklı sosyal, kültürel, dini-mezhebi grupların, siyasi güçlerin ve bireylerinin ortak ilkeler, değerler ve kurumlar etrafında bir araya gelerek, ortak bir zihniyet ve bilinç oluşturma sorunudur. Başka bir ifadeyle, tüm ulus ortak bir zihniyet ve bilinç temelinde bir araya gelmeden ulusal birlik gerçekleşemez. Ulusal birliği oluşturmak, yani ortak bir zihniyet ve bilinci geliştirmek, ulusun farklı siyasi, sosyal, kültürel ve dini-mezhebi kesimlerinin üzerinde hareket edecekleri zemini belirler. Ortak bir zemin üzerinde olmak da siyasi birliği kolaylaştırır. Mevcut durumda bu ortak zemin bulunmadığı için, Kürt siyasetinin önemli bir bölümü adeta saha dışında top koşturmaktadır. Onun için öncelikle yapılması gereken şey, ulusun tüm sosyal, kültürel, dini, mezhebi ve siyasi kesimleriyle fertlerinin bu sürece katılmasını sağlamaktır.

Ulusal birlik sorununu, partilerin siyasal birlik sorunu olarak ele almak şimdiye kadar birlik çalışmalarının sonuca ulaşmamasına yol açan dar ve yetersiz bir yaklaşım olmuştur. Zira ulusal birliği, ulusu oluşturan tüm sosyal, kültürel, dini-mezhebi ve siyasi kesimlerle fertlerin ortak bir noktada buluşma sorunu olarak ele almak, hem ulusal birlik sorununu siyasi partilerle sınırlı bir sorun olarak gören anlayıştan kurtaracak, hem de gerçek anlamda bir birliğin ortaya çıkmasını sağlayarak siyasi partileri birlik olmaya mecbur kılacaktır.

Kısaca ulusun tümü ortak ilkeler, değerler ve kurumlar temelinde çerçevesi çizilmiş bir zamine geldiklerinde, bu zemine gelmeyen bir veya birkaç siyasi parti, şimdiye kadar üzerinde hareket ettikleri toplumsal zemini kaybederek saha dışında kalmış olurlar. Bu da ortak zeminde gerçekleşen ulusal birliğin, ulusun tüm bileşenlerine kazandırdıkları yanında büyük bir kayıp sayılamaz.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.