Düşünce ve Kuram Dergisi

Kemalizmin Kadın Politikasının Özü ve Demokratik Ulus İnşasında Kadının Rolü

Jiyan Delal Söyler

Ulus-devletlerin kuruluşu ile birlikte toplumlar; özgür, eşit ve adaletli yaşam, demokratik haklar bakımından en kötü bir zamanı yaşadı. Ulusların, devlet formu ile yapılandırılması kadınların, halkların, inanç gruplarının yaygın ve derinlikli sömürülmesini de beraberinde getirdi.

Fransız Devriminden sonra gelişen ulus-devlet modeli; erkeklerin devlet, kadınların aile kurumunu örgütlemesi temelinde toplumsal cinsiyet ayrımlarını, sınıfsal ayrımları daha da keskinleştiren bir şekilde inşa edildi. Başlangıçta vatandaşlık olgusu ile kastedilen anlayışın içinde kadınlar yoktu.

Türk ulus-devletinin kuruluş mayası da özünü buradan almaktadır. Milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik Türk devlet yapısının temel ayaklarıdır.  Dikkat edilirse Türkiye’de devlet ve aile yapısına kutsallıklar atfedilip, sürekli yüceleştirilmekte, dokunulmaz kılınmaktadırlar. Ulus-devlet inşalarının mantığına oturtulan temel strateji, devlet ve ailenin kurulması ve korunması mantığı, aslında kökenini tarihinden almaktadır. Yücelik sıfatları ile tanımlanan Allah, Devlet, Aile özünde egemen erkek sisteminin yapı taşlarını oluşturmak için araç haline getirilen yapılardır. Devletin bekası aslında mevcut iktidarların bekasıdır. Yüce kılınan, dokunulmaz kılınan, ölesiye savunulan değerler özünde egemen erkek sistemin ekonomik ve siyasi çıkarlarıdır. Bu çıkarlar vatan, millet, asker, bayrak vb. milliyetçi tanımlama, putlaştırmalar, eğitim, basın ve devletin elindeki tüm olanak, araç-gereçlerle toplumun zihninde yer ettirilmektedir. Toplumsal yaşamın karın doyurmaya, annelerin sürekli çocuk yapmaya yönlendirilmesi özünde egemen sistemin ihtiyacı olan işçi, asker köle ihtiyacının karşılanması amacı ile gerçekleştirilmiştir.

Türkiye’de geniş toplumsal kesimler çok çetin hayat mücadeleleri ile yoksulluğa, evsizliğe, işsizliğe, eğitimsiz ve sağlıksız kalışlara, yani kölecil yaşama karşı ayakta kalmaya çalışırken, dar bir egemen erkek grubu ise, toplumun tüm zenginliklerine el koyarak her türlü konfor içinde yaşamanın planlarını çok vicdansız bir şekilde geliştirmektedir.

Türkiye ulus-devletinin toplumsal inşası, dünyadaki ulus-devlet modellerinin soykırım, sömürü çarklarına göre benzer ama daha katı bir şekilde yapılandırılmıştır. Milliyetçi düşüncenin eşitlik, özgürlük, kardeşlik sloganlarının salt erkek yaşamlarının iyileştirilmesine dönük bir söylem olduğu açıktır. Kadın hakları burada yoktur. Aile sömürünün temel çekirdeği olarak bu tarzda inşa edilmiştir. İlişkilerde erkeğin mülkiyeti esastır. Kadın erkeğin malıdır. Dikkat edilirse, bu hiyerarşik düzen ailede başlar, işyerinde, hastanede, okulda, askere gidişlerde, kültürel faaliyetlerde, basın-yayın organlarının tümünde, hukukta, siyasette, sosyal yaşamın tüm alanlarında yansımasını çeşitli biçimlerde bulur. Ulus-devlet kurallarına göre yaşamayanlar ya hapishanelerde, ya da tımarhanelerde terbiye edilir. Amaç sürekli egemenlik ve kölelik üreterek sistemin devamlılığını sağlamaktır.

Ulus-devlet modeli Türkiye ve tüm dünyada sadece kadınların değil, tüm toplumun, halkların, erkeklerin de sömürüldüğü bir düzenek olarak işlev görmektedir. Kadınların kölelik statüsü içinde tutulması, egemen sistemin sürdürülmesinin yapı taşıdır. Yaşamda cins ayrımı sürekli olarak yapılır. Toplumsal cinsiyetçilik kodlamalarına önem verilir. Kadın ve erkek birbirinin düşmanı haline getirilir. Kadınlar, cinsiyetçi politikalarla erkeklere peşkeş çekilir. Böylelikle erkekler aldıkları kadın rüşveti nedeniyle egemen sistemin işbirlikçisi, yandaşı, kölesi durumuna getirilir. Erkek ve kadın yaşamları insanlık tarihinin en geri, cahil, kölecil, kalitesiz, hiçbir estetik, ahlaki değeri olmayan güdüsel bir düzeye getirilir. Cinsellik, köleci yaşama bağımlı olmanın aracı haline getirilir.  Böylelikle erkek kadından daha fazla düşürülür. Hayvanca bir yaşamın sınırlarına itilip, mahkûm edilir.

Bu sömürü çarkının içinde ve en dibinde kadınların, çocukların, gençlerin parçalanmış, ezilmiş, hiçlik noktasına getirilmiş sömürülen emekleri, bedenleri, düşünceleri vardır. Türk ulus-devleti de, ötekileştirilmiş, ayrıştırılmış, yok sayılmış kimlikler, kutuplaştırılmış sözler ve pratikler üzerinden inşa edilmiştir. Halkların, kadınların, inanç gruplarının varlığı inkâr edilerek, soykırıma uğratılarak bu devlet inşa edilmiştir. Bu yönüyle Türk devlet tarihi düşmanları yurttan kovma savaşları, kahramanlıkları tarihi değildir. Başlangıçta yardımını ve gücünü aldığı kadınlara, inanç gruplarına, halklara, kuruluşunu gerçekleştirdikten sonra soykırımcı, katliamcı yönelim söz konusudur. Günümüzün artık dayanılmaz noktalara gelmiş ekonomik, ekolojik, demokratik, özgürlükler sorununun temel kaynağında bu soykırımcı ulus-devlet zihniyeti ve tarihi vardır.

Türkiye’de AKP-MHP iktidarı ile uygulamaya konulan Hitler zihniyetinin pratikleşmesidir. Erdoğan ve Bahçeli’nin şahsında bu zihniyet somutlaşmış, temsil edilmektedir. Dünyada şu anda soykırımcı tek tipçi anlayışın temsilini faşist ulus-devlet modelinin pratik uygulamalarını en katı şekilde pratikleştirmeye çalışan da Türk devleti olmaktadır. Ulus-devlet Türkiye toplumlarının, kadınlarının deli gömleği haline gelmiştir. İktidar bu gömlek içinde tüm toplumu tutmak istemektedir. Dikkat edilirse, şu anda kendi ülkesindeki halklara, kadınlara, farklı inançlara en fazla düşmanlık yapan devlet, Türk devletidir. Yine Yeni Osmanlıcılık hayalleri ile küçük bir emperyalist olma hayalleriyle çevresindeki ülkelere saldırmaktadır. Türkiye’de AKP-MHP iktidarı, Kürt sorunu üzerinden sömürü düzenini alabildiğine yaygınlaştırmak, derinleştirmek ve tüm toplumu nefessiz bırakmak istemektedir. Kadın köleliğinin geliştirilmesi, doğaya, kültüre düşmanlık da gözler önündedir. Bu anlamıyla Erdoğancı devlet kurumları toplum kırımcı, kadın kırımcı siyasetleri ve uygulamalarını hiç çekinmeden, en zorbaca ve  sahtekarca gerçekleştirmektedirler.

 

Tartışılamayan Atatürk’ün Kadın Politikaları

Konumuz itibariyle T.C kuruluşuna baktığımızda sadece halklar, inançlar, komünistler, sosyalistler değil, kadın özgürlük mücadeleleri de bu devletin kuruluş sürecinde bastırılmış, yok sayılmış ve inşa sürecinin içinden atılmıştır. Oysa ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu mücadelesinde İstanbul çevresindeki örgütlü kadınlar başta olmak üzere, Anadolu kadınlarının büyük fedakarlıkları ile Türkiye ve Kürdistan toprakları düşmanlardan temizlendi. Ancak Türkiye toprakları kadınların, komünistlerin, inanç ve halk topluluklarının verdikleri güçle işgalden temizlendikten sonra, sıra devletin inşasına gelince durum farklılaştı.

Türk devletinin inşası milliyetçilik, cinsiyetçilik temelinde özgürlüklere, demokrasiye, çoğulcu katılıma kapalı, onlara düşmanlık temelinde gerçekleşti. Bu anlamı ile T.C. kuruluşunda kadınların durumunu daha iyi anlamaya  ve bilince çıkarmaya ihtiyaç vardır. Hakikatler en doğru biçimde bilinmeden özgürlük mücadeleleri de radikal ve kapsamlı yürütülemez. M. Kemal Atatürk’ün en gizli kalan yanı kadınlara dönük geliştirmiş olduğu politikalardır. Kürtlere, komünistlere, inanç gruplarına, tarikatlara karşı geliştirmiş olduğu soykırım ve dıştalama, etkisiz kılma politikaları az çok bilinmektedir. Ancak en az bilineni, bilinse de tartışılmayanı kadına dönük politikalarıdır.  Atatürk’ün kadın politikalarının tartışılmaması, açığa çıkarılmamasının sebebi birçok erkek tarihçinin, araştırmacının, devrimcinin de aynı egemenlikli zihniyete sahip olmasındandır. Yine Türkiyeli kadınların bunu tartışmamasında Atatürk hayranlığının, Türk milliyetçiliğinin, devletçiliğinin etkisini görmek gerekir. Türkiye’de tam tersine kadın haklarının Atatürk tarafından erkenden verildiğine dair bir inanç söz konusudur.  Hatta! Bunun üzerinden kadınların Atatürk’e büyük bir minnet, şükran duyması, kadınların Atatürk’e borçlu olduğu yaklaşımı hakimdir. Atatürk’ün daha kadınlar istemeden, mücadele vermeden, kendiliğinden kadın hakları verdiği kabul edilmektedir. Bu anlamda da Atatürk’ün dolayısıyla Kemalizm’in kadın politikalarının ne kadar ilerici, ne kadar öngörülü olduğundan bahsedilmekte ve ‘müreffeh’ Türkiye’nin nasıl oluştuğuna dair bir dizi propaganda günlük olarak medyada, eğitim sistemlerinde, siyasette, kadın çalışmalarında dile gelmektedir. Özelde Atatürkçü ve Kemalist kesimlerde ise bu çok yaygın temel bir ideolojik argüman olarak kullanılmaktadır. Atatürk, kadın özgürlüğünün gelişmesinin sembolü haline getirilmektedir.

Bu durumun anlaşılması için Türk modernleşmesinden Atatürk’ün ölümüne kadar olan tarihsel kesitin çok iyi incelenmesi, tartışılması ve gerçeklerin ortaya çıkarılmasına ihtiyaç vardır.Türk devlet inşasının arka planında, Türk modernleşmesi 19. Yüzyıl ortalarına kadar gitmektedir.Bu dönemde yaşanan II. Meşrutiyet, Tanzimat fermanlarının yarattığı özgürlük ortamında da İstanbul merkez olmak üzere ilk örgütlü kadın hareketlerinin geliştiğini görüyoruz. Türk kadınları esasında ilk kez Osmanlı’da 1870’de kurulan kız mektepleri ile kısmi de olsa bir eğitim imkânı yakaladılar. Osmanlı ve daha sonrası süreçlerde aristokrat, saray ve devlet yöneticilerinin, üst sınıfın kadınları çeşitli biçimlerde eğitim görebilmekteydiler. Yine Batı da gelişen özgürlük furyasından etkilenmişlerdir. Bu aydın kadınların kurdukları gazeteler, dergiler, dernekler kadın bilincinin, örgütlülüğünün gelişmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Bu kadınlar çeşitli halklardan kadınları da kapsamaktaydı. Yine İstanbul eskiden beri Müslüman olmayan halklardan kadınların da toplandığı merkezlerden biriydi. Müslüman olmayan kadınlar Türk kadınlarını da etkilemişlerdir. Bu yanı ile Osmanlı kadınları daha çoğulcu, özgürlükçü bir yapılanmaya da sahiptir.

1908’de II. Meşrutiyetin ilanından 1922’de Cumhuriyetin kuruluş döneminin başlangıcına kadar geçen dönemde, Osmanlı kadın hareketinin geliştiğini ve kadın özgürlüğü açısından çok önemli bir zemin oluşturduğunu görüyoruz. Batı’da kadın haklarındaki gelişmelerden direk etkilenen İstanbul’daki bir grup aydın kadın, bunları Osmanlı İmparatorluğunda da uygulamak istemiştir.  Bunlar, kadın haklarının elde edilmesi için somut öneriler temelinde mücadele etmektedirler. Bu önerilerin başında kız çocukların eğitimi, kadınların eğitimi, kadınların kamu yaşamına katılıp görünür olmalarının desteklenmesi, aile hayatında boşanma ve çok eşlilik, talak gibi uygulamaların yasaklanmasıdır.

Yine birçok dergi bu temelde yayın yapmaktadır. Kadınlara Mahsus Gazete, İstanbul‘da 1895-1906 yılları arasında yayımlanmış bir dergidir. Devamla, 1908 yılından sonra kadın hakları temelindeki tartışmalar Demet, Mehasin gibi kadın dergilerinde yer almıştır. Bu dönemde Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkması ve gelişimine paralel 20. Yüzyılın başı itibariyle güçlü bir kadın arayışı, kadın haklarının elde edilmesi için bir mücadele vardır. Osmanlı-Türk modernleşmesinin adı unutulmuş önemli kadınlarından Ulviye Mevlâna, 1913’de Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin kurucusudur. Bu dernek, kadın haklarını bir bütün olarak savunan ve feminist perspektif ile faaliyet yürüten ilk dernektir. Bu derneğin daha sonra CHP kadın kollarına dönüştüğü bilinmektedir.

Osmanlının dünyaca tanınan ve bilinen kadınlarından şair Nigâr (1862-1918), Fatma Aliye (1862-1936), Halide Edip Adıvar (1882-1964), Nezihe Muhiddin (1889-1958) ve Emine Semiye (1868-1944) gibi kadınlar bu döneme damgasını vuran kadınlardır.Yine bu dönemde bu kadınları destekleyen önemli bir erkek aydın, edebiyatçı, yazar, siyasetçi grubu da vardır.  Erkeklerin kendi aralarındaki çeşitli ideolojik tartışmalarda, siyasi görüşlerin dile gelmesinde, iktidar mücadelelerinde kadın hakları konusunun sık sık gündeme geldiği de görülmektedir.

Kadınlar, İstanbul’da 1923’te Cumhuriyetin ilk partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkasının kuruluşundan önce bir parti kurma girişiminde bulundular. 15 Nisan 1923’de Nezihe Muhiddin ve on üç kadın “Kadınlar Halk Fırkası” kurmak için başvuruda bulundular. Ancak buna İstanbul valisinden gelen bir cevapla izin verilmemiştir. İzin verilmemesinin sebebi “kadınların siyasi temsilinin mümkün olmadığı” idi. Yine diğer çok önemli sebep ise kurulacak olan bir partinin adının cumhuriyet halk partisi olmasıdır. Kadınlar halk fırkasının kurulmasına öncülük eden Nezihe Muhiddin, İstanbul’un işgalinden sonra toplanan milli delegelerin arasında yer aldı. Kendi zamanında en aydın ve yetenekli, karizmatik ve lider özelliklerine sahip bir kadındı. Onun yaşam öyküsünü incelemek bile Kemalimizin kadın politikalarını anlamak açısından yeterli olacaktır.

Sonraki dönemlerde, 1925 yılından sonra Nezihe Muhiddin milliyetçi akımın giderek sesini daha güçlü çıkarması, baskılardan dolayı “Kadınlar Halk Fırkası’nın’’ adını “Türkiye Kadınlar Birliği” olarak değiştirmiştir. Dernek formatına düşen bu kadın örgütünün amaçları daraltılmıştır. Kadınların siyasal haklarının talebi yerine daha çok hayır işleri ile uğraşan, medeni haklar çerçevesinde faaliyetler yürüten bir mahiyet kazanmıştır.

M. Kemal’in Latife Hanım ile evlilik süreci 23 Ocak 1923-5 Ağustos 1925 tarihleri arasına denk düşmektedir. Latife Hanımın da çok bilgili, entelektüel, 3-4 dil bilen dönemin en aydın kadınları arasında yer aldığı bilinmektedir. Latife Hanım kadınlar halk fırkası ve Türk kadınlar birliğinin çalışmalarını desteklemiştir. Latife Hanım ile M. Kemal Atatürk’ün ayrılma nedenini, Avrupa’daki basın “Latife Hanım eşi Atatürk gibi etkin olmak istedi” üzerinden haberlerle vermiştir.

Bu açıdan Kemalist rejimin, 1923-1927 arasındaki kadın politikaları incelendiğinde kadın özgürlüğüne ne kadar kapalı olduğu görülmektedir. Atatürk, Osmanlı tarihinden, özelde yakın tarihindeki bir ve ikinci meşrutiyet, Tanzimat fermanı pratiklerinden süzülüp gelen ve kendi ayakları, fikirleri üzerinden gelişmek isteyen bu güçlü kadın akımını kabul etmemiştir. Bunu açıktan ifade etmese de, dönem itibariyle İstanbul çevresinde kümelenen ve tüm Türk topraklarını etkileyen bu kadın özgürlük mücadelesinden çekinmiştir. Bu dönemde, bu kadın birliklerinin binleri bulan taraftarı söz konusudur. Ve önemli bir aydın kadın kesimi tarafından desteklenmektedirler. Henüz kadınların seçme ve seçilme hakkı tanınmamıştır. Ancak Kadınlar Halk Fırkasının kurucusu olan Nezihe Muhiddin ve Halide edip Adıvar, 1924 yılında sembolik de olsa vekillik için başvuruda bulunmuşlardır. Bu mevcut erkek zihniyetinin kırılması açısından çok önemli ilerici tarihi bir adımdı. Bilindiği üzere, 1921 ve 1924 T.C anayasalarında kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmemiştir. Nezihe’nin Türk kadınları için seçme ve seçilme hakları temelindeki mücadelesi öfke ile karşılandı. Kabul edilmedi. Yine dönemin iktidar güçleri vekilliği asıl hak edenin “İstanbul kadını değil. Anadolu kadınıdır” biçiminde söylemlerde de bulundular.

Türk Kadın Birliğinin çalışmalarına sürekli müdahaleler oldu. Bu dernek Osmanlının birçok ilinde de örgütlenmeler geliştirmişti. Bu yönü ile “Türk Kadınlar Birliği” derneğine bu dönemlerde çeşitli biçimlerde müdahale edildi. Nezihe Muhiddin’e dernekte yolsuzluk yaptığı iddiası ile başka kadınlara da erkekler tarafından komplo yapıldı. Nezihe Muhiddin dernekten uzaklaştırıldı. Sonrasında iktidara yakın kadınların bu derneğin başkanlığına getirilmesi durumu söz konusu oldu. Nezihe Muhiddin itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.

Nezihe Muhiddin cumhuriyetin kuruluş yıllarında kadınların siyasal ve sosyal hakları için Türk kadınlar birliği çatısı altında(1924-1927 yılları arasında)kıyasıya bir mücadele vermiştir. Buna karşılık Cumhuriyetçi rejim ise kadınların etkinliklerini sindirme, etkisizleştirme, pasifleştirme, yönlendirme stratejileri temelinde bir yaklaşım sahibi oldu. Nezihe Muhiddin uzun dönem mücadelesini yürüttü. Kitaplar yazdı. Son olarak yalnız başına bir akıl hastanesinde (1958 yılında) yaşamını yitirdi. Dolayısıyla Osmanlı’da imzasız kadın mektuplarının yayımlandığı 1868’den başlayıp, Türk Kadınlar Birliğinin “artık kadınlar olarak mücadele etmeye gerek yok” diyerek kendini fesh ettiği, 1935’e kadarki süreç kıyasıya bir kadın özgürlük mücadelesinin yürütüldüğü bir zamana işaret etmektedir.   M.Kemal’in bu dönemki duruşu çözümlenmelidir. M. Kemal, Osmanlı sürecinden süzülüp Batı’da yürütülen kadın mücadelelerinden etkilenip süregelen kadın hakları mücadelesini yok saymıştır.  Kendisinin ve yarattığı politikaların esas alınmasını istemiştir. Oysaki, Osmanlı geleneğinden gelen bu kadınların kültürel alt yapıları, entelektüel düzeyleri zamanın erkek aydınlarına denk bir şekilde gelişkindir.  Kaldı ki, M. Kemal’in kendisi de Osmanlı İmparatorluğu döneminde şekillenmiş bir şahsiyettir.

Mustafa Kemal kendine manevi evlat olarak edindiği, şekillendirdiği Afet Hanım (İnan) üzerinden bir kadın tipi modelini geliştirmek istemiştir. Afet Hanımı 21 yaşında halka konuşmalar yapmaya teşvik etmiştir. Kadınlara kendisine evlat edindiği kız çocukları üzerinden bir model geliştirmek istemiştir. Yine evlat edinmiş olduğu ve aslen Ermeni olduğu söylenen Sabiha Gökçen’in de Dersim Direniş sürecinde Kürtler üzerine bombalar yağdıran ilk kadın olarak yüceltmiştir. Kendine bağımlı, zayıf, kadın ve toplum değerlerinden ziyade, ulus-devlet değerleri ile donanmış bir kadın modelini geliştirmek istemiştir.

Bu anlamda, bağımsız bir şekilde kadın hakları için mücadele eden kadın öncülerine karşı açıktan olmasa da, dolaylı bir yönelmenin olduğu kesin görülmektedir.

M.Kemal gerek kendi evliliğinde gerekse siyasal yaşamda bağımsız, özgür kadınların gelişmesine asla sıcak yaklaşmamıştır. Osmanlı dönemindeki kadın özgürlük mücadelesini tanımayan, reddeden, kendisinin iktidarlaşması ile başlayan-eskiyi tamamen inkâr ve ret eden-yeni dönemin kadın tiplemesini yaratmaya çalışmıştır.

Türkiye Kadınlar Fırkasının 1921 yılında talep ettiği haklar döneminin çok ilerisinde ve radikaldi. Oysa ki, Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkı 1930 yılından itibaren yasalar ile önce belediye seçimlerine katılma, 5 Aralık 1934’de ise kadınların milletvekili seçme ve seçilme temelinde kabulü ile gerçekleşti. Yine Türkiye tarihinde kadınların siyasette öncü rol oynama, eşit katılımı bu nedenle sürekli engellenmiştir. Türk kadınlarının medeni haklar çerçevesinde bir mücadele yürütmesi eğilimi desteklenmiş ve bu temelde bir yönlendirme gelişmiştir. Kadınların siyasal yaşama katılımları ve temsiline soğuk yaklaşılmıştır.

 

Kürt Kadın Mücadelesinin Etkinliği

Yine 1935 yılında vekil olarak seçilen ilk Türk kadınların bazıları Kadınlar Halk Fırkasına başkanlık yapan Nezihe Muhiddin’e karşı gelen kadınlardandır.Bugün bile, TBMM’de bulunan HDP dışındaki siyasi partilerde kadın vekillerin oranının azlığı, bakanlıklarda kadın temsilinin yok denecek kadar az olması  bu siyasi geleneğin yarattığı bir sonuçtur.

Kemalist rejimin kadınlara hitaben dile getirdiği “Biz özgürlüğü siz istemeden size verdik” söyleminin hakikatinin ortaya çıkarılması için önemlidir. Bu söylem kadınların öz güçlerine yöneltilmiş bir saldırıyı içeriyor. Kadın özgürlük mücadelelerini erkekten beklentili kılan bir formata sokuyor. Oysa ki, yukarıda açıkladığımız gibi, Türkiye’de  kadının siyasi haklarının tanınması o dönemdeki mücadeleye göre çok geç bir tarihte olmuştur. Ve 1934 yılında kadınlara tanınan seçme ve seçilme hakkı, kesinlikle o dönem güçlü bir şekilde oluşan kadın örgütlülüğü ile bağlantılıdır. Türk kadınları diğer ulus-devletlerin kuruluşundan farklı olarak, ilk dönemde örgütlü bir kadın mücadelesini yürütmekteydiler. Kemalist rejimin kadınların öz güçlerini görünmez kılan, unutturan hiçe sayan bu politikaları asla kabul edilemez. Bu, kadını etkisiz, mücadelesiz, pasif gösteren, yanlış inşa edilen tarih anlayışının mahkûm edilmesi ve hakikatlerin ortaya çıkarılması, bununla mücadele edilmesi başta Türk kadınları olmak üzere, tüm kadınların çok acil bir görevi olarak önümüzde durmaktadır.

Elbette şunu hemen belirtmek gerekir. Türkiye’de 1990’lar ve özel de 2000’ler sonrası feministlerin, akademisyenlerin, kadın hareketi öncülerinin bu konuda yazdıkları çok değerli araştırma ve incelemeleri, bu temelde kaleme aldıkları kitaplar, eserler var.  Bunların doğru değerlendirilmesi ve ideolojik-örgütsel-eylemsel mücadeleye dönüştürülmesi gerekiyor. Kadın hareketleri bunları gündem yapmalı ve tartışmalıdır. Doğruları ortaya çıkarmalıdır. Kadınlar kendi öz güçleri temelinde daha güçlü örgütlenip egemen erkek sisteme karşı mücadele etmelidirler. Bugün yine İstanbul merkezli olmak üzere Türkiye’de sürdürülen çok önemli ve güçlü bir kadın mücadelesi vardır. Türkiye’deki kadın özgürlük muhalefeti, AKP-MHP iktidarını en çok korkutan muhalefet dinamiği olmaktadır. Kadın düşmanı politikalarının altında yatan temel sebep de budur.Diğer yandan Türkiye’deki kadın mücadelesini oldukça etkileyen, yönlendiren Kürt kadınlarının mücadelesinin de daha fazla tanınması ve değerlendirilmesi gerekir. Tarihsel olarak Kürt kadınları yaşam içinde her zaman etkili olmuşlardır. Türkiye’de süren kadın mücadelelerinin içinde de sürekli bulunmuşlardır. İstanbul da 1920’li yıllarda ‘Kürt kadınlarının teali cemiyeti’ vardı.  Yine 1980 sonrası Demokratik, sosyalist, komünist, sol gruplarının içinde Kürt kadınları her zaman önemli bir katılım sergilediler. Kürt kadınları, Ortadoğu’da, Türkiye’de birçok özgürlük hareketinin, partilerin, derneklerin içinde yer aldı. Dergilerde, gazetelerde çalışmalar yaptılar.

1978 ‘de, Abdullah Öcalan’ın kurduğu PKK ile birlikte Kürt kadınlarının mücadelesinde yeni, özgürlükçü bir sayfa açıldı. Öcalan, PKK’nin kuruluşundan itibaren kadın özgürlüğüne büyük bir önem verdi ve bunu giderek örgütün, halkın mücadelesinde stratejik bir çizgiye dönüştürdü.  Bu anlamı ile Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi, Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile iç içe gelişti. Kürt kadınlarının Sakine Cansız ile başlayan mücadele geleneği temelinde Türkiye’de siyasal, sosyal alan çalışmalarında çok etkili bir çalışma yürütüldü ve halen hem siyasal partiler hem dernekler hem de kadın örgütleri temelinde çalışmalarını yürütmektedirler. Kürt kadınlarının mücadelesi, örgütlülükleri Ortadoğu ve dünyaya yayılmış durumdadır. Askeri, siyasi, sosyal, ideolojik bir kadın hareketine dönüşmüş durumdadır. Bugün Türkiye de HDP tarafından yürütülen mücadelede kadınlar öncü rolü oynamaktadırlar.

Kürt kadını, 1990 yılı itibariyle kadın Serhildanları’nın gelişmesi, 1995 yılında ilk kez kadın kongresi ile çalışmalarını özgün ve özerk örgütlenmeye dönüştürerek geliştirdi. Bugün Kürt kadınları tüm çalışmalarını, eğitim, örgütlenme, eylem ve inşa çalışmalarını kendi mekanizmalarında aldıkları kararlar temelinde öz güçleri ile yürütmektedirler. Yine Kürt ulusal mücadelesine de her düzeyde öncülük etme durumları söz konusudur. Eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet ile yaşamın her alanında yer alma durumu söz konusu olmuştur. Kürt Özgürlük Hareketinin içinde Kürt kadını başından itibaren süregelen içinde yer alma durumu söz konusu oldu. Yine 90’lar itibariyle önemli sayıda Türk kadının özgürlük saflarına katıldığı bilinmektedir.

Diğer önemli bir husus ise Kürt Özgürlük Hareketi içinde kadın özgürlük çizgisi sadece kadınlar tarafından değil, erkeklerin de özgürleşmesi konusunda temel bir kıstas olarak ele alındı. Bu devrimler tarihinde bir ilktir. Yani kadın özgürlüğü sadece kadınların sorunu değildir. Aynı zamanda erkeklerin de sorunu olarak ele alındı.  Erkeğin değişmesi, dönüşmesi de bir temel sorun haline getirildi.  “Özgür eş yaşamların” geliştirilmesi temelinde kuramsallaştırılan çalışmalar vardır. Yani mevcut kadın-erkek ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi konusunda temel bir gündem haline gelmiştir. Ayrıca Jineoloji temelinde geliştirilen bir ideolojik perspektif, feminizmi de aşan bir ideolojik-teorik çalışma yürütülmektedir. Tüm bilimlere kadın gözü ile bakma, değerlendirme ve bu temel de yaşamın yeniden yaratılması, toplumsal inşanın somutta gerçekleşmesi çalışmaları devam etmektedir.

Kürt kadınlarının vermiş olduğu mücadele öncelikle Kürt toplumunda ve Türkiye toplumlarında çok büyük bir etki yarattı. Kürt halkını zamanın önüne taşıdı. Sömürgeleştirilmiş halkların kadınları daha derinlikli sömürgeleştirilme durumuna tabidir. Ancak örgütlendiğin de daha radikal ve hızlı cevap verme durumu gelişebiliyor. Kadın kişiliği daha az devletçidir ve yurtseverdir. Erkek, devlet sistemi içine daha fazla girmiştir. Erkek de devletle işbirlikçilik daha yaygındır. Bu yönüyle Kürt kadınları Kürt Özgürlük Hareketinin ortaya çıkışı ve bu mücadelede yer almaları ile büyük bir aydınlanma, özgürleşme yaşadılar. Özgürlük mücadelesi içinde kadınlar olarak var oluşlarını tanımladılar, örgütlendiler bu da kendine güveni geliştirdi.  Kürt kadınları toplumsal yaşamın hemen tüm alanlarında tüm boyutlarda bir katılım göstermeyi başardılar. Ulusal mücadeleyi, kadın mücadelesi ile birleştirdiler. Kadın bilincinin ve örgütlülüğün öncelikle ele alınması konusunda hassas davrandılar. Günümüz itibariyle Kürt kadınlarında çok ciddi bir kadın özgürlük bilinci ve örgütlülüğü gelişmiştir. Kürt kadınları sadece Türk devletinin işgalci zihniyeti ve uygulamalarına karşı değil, aynı zamanda da egemen erkek bakış açısına ve onun yaşam tarzına karşı kendi içlerinde mücadele etmiştir. Ve halen bu mücadeleyi sürdürmektedir. Geri-geleneksel yanlarına karşı da bir mücadele ve özgürlükçü bir duruş söz konusudur. Bu yönü ile Kürt kadınlarının adım adım kendilerini geliştirerek özgürlük mücadelesine katılım göstermeleri Kürdistan’da ve Türkiye’de devrimsel gelişmeleri de tetiklemiş, geliştirmiştir.

Kürt kadın hareketinin Türkiye’de kadın özgürlük çalışmaları yapması ve siyasette çok aktif ve etkin katılması Türkiyeli kadınları da etkilemiştir. Kürt kadınlarının en ücra yerlerde bile kitlesel bir örgütleme içinde olması önemlidir. Türkiyeli kadınlar, 1990’ların başlarında Kürt kadınlarının kadın özgürlük çizgisinde yürüttükleri mücadeleyi önce pek görmek istemediler. Bunda özellikle Türkiyeli feministlerin, kadın hareketlerinin Kürdistan’a bakışındaki oryantalist bakış açısının çok büyük etkisi vardı. Kürt kadınları geri görülmekteydi. Türkiye’de feminizm üzerinde devletçilik, Kemalizm bu yıllarda oldukça etkiliydi. Kürt kadınlarına üstten bakan, elit bir anlayış söz konusu idi.  Ancak zaman geçtikçe ve mücadele yükseldikçe Türk ve Kürt kadınları birbirlerini daha iyi tanıdılar. Birbirini tamamlayan, güçlendiren kadın birliğini oluşturan güçlü bir kadın yoldaşlığı gelişti. Bugün Türkiye’deki kadın özgürlük mücadelesine de Kürt kadınları güçlü bir şekilde katılma ve öncülük etme iddiasını sürdürmektedirler. Kürt kadınlarının Türkiye’de kadın özgürlük mücadelesi içinde, siyasette etkin bir şekilde yer alması önemlidir. Özellikle 2004 yılından itibaren Kürt özgürlük hareketi içinde geliştirilen eşbaşkanlık sistemi, yine Rojava devriminde YPJ başarıları, başta Sakine Cansız’ın yaşamı, direnişi olmak üzere Kürt kadınlarının Ortadoğu’daki özgürlük mücadelesi Türkiyeli kadınları, toplumu olumlu etkilemiştir. Özgürlük mücadelesinin ivmesi bu temelde sürekli yükseltilmiştir.

 

Yeniyi İnşa ve Kadının İşlevselliği

2000’li yıllar ile birlikte Türkiyeli ve Kürdistanlı kadınlar arasında daha güçlü birliktelikler gelişmeye başladı. Bugün Türk-Kürt-Ermeni-Rum-Çerkez-Roman kadınları arasında çeşitli platformlarda çeşitli konular üzerinden ortak mücadeleler geliştirilmektedir. Kürt kadınları ideolojileri, direnişleri, geliştirmekte oldukları kadın devrimi ve kadın sistem boyutu ile kadın özgürlük çalışmalarına öncülük yapmaya çalışmaktadırlar.

Türkiyeli kadınlar ile birlikte oluşturulan platformlar, yürütülen çalışmalar AKP-MHP iktidarının şovenist yaklaşımlarına, uygulamalarına karşı en büyük panzehirdir. İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması, kadına yönelik şiddete ve kadın sorunları ekseninde ortak çalışmalar yürütülüyor. Yine CHP içinde Kürt halkının mücadelesine karşı gelişen şoven yaklaşımlarında önemli oranda kırılmasında kadın hareketlerinin birlikte geliştirdikleri mücadele son derece önemli bir rol oynamaktadır. Şu bir gerçektir ki, Türkiye’de yeni bir düzenin inşası kadınlar arasında oluşturulacak birlikler ve mücadeleler sonucu gelişecektir.

AKP-MHP iktidarının 2015 yılı itibarı ile geliştirdiği kadın düşmanı politikalara karşı daha güçlü bir kadın birliğinin oluşturulması gerekliliği vardır. Türkiye’deki kadınlar gündemi daha yetkin takip edip tavır koyan bir örgütsel performansa ulaşmalıdır. Ortak kadın örgütlülüğü sadece kadın sorunlarını değil Türkiye’nin tüm sorunlarına sahip çıkan bir örgütlenme ve mücadele biçimini açığa çıkar5malıdır. Türkiyeli kadınların çok güçlü tarihsel tecrübeleri vardır. Bu temelde bir yaklaşımla Türkiye’de özgür yaşamın inşasında öncü bir rol oynayabilirler.

AKP-MHP zihniyeti DAİŞ zihniyetidir. Bu zihniyette özgür kadına yaşam hakkı yoktur. Kadını yaşamda bir gölge, nesne olarak görmekteler. Kadını eve kapatan, çocuk doğurma makinesi haline getiren, bu haliyle Kadın yaşamlarına sürekli müdahale eden, kadınların kaç çocuk doğuracağına kadar belirlemek isteyen bir yaklaşım söz konusudur. Kadınların bırakalım stratejik karar noktalarında yer almalarını sadece annelik görev ve rolü ile ele almak isteyen bir mantık ve gerici bir zihniyet söz konusudur. Günümüzdeki bu faşist iktidar döneminde kadına yönelik şiddet oranı son yılların en yüksek düzeyine ulaşmış durumdadır. Mahkemeler kadınlara şiddet uygulayan erkekleri serbest bırakıyor, ceza indirimlerine tabi tutuyorlar. Kadınların yaşamlarını ilgilendiren tüm davalarda erkeklerin tarafı tutuluyor. Kürdistan’da elde edilen kadın kazanımlarına el konuldu.  Kürt kadınlarına, gençlerine dönük çok acımasız bir özel savaş yürütülmektedir. Yine Kürdistan’da Kadın kurumları kapatıldı. Eşbaşkanlık sistemi suç sayıldı. Kadınların toplumsal yaşamda görünür olmasını getiren çeşitli eylemliliklere acımasızca saldırılıyor. İstanbul sözleşmesi bir gece kararnamesi ile yürürlükten kaldırıldı. Dolayısı ile Türk-Kürt tüm kadınların özgürlük davasına saldırı var. Kadın özgürlük mücadelesi bitirilmek isteniyor. Bu nedenle böylesine faşist ve kadın düşmanı bir iktidara karşı Türkiyeli kadınların ortak mücadelesi giderek gelişmekte, büyümektedir.

Yeni toplumsal inşalar, özgürlük mücadelelerinin gelişimi ile birlikte mümkün olabilir. 21. Yüzyılın kadın özgürlükler çağı olduğunu söylüyoruz. Bu anlamı ile kadınlar olarak yaşamın her boyutunda öncülük ederek yapılandırma göreviyle karşı karşıyayız. Kadınların iddialı ve kararlı, örgütlü bir mücadele içinde olması gerektiği çok açıktır. Diğer yandan Kürt kadınları olarak diğer devrimlerden çok güçlü sonuçlar çıkardık. Öncelikle kadın devriminin olmadığı bir devrimin hakiki bir devrim olmadığını çok iyi kavramış durumdayız.  Kadın özgürlükçü çizgi geliştirilmeden demokrasi, barış, eşitlik, adalet geliştirilemez. Demokratik ulusun inşası gerçekleşmez. Demokratik ulus kadınların, halkların, inanç gruplarının kendi renkleri, dilleri, kültürleri ile kendilerini temsil etmeleridir. Gençlerin kendi iradeleriyle özgürce sistemin her yerinde yer almalarıdır. Toplumsal adaletin sağlandığı bir sistemin geliştirilmesidir. Demokratik ulus halkların kardeşliği, kadınların özgürlüğünü esas almalıdır. Ekonomik olarak tüm gelirlerin eşitlikçi paylaşımıdır.

Kadınların demokratik ulus inşasında yaşamın tüm boyutlarında özgürlük anlayışı temelinde eşit temsilinin olması gerekir. Özgürlüğü salt erkekle eşitlenmek olarak algılamıyoruz. Özgürlük yaşamın kadın renginde, farkında oluşturulmasıdır. Kadının, erkek egemen karaktere bürünmesi özgürlük değildir. Bu yönü ile kadınların bireysel ve toplumsal özgürlüğünü iç içe birlikte ele alan bir yaklaşımımız vardır. Yani kadınların, toplumun özgürleştirilmesi geliştikçe, bireysel özgürlükler de kolay gelişir. İkisinin iç içe olması gerekiyor. Bu anlamıyla öncelikle kadın devrimi diyoruz. Demokratik ulus ancak kadın devrimlerinin sağlanması ile mümkündür. Kadın devrimi sadece bazı kadın haklarının kazanılması değildir. Rojava da görüldüğü gibi kadının bütünlüklü olarak yaşamın içinde yer alması, rengini vermesi, iradesinin, örgütlülüğünün ortaya çıkarılması demektir.  Dolayısı ile demokratik ulusun inşasında kadınlar öncü rol oynamaktadırlar. Örneğin Rojava’da Kürt, Arap, Ermeni, Süryani, Türkmen, Çerkez kadınları birlikte bu sisteme öncülük yapmaya çalışmaktadırlar. Demokratik ulus; kadın özgürlük çizgisi ve temsili temelinde yeniden yapılandırılmalıdır. Bununla birlikte Türkiyeli kadınlarla  birlikte mücadeleyi daha derinlikli geliştirmek zorundayız. Devletçiliğe, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe, dinciliğe karşı bir sistem oluşturmalıyız. Kadın özgürlüğüne, dil, inanç özgürlüğüne dayalı bir toplumsal sistemi kurmalıyız. Bu anlamda kadınlar olarak kendi öz sistemimizi, kadın sistemini büyük kadın iradesini yaratmalıyız. Bu temelde Türkiye’de demokratik ve özgürlükçü bir sistemi geliştirebiliriz.

Devrimler halkların, kadınların, inanç gruplarının kendilerini en geniş, en demokratik bir sistemle yönetebileceği bir yaşam sistemi, öz yönetim sistemi kurularak gerçekleşebilir. Demokratik bir sistem geliştirmek gerekir.  Bunu başarabilmek Türkiyeli ve  Kürdistanlı kadınlar olarak elimizdedir. Bugün her zamankinden daha fazla tarihi bilince, tecrübeye, deneyim ve örgütlülüğe sahibiz. Mevcut siyasi gelişmeler, kadınların gelmiş olduğu düzeyde değerlendirildiğinde başarmamamız için hiçbir neden yoktur. Yeter ki, daha iddialı ve güçlü katılalım. Başarırız. Demokratik bir Türkiye’yi özgür kadınlarla yeniden kurabiliriz.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

  • Abdullah Öcalan, kadın özgürlüğü üzerine çözümlemelerden
  • Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu 
  • Abdullah Öcalan, İmralı görüşmelerinden kadın özgürlüğü ile ilgili bölümler
  • PAJK kadın tarihi dersleri.
  • İpek çalışlar “Latife Hanım”
  • Yaprak Zihnioğlu “kadınsız inkılap”
  • Serpil Sancar “Türk modernleşmesinin zihniyet
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.