Düşünce ve Kuram Dergisi

Kendine Yeten Dirençli Kentleri Kurmak

Menekşe Kızıldere

Acı Afet Deneyimlerini Anlamak

Bu yazıyı yazmak için niyetlendiğimde sistemleşmiş kapitalist modernite zihniyeti ile kurulan kentleri, yerel yönetimde halk iradesinin yerini ve kentin kapsayıcı ve dirençli olmasının önündeki engelleri analiz eden bir çerçeve kurdum. Henüz bu çerçeveyi oluştururken 6 Şubat 2023 sabahı Türkiye ve Kürdistan’da 11 kenti ve doğrudan 1,5 milyon insanın yaşamını alt üst eden büyük deprem afeti ile sarsıldık. Resmi rakamlara göre elli beş bininin üstünde insanı ve sayısız birçok canı kaybettik. Yazı için oluşturduğum olumsuz argümanların bir bir gerçekleştiğini acı içinde gördüm. Afetin 14. Gününde 10 ildeki yıkımı görmek için afet bölgesine gittiğimde ise yıllardır çarpık kentlere ve afet tehlikesine ilişkin yapılan her bir uyarının gerçekliği ve acı sonuçlarını gözlerimle gördüm. Bu yazı bu afetin ardından sadece bir analiz yazısı olmaktan çıkıp, yerinde tespitlere ilişkin bir yazıya dönüştü.

Bu büyük yıkımın aylar sonrası Türkiye ve Kürdistan halkları olarak büyük bir toplumsal travma sonrası süreci yaşamaktayız. Bu toplumsal travma maalesef sadece kayıp ve yastan oluşmuyor. Toplumsal olarak travmayı arttıran iki hissiyat vardı; kimsesizlik ve çaresizlik. Toplumsal değerlerin de ciddi bir sarsıntıya uğradığını düşünmekteyim. Toplumsal ahlaki değerlerin kimsesizlik ve çaresizlik içinde reflektif olarak olumlu yönde yükseldiğini gördük. Bunu herkes bir anda insan olduğunu hatırladı olarak tanımladım. Herkes kendi imkânları ölçüsünde seferber oldu. Sosyal devletin olması gereken ama olmadığı her alanı dayanışma doldurmaya çalıştı. Ülkenin ezilen, öteki kesimleri tüm kesimlerinden daha hızlı örgütlendi çünkü örgütlenme ve dayanışma bilinci vardı. Kürt halkı ise örgütlenme ve dayanışma bilincinin yanı sıra ulus olma bilincinin de verdiği sorumluluk ile Başur’daki yaraları da sarmaya çalıştı. Başur’da afet zamanı uluslararası dayanışma ikiyüzlülüğü yürek yaktı. Çünkü 400 km öteye yardım yağarken Suriye sınırları içindeki Kürt illeri Türkiye’dekilerden bile daha çok kimsesizdi.

Bu acı tablonun ardından kapitalist modernite aklı ile kurulan kentleri ve bunun karşısında adil ve yaşam onuruna uygun kentleri daha somut veriler ile ele alabiliriz. Öncelikle kapitalist modernite anlayışında kurulan kentlerin ve uğradıkları yıkımı irdelendikten sonra yaşam onuruna uygun, dirençli ve kapsayıcı kentlerin oluşturulmasındaki temel ideolojiyi de değerlendirebiliriz.

 

Kapitalist Modernite Kentlerinin Yıkımı

Demokratik Modernite Dergisi’nin 2019 Ekim sayısında yazar Metin Yamalak, Kapitalist Modernite Krizi Ve Toplumsal Özgürleşme 1 yazısında, demokrasinin daralması ile birlikte iktidarcı sistemlerin içinde bulunduğu hali kapitalist modernite krizi olarak tanımlamıştır. Günümüzde içinde bulunduğumuz kapitalist ve erkek egemen sistemlerin tümü bir, çoklu kriz halini yaşamaktadır. İnsan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, ekolojik varlıklar hatta yaşamın kendisi sistemin yarattığı tehditler ile mücadele alanlarına dönüşmüştür. Bu sistemler öylesine vahşileşmiştir ki temel haklar bile müdafaa edilmek durumundadır. Yazar Yamalak yazısında kapitalist modernite krizinin ideolojik olduğunun altını çizmiştir. Kapitalist modernite ideolojisinin somut bir şekilde çöktüğüne yine 6 Şubat depremi ile şahit olduk. Ardından yaşamsal hakların nasıl bir can pazarına dönüştüğüne şahit olduk.

6 Şubat afeti ile birlikte adeta kuramsal olarak anlatılan her şey somut olarak yaşandı. Bir kuramın ve öngörülerinin somutlaştığını görmek oldukça çarpıcı ve acı verici oldu. Kapitalist modernite ideolojisinin depremde yıkılan kentlerle beraber yıkıldığını gözlemledik. Bu ideolojiyi somut örnekleri ile irdelemek gerekmektedir.

Afetin 14. Gününde deprem bölgesine durum tespiti için gittik. Yıkımın gerçekleştiği her ili ve ilçeyi gördük. Afetin ardından bölgede olmak psikolojik olarak ne kadar ağır olsa da bilimsel olarak çok şey gösteriyordu. Her bir kentteki yıkımın kendine has yönleri vardı. Örneğin Antakya’da zemin öylesine uygun değildi ki binaların yeryüzüne değer bölgeleri adeta kesilmiş gibiydi. Antakya açısından fbinaların yıkım biçimleri zemini işaret ediyordu. Fakat Adıyaman’a bakınca yıkılan her bir binanın un ufak olduğunu görüyorduk. İnşaat malzemesi kalitesi bakımından en kötü bölge Adıyaman’dı. Malatya’da birçok tasarım hatası bina gördük. Ayakta olmasına rağmen tasarım hataları sebebi ile acilen yıkılması gereken en fazla bina Malatya’daydı. Antep ve Maraş’ta plansız büyümüş, gettolaşmış kentler gördük. En fazla yeni sayılabilecek binanın yıkımı bu iki kentteydi. Kent planlaması açısından facia niteliğindeki bu iki kentin son 10 yıl içindeki çarpık büyümesi bir afeti felakete çevirmenin habercisiydi ve dikkate alınmamıştı.

Uygun olmayan zemine yapılan inşaat, kötü inşaat malzemesi kalitesi, hatalı tasarım ve afet göz ardı edilerek tasarlanan kentler; tüm bunlar sadece teknik tespitler değil arka plandaki ideolojiyi açığa çıkaran çok önemli göstergelerdir. Vahşi neoliberal, kapitalist ideolojinin yaşamı yok etmesinin göstergeleridir. Liyakatsizlik, sahtekârlık, devlet kurumlarındaki yolsuzluklar ve maddiyatın yaşamdan muteber olması, sistemleşmiş bir ideolojik kanser gibi yayılmış durumda ve kapitalist modernite krizi on binlerce cana mal oldu.

Çok katlı bir binanın temel taşıyıcı kolonlarının kesilmesi, bunun resmileşmesi, buna izin verilmesi, tekrarlanmasına müsaade edilmesi binayı yapandan tutun, devlet kurumlarında verilen yolsuz izinlere kadar bir sistem sorunudur. Ardında korkunç bir oturmuş ideoloji vardır. Taksirle cana kast etmenin bu kadar kolay ve sistemleşmiş olması asla münferit değildir. Emre Akgül, Demokratik Modernite ekseninde İdeolojik Yerelleşme 2 yazısında kapitalist modernitenin reddetmeci yaklaşımla toplumu var eden normları reddettiğini ve bunun yerine üretilen normları dayattığını belirtmiştir. Bu dayatılan normlar modernleşme ve ilerleme olarak sunulsa da aslında yaşamı hedef alan bir yozlaşmanın ta kendisidir.

Antep ve Maraş kentleşme örneği tam da bu dayatılmış normların göstergesidir. Antep’in son 10 yıldaki büyümesine harita üzerinden bakıldığında karşımıza doğal varlıkları beton dökerek tüketmiş insanları, doğadan koparmış adeta rant için yaşam alanı düşmanı bir düzen kurulduğunu görmekteyiz. Bu düzen, tüm komünal normlara ters olarak istisnasız her şeyin pazarlandığı, hatta bu dayatılan yaşam tarzının lüks binalar adı altında pazarlandığı bir kapitalist açmaza dönüşmüştür. Her bir parseli rant demek olan, ağaçsız, topraksız, güvensiz, ataerkil bir zihniyetle kadını evlerine hapseden güvensiz rant kentleri toplum değerlerinin yerine maddiyatı dayatmaktadır. Parası olanın muteber olduğu bir toplumun, para için her şeyin mübah olduğu bir toplumun bu ideoloji içinde tutulması için kentleri de böyle yapılaşır.

Bu zihniyete göre toplumun kesin hatlar ile sınıflara bölünmesi ve bunun kader, taksirat olarak görülmesi gerekir. Bu olmazsa hakkını arayan sınıfın ortaya çıkması muhtemeldir. Bu sebeple son 20 yılda her afetin ardından kader lafını duymaktayız. Çünkü yoksul halkların yaşadıkları haksızlıkları kader olarak görmesi arzulanır. Deprem bölgesinde, depreme dayanıksız binanın yapılması, buna izin verilmesi, depremin ardından günlerce enkaz altında bekleyip can vermek, depremin 2. Ayında çamur içindeki çadırda kalmak, temel ihtiyaçlarına ulaşamamak kader değildir. Deprem afetinin bir felakete dönüşmesi kader değildir. Bunların hepsi suçtur. Bu suçu işleyenlerin hesap vermesi gerekir. Adalet arayışının karşısına kaderi koymak ideolojiktir. Kader diskuru tam da bu dayatılan normlara iyi bir örnektir. Hesap verilebilirliğin yerine kaderi dayatmaktır. Depremin ardından asrın felaketi düsturunun üretilmesi kapitalist modernite krizinin kalbindeki ideolojik dayatmadır.

Nupelda Uçar, kentleşme sürecinde salgın hastalıklar ve İstanbul’da kentsel kırılganlık kavramı 3 çalışmasında doğaya ve adil yaşama uygun olmayan şekilde tasarlanmış kentleri, kentsel kırılganlık kavramı ile ifade etmektedir. Kentsel kırılganlık kavramı kapitalist modernite krizinin kentlerinin en büyük göstergelerinden biridir. Buna en somut örnek de Urfa’da yaşanmıştır. Sel felaketinin ardından Urfa’nın nasıl da kırılgan bir kente dönüştüğünü çok somut örnekleri ile gördük.

Depremin ardından birçok kararsız hava olayının yaşanabileceği bir çok araştırmanın konusudur. 2022 yılında yayımlanan Earthquake weather and climate change: Should we stress about the forecast (Deprem ve İklim Değişikliği: Hava tahminlerinde strese girmeli miyiz? ) 4 kitabında 1980-2012 arasında gerçekleşen depremlerin öncesi ve sonrasındaki hava olaylarının gözlemlenmesi sonucu, depremin ardından kararsız hava olaylarının gözlemlendiği bilgisi ortaya konulmuştur. Depremin ardından Urfa’da yaşanan sel felaketinde 18 kişi ve birçok canlı yaşamını kaybetti. Sel felaketini yaşayan Urfa’yı bir kent olarak incelediğimizde aynı rant sistemini görmekteyiz. Üstelik sadece münferit değerlendirilebilecek konut yapılaşması açısından değil direk ilgili bakanlıkların sunduğu ulaşım, su yönetimi gibi hizmetlerin sel ile birlikte nasıl bir krize girdiğini an be an görüntülerden izledik. Ulaşım rahatlığı adı altında su toplanma bölgelerinde birçok battı çıktı yapıldığını gördük. Bu dev ulaşım yatırımları aynı zamanda dev rant demek. Su yatağına battı çıktı yapmak sadece rant hırsı ile açıklanamaz. Türkiye’deki bir çok Kürdistan ilinde karşımıza çıkan bu dev otoyol, alt geçit aynı zamanda haklara karşı baskıcı olan devletin ben buradayım demesidir. Bu yapılar birer ideolojik semboldür. Kapitalist modernite abidesi bu ballı çıktıların Urfa’nın sel suyu ile dolup canlara mezar olması, buna karşılık haşmetli devletin el uzatamama çaresizliği de bir kapitalist modernite krizidir.

 

Dayanıklı Bir Kenti Oluşturan İdeoloji ve Bir Yerel Yönetim İhtiyacı Olarak Özyönetim

Deprem afetinin ardından en çok duyduğumuz şeylerden birisi de dirençli kent kavramı oldu. Dirençli Kentler Ağı 5 dirençli kenti hiç afete uğramayan değil afet zamanında, her tür kriz ve afete hazırlıklı ve çözümleri önceden hazır olan kentler diye tanımlamaktadır. Afete ve krize karşı dirençli olan kentler dayanıklı kentlerdir. En dezavantajlı grupların, kentin ihtiyaçlarının, ekolojik varlıklarının korunmasının, kentin sosyolojik yapısının gözetildiği kent planlaması dayanıklı kent planlamasının odak noktasıdır. Bu kentler kapsayıcı olarak planlanmaktadır çünkü, kenti planlamak aynı zamanda orada yaşayan sosyal yaşamı da planlamaktır. Adil, eşit, güvenli, kapsayıcı bir şekilde planlanmalıdır. Bu da dayanıklı kent planlarken yaşamın kalitesi için bile arka planda bir ideolojinin olması gerektiğinin bir göstergesidir.

Sadece ideoloji değil örgütlenme biçimi de dayanıklı kent için bir olmazsa olmazdır. Kendine yeten bir kenti kurmak için dayanıklı bir kent planlarken, bu kentin örgütlenmesi ve yönetim biçimi de yaşamsaldır. Deprem sonrasında merkeziyetçi ve talimata tabi yönetimin faciaya dönüştüğüne şahit olduk. Merkeziyetçi, tekçi yönetim artık günümüz koşullarında ancak felakete sebep olabilecek bir anlayıştır. Deprem sonrası arama kurtarmadan tutun, yardım yönetimine kadar merkeziyetçi ve talimata bağlı zihniyetin felç yaşadığına şahit olduk. Bu da gösterdi ki en küçük kent biriminin dahi yönetimi yerel ve yerinden olmalıdır. Kent sakinlerinin iradesinin yönetime yansıyor olması da kentin tasarımı kadar hayatidir.

Bir kent için öz yönetimi en basit şekilde tarif edersek, kentin sakinlerinin iradesi ile kendine yetecek şekilde var olması bir öz yönetim şeklidir. Özyönetimde en önemli şey, kentin en küçük birimlerinde dahi orada yaşayan sakinlerin karar alma mekanizmalarına dahil olup kendi yaşamı üzerinde direk söz sahibi olabilmesidir. Kentin en küçük biriminde bir mahalle veya köy meclisi ile karar almak belediyeye meclis üyesi seçmiş olmaktan çok daha pratik ve işe yarayan bir yönetim şeklidir. Temsili demokrasinin getirdiği hiyerarşiyi, hantallığı, koordinasyonsuzluğu ortandan kaldırmaktadır. Daha büyük meclisler için seçilen kişilerin işi sadece aktarım ve koordinasyon olmaktadır.

Özyönetim halkları da birbirine kenetleyen dayanışmanın güçlenmesine katkı sunmaktadır. En ufak toplumda dahi ayrımcılığın olmasının önüne engel koymaktadır. Çünkü herkes kendi iradesini karar alma mekanizmasına yansıta bilmektedir. Kentin özyönetimi mahalle mahalle, köy köy kendine yetecek şekilde örgütlü olmasıdır. Bir mahalle düşünün, her bir sakini birbirinden haberdar, çünkü yönetimde karar alma iradeleri var. Her tür kriz için yeterli imkânı, teçhizatı ve her şeyden önemlisi örgütlülüğü var. Kendi üretip, kendi kazanıp kendini çevirebiliyor. Bir afet durumunda akut süreçte tüm mahalle sakinleri acil ihtiyaçlar için toplanabiliyor. Arama kurtarma için dünyanın bir ucundan ekip gelmesine gerek kalmadan kendi imkânları ile ilk acil arama kurtarma çalışmasını başlatabiliyor. Mahallenin sokakta kalmadan barınabileceği ortak güvenli bir alanı var. Yemek, su sağlanabiliyor. Akut süreç bittikten sonra rehabilitasyon sürecinde dahi yaşamın normale dönmesini sağlayabiliyor. İşte bu özyönetimdir. Afete ve krize dayanıklı kentler kurmak, adil, eşitlikçi, demokratik ve kapsayıcı ve ekolojist bir perspektifle kent tasarlayarak mümkündür. Yönetişim ise bu kurucu ideolojinin pratik yansımasıdır. Merkezi bir yönetim ile dayanıklı kent kurulması mümkün değildir. Dayanıklı kent kurmanın kalbinde demokratik ve katılımcı bir yönetim metodu belirlemek vardır. Demokratik modernite toplum normları için kapsayıcılığı ve demokratik yönetimi belirleyici unsur olarak önerir. Afet kentleri üzerinden yapılan analizde toplumu doğru normlarla var etmenin dayanıklı kentler kurmanın temel meselesinin ideoloji olduğunu söyleyebiliriz. Acı da olsa bu afet demokratik modernite anlayışına göre kent kurmanın ne kadar hayati olduğunu ortaya koymuştur.

 

 

 

Referanslar
  • Demokratik Modernite Dergisi Ekim, 2019 Metin Yamalak, Kapitalist Modernite Krizi Ve Toplumsal Özgürleşme
  • https://artigercek.com/forum/demokratik-modernite-ekseninde-ideolojik-yerellesme-1-emre-ergul-159592h
  • Uçar, N. (2023). Kentleşme sürecinde salgın hastalıklar ve İstanbul’da kentsel kırılganlık kavramı
  • Miles P. Wilson , Gillian R. Foulger ; Christopher Saville ; Samuel P. Graham ; Bruce R. Julian, Earthquake weather and climate change: Should we stress about the forecast, May 03, 2022
  • https://resilientcitiesnetwork.org/what-is-urban-resilience/

 

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.