Düşünce ve Kuram Dergisi

Kültüre El Koymak Toplumsal Gövdenin Gaspıdır

Mahsun Erdal

Giriş;

Bourdieu, “Kültür oyunundan çıkış yoktur.” (2017:26) derken, insan ve toplum gerçekliğinin her haliyle kültüre kayıtlı olduğunu öne sürmekteydi. İnsanın ve toplumun varoluşsal olarak “kültür-içinde”liğine vurgu yapan bu cümle, bütün edim ve algılamalarımızın zorunlu olarak bir kültürel evren içinde gerçekliğini bize anlatır. Bu evrenin dışına çıkmak ne mümkün ne de olgusal bir gerçekliğe tekabül eder. Böyle bir gerçeği kurgulamak bile imkan dahilinde değildir. Zira kurgulama çabası da yine kültürü ve simgesel bir evreni gerekli kılar. Bu nedenle, kültür içi varlık olan insan ve toplum kültür tarafından kuşatılmış durumdadır.

Bu durum insanın kültür içine hapsolmuş bir varlık olduğu anlamına gelmez. Zira kültür onun varoluşsal koşuludur. Eril politik siyasanın kendini kesinleştirmesi ile birlikte, kültür- insan- toplum ilişkiselliğinde kaymalar gerçekleşmiş olsa bile, kültürün düşünüş, duyuş ve değer yönünden toplumu ve insanı besleyen özsel bir ilişki karakteri vardır.

İnsanın baştan aşağıya kültürel bir varlık ve kültürün ürünü olması onu kültürün basit bir eklentisi konumuna yerleştirmiyor. Zira aynı zamanda insan, kültür yapıcı biricik varlıktır. Yani “Her insan kültürün ana babası olduğu kadar çocuğudur da.” [1]Bu sebeple kültür, inana formasyon kazandıran, onu biçimlendiren oluş tarzı olduğu kadar, eş anlı olarak insan tarafından her an üretilen toplumsal özelliktir. Aralarında öncelik sonralık ilişkisi değil, birliktelik ilişkisi vardır. İnsan kültürde, kültür toplumda yansır. Her üç öge de birbirini kuran değişkenler olarak karakterize olurlar ve fakat bu öğeleri basit bir biçimde birbirine indirgenemezler.

Bunları özgül farkları olan ama diğer yandan da birbirine sarkan aralarına katı sınırlar çekilemeyecek olan yoğun kesişimli ve birbirine bulaşık birikimler olarak kavramak daha doğrudur. Çünkü hem karakterize eden hem de ortaklaştıran yan birinde başlayanın diğerinde bitmemesidir. Bilakis birinde başlayanın diğerinde yankılanması, hatta güçlü bir şekilde sürmesi bu üç gerçekliğin birbirine dolaşık olgular olarak kavranması gerektiğini anlatır. Her üç olgudaki varoluşsal bakımdan bunları bütünlüklü ve ilişkisel bir bağ içinde ele almayı gerekli kılar.

Bu kavrayışa dayalı olarak kültür mefhumu ile insanlaşma ve toplumsallaşma hatlarının birbirine özsel olarak kapsadıkları ifade edilebilir.

Kültür her zaman insanın tarihsel çevresini dolayını ve etrafını oluşturan yaşamsal ilişkisel birikim oldu. Bu anlamı ile ister sembolik yapılar ister teknik yaratıcı etkinlikler ister sosyal modeller ve roller öngörüsü biçiminde olsun kültür her durumda bir ilişki kapasitesi birikimi örgütlülüğü ve sürekliliğidir.

Serüvenin basit başlangıcından karmaşık dokusuna kadar kültürün temel karakteri ilişkisel olmasıdır. Buradan da çıkarsanacağı üzere, kültür olgusuna kesin bir başlangıç noktası tayin etmek pek olası değildir. Olgu ve işlev olarak kültür insanlaşma evrimine ve sürecine yapışıktır; fakat tanımsal olarak ona belirli bir zaman tayin edilebilir. Bu yazıdaki iktidarcı-devletçi uygarlığın karşıt kutbu olarak kavradığımız demokratik uygarlığın kültür algısı ve öngörüsünü Ali Fırat’ın geliştirdiği demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma içinden anlamaya çalışacağız.

Daha somut olarak söyleyecek olursak Ali Fırat’a ait bu paradigmanın radikal bir eleştirel tavra eş olarak, kültürel bir kuram oluşturma çabası ortaya koyduğunu ileri sürecek ve bunun parametrelerine ilişkin argümanlar oluşturmaya çalışacağız. Böyle bir çalışmayı bir makale çerçevesi ile ele almanın güçlüklerinin farkındayız, ancak bu yazı alana giriş bazında bir deneme olarak görülmeli okunmalıdır.

 

Kültür Özsel Olarak Kesinti İçermez

Kültürün hem yapısal hem de mahiyet olarak toplumdan ve zamandan bağımsız bir özü yoktur. Bu, onun tarihsel ve toplumsal bir olgu olduğu anlamına gelir. Kültürün tarihsel ve toplumsal olduğu gerçeği onu bir gölge-fenomen olarak kavramayı olanaklı kılmaz. Yani kültür, tarih ve toplumdan sonra gelen, onları dolayımlayarak sonra açığa çıkan değil, birlikte, iç içe ve ilişkisel karakterde oluşandır. Bu açıdan kültür, insan toplum ilişkileri diyalektiğinde, deyim yerindeyse geometrinin bütün ilişki boyutlarını iç içe temsil eden ve kapsayan ilişki biçimi oluyor. Bu boyutlardan birinden birini seçip kültür-toplum ilişkilerini izaha çalışmak olguyu kısmıleştirmek anlamına gelecektir. Zira tarihsel kültür algılamalarının bize göre, yapısal olarak olguyu kısmileştirmek gibi kusurları vardır. İşte bu sebeple kültür kavramı söz konusu olduğunda Fıratist kültürel kuram, olgu ve kavramı kısmileştirmeden ilk anlamından son biçimine kadar, tüm yönleriyle görme çabasındadır. Bu, Fıratist kuramın olguyu ve kavramı algılama tarzının ayrıcalığını ortaya koyan birincil özelliği olarak kavranabilir.

Bunun için Fıratist kuram, toplumsallığa ve tarihselliğe ilişkin güçlü bir eleştirel perspektifle eş olarak, toplum ve tarihte ne, nasıl yaşanmış ve gelişmişse onu öyle kavrama ve anlama çabasındadır. Bunu “varlığın oluşum tarzına saygılı yaklaşma hassasiyeti” olarak da kavrayabiliriz. Bu tutum özellikle devletli uygarlık aşamasıyla ters-yüz olan toplumsal olayların daha doğru ve gerçek mahiyetleriyle anlaşılmasına olanak tanıması açısından oldukça önemlidir. Kültür de Fıratist kavrayıştaki ilk anlamıyla, bu hassasiyete göre oluşmaktadır. Yani kültür denen sürecin insanın tür olarak doğadan farklılaşmasına koşut olarak ve insanın nitelik olarak yükselişine eş bir anlama karşılık geldiği düşünülmektedir. Birbirine koşul kabul edilebilecek insan, toplum ve kültür eşliği, mahiyeti kendine münhasır bir ikinci doğa tesis etmiştir. İkinci doğa veya toplumsal doğa, tür olarak insanın varlık alanı ve koşuludur. Toplumsal doğa özsel olarak kültüre kayıtlı bir süreci anlatır. Bu sürecin ana odağında, tür olarak insanın nitelik farklılaşmasıyla kendini daha üst bir düzeyde var kılması vardır. Dolayısıyla Fıratist kavrayış kültür olgusunu insanın insanlaşma ve toplumsallaşma sürecine eş olarak ele alır ve toplumsallık söz konusu olduğunda “kültür-öncesi” ve “kültür/uygarlık” gibi ayrımları, siyasi diskura angaje spekülatif kurgusallklar olarak kavrar. Hem hakikatin bütünlüğü hem de kültürün evrenselliği gereği, “uzun süre” kapsamında kavranması gereken bir olgu olarak kültürü ele alır. Bu, kültür denen olgunun toplumsallığa ve onun zamanına ve mekanına içkin boyutunu anlamak kadar, uygarlık aşamasıyla birlikte içerisine sokulduğu çerçevenin ayırıcı farklarını görmek açısından önemlidir. “Anlamsallıkların ve yapısallıkların bütünü”[2] olarak kavradığımız kültür, özsel olarak bir kesinti içermez; insanlaşmanın ve toplumsallaşmanın zamanı içinde baştan beri varlığını sürdürmektedir.

Fıratist kültür kuramının birinci itirazı onun zamanına ve mekanına ilişkindir. Arkeolojik bulgular ve bilimsel incelemeler kültürü Atina’dan başlatan ve oraya dayandıran görüşün altını boşaltıp mekana ilişkin tartışmaları büyük oranda netleştirsede, aynı şey zamana ilişkin söylenemez. Zira zamana ilişkin kavrayış büyük oranda eril politik siyasanın kendilik algısı, öngörüsü ve niyetiyle bağ içinde şekillendiğinden, bu alana dair bir kavrayış netliğinin veya ortaklaşmasının sağlanması epistemik ve siyasi bir mücadeleyi öngörmektedir.

Bu anlamıyla kent, sınıf ve devlet olgusu ile karakterize olan uygarlığın kültürü kendisiyle başlatan ve kendisine mal eden yaklaşımı, Fıratist kuram, ontolojik bir itiraz yükselterek karşılamaktadır. O, kültürü insanlaşmanın, insanlaşmayı da kültürün zamanı olarak kavramaktadır. Bu koşutluk ilişkisi kendi zamanında gasp ilişkisine dönüştüren eril-politik siyasa, kültürü uygarlıkla özdeş kılıp kendisi ilk başlatır. Kendisini veri alıp kendisinden önceki toplumsallık zamanını “kültür öncesi” olarak damgalaması esas olarak eril- politik aklın/tertibatın kendini kurma tarzıyla alakalıdır. Fıratist paradigmada “kurnaz adam hikayesi” ve “üçlü kutsal ittifak” diye tarif edilen ilişki karakteri, bu kendini kurma tarzını tüm yönleriyle serimlemektedir. Bu kurma tarzının anacıl toplum değerlerine karşıt, negatif bir diyalektik ilişki içinde oluştuğunu bilmek, eril-politik siyasanın kültürü gasp etme, kendisiyle izah etme tutumunun altındaki his durumunu çok daha iyi anlaşılır kılacak, ortaya koyacaktır. Kültürü kendi zamanıyla başlatan eril-politik yapı, bu tutumuyla, görmesini bilenler açısından kendiliğine ilişkin önemli bildirimlerde bulunmaktadır. Bu süreç, bütün eril tantanasından ayıklandığında geriye, kadında somutlaşan toplumsallığa karşıt olarak konumlanmış bir erkeklik gerçeği kalmaktadır.

Toplumsallığın antitezi hüviyetiyle kavrayabileceğimiz eril-politik tertibatın kültür gaspına gitmesi toplumsal güç birimi olan kadını kültür alanından silmesi yadırganmamalıdır. Çünkü bu yapı ontolojik gerekçelerle kadının toplumsal konumunu, üretici çekirdek rolünü sarstığı, tahrip ettiği oranda sistem haline gelebileceğini düşünmekteydi. Bu, yanlış bir akıl yürütme de değildir. Kadın üretici çekirdek rolüyle yaşamı kendi etrafında ördüğü müddetçe veya yaşam kadın etrafında döndüğü müddetçe eril politik bir simgesel evrenin veya sistemin hayat bulma şansı yoktur. Bu nedenle eril-politik siyasanın geliştirdiği bütün anlamsallıklarda ve yapısallıklarda kadının ve onu dolayımlayarak toplumsallığın düşüş yaşaması, kavram ve kuram dünyasından dışlanması gerekiyordu. Kültür olgusundaki bu sahiplenici ve kendine mal edici tavrın arasındaki bu siyasi içeriği kesinlikle göz ardı etmemek gerekiyor. Bu siyasi hesap da kavrayışa dahil edildiğinde, kültürü kendine özdeş kılan uygarlıkçı yaklaşımın büyük oranda “şahsiyetini” ve zamanını olumlama ihtiyacı ile hareket eden erkekliğin his durumuna karşılık geldiği daha iyi anlaşılacaktır. Kültürün uygarlık içi bir olgu olarak kavranması tercihin böyle bir siyasi-tarihsel somutluğu vardır.

Kültür, yaratıcı, üretici, yetiştirici ve kurucu alt anlamlarıyla özsel olarak toplumsallığın dişil karakterini yansıtır. Ancak eril-politik sistem, arka plana itmeci (inkarcı), radikal dışlamacı (derin ayrımcı), kendine katmacı (ilişkisel tanımlayıcı), araçsallaştırıcı (nesneselleştirici) ve homojenik [Plumwood:2004:74] bir anlam örüntüsüyle kültürün dişil karakterini el çabukluğuyla görünmez kılmak ister. Hatta iddiamız odur ki, uygarlıkçı sistem, gerek oluşturduğu mitolojiler ve öne sürdüğü dinsel kurgular; gerekse de sosyalbilim anlatıları yoluyla, öteden beri bir cinsiyet değişikliği operasyonu icra etmiştir. Eril-politik tertibatın özsel olarak toplumsallığın her alanına tesir etme biçimi cinsiyetçidir ve cinsiyetini dayatır. Bu cinsiyetçilik, temel olarak erkeğe iltimas geçme gibi bir çerçeve dahilinde algılansa da, bunu çok daha aşan düzeyde bir mahiyet icra ettiği belirtilmelidir. Elbette erkeği temel alır, ama o, erkeklerden çok erkekliği toplumsal yaşamın her alanında onaylamanın ve duyumsamanın sistemini geliştirir. Cin-

siyetçilik esas olarak budur ve kültürde bir cinsiyet değişikliği yaratmanın mahiyeti bununla alakalıdır. Fıratist kuram bu noktayı, toplumsal tüm problemlerin türediği ilk katman olarak kavrar.

Temel olarak, “kültür” ve “doğa” ikiliğinde tüm semantiğini açıklıkla yansıtan bu durum, kültür gaspının sistemik bir karakter taşıdığını ortaya koyar. Eril-politik siyasanın tüm kodları neredeyse içerilmiş halde bu başlangıç anına hassasiyetle bağlıdır. Uygarlıkçı sistem kavrayışında kültür ve doğa birbirine karşıt, birbirini dışta bırakan ve olumsuzlayan bir anlam örüntüsü yankılarlar. Bu kavrayış tarzı bir çok açıdan problemlidir. En başta kendi zihniyet dünyasını bükme ve olgusal gerçekliği inkar etme suretiyle kendini aldatmaya meyilli bir zeka/zihin problemi açığa çıkarmıştır. Fıratist kuram bunu analitik zekanın “sapmacı yönü” olarak ifade eder. Zekanın analiz yaparken ve anlamsallıklar oluşturmaya çalışırken kendini dikotomiler içine sıkıştırması veya böyle bir kavrayış tarzı geliştirmesi onun sakatlanması ve tek boyutlu kalmasına yol açmıştır. Eril-politik yapının bu epistemik koşula bağlı olarak geliştirdiği tüm diyalektler böylelikle onun birer izdüşümü haline geldiler. Bu anlamda “kültür-doğa” dikotomisi da esas olarak eril siyasa içinde oluşmuş ve anlam bulmuş bir süreci anlatır. Dolayısıyla Fıratist kuram, kültür ve doğayı karşıt kutuplar gibi kurgulayan anlam örgüsü ve çerçevesine sıkışmanın gerekli ve geçerli olmadığına inanır. Çünkü kültür ve doğa arasında anlamlı bir ilişkiselligin olduğunu düşünür.

Kültür, toplumsallığa içkin oluşa tekabül etmesi nedeniyle elbette birinci doğadan ayrışır. Fakat bu kategorik bir ayrım değil, anlamsal ilişki bağı güçlü olan bir farklılaşmadır. Lakin bahse konu ettiğimiz yaklaşım biçimi, kültür teriminin kökeninde içerilmiş halde bulunan bu farklılaşmayı kategorik bir karşıtlık seviyesine taşırarak, kültürü homo-sosyal bir ilişki bütünü derekesine indirger ve kavrar. Fıratist kuram bunun bir kavrayış tercihi olduğunu söyler. Çünkü bu tercihin toplumsal zeminde siyasi sonuçlar yaratma beklentisiyle oluşturulmuş olduğunu düşünür.

Bunun için kültür-doğa ilişkisini düşünürken algı ve olgunun biçim ve içerik kazanmasında siyasi meyil verme tutumlarının etki etme düzeyleri her zaman göz önünde bulundurulmak durumundadır. Hele ki mevzu kültür olduğunda fallus merkezli bir paradigmatik bakışın kendini ideolojik ve politik olarak dayatmaması düşünülemez. Zira kültüre el koymak ve onu kendine mal etmek, toplumsallığın her yönüne kolayca tesir etme olanağına kavuşmak anlamına geldiğinden, bu davranış kodu egemenlik tertibatı açısından olmazsa olmaz kabulündedir. O nedenle kültürün cinsiyetini değiştirme ameliyesinden tutalım, onun argümanlarını oluşturmaya kadar; yine yapısal ve anlamsal inşalara kadar büyük bir eril-politik tutum ortaya koymuştur.

 

Kadını Bilme ve Tanıma Kültürel Kuramın Özüdür

Tarihsel topluma eş oranlı olarak kültür de eril-politik bir tazyik altına alınmıştır. Bu noktada bütün mo dernite biçimlerinde özsel olarak birbirinde süren ve birbirine eklemlenen eril bir hat söz konusudur. Bu hattın kültürü kendine mal edici tavrının tercümesi, yaşamı gasp etmesi ve her tarafı erkeklikle doldurulmasıdır. Toplumsal demografyanın, kolektif davranış tarzlarının, düzenleyici davranış kalıplarının, sosyal modeller ve kuralların, sosyal rol tanımı ve öngörülerinin tümünün erkek odak alınarak yapılması, kültür dolayımıyla gerçekleştirilen yaşam gaspını çok net bir biçimde ortaya koymaktadır. Eril-politik performans, simgesel ve sembolik evrenin tümünü doldurmak isteyen bu tavrı ile kendisine metafizik bir doğurganlık atfetmektedir. Bu eril-politik tavır toplumsal yaşam dengesinin bozulması ve kadının bu alandan silinmesi pahasına gerçekleşmektedir. Müşterek olan ve kadın-erkek denkliğinde varlık bulan kültür dünyasının erkek lehine ve kadını bu dünyadan sürmek pahasına tek boyutlu kılınması, bütün uygarlık süreci boyunca yaşanan çok yönlü sorunların ana sebebidir. Kadın ve dişil öğeler etrafında karakterize olan kültür tür dünyasını el konulması birincil düzeyde kadını mağdur pozisyonuna yerlestirse de, bu sürecin tek mağduru kadın değildir; kadınla özdeş bir anlamsallikla ele alınan bütün toplumsal kesimler ve olgulardır. Kadınsılığı, etrafında yaşamın örüldüğü toplumsal fenomen olarak düşündüğümüzde bu sürecin yaşamı eksilten yaşam karşıtı bir bütünlüğe tekabül ettiği rahatlıkla söylenebilir.

Fıratist kurama göre kadının kültürden, yaşamdan dışlanması toplumsal tüm problemlerin zemin katı olarak telakki edilmelidir. Uygarlıkçı projeksiyon temel olarak bu zemin ve bağlam içinde oluştu ve iktidar bilincini buraya dayandırdı. Bu andan başlayarak günümüze kadar başlangıç noktasına hassas bağlılığın bir gereği olarak, insanlık, özsel olarak süren cinsiyetçi/eril-politik bir siyasi hattın türlü taciz, istismar ve dayatmaları ile yüz yüze kaldı. Hatta uygarlık denen ve kendini sınıf, devlet ve iktidar üzerinden tarifleyen hikayenin özü/özeti kadın ve onun etrafında oluşmuş kültürel örüntünün yaşam ve kültür dışılaştırılmasından öte bir anlama sahip değildir. Bu andan ve bu anla karakterize olan siyasi projeksiyon, sonrası sürecin etik, epistemik parametrelerini de belirlemiş oldu. Hala da formasyon farklılıkları gözetilmek suretiyle, sürmekte olan hikâyenin genetik kodları aynıdır. Dolayısıyla kültür mefhumu söz konusu edilirken, Fıratist kuram, olgunun uzun süre kapsamında ve bütünlüklü kavranması gerekliliğini kültürel kuramın ayırıcı özelliği/ögesi olarak öne sürer.

Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmanın, kültürün kadını inkara yönelen eril-politik tutumuna olan itirazı, toplumun varoluş tarzına duyduğu saygıdan kaynaklanır. Ayrıca genel olarak bu itiraz ve biliş tarzı kendini ideolojik ve felsefi alanla sınırlamayıp yaşamın her düzeyinde kadını bilmeyi ve tanımayı esas almakta; sosyal, siyasal ve kültürel olarak yeniden onu kurama dahil etmeyi amaçlamaktadır. Kuram ve politik tavır bu öz ile içeriklendirilmektedir.

Kadının fiziki bir varlık olmak kadar, “bir sosyal ilişki yoğunluğu” [Fırat: 2015:122] ve tarzı olarak telakki edilmesi; yaşamın etrafında örüldüğü odak olarak kavranması ve herkesin bu anlamsal içeriğe davet edilmesi; çarpıtılmış ulus kimlik algılamalarının dönüşüme tabi tutulması; kadın kimliği etrafında oluşturulmuş eril-politik yalan ve kurgulamalar ile erkek kimliği etrafında cereyan eden bütün abartılı yanlarla her düzeyde mücadele etmeyi öngören bir kültürel ve zihinsel hat öngörmesi Fıratist kuramın özsel içeriğini oluşturmaktadır. Bu nedenle Fıratist kuramı, özsel olarak kadın zihniyeti ve değerleriyle oluşmuş, toplumun ahlaki-politik dengesini bu değerler etrafında toparlanmayı amaçlayan yapısallıklar ve anlamsallıklar bütünü olarak anlamlandırabiliriz. Oluşturduğu çerçeve, kapsam ve içerik nedeniyle, Fıratist kuram, özsel olarak kadın kurtuluş kuramı biçiminde de tanımlanabilir. Bu yan Fıratist kültürel kuramın en güçlü ve belirgin yanıdır.

Fıratist kuramın yerleştiği epistemolojik temel, sahip olduğu dünya görüşü ve problem algısı kadını veri almaktadır. Bu durum, toplumu düşünme, algılama ve kurgulama anlayış ve tarzını da belirlemektedir. Sosyal, siyasal ve kültürel sorunlarını aşılmasında yine kadın zihniyeti/bakış açısı veri alınmaktadır. Kadın bir sosyal ilişki yoğunluğu olarak kavrandığı için, bu noktadaki iyileştirme ve çare biçimlerinin olduğu gibi diğer toplumsal alanlara yansıdığı düşünülmektedir. Nitekim bir sosyal bilim öngörüsü ve çerçevesi olarak kadın biliminin (jineolojinin) önerilmesi de bu özsel içerik ve kavrayışla kendini en iyi yansıttığı alan olarak algılanabilir. Zira jineoloji temel olarak kadın perspektifi, hakikati ve değerleriyle düşünmek, yaşamak ve eylemek anlamına gelmektedir. Kültürel düşünüşü, yaşayışı ve işleyişi açıklamakta kullanılan ayrım ve kategoriler, ideolojik kavrayış biçimleri reddedilmekte ve bunların toplumsal hakikati yansıtmadığı düşünülmektedir.

 

Toplumun Düşünce Gövdesini  Bütünlüklü Kavrama Çabasındadır

Fıratist kuramın yön tayininde belirleyici unsur, toplumun ahlaki politiğinin öncelenmesidir. Ahlaki politik hem Fıratist hareketin tanıdığı ve yatırım yaptığı tek toplum biçimi, hem de bir ayrım ve toplumsal analiz ölçüsüdür. Ahlaki-politik, büyük siyasi organizasyonlardan tutalım toplumsal kimlik ve devrimsel gelişmelere; kültür olgusundan tutalım gündelik yaşam, ilişki ve yönelimlerin örgütlendirilmesine kadar, bütün insansal edimlerin alamet-i farikasıdır.

Yani Fıratist kuram olgunun, algının, birimin veya kültür tipinin toplumsal bünyeyle olan ilişki içeriği veya ahlaki-politik topluma olan katkısı oranında ona değer verir veya mücadele edilmesi gereken olgu olarak karşıya alır. Toplumsal olgu ve algıları verili yapıları üzerinden, olduğu gibi kabul etme veya tarihsel yükleriyle birlikte onlara rıza gösterme yaklaşımı içerisinde değildir. Birey, toplum, sınıf, cemaat, kimlik vs. bütün varlık tarzlarıyla kurduğu ilişkinin ilk bağlamı eleştirel ve çözümleyicidir. Eleştirel ilişkisellik olarak kavrayabileceğimiz bu yaklaşım biçiminde öncelik, bu varlık tiplerinde gömülü olan ahlaki-politik içeriği görmeye ve anlamaya dönüktür.

Fıratist paradigma toplumsallığı bir gövde olarak kavrar. Bunun özgün anlamı, tarihsel olarak oluşturulmuş kavrayış ve kurgusallıkları tekin bulmamasıdır. Ölçü, yine ahlaki-politiktir. Sözgelimi sınıflaşmayı ahlaki-politik toplum özelliğine vurulmuş eril-politik bir darbe, dayatma ve saldırı olarak kavrar. Dolayısıyla sınıf temelli, toplumsallığı bölümleyen ve eril-politik siyasanın izdüşümleri olarak değerlendirir.

Bu durum bütün bilim yapma tarzları açısından da geçerlidir. Hakikati ve ahlaki politik toplumsallığı takdir eden, anlaşılır kılan bilimsel çalışmaları sahiplenirken, tersi bir misyon yüklenen çabaların da karşısında konumlanır. bu nedenle Fratist kuram, tarihsel olarak açığa çıkmış ve hakikati açıklamaya soyunan kuram, ideoloji ve felsefi bakışların ardışık bir devamı olarak ele alınamaz. Tabi ki Fıratist kuram da insanlığın tarihsel ve düşünsel birikiminin devamında yer almakta ve ondan beslenmektedir. Ancak bu durum düşün dünyasının ahlaki-politik demografyasını çıkarmaya dayalı gelişen bir özelliğe sahiptir. Çünkü o, düşün dünyasını tarihsel olarak oluşmuş bir toplumsal gövde olarak düşünmektedir. Bununla, toplumu ve insanı konu edinen bütün düşünsel formasyonların diyalektik bir ilişkisellikle birbirini kapsamaları hususuna dikkat çekilmeye çalışılmaktadır. Toplumun düşünce gövdesini oluşturan temel uğraklar olan mitoloji, din, felsefe ve bilim arasındaki formasyon farklılıkları görmezden gelinerek birbirine indirgenemez. Ancak bu hattın bir bütünlük teşkil ettiği Fıratist kuramın iddiasıdır. Kaldı ki mitoloji, din, felsefe ve bilim, basit anlamda, zincirin halkaları gibi, birbirine ardışık formasyonlar da değildir. Yüzeysel bir bakış bu düşünce uğraklarının tarihsel olarak peşi sıra geldiklerini ifade edebilir. Özellikle kuramsal ve kurumsal olarak her bir uğrağın tarihsel bir zamana tekabül etmesi gerçeği üzerinden, bu görüşe doğruluk payesi verilebilir. Ancak bu hakikatin bütününe tekabül etmez. Zira mitoloji, din, felsefe ve bilim sadece genel manada değil, özel manada da bir bütünlüğe karşılık gelirler. Fıratist kuram bu durumu “özünde birleşerek, değişerek farklılaşan evrensel gelişme” olarak kavrar. Döngüsellik de, çizgisellik de Fıratist kuramda toplumsal hareketin yüzleri olarak vardırlar ve iç içedirler. Fırat bunu teorisinde çeşitli biçimlerde dillendirir: “ilerlemenin döngüsel, döngüselliğin ilerleme olması kadar, sonsuzluğun şimdiki anda gizli, içkin olması, anlık oluşumların bütünlüğünün ise sonsuzluğu içermesi” [2015: b-33] kurduğu korelasyonlardan sadece bir tanesidir. O sebeple, mitoloji, din, felsefe ve bilim bütünlüğünü sadece tarihin bugünden değil o gününde de bütünsel kavramak oldukça önemlidir. Bu, mitolojideki dini, felsefeyi ve bilimi görmek anlamına gelecektir. Bu itibarla Fıratist kuramın düşün dünyasını gövdesel olarak kavraması, hem insanlığın derin hafızasının içrek ve birbirine dolaşık ilerleyen doğasını görmemizi olanaklı kılıyor, hem de bu dünyanın, eril-po litik tevatürünün iddia ettiği gibi, mutlak karşıtlıkla örülü olmadığını ortaya koyuyor ve hem de insanlığın modernite farkı olmaksızın heo bir tarafının mitlerle örülü, dinle sarılı, felsefeyle kurgulu ve bilimle ampirik olduğunu görmemizi sağlıyor.

Toplumun düşünce dünyasının gövdesel olarak kavranması, aynı zamanda, bu alanın “uzun süre” kapsamında ele alındığı anlamına gelir ki, bu da alanı ve alanın birbirine dolanan özelliklerini bütünlüklü görme olanağı yaratır. Bu, toplumsal problem ve olguları kısa ve yapısal süreler kapsamında kavramakla yetinen sosyal bilim tarzlarına yöneltilmiş eleştirel bir tutum olmak kadar, kendi kavrayış parametrelerini ayırıcı kılmanın tutumu anlamına da gelmektedir. Çünkü Fıratist kuram, bakış açısını kısa ve uzun süreler kapsamı ile sınırlı tutan sosyal bilim tarzlarının toplumsal gerçekliği o kısmilestirerek izah etmeye yöneldiklerini düşünür. Zira bu durum, bu yaklaşım biçimlerinin yapısal olarak yaşadıkları kusur ile alakalıdır. Çünkü toplumsal gerçekliği ahlaki-politik bir gövde ve eril-politik siyasayı da onun istismar düzeni olarak kavrayamadıkları için, eril-politik siyasanın toplumsal kozmolojisini olgusal hakikate kanıt olarak ele almışlardır. Eril-politik siyasanın birer izdüşümü olan ve hakikat  değeri zayıf olgular analizlerinin temel birimini oluşturmuş ve  bu analiz kategorileriyle toplumsal bütünlük izah edilmeye çalışılmıştır. Marksizmin sınıf temelli izah biçimi buna somut örnek olarak zikredilebilir. Bu analiz kategorilerine çok şey vehmedilmiştir. Dolayısıyla bu tarz hakikat açıklama tarzlarının yapısal olarak kısmileşmeleri kaçınılmazdı. Bunun için Fıratist kuram, kısmileşmemek ve aynı dertten muzdarip olmamak için toplumsal gövdenin ve toplumun düşünce gövdesinin uzun süre ve “kısaların kısası süre” yani Fırat’ın “özgürlük sosyolojisi” olarak kavradığı süre kapsamı ve birliği dahilinde kavranması gerektiğini düşünür.

Fıratist kuramda içerilmiş halde  bulunan tarihsel toplumun birikimsel olduğu bilinci kendinden önceki düşünce ve kültür tarzlarıyla irtibatlanma biçimini de belirlemiştir. Dediğimiz üzere kıstas ahlaki-politiktir ve perspektif bunun içinden şekillenmektedir. Bu eril politik tertibatın toplumsal doğada oluşturdığu yarıklar ile toplumun ahlaki politik değerleri arasında ayrıştırıcı çözümleyici bir bilincin öncelenmesi anlamına gelmektedir. Bu durumun en önemli sonucu eril-politik epistemolojilerin baskın kıldığı ve marj olarak zihniyet dünyasına dayattığı ölçülere takılmadan insanlığın kendi tarihsel birikimiyle buluşması ve barışmasıdır. Zira eril-politik epistemolojinin redçi inkara dayalı diyalektik kavrayışı ile lineer tarih anlayışı toplumsal alanı çatışmacı ve sürekli ilerlemeci bir ilişki kuşağı içinde tutmaktadır.

İnsanların ve toplulukların eril-politik kozmolojinin kavram ve kuramlarıyla irtibatlanmalarının sosyal sonucu sürekli çatışma ve dışsallaştırma olmaktadır. Bu durumun geçmişi ve günümüzü algılamaya uzanan boyutları olmakla birlikte, geleceğe uzanan ve onu kurgulamaya etki eden boyutları da vardır. Çatışmacı ve kutuplaştırıcı epistemolojinin eril-politik getirisi toplumsal birimler arasında ilişkisel bir bağlam kurulmasını engellemesidir. Bu sebeple fratist kuram ilişki ayarını ahlaki-politik ölçü üzerinden kurmakta ve tarihsel ve güncel ilişki, kurum, kuram ve ideolojik yapılarla bu hat üzerinden irtibatlanmaktadır.

Toplumsal gövde veya toplumun zihniyet gövdesi söz konusu olduğunda Fıratist kuramın ilişki karakterinde belirli olarak öne çıkan bir diğer ozellik olumsuzlayıcı yetenektir. Bir kültürel ve zihinsel kod olarak bütün karşılamada ve karşılaşmalarda devreye giren bu kod ahlaki-politik ölçüden bağımsız değildir.

Bilakis olumsuzlayıcı yetenek toplumsal evreni her düzeyde kaplayan eril-politik yapının tüm etkilerine karşı düşünsel ve davranışsal formasyon kazanmaktır. Bu tarzı kuruculuğa içkin yıkıcı bir çaba olarak da tanımlayabiliriz. Zira ancak bu şekilde kuramdan ve yaşamdan dışlanmış ögeleri yine yaşam ve kurama dahil edebiliriz.

 

Katı, Kutuplaştırıcı Algı ve Kimlik  Özdeşliklerini Reddeder

Kültürel düşünüşü açıklamakta kullanılan ayrımların hep eril-politik bir tazyik altında karakterize olmuş olmaları belki de tüm uygarlık zamanlarının en büyük hakikat problemi oldu. Mitolojiden başlayarak günümüz bilimine kadar süreğen halde olan bu durum, kısmileşmenin nedenidir. Kısmileşmek hakikate bir açıdan ve zayıf bir görü kapasitesiyle yaklaşmak anlamına gelir. Bu durum Fil’i kıllarıyla tarif eden kıssaya benzemektedir. Bu gibi sınırlı kavrayış tarzlarının açığa çıkmasının temel nedeni; bütün kuramsal yaklaşımların kendi bakış açılarının konforuna yerleşerek hakikati kendilerine yansıyan kısmı ile tarif etmeye ve mutlaklaştırmaya yönelmeleridir. Bu bir yöndür. Diğer yön ise, her kuramsal yaklaşımın hakikate ve toplumsal doğaya dair sınırlı bir kavrayışı temsil ediyor olmasıdır. Handikap şurdadır: Her kavrayış kendi bakış açısı ve ufuk sınırları içerisinde fazlasıyla bir kendi üzerine kapanma yaşamaktadır. Toplumsal hakikate başka başka açılarla ve değişik kavram setlerinin olanaklarıyla yaklaşma yeteneğinin ortaya konulamaması, kendi zeminine sıkışma ve toplumsal ihtiyaçlara cevap olamama problemi yaratmaktadır. Elbette kuramlar ve inançlar kendi ideolojik anlamsallıkları ve kavramlarıyla dünyayı, hayatı tahayyül eder ve serimlerler. Kendini bu hat ve çerçeve ile dile kavuşturmalarında olumsuzlanacak herhangi bir şey yoktur. Kastettiğimiz her düşünce ve inanç geleneğinin kendi kuramsal çerçevesi ve aklı üzerine düşünümsel bir çabaya yönelinmemiş olmasıdır. Ya da en azından kendi tarihselliğinin belli bir aşamasından sonra bu yetenekten düşmüş olmalarıdır. Mitolojide, dinsel gelişimde, felsefi ve bilimsel ekollerde gerçeğin bu yönü hep karşımıza çıkar. En son modernist kuram ve sosyal bilimsel yaklaşımlarda da aynı içerik ile karşılaşırız.

Bu durum kültür algılamalarının temelinde yer alan handikapın gösterilmesi açısından oldukça önemlidir. Bu noktada Fıratist kuramın tespit ettiği temel problem eril politik aklın kendini kurma tarzında gizlidir. Bu akıl tarzının toplumsal farklılıkları hiyerarşinin mantığıyla kurgulaması ve iktidarın kimliğini oluşturan bir düşünce hattı ile karakterize etmesi ve bu suretle tahakkümü doğallaştırması ancak toplumsal olguları birbirine karşıt kutuplar oluşturmak yoluyla algılayan ikici düşünce tarzıyla mümkün olmuştur. “İkicilik birbirine karşıt kavramların tahakküm ve tabi kılma yoluyla karşı-olumsal ve dışlayıcı” [Plumwood: 2004: 49]  olarak kurgulayan bir sürece tekabül etmektedir. Toplumsal olguların ilişkisel/ yönelimsel içeriğini reddedip katı, sabit kavram ikilikleri oluşturup (sözgelimi kültür-doğa, erkek-kadın, aktif-pasif, eri-dişil gibi)  birincileri diğerleriyle tahakküm ilişkisine sokan bu yaklaşım bilimine eril-politik tavrın kendini kurma tarzı denir.

Eril-politik tertibata itiraz edenlerin bile bir tersinmeyle bu epistemik kıskaca yedeklendikleri söylenebilir. O nedenle burada dikkat çekiLmesi gereken husus başta Marksizm ve pozitivizm gibi büyük anlatılar olmak üzere bir çok düşünce ekolünün ve kuramsal çabanın tercih ettikleri kavramsal çerçeve temel olarak yanlış olmasıdır. Temel hata, toplumsal doğanın esnek yapısını ıskalayıp kaba ikilemler ile hakikati izah edebilecekleri yanılgısına düşmektedir. Bu çerçevenin çok fazla aşılamaması adeta bütün epistemolojileri eril politik aygıtın devamına eki konumuna yerleştirmiştir. Çünkü düşün dünyası eril politik siyasa ile ilişkiler konusunda büyük oranda muğlak bir konuma yerleşmeyi tercih etmiştir. Elbette ki muğlaklık sadece yerleştikleri konumu imlememekte aynı zamanda eril-politik siyasaya bakışlarının niteliğini de ifade etmektedir. Özellikle bilim ve iktidar arasına çekilen sahte bariyerlerin bilimin iktidardan azade kılacağının düşünülmesi (bilimin yansızlığına çok fazla inanmış olmaları) en hafif deyimle naiflik olarak nitelenebilir. Oysa tercih edilen analiz kategorilerinin bile bir siyasaya gönderme yaptıkları bilinmeliydi. Bu itibarla dile yerleşik kılınmış siyasanın fark edilememesi dikotomileri olgusal gerçekliğin sureti olarak kabul etmelerine neden olmuştur. Hakikate ve varlığın oluş tarzına saygı gereği eril si yasa ve  ideallerin reddine dayanması gereken sos yal bilimsel çabalar karşıt kutuplara dayalı epistemik tarzı aşamayarak ona hapsolurlar. Bu sebeple Fıratist Kuram tarihsel ve kültürel düşünüşü kategorik ve kutuplaştırıcı algılayan katı kimlik ve izah tarzlarına mesafeli yaklaşır Çünkü katı kimlik özdeşliklerine tutunarak izah geliştiren tarzların toplumsal değişkenler arasındaki ilişkisel bağı yeterince idrak edemediği kanaatindedir. Toplumsal değişkenlerin özgül ağırlıklarını ve verili yapısal içindeki konumlarını doğru değerlendirmenin stratejik önemde olduğunu düşünür. Çünkü toplumsallığımızın eril-politik bir turnike içine alındığının farkındadır ve sistemin zihniyet kodlarından başlayarak sosyal ve kültürel düzeyde formasyon kazandığının bilincindedir. Bu nedenle neyin gerçek anlamda toplumsal komünal ve ahlaki-politik olduğunun verili biliş ve kabul biçimleri ile tespit edilemeyeceği iddiasındadır.

Sözgelimi sosyalizm bayraktarlığını işçi sınıfına veren Marksizmin temel hatası toplumsal hakikati temsil etme kapasitesi son derece sınırlı bir bağımlı değişkeni yani proletaryayı temel almasıydı. Oysa proletarya bağımlı değişken olma sıfatı ile bir gölge fenomendi ve kaderi burjuvaziye bağlıydı. Dolayısıyla toplumsal gövdeyi temsil etme ve taşıma kapasitesi çok sınırlı proletaryaya olduğundan fazla rol ve misyon yüklendi. Problemin esası, temel olarak toplumsal doğayı ve onun çoğul karakterini inkar etmeye dayanıyordu fakat onu ikicilikle algılamaya meyal düşünce tarzı baştan verili bir halde devreye girdi ve eril-politik epistemik hata eklemlenmiş oldu. Marksizm sadece en bilinen örneklerden biriydi. Bu düşünce tarzı formasyon farklılıkları yaşasa da ana parametrelerini hep sonrasına devrederek koruyarak varlığını ve egemen karakterini sürdürdü. Her dönemde eril-politik değirmene su taşıyan düşünce tarzı buydu.

Bu düşünce tarzı karşıt kutuplar oluşturarak böldüğü şeyin her iki tarafını çarpıtmakla kalmaz aynı zamanda dışsallaştırıcı karakteri nedeniyle toplumsal dinamik ve değişkenler arasındaki ilişkiselliği de akamete uğratır. Tek yönlü, tek boyutlu ve iletişimsizlikle örülü bir ilişki evreni öngörür. Bu aynı zamanda tahakkümcü düşünce tarzının bir özelliği de oluyor. Toplumsal değişkenlerin yerel ve evrensel planda birbirini bütünledikleri gerçeğini ıskalayan bu yak laşım biçimi net olarak kendini iletişimsiz bir alana hapsetmiştir. Bu durum iki neden dolayısı ile böyledir. Birincisi tikel ile evrenselin birlikte varoluşsal bir değer kazandıkları gerçeğinin idrak edilememesi; ikincisi ise evrensel ve yerel arasında bağ kurmaya yönelen yaklaşım biçimlerinin kendilerini kısır bir ikicilik ile sakatlamalarıdır. İşte bu noktada Fıratist paradigma toplumsal doğanın çoğul niteliğini takdir etmeyen, tanımayan, kısır, katı ve aşırı kurgusal, soyut yaklaşım biçimlerine gereğinden fazla önem verilmemesi gerektiğini savunur. Temel olarak bu yaklaşım biçimlerini yanlış bilinç ve yaşam tarzları ve gerçek yaşamda karşılığı olmayan ideolojik dayatma ve kurgusallıllar olarak düşünür.

 

Yerel ve Evrensel Düzeyde Kültür  Perspektifi İlişki Bilincine Dayalıdır

Fıratist kuram yaşamın ve kültürün varlığını ilişki ve iletişime borçlu görür. Bunun için gerek yerel düzlemde gerekse de evrensel boyutta kültür perspektifi ilişki bilincine dayalıdır. İlişkisel bağlam Fıratist kuramı konuşkan yapar; bağ ve ilişki örgütleyen bir konuma taşır.Toplumsal doğanın ahlaki örgüsü olarak sorumluluğu kültürel davranışın başat öğelerinden biri olarak kavrar. Nitekim ilişkisel bağlam kendiliğinden sorumluluğu bir kültür tipi olarak öne çıkarır. İnsanın kültürel bir varlık olarak kendine, toplumuna, doğaya, insanlığa ve spesifik olarak içinde yer aldığı tüm ilişki uğraklarına karşı sorumlu kılınmasını veya sorumlu olmasını Fıratist kuram varoluşsal değerde görür. Çünkü sorumluluk belli bir ahlaki öngörü ve koşul ile kendini topluma bağlamayı gerekli kılar. Bu duruma ahlaki politik bir tavır içermesi dolayısıyla kültürün şahsiyet hattı da diyebiliriz. Kültür bu hat üzerinden kendine kurar ve insanı biçimlendirir. Eril-politik yapı bu alanı tarihsel olarak bastırıp tahrip etmiş olsa bile toplumlar yine de bu hat üzerinden şahsiyet iddiaları öne sürmektedirler. Bu durum tarihsel toplum ve kültür biçimlerinin eril politik yapı karşısında kendinde ısrar etmelerini  anlatır. Başka bir anlatımla toplumlar ve “insanlık kendi öyküsünün derin hafızasına sahiptir” ve Eril politik ideolojik dayatmalar ilk bunu kolay terk etmez. [Fırat: 2015-a: 96] Fıratist siyasi ve kültürel  kuram esas olarak bu öykünün hafızasına tarihsel süreliğine yas lanmakla ve ona güvenmektedir bu durum özellikle modernist kuramdan dışlanmış toplumsal değişkenlerin kültürel birikimlerimiz ve varlıklarını sahiplenmek açısından oldukça önemlidir. Modernizmin kuram  dışı kabul ettiği ve görmezden geldiği toplumsal olguların yeniden kurama dahil edilmesi ve toplumsal hakikaten onlarla (kadın, kabile, kır toplumları, etnisite, azınlık grupları, dinsel ve mitsel öğeler vs) birlikte düşünülmesinin ilk anlamı karşı bir kültürel tasavvur anlamına gelmektedir. Hatta Fıratist kuram karşı kültürel hat olarak edil politik hegemonya karşısında ana kültürel toplumun direniş perspektifinin ve gerçekliğinin hangi esaslarda olması gerektiğini oluşturmaya çalışmaktadır.

Yapısalcılık-post yapısalcılık, modernizm-post modernizm akımlarının sunduğu görüş açılarını hapse almadan kuramsal bir direniş hattı oluşturmaya çalışması Fıratist kurama ciddi değer katan yönlerden bir tanesi oluyor. Çünkü ne modernist parametreler ne de postmodern perspektif eril-politik tertibatın çerçevesini kavrayabilmekte ve tahribatlarını giderebilmektedir. Zira her iki paradigmal tarzda genel olarak güçlü bir eril-politik tazyik altında kavramsal ve kuramsal çerçeve telakkisinde bulunmuşlardır. Postmodernizm kendini kuramsal olarak modernizmin karşısına konumlandırır ve ona dair ölçü yaklaşım biçimi ve parametreleri yapısöküme uğratarak adeta onun ipliğini pazara çıkarmak ister. Fakat olan tam olarak bu değildir postmodernizm modernizmin bir adım geriye çekilip kendine oradan bakmaya çalışmasından başka bir şey değildir esasında. Bir bakıma postmodernizme, modernizmin kendi kendini terapiye alması veya kendi kendinin psikanalistliğine soyunması da diyebiliriz. Bununla postmodernizmi kuramda ve teorideki etkisini hafifsediğimiz, basite aldığımız sonucuna ulaşılmamalı. Dikkat çekmek istediğimiz husus postmodernizmin oyundaki bağlantılılığı  göz ardı ederek kimlik bir tavırla herkes kendine gibi bir yaklaşıma çekilmiş olmasıdır. Bu tavır aşırı göreceli bir toplumsal konumlanışı çekilmeyi ve insanlığın genel sorunları karşısında kendini çaresizliğe terk etmeyi ifade eder. Çünkü bu kavrayışa göre modernizmin evrenselliği çare değildir ve dolayısıyla insanların kendi alanlarına çekilmekten başka bir çaresi yoktur. Farklı bir evrensellik ve görecilik perspektifi olabileceği düşünülmemektedir.

Bu kavrayış tarzı her türlü “evrensellik” kelamını zihniyetindeki kabuller üzerinden hemen reddetmektedir. “İdeolojilerin sonu” kelamı bunun aleni duyurusuydu. Kuramsal düzeyde teorisinde evrenselliğe yer açan bütün yaklaşım biçimlerinin mutlaka aldatma ve istismar peşinde oldukları düşünülmektedir.

Elbette ki modernitenin evrensellik anlayışı hem kuramsal hem semantik hem de toplumsal pratikteki öngörüsü bakımından reddedilmelidir. Ancak bu evrensellik ve görecilik olgularının başka bir ilişkisellik ve içerikle kavranamayacakları anlamına gelmez. Fıratist paradigma verili kavrayıştaki evrenselliğin de göreciliğin de eril-politik düşünce tarafından çarpıtıldığını düşünmektedir. Bu paradigmada evrensellik ve görecilik ontolojik bir ilişkisellik ile birbirine bağlıdır. Aralarında anlamsal bir ortak içerik olup birbirlerini kendilerinde barındırırlar. Bunlar kategorik karşıt olgular değildir ve kutuplaştırılamazlar. Evrensellik ve görecilik ölçek farklılıkları olan ve birlikte düşünülmesi gereken hakikat boyutlarıdır. Aralarında genellikle pozitif diyalektik bir ilişki vardır.

Eril-politik düşüncenin kurgusal yeteneğine veya marjına yerleşmiş ve onu veri kabul eden bir kavrayışı bağlayıcı kabul etmek zorunda değiliz. Fıratist kuram da bunu söylemektedir Kuram zihniyet kodlarını katılaştıran zihniyetin esnek ve çoklu seçenekli yapısını inkar eden zihinsel ve olgusal süreçler arasındaki yöneldiği akamete uğratan kutuplaştırıcı, derin, ayrımcı ve ilişkisel tanımlayıcı yapısallık ve anlamsallık biçimlerini reddetmektedir. Çünkü toplumsal doğayı kısmileştiren ve bütünlüğünü göz ardı eden yaklaşım biçimlerinin eril-politik bir gaye güttüklerini düşünmektedir. Bu anlamı ile toplumsal gelişmeyi dışsal ve determinist ögelerle açıklamaya girişen ve en nihayetinde toplumsal süreçleri üst belirlenimci bir tarzda belirleyen/koşullayan bir evren sellik kavrayışı ile toplumsal ilişkideki ve olgular ara sındaki korelasyonu reddeden aşırı göreci yaklaşım tarzlarının hakikati çarpıtan bir özelliğe sahip olduklarını öne sürmektedir. Fıratist kuram bu zihniyet tarzının bir siyasaya dayandığını ve yine bir siyasayı yansıttığını düşünmektedir.

 

İnsanda Yoğunlaşan Gerçekliğe  Dikkat Kesilir

Varlık olarak insanın kavranışı başta olmak üzere, toplumsal olgulara yönelen bütün perspektiflerin çarpıtılmış olması epistemolojik ve zihinsel bir dönüşümü şart koşmaktadır. Uygarlık-içi kavram ve bölümlemelerin zihinsel olarak koşullandırıcı oldukları yansız nötr bir içeriğe sahip olmadıkları; dolayısıyla dilden başlayarak hemen her olgudaki sabit anlama, kuşku ve şüphe ile yaklaşmak gerektiği Fıratist kuramın biçim ve içeriğe dair en temel uyarısıdır. Bu nedenle Fıratist paradigma kuramsal çerçeve dair konuşmadan önce, kavramsal çerçeve dahil konuşmayı bir gereklilik olarak görmektedir. Çünkü kültürün en iletken “enstrüman”ı olarak dilin eril-politik siyasa tarafından yapılandırılmış, içeriklendirilmiş ve biçimlendirilmiş olduğunu düşünür. Verili dil yapısının ve dilin toplumsal dokuya dair oluşturduğu anlam sabitlerinin sorgulanmaksızın kullanımı sokulması, sırf dil marifetiyle bile olsa kişileri grupları siyasi, ideolojik ve felsefi yapıları, amaçları hilafına sonuçlarla karşı karşıya bırakabilir ve eril-politik tertibata yedekleyebilir.

Bu nedenle Fıratist kuram insan ve toplumu izaha yönelen tüm kavram setleri ve ideolojik formasyonların eril-politik siyasa yönünden sorgulanması ve şüphe ile karşılanması gerektiğini düşünmektedir. Özellikle eril-politik siyasanın her olgusallıktaki açınımı olarak kavrayabileceğimiz kutuplaştırıcı ve ikici zihinsel formasyonu reddetmek Fıratist kuramın özsel tavrıdır. Bu özsel tavrı en iyi biçimde varlık olarak insan gerçekliğinde somutlayabiliriz. O insan gerçeğini ruh-beden özne-nesne gibi eril-politik siyasaya angaje olmuş anlam kalıpları ve ölçüleri ile kavramayı reddeder. “İnsanı evrensel tarihin özeti” [Fırat-:2015-c:39] olarak kavrayan Fıratist paradigma esas olarak onda yoğunlaşan gerçekliğe dikkat kesilir.

Çünkü doğa ile insan arasında özsel bir içerik örtüş mesi olduğunu düşünür. Bu sebeple doğa ve kültür insan gerçekliğinin iletken kapasitesine dayalı olarak anlamsal bir içeriye kavuşurlar. Bundan ötürü varlık olarak insanı tek bir özelliği ile tanımlayan özcü yaklaşımlara itibar edilmemesi gerektiğini savunur. Çünkü insan kendisine yönelik yapılan tanımsal çerçevelerden hep biraz daha fazla olandır; yani her şart ve koşulda kendisine dair geliştirilen anlam sabitliliklerinin hep biraz daha ötesinde olan varlık oluyor insan. Bu onun metafizik yaşama özelliğinden kaynaklanıyor. Bu durumla uyumlu olarak insan ontolojik olarak “arada olan varlıktır.” [3]

İnsanın arada olan bir varlık olması, temel olarak Onun bütün bilme biçimlerinin öznesi olması ve bütün anlamlandırmaların onu dolayımlamak zorunda olmasıdır. Bu durum insanı “ileti kapasitesi en yüksek varlık” olarak düşünmemizi  olanaklı kılar. Onun toplumsal tarihsel ve kültürel bir varlık olarak oluşması da bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Fıratist kuram insanın bu iletken özelliğini tanır ve onun mikrokozmoz olarak tüm varoluşsal süreci kendinde özetlediğini düşünür. Bunun bilincine sahip olmak toplumsal doğa başta olmak üzere, insanın bütün varlık biçimleri ile simbiyotik bir ilişki içinde varlık kazandığını ve varlık olarak kendisine sürdürmesinin de yine aynı ilişkisellik yolu ile mümkün olduğunu bilmek anlamına gelmektedir. Bu arada olan varlık olarak insanın kendini, farkını ve varoluşunu olumlamak anlamına gelmektedir. Bu anlamı ile insanda yoğunlaşan gerçekliklerin farkında olmak sadece radikal kurucu bir kültürel perspektif açığa çıkarmayacak, aynı zamanda eril-politik siyasa ve onun tertibat yapısının birbirine uzak düşürdüğü, karşıtlaştırdığı bütün olgu ve süreçler arasındaki mesafeyi daraltacak ve onları bir tanışma sürecine sokacaktır. Bu aynı zamanda Fıratist kuramın kültür temelidir.

Sonuç olarak; Fıratist kurama ve dolayısıyla kültür perspektifine ne basit olarak materyalist ne de kültürel idealist bir konum bahşedilebilir. İlla tarihsel toplum açısından bu kurama bir konum bahşedilecekse bu yer demokratik uygarlık tarafındadır. Ancak bu herhangi bir demokratik modernite unsurunun kapsam ve işlevine indirgenebilecek bir konum değildir. Çünkü Fıratist kuram demokratik modernitenin bilişsel öznesi ve öncüsüdür. Bu itibarla onu tarihsel düşünce akımlarını basit olarak eklemlenen bir düşünce yapısı olarak ele almamak gerekiyor. Görü kapasitesi, analiz tarzı ve ölçüleri toplumsal çoğunluğa verdiği değer, farkı tanıyan bilinç yapısı ve eril-politik siyasanın her kılıktaki görünümlerine karşı olan radikal tavrı Fıratist kuramı düşünce dünyasının basit bir eklentisi, halkası olmaktan çıkarıyor. Elbette burada onun tarih dışı bir gelişim hattının olduğu savunulmuyor. Dikkat çekilmek istenen nokta Fıratist kuramın “uzun süre toplumu” ve “kısaların kısası süre” kapsamında bir bütünlüğünde düşünülebilmesi ve toplumsallığıı bu hat üzerinden anlamaya çalışmasının çok ciddi bir fark yarattığı gerçeğidir. Çünkü olgusal gerçekliği tanımlamak için sosyal bilimcilerin geliştirdiği kategorilerin en iyimser bakışla yapısal süreyi aşamamaları ve analizlerinde bir toplumsal olgu ve boyutu diğerlerine hakim kılmaları ve indirgemeleri anlatımlarında hep bir açık taraf ve zaaf ortaya çıkarmıştır. Fıratist  paradigma analizini bir düzeye ve diğerine indirgemeksizin yapı ile fail arasındaki ilişkiyi tarihsel toplum birikimi ve süreğenliği içinde, ancak failin özerk ontolojisini de tanıyarak kurallaştırmaya girişir. Olgusal durumu tarihsel kökleri ile birlikte kavrama tavrı ortaya koyar ve işe sonuçtan başlayarak el atan yaklaşım biçimlerinin hakikat değerinin zayıf olduğunu düşünür. Yapısal süre kapsamındaki analiz tarzlarını değersiz görmese de, onları kendi zamanlarına sıkışmış çabalar olarak kavrar.

[1] N. Uygur: Akt: Çötüksöken: 2018: 91
[2] Ali Fırat:2015- e27
[3] Çötüksöken:2018:10
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.