Düşünce ve Kuram Dergisi

Kürdistan’da Kültürel Soykırımın Aracı Olarak Barajlar ve HES’ler

Kürtlerin yaşadığı toprakları gösteren eski belgelerden biri, İbn Havkal’ın “Cibal Haritası” adı ile MS.977’de yaptığı haritadır. Bu haritada Orta ve Kuzey Mezopotamya, Kürtlerin yaz ve kış dinlenme yerleri olarak işaretlenmiştir. Kaşgarlı Mahmud’un 1074’lerde çizdiği haritada ise Kürdistan, Kürtlerin Toprağı anlamına gelen “Ard’ul Ekrad” adıyla gösteriliyor. Eski haritalar, arkeolojik kazılar ve tarih yazımları Kürtlerin bugün yaşadıkları toprakların kadim halkı olduğunu, tarım devrimi öncesinde ve devrimden sonra, bugünkü Irak’ı ve Anadolu’yu kapsayan ve adına “Verimli Hilal” denilen genişçe bir coğrafyada, MÖ.1500 – 3000 yılları arasında, merkez kültürün temsilciliğini yaptığını göstermektedir. Bu üstünlük ve liderlik, devletçi uygarlığa geçilinceye kadar devam etmiş; hayvancılık, çobanlık, toprağın ıslahı, su kanalları, bentler ve bitki tohumculuğu konusunda Kürdistan hem bir tarım labaratuvarı hem de diğer uygarlıklara öncülük etmiştir.

Bugünkü ABD için sanayi ve tarımın dengeli ve paralel öncülüğü ne ise, yüzbinlerce yıl süren “Tarım Köy Toplumu” döneminde, Kürdistan’da tarım ve hayvancılığın gelişimi aynı özellikleri taşır. Tarihte ve günümüzde sosyal politikanın değişmeyen ilkesi; kendi kendisine yeten toplumların, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak özgür ve bağımsız kalışlarıdır. Kendine yeterlilik durumu, Kürt halkı açısından da uzun dönem geçerli bir durum olmuştur. Bu dönem Kürt dili, kültürü, müziği ve sözlü edebiyatının serbestçe geliştiği dönemdir. Bir halkın “kendine yeterlilik” hali olarak ifade edilen bütün bu kategorileri, “kültür” kavramı altında ifade etmek daha doğrudur.

Kürdistan’da kendine yeterlilik hali toplumun kendisi için özgürlük ve mutluluk kaynağı olurken, kendisine yeterli olmayan toplumlar bakımından da hedef haline gelmiş, işgal ve istila nedeni olmuştur. Kürdistan halkını dış saldırıların sistematik hedefi haline getiren işgal ve istilalar, esas olarak devlet oluşumundan sonra artmıştır. Bu bakımdan Kürdistan tarihi, gerçek anlamıyla devlete karşı mücadele tarihidir. Peki nasıl oluyor da bu kadar köklü ve güçlü bir kültür kendisini koruyamayacak duruma geliyor? Sümerli bir şair-öğretmen olan Ludingirra, bundan 4 bin yıl önce bu soruyu yanıtlamış. Kil tabletlere yazdıkları sanki o günün Sümerlilerini değil de bugünün Kürtlerini ve Kürdistan’ını anlatıyor. 100 yıl önce Dicle Nehri kıyılarında bulunan Ludingirra’nın yazdığı 20 kil tabletteki yaşam öyküsü, Sümer uygarlığının yavaş yavaş yok oluşunu ve Akad uygarlığının denetimine geçişini, Sümer dilinin unutulmaya yüz tuttuğu günleri anlatır. Şöyle anlatır Ludingirra: “Bu yaşam öykümü daha çok gelecek kuşaklar için yazmaya başladım. Bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık. Bu güzel ve uygar ülkemize her taraftan göz diktiler… Fırsat buldukça üzerimize saldırdılar. Kentlerimizi yakıp yıktılar. Biz yaptık onlar yıktılar; biz yaptık onlar yaktılar… Ailelerimiz dağıldı. Tarlalarımız, bahçelerimiz bakımsızlıktan kurudu. Hayvanlarımız açlıktan öldü. Ve böylece kökü binlerce yıl önceye dayanan ulusumuz yoruldu, dayanamayacak hale geldi ve içimize yavaş yavaş sızıp bizi yiyen yabancıların kucağına bırakıverdi kendini. Onlar yönetiyor şimdi bizi. Topraklarımıza ilkel geldiler, sayemizde uygar olmaya başladılar. Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldan haberleri vardı. Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da ‘biz yaptık, biz bulduk’ diye övünmeye başladılar. Hep korkuyorum, bir gün gelecek, adımız da uygarlığımız da unutulacak. Biz ne yaptık, ne başardıysak hepsini onlar üstlenecekler. …Bizim uygarlığımız belki binlerce yıl sonra yaşayan insanlara da geçecek. Bizim attığımız temeller üzerine yenilerini koyacaklardır. Ah! Onlar da bizi hatırlayıp bıraktığımız kültür mirasları için teşekkür edebilseler!… Bizim devletimiz ve halkımızın başına gelenleri bir bir anlatmaya kalksam kitaplar almaz; siz de bıkarsınız okumaktan. Haklısınız, bizim geçmişimizden size ne! Ama bizim iyi veya kötü yaptıklarımızın sonuçlarını görerek ders alabilme olanağı var. Her neyse, hepsini yazmayacağım. Aslına bakarsınız biz bile geçmişimizi tam olarak bilmiyoruz. Çünkü eski çağlarda yazı bilinmediği için yazmamış atalarımız. Ama beni umutlandıran bir durum var. Yavaş yavaş bizim güzel yazılarımızdan bazılarının Akadcaya çevirisi yapılmaya başlandı. Hem de satır satır çevriliyor.”(1) Hurriler, Hititliler, Sümerler, Akadlar… Her biri, bir dönem Mezopotamya’ya, Anadolu’ya ve diğer halklara öncülük etmiş; ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamları ile ilham kaynağı olmuş uygarlıklar nasıl olmuş da tarihten silinmiş? On binlerce yıl süren uzun bir dönem köy-tarım devrimine öncülük etmiş Kürtler, neden inkâr, asimilasyon ve kültürel soykırımın pençesinde varlık-yokluk mücadelesi verecek duruma düşmüş? “Sosyolojik bir hakikat olarak bir toplum tarihsel bir devrimi köklü olarak yaşamışsa, o toplumun kendi içinde ikinci büyük ve farklı bir devrime önderlik etmesi zordur. Yaşadığı öz devrimin kendi zihniyet ve kurumsal dünyasını tamamıyla işgal etmesi bunda rol oynar. Başka bir devrim başka bir zihniyet ve kurumsallık gerektirir.” (2) Günümüzde ABD’yi ayrı tutarsak eğer Almanya, Fransa ve İngiltere’nin yaşadıkları kriz ve ekonomide günü kurtarmaya indirgenmiş “idare” tarzı, sözü geçen devletlerin son 200 yılda sanayi devrimine yaptıkları liderliği kaybetme aşamasına gelmeleri de, “ikinci büyük devrime geçiş yapılamaması” ile ilintilidir.

Kürtler de toprak ve tarım devrimine çakılıp kaldılar. Kürdistan’ın zengin su kaynakları, tarıma ve hayvancılığa elverişli toprakları, tarihin her döneminde dış müdahalelere açık bir hedef oluşturmasının da nedeni oluyordu. Topraklarını ve kültürünü savunma düşüncesi ve mekanizmaları köklü olmadığı için, Kürtler 20. Yüzyılın sonuna kadar, saldırılar karşısında varlıklarını sürdürmek ve “kültürel soykırım” dan korunmak için verimli vadileri, sulu tarım arazilerini terk ederek dağların doruklarına çekilmek zorunda kaldılar. Kürt halkı, topraklarını korumak için kaleler, setler, surlar yapmayı düşünmemiş, çağlar boyunca yabancı işgalcilere karşı silahlanarak öz savunma yapacak örgütlenmeyi becerememiştir. Fiziki ve kültürel soykırıma karşı dağlara çekilmek ve nüfus olarak çoğalmanın dışında bir “tedbir” geliştirememiştir. Kürtleri, uygarlığa büyük katkılar sağladıktan sonra tarih sahnesinden silinen, bugün adı, sanı, dili ve kültürü unutulan yüzlerce halktan ayıran en önemli özellik, kaçılacak ve sığınılacak dağlara sahip olmaları ve bu erişilmesi güç korunaklarda nüfuslarının çoğalmasıdır. Kürdistan tarihi, bu kabullenişi bozmak amacıyla değişik tarihlerde yapılan ve kanla bastırılan isyanlar tarihidir.

Geçen yüzyıl boyunca Türkiye, Irak, Suriye ve İran devletlerinin kimi zaman ortak anlaşmalar, kimi zaman farklı ve özgün politikalar ile Kürtlere karşı fiziki ve kültürel soykırım politikaları devam etmiştir. 1639 Qasr-ı Şirin, 1921 Ankara, 1921 Kars, 5 Haziran 1926’daki Musul-Kerkük, 10 Ağustos 1920 Sevr, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşmaları Türk, İran, Irak, Suriye ile Avrupa ortaklığının, Kürdistan’ı bölme ve sömürgeleştirme anlaşmalarıdır. Kürdistan’ın yakın tarihinde, güçlü ve tarihte yer edinmiş bir devlet geleneği ve bir kahramanlık örneği de yoktu. Bir ulusun yaşamak için ihtiyaç duyduğu ekonomik yaşam alanları, dil ve kültür, büyük bir yıkım süreci altındaydı. Soğuk, sıcak, kar va yağmur nasıl kabullenilirse, inkar, asimilasyon ve kültürel soykırım da benzer bir şekilde, Kürt halkının yazgısı haline geldi. Bu güçlü ittifaklara karşı örgüt ve mücadele bilinci geliştiremeyen Kürtlerin, geriye tek silahı kalıyordu: Dağlara sığınmak ve nüfus olarak çoğalmak.

Son 40 yılda Kürt özgürlük mücadelesi, Kürt kimliği, Kürt dili ve kültürünün kaba imha ve inkar politikalarını boşa çıkarmıştır. Kürt gerçeği kabullenilmek zorunda kalınınca, bu kez inkar ve imha daha tehlikeli ve daha derin bir politikayla sürdürülmek istenmektedir. Kürdistan coğrafyası barajlar ve HES’ler ile paramparçe edilerek “dağ ülkesi” göl, baraj ve ova ülkesine dönüştürülürken, Kürdistan’ın işgali bu kez istimlak edilerek göl ve barajlarla tamamlanıyor. Artık Kürdistan coğrafyası değiştirilerek, büyük bir göl ve baraj ülkesi haline getirilerek, halkından arındırılıyor, kültürel soykırımdan geçiriliyor ve yeniden sömürgeleştiriliyor. Sömürgeciliğin ve kültürel soykırımın yeni silahı barajlar, hidroelektrik Santralleri, sulama göletleridir. Barajlar ve HES’ler ile halka ait topraklar, ormanlar, meralar, çayırlar, tarla ve bahçeler ellerinden alınıyor. İstimlak ile “meşrulaştırılan” bu gasp olayının birden fazla sonucu doğuyor:

1) Binlerce yıldır yerleşik yaşayan ve toprağa bağımlı olan bir halk, planlı-programlı bir politikayla kentlere sürülerek göçmen ve mülteci durumuna düşürülüyor.

2) Barajlar nedeniyle göç eden nüfus, yeni bir köy kurarak eski yaşamını devam ettiremiyor. Büyük çoğunluk Türkiye metropollerine ve Avrupa’ya göç ederek şehirlerde yaşamak zorunda kalıyor.

3) Kürt halkı açısından pratik bir değeri ve anlamı olmayan ve bir parçada sıkıntı yaşadığında “öte taraf”a rahatça geçiş için elverişli olan Bakur – Başur ve Bakur – Rojhilat arasındaki sınır, baraj ve HES’lerle geçilemez bir hale getirilmektedir. Kürdistan’ı parçalayan sınırlar, ilk kez gerçek anlamda “sınır” karakterine kavuşturulmaktadır.

4) Köy ve kır yaşamı içinde, kendi toprağında ve kendi olanakları ile yaptığı evinde oturan yüzbinlerce insan, bir çırpıda ev sorunu ile karşı karşıya kalıyor. Evini kaybederek kiracı durumuna düşüyor.

5)Köy ekonomisi içinde kendi yeterli toplum, baraj politikası nedeniyle kendisine ait olan her şeyi kaybediyor. Daha evvel elinin altında ve rahatça elde edebildiği ekmek, meyva, sebze, et, süt, yumurtayı artık büyük bir emek sarf ederek ve parayla elde edebiliyor. Büyük bir üretici topluluk, kapitalist pazarın hazır ve toplu müşterisi konumuna düşürülüyor.

6) Köyde ve kırda yakacak ve ısınma sorununu doğadan ve toplumun ortak malı olan ormanlardan ve ağaçlardan temin eden toplum, topraklarından edildikten sonra sürekli bir biçimde, pahalı bir maliyetle ısınma ve yakacak sorunu ile karşılaşıyor.

7) Köy-kır yaşamında ortak mülkiyet, ortak yaşam alanları ve paylaşım doğal ve zorunlu bir yaşam biçimi iken, kent yaşamında tek başına ve güçsüz birey konumuna düşürülüyor. Toplum halinde yaşarken oluşan savunma mekanizmalarının tümü yok oluyor.

8) Kürtçe şehirde kullanılmaz oluyor. Kürt kültürü, gelenek ve görenekleri de zamanla unutuluyor.

9) Daha evvel toplumun olan ve herkesin serbestçe ve ihtiyacı olanı tüketebildiği; topraklarını, hayvanlarını, bağ ve bahçelerini suladığı suyu artık parayla tüketecek konuma düşürülüyor. İçme suyunu dahi şişe ile almak zorunda kalıyor. Kısacası barajlar politikası ile Kürdistan coğrafyası paramparça edilirken, Kürt halkı da darmadağınık bir hale getirilerek kapitalist pazarın toplu-hazır müşterisi haline getirilmektedir. Ekonomisi yıkıma uğratılan toplumun kimliğini, dilini, kültürünü koruması da imkansız hale getiriliyor. “Barajlarla ve onlara karşı verilen mücadeleyle ilgili en önemli nokta, insanların bunların sadece ahlaki çürümenin anıtları olduklarını ve anti-demokratik bir nitelik taşıdıklarını anlamaları gerektiğidir. Barajlar, doğal kaynakları merkezileştirir; bu kaynakları insanın elinden alır ve sonra da az sayıdaki ayrıcalıklı insana yeniden dağıtır.” (3) Kürdistan’daki barajlar politikasının kültürel soykırım amacı yanında, toplumu sömürgeci egemenlik karşısında meşru savunmadan yoksun bırakma amacı da çok önemli bir amaçtır.

“Sınırda PKK’ya karşı tamamlanan barajlar” başlığı ile verilen bir haber, Türk devletinin, Kürdistan’da yoğunlaştırdığı baraj politikasının gerçek amacının itirafıdır. Haber şöyledir: “Uludere’nin Hezil ve Ortasu çayları üzerinde inşaatı süren barajlar Silopi, Şırnak, Uludere, Ballı, Kavşaktepe, Musatepe ve Çetintepe adlarını taşıyacak. Güzeldere Çayı üzerinde Gölgeliyamaç ve Çocuktepe, Şemdinli ile Yüksekova ilçeleri arasındaki Bembo Çayı üzerinde de Beyyurdu ve Aslandağ barajları inşa ediliyor. “(4) Kürdistan’daki gerilla mücadelesinin deneyimli komutanlarından Murat Karayılan, yazdığı “Bir Savaşın Anatomisi” isimli kitabında önemli bir tespit yapar; “Kürt gerillasının tek stratejik ortağı Kürdistan dağlarıdır” der. Türk devleti HES ve baraj politikası ile, bu stratejik ortaklığı nihayete erdirmek istemektedir. Fırat, Dicle, Munzur, Aras Irmakları, Pülümür, Mercan ve Peri vadisinde tamamlanan ve yapımı devam eden onlarca HES ve barajın yapılış amacı, Kürdistan coğrafyasının tamamen ve köklü şekilde değiştirilmesidir. Bu barajlar ve HES’ler tamamlandığında yüksek ve erişilmez dağlar arasındaki derin vadiler su ile, 60-80 yıl sonra ise suların taşıdığı toprak ve alivyonla dolacaktır.

Kürdistan coğrafyası küçük tepelerden oluşan büyük bir ovaya dönüştürülecektir. Planın birinci hedefi ve amacı budur. Munzur suyu üzerinde 8 baraj (5), Botan Çayı üzerinde 7 baraj inşa edilmektedir. Şırnak ve Hakkari arasındaki akarsular üzerinde 11 baraj (6) inşa ediliyor. Erzurum sınırları içinde tamamlananlarla birlikte yapımı süren 22 baraj vardır. Kars ve Ardahan’da yeni barajlar yapılmaktadır. Kürdistan’da yapımı tamamlanan ve yapım aşamasındaki baraj sayısı 53 adettir. (7) Ekonomiye katkı ve enerji ihtiyacı amacıyla yapıldığı iddia edilen bu barajların ortalama ömrü 60-80 yıldır. Bu süre içinde ekonomiye büyük bir katkı sağlamadıkları da kesindir. “Munzur Vadisi içinde kurulan 8 adet baraj tipi HES ve 2 adet nehir tipi HES’ler ‘Munzur Projesi’ olarak anılmaktadır. Tümü enerji amaçlı olan HES’ler tamamlandığında toplam 384,5 Mw güçle yılda 1571 Gwh enerji üretilecek, ekonomiye 80 milyon dolar katkı sağlayacaktır. Bu değer Türkiye enerji üretiminin %0,97’sidir.” (8) “Munzur Projesi” bu barajları yapmayı planlayan aklın iyiniyetli olmadığı, amacın üzüm yemek değil, bağcıyı topraklarından kovarak ekmeğe muhtaç hale getirmek olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Barajların yapımındaki ikinci stratejik amaç ise, Türkiye’nin diğer bölgelerine göre nüfus artışı gösteren Kürdistan’ın nüfus artışını durdurma ve toplu haldeki Kürt nüfusunu dağıtmaktır. Kürt nüfusunu bölme, dağıtma ve bir arada yaşamasını engelleme amaçlıdır. Kürt halkı ile eşit ve özgür bir yaşamı reddeden Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürt nüfusunun artışını, başından itibaren büyük bir tehdit gibi görmektedir.

MHP İstanbul Milletvekili, eski Büyükelçi Aktan, Kürtlerin nüfus artışından duyulan korkuyu Radikal gazetesindeki köşe yazısında şöyle ifade etmişti: “…Asıl önemli sorun Bölge nüfusunun Türkiye geneline oranla birkaç kat yüksek olması. Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt nüfusun bu artış hızıyla 2025’te ülkenin geri kalan nüfusuna eşit olacağı hesaplanıyor. İyimser tahminler Kürtlerin bu hedefe en geç 2035’te ulaşacağını gösteriyor…” (9) Aktan’ın bu görüşleri ve Tayyip Erdoğan’ın her fırsatta tekrarladığı “en az üç çocuk yapın” tavsiyesinin ana kaynağı, MGK’nn 20 Kasım 1996 tarihli rapordur. Bu raporda Kürt nüfusunun artışı ciddi bir tehlike ve tehdit olarak nitelendirilerek alınacak tedbirler sıralanmaktadır: “Kürtlerin oturduğu bölgelerde nüfus artışı diğer bölgelerden yüksektir. Kürt nüfusu 2025’te toplam nüfusun yüzde 50’sinin üzerine çıkma eğiliminde. Bu, Kürt milliyetçiliğinin canlı tutulmasıyla birlikte düşünüldüğünde, bunun da milletvekili sayısına oranlaması uzun vadede Türkiye için vahim tehdit oluşturabilir. Bölge’de nüfus planlaması seferberliği elzemdir. Az çocuğa prim ve çok çocuğa vergi gibi radikal önlemler gereklidir.” MGK’nin 1996 yılındaki bu raporunun ardından Kürdistan illerinde “nüfus kontrolü ve aile planlaması” adı altında doğurganlık oranını düşürmeye dönük, kısırlaştırma da dahil bir dizi politika uygulamaya konulmuştur. 2005 yılında yapılan MGK toplantısının sonuç raporunda, “Güneydoğu Eylem Planı” başlığı altında “Kürt nüfusunun artış hızı, bölgenin doğurganlık oranı ve Kürt illerinden göç ve göç alan illerin nüfus artışları” ele alınmıştır.

MGK hala bu konuda planlamalar yapmakta, CHP ve Kemalist ideolojideki sivil toplum örgütlerinin katılımı ile Kürt nüfus artışını durdurma kampanyaları düzenlemektedir. Son 40 yılda Kürt özgürlük mücadelesinin gelişmesi ile Kürt kimliği, Kürt dili ve kültürünün kaba imha ve inkar politikaları boşa çıkarılmıştır. Kürt gerçeği kabullenilmek zorunda kalınınca, bu kez inkar ve imha, daha tehlikeli ve daha derin bir politikayla sürdürülmek istenmektedir. Kürdistan coğrafyası barajlar ve HES’ler ile paramparça edilerek “dağ ülkesi”, “baraj ülkesi”ne dönüştürülürken, Kürdistan’ın işgali bu kez istimlak edilerek göl ve barajlarla tamamlanıyor. Kürdistan halkı topraktan koparılarak mülkiyetsiz bırakılıyor. “Ekonomisi ve üretimi toprağa bağlı olmayan bir toplumda mülkiyet askıda kalır. Oysa; yaşama şartları, doğrudan doğruya toprağın işlenmesi ile üretiliyorsa; yani toprağı işletmeksizin toplum, geçimini sağlayamaz olmuşsa; mülkiyet ilişkisi, kopmaz bağları ile toprağa kök salmış demektir. Toplum, kendi öz varlığını yeniden üretmenin temel şartı olarak kesinlikle sahip çıktığı toprağı ne yerinden oynatabilir, nede bırakıp gidebilir. Böylece; mülkiyet ilişkisi de kararlı, sürekli ve yerleşik bir karakter kazanır.” (10) İşte Türk devleti, Kürt halkının köklerini söküyor, toprakla bağlarını koparıyor, sürekli ve yerleşik karakterini bozuyor; baraj ve nüfus politikaları ile kültürel soykırımı gerçekleştiriyor. Kürdistan coğrafyası barajlar, HES’ler ve sulama göletleri ile bozularak parçalanmakta, Kürdistan toplumu topraklarından kopartılarak nüfusu dağıtılmaktadır. Bir halkın kendisine yeterli ekonomisi gaspedilmekte; dili, kültürü, gelenek ve görenekleri asimilasyona ve imha politikaları ile kültürel soykırıma tabi tutulmaktadır.

 

 

 

Kaynakça

 

1)Sümerli Ludingirra, Muazzez İlmiye Çığ, Kaynak Yayınları, 4.Basım-2002, s.56, s.43
 2)Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü, Abdullah Öcalan, Mezopotamya Yayınları-2012, s.81
3)Ya Çek Defteri ya Cruise Füzesi, Arundtati Roy, Agora Kitaplığı-2004, s.20
 4)Hürriyet , 26 Ekim 2011, Ramazan Yavuz- Bayram Bulut, Sınırda PKK’ya karşı planlanan 2 baraj tamamlandı.
 5)Munzur Vadisinde yapımı planlanan barajlar: Akyayık, Kaletepe, Bozkaya, Konaktepe 1, Konaktepe 2, Mercan, Pülümür ve Uzunçayır barajları.
6)Sınırda yapımı süren barajlar: Uludere’nin Hezil ve Ortasu çayları üzerindeki barajlar Silopi, Şırnak, Uludere, Ballı, Kavşaktepe, Musatepe ve Çetintepe adlarını taşıyacak. Güzeldere Çayı üzerinde Gölgeliyamaç ve Çocuktepe, Şemdinli ile Yüksekova ilçeleri arasındaki Bembo Çayı üzerinde de Beyyurdu ve Aslandağ barajları inşa ediliyor.
7)http://tr.wikipedia.org/wiki/Türkiye’deki barajlar listesi
 8)Munzur Suyu Projelerinin Bölgesel Kalkınma Açısından İrdelenmesi, Yusuf Karakılıç-Ferda Koç.
9)Radikal-24 Kasım 2005, Gündüz Aktan.
10)Toplum Biçimlerinin Gelişimi, Dr.Hikmet Kıvılcımlı, Ekim Yayınevi-1970, s.49

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.