Düşünce ve Kuram Dergisi

Kürt Siyasetinin ‘Merkezkaç’ Dinamiği Ya Da Soykırım ve Özgürlük Sarkacı

Mahmut Şakar

‘Kürt sorunu’ olarak kavramsallaştırılan gerçeklik sadece ‘sorun’ boyutuyla değil çözüm arayışlarıyla da nevi şahsına münhasırdır. Kürt gerçekliğini çağın gündemine taşıyan PKK’nin özellikle 90’lı yıllar sonrası söylem ve pratiği, bu ‘sorun’u tanımlamasıyla ilk çözüm önerisi arasındaki makasın epey açıldığına dair kanaatlerin peydahlanmasına yol vermiştir. PKK ve Kürt gerçekliğini ele alanların en fazla zorlandıkları nokta, deyim yerindeyse ‘gri bölge’ burası oluyor. Oysa PKK gibi, devasa bir güç dengesizliğine rağmen coğrafyaya ve topluma derinlemesine nüfuz edebilen bir hareket söz konusu olduğunda hiçbir şeyin dıştan göründüğü kadar basit olmadığını peşinen kabul etmek, özenli ve ciddi bir yaklaşımın sahibi olmak gerekiyor.

Ne var ki aralarında Beşikçi gibi üstatların da bulunduğu konuya aşina şahsiyetler, özellikle her çözüm hamlesinde, gerçekçi olmayan ve verili durumu izah edemeyen analizler yapabilmektedir. Bu analizlerin odak noktasına, Kürt ‘Sorunu’nun yapısal nedenleriyle çözüm arayışları arasında tutarsızlık olduğu savı yerleştirilir. Hatta Kürt siyasetinin, varlık gerekçesi olan özgürlük ereğinden uzaklaştığı, entelektüel vicdan aşırı zorlanarak dile getirilir. Kürt gerçekliğiyle çözüm dinamikleri arasındaki hareketli ilişki görmezden gelinir. Çözüm hamlelerinin ve stratejik değişimlerin en yoğun yaşandığı ‘99 sonrasında Kürt siyasetinin nasıl olur da, hem Kürt toplumu içinde etkinliğini arttırdığı hem de egemen gücün devasa şiddetine ve uluslararası kuşatmaya rağmen varlığını güçlenerek sürdürdüğü izahat dışı bırakılır. Bu zihinsel tutukluk öz itibariyle olgular kadar çözümlerin de ‘sabit’liğine dayanıyor. Toplumsal olguları, dış etkenlerden ve zaman mefhumundan azade laboratuar koşullarındaymış gibi yalıtık ele alıyor. Oysa toplumsal çözümler, ‘sorun’u etkileyen çoklu değişkenlerin varlığı hesap edilerek sürekli yeni ve yaratıcı yaklaşımlarla formüle edilmezse, ‘sorun’ daha da kökleşir, adeta kangren halini alır. Bu, en çok Kürt gerçekliği için böyledir. PKK’nin ‘sorunu’ kavrayışıyla onu sorun olmaktan çıkarma çabası arasında uzun ve meşakkatli bir tarihi var. Bu tarih, aynı zamanda Kürt siyasetinin kendine özgü bir mekaniğe sahip olduğuna da tanıklık etmektedir. Bu mekanik tıpkı ‘sorun’un karmaşık doğası gibi kaos içerisinde yer alan çoklu yapılar arasındaki uyuma, her değişimle birlikte uyumun yeniden inşa edilişine dayanıyor. ‘Sorun’un kaynağına kilitlenen ama onu aşmak için de iç tutarlılığa sahip düşünce ve hareket bütünselliğini her koşulda yeniden kurgulayan bir özgün siyasal kavrayıştan gücünü alıyor. Varlık gerekçesi olarak da ifade edilebilecek karakteristik yapısını koruyan merkezcil kuvveti ile ona dinamik bir hüviyet kazandıran, sürekli dışa doğru hareket halinde olan, bu merkezcil odaktan sağlıklı bir mesafede duran ‘merkezkaç’ değişim kuvveti arasında ki diyalektik ilişkinin Kürt siyasetinin günlük ritmini belirlediğini düşünüyorum. Demokratik Modernite paradigmasıyla bağlantılı olarak bu ilişkiye odaklanmak yazımızın konusunu oluşturuyor.

 

(I)  MERKEZCİL KUVVET: SÖMÜRGECİ/SOYKIRIMCI EGEMENE KARŞI YENİ VE KURUCU BİR SİYASAL-TOPLUMSAL VARLIK

Bir kavramla başlayan tarih. . .

‘Sömürge Kürdistan’ kavramının beynimde ve yüreğimde yol açtığı titreme ve ardından baygınlık geçirmem ilk ve son bir olaydı. Gerçekten tuhaf karşılamıştım, ancak bir kavramın neden bu denli etkili olduğunu sonraki gelişmeler kanıtlayacaktı. Ama ilk başlardaki etkilenmeyi izah etmek bana hala zor gelmektedir’. Abdullah Öcalan Kürdistan ve Sömürge kavramını birlikte düşünen ilk kişi Dr. Hikmet Kıvılcımlı’dır. Kıvılcımlı, TKP Merkez Komitesine 1925 yılında sunduğu raporun bir parçası olan ‘İhtiyat Kuvveti: Şark’ adlı eserinde Kürdistan’ın sömürge olduğu gerçeğini, zamanını aşan bir düşünsel derinlik ve devrimci samimiyet ile tespit eder, eldeki olgu ve argümanlarla ciddi bir analize girişir ve buna karşı da partizan savaşını çözüm yolu olarak ileri sürer. Hatta Komintern’nin partizan savaşıyla ilgili tecrübelerinden yararlanmak gerektiğini de ifade eder. Yani hem TKP’ nin bu konuyu resmi görüşü haline getirmesi hem de sosyalist dünyaya mal etmesinin gereğini vurgulamış olur. Bu düşünceler, Kürt dinamiğinin henüz kırılmadığı, kısmen canlı olduğu özellikle de Kürdistan üzerinde kolonyal hakimiyetin tam olarak inşa edilmediği bir dönemde kaleme alınır. Ne var ki bu analiz tüm tarihi değerine rağmen tekil bir örnek olarak kalır ve kendi zamanında etkili bir iz bırakmaz.

1970’lerin politik atmosferi içinde bu kavramlar ikinci kez, enternasyonal karakteri ağır basan ve Abdullah Öcalan öncülüğünde oluşan politik bir grup tarafından tekrar bir araya getirilir ve yeni bir serüveni ateşler.

Bu iki tarih arasında yaşananlar Kürdistan’ın güncel durumunu anlamak açısından son derece önemlidir. Bu dönemde Türk sömürgeciliği Kürdistan’ın ana arterlerini teslim alır, hegemonyasını derinlemesine kurar ve adeta toplumu nefessiz bırakır. Sömürgeciliğin adım, adım Kürt kimliğini eriterek, tüm canlı dinamiklerini yok ederek ilerleyişi Kürt toplumunun hafızasını ve politik bilincini sıfırlayan bir işlev de görür. Kürt toplumuna etki etmeyen, onda bir uyanış ve direniş isteği uyandırmayan cılız bazı aydın girişimleri bu boşluk sürecini etkilemez. Musa Anter anılarında bu döneme ilişkin olarak ‘Osmanlılar devrinde 1908’den 1920’lere kadar İstanbul’da birçok Kürt cemiyeti kurulduğunu ve cemiyetlerin bir kaç dergi çıkardıklarını duymuştuk. Ama esasta hiç bir bilgimiz yoktu’. der. Geçmişle toplum arasında yaratılan mesafeyi, iyi niyetli tüm tekil girişimlerine rağmen 1950’lerin aydın kuşağı da dolduramaz. Musa Anter misali namuslu ve özverili aydınların girişimleri çok sınırlı bir kesimin duygu ve bilincine yansır. 90’lı yılların aydınlanma dönemi içerisinde 1950’lerin tekil aydın etkinlikleri esas saygı ve değerine kavuşur ve bir geleneğin parçası olarak geriye dönük olarak yeniden kurgulanır.

PKK bu boşluk sürecinin ardından, 70’lerin politik atmosferinde tarih sahnesine çıkar. O dönemin nicelik olarak epey fazla olan politik grup ve partileri arasından sıyrılır. Hiçbir siyasal hareket, söylem ve eylemiyle Türk sömürgeciliğini bu denli güçlü tarif etmez ve onu aşmanın ruhunu ve bilincini aynı bedende bir araya getiremez. Bu anlamıyla PKK hareketi Kürdistan siyasal tarihine, bir geleneğin devamı olarak değil kurucu bir siyasal güç olarak yerleşir. Kuruculuktan muradımız kendisiyle birlikte yeni bir siyasal çizgi ve gelenek oluşturma kapasitesidir. PKK’den sonra PKK ile birlikte ortaya konulan siyasal argüman ve araçlar üzerinden işleyen bir ‘Kürt siyaseti’ söz konusudur. PKK’ye karşı olanların dahi onun yarattığı siyasal denklemin bir yerinde durması ve konuşması, PKK siyasetinin çekim alanı içinde kendini formüle etmesi bunun delilidir. PKK’den sonra siyaset yapmanın da söz söylemenin de yolu ve yöntemi değişmiş durumdadır. PKK dışında ki parti, grup veya bireylerin siyasal varlık ve kimliklerini PKK üzerinden tarif etmeye başlamalarının ana nedeni de budur. Bunların önemli bir kesiminin zamansal açıdan Öcalan ve PKK’den daha eski olduklarını kaale alırsak kurucu siyaset kavramı daha iyi anlaşılacaktır.

PKK’nin ‘sömürge Kürdistan’ söylemi, tarihsel boşluk üzerine kendisini kurucu bir siyaset olarak inşa etmesinden kaynaklı tahminleri aşan bir etki ve gelişmeyi tetikler. Kürtler açısından yeni bir çağa başlangıç yapılır. Kürdistan’ın sömürge olarak tarifi ve bu analiz içinde Kürt üst ve orta sınıfın sömürgeciliğe eklemlenerek onun parçalarına dönüşmüş olması, Kürdistan’ın sosyal ve siyasal tarihinin dışında kalmış yoksul köylülüğü ve emekçi kesimleri siyasetin öznesi haline getirmiştir. Kürdistan’ın ezilen ve yoksul kesimleri, böylece ‘Sömürge’ analiziyle yeni ve kurucu bir siyasetin ana dinamiği olarak tarihe kaydolurlar.

PKK ile Kürt toplumu, elindeki son barutu da kullanmış olmaktadır. Bu siyasi hareket ile birlikte Kürdistan’ın coğrafi ve sosyal derinliği tamamıyla siyasete çekilmiş ve ‘son isyan’ harekete geçmiş oluyor. Kurucu bir siyasal ve sosyal güç olarak PKK hareketinin 12 Eylül faşizmine karşı direncin ana dinamiği olması ve sonrasında zaten tek başına ayakta kalabilmesinin nedeni de bu benzersiz pozisyonudur. Sömürgecilik Kürt toplumunun sosyal ve kültürel varlığını hedef almış, önemli ölçüde yok etmiş, geri kalanları ise PKK isyanıyla birlikte karşı direnişe geçmiştir. Böylece halklar açısından kritik ‘son perde’ açılmış oluyor. Bu süreç devletin ‘yokluk’ kavgasının son hamlesi de olabilir, Kürt dinamiği ‘varlık’ meselesini garantiye alarak tarihe kayıt da düşebilir. PKK isyanını, tarihi ve benzersiz kılan da bu Şekspiryen denklemdir.

PKK ile siyaset sahnesine çekilen aydın gençlik, yoksul köylülük, kadın dinamiği ilk adımdan itibaren sömürgeci bir ‘düşman’ ile karşı karşıya olduklarının bilinciyle politikaya giriş yaptılar. Kürt gerçekliğini ve bir özne olarak kendilerini de bu ‘karşı özne’ye alternatif olarak tanımladılar. Böylece yeni dil ve düşünce sistematiği bu süreçte ve bu ikili pozisyon içinde yaratılmış olur. Kuşaklar bu kültür içinde şekillenir. Ve hali hazırda özgürlük mücadelesinin askeri, siyasi, sosyal ve kültürel sahalarına yaşam verenlerin kahir ekseriyeti bu kurucu siyaset ile birlikte şekillenen, kimliğini bulan, bilinçlenen insanlardan oluşur.

Kuruluşundan günümüze kadar Kürt siyasi hareketinin tüm bileşenleri eğitsel ve düşünsel aktivitelerini Kürdistan’ın bu sömürge statüsü, etkileri ve derinliğini anlama ve tanımlama üzerinden planlıyorlar. Bu tarz sürekliliğe, istikrara sahip ve kendini her dem güncelleyen ideolojik-politik bir mecburiyet olarak yerleşmiştir. Politik-pratik sahada neler gelişirse gelişsin Türk egemen yapısının sömürgeci karakteri ve Kürdistan üzerindeki baskıcı, işgalci, asimilasyoncu ve imhacı uygulamaları günlük olarak bilince çıkarılmaya devam edilir. İdeolojik-politik eksende canlı bir mekanizma olarak kendini yeniden üretir.

Öte yandan Türk sömürgeciliği de PKK ile birlikte askeri olarak Kürdistan’da daha fazla hareketliliğe girmiş, özel savaş örgütlenmeleriyle vahşetinin zirvesine çıkmıştır. Ayrıca yılların inkarcı siyasetinin ve örgütlenmesinin bir ürünü olarak Kürdistan’a ırkçı, elitist ve sömürgeci dil ve bakış; sanatın, kültürel hayatın, medyanın ve tüm mecraların tekçi ifadesi olmuştur. Türk sömürgeci dil ve bakışı Kürt toplumunun gündelik hayatına her yandan boca edilmiş, ırkçılık daha görünür alanlarda kendisini dışa vurmuştur. Bu olgu da sömürgeciliğe karşı sürekli gelişen bir bilinç, öfhe ve duygusal hıncın ciddi bir birikime kavuşmasına ve süreklileşmesine vesile olmuştur.

 

‘Soykırım kıskacında’ olmak

. . . 1925 sonrası Kürt ulus gerçekliğini, soykırım süreci olarak değerlendirmek gerçekçi bir yaklaşımdır. Sömürgecilik tezi bu noktada yetersizdir. Elbette sömürgeciliğin tüm boyutları uygulanmaktadır. Ama sömürgeciliği aşan, varlığını silmeyi amaçlayan bir uygulama da söz konusudur. Ki bunun adı da soykırımdır. (Abdullah Öcalan)

1970’lerin ortasında Sömürge Kürdistan şiarıyla yola çıkan, bu şiarla yeni bir tarih inşa eden PKK hareketi, zaman içinde politik söyleminin merkezine sömürge kavramıyla birlikte soykırım sıfatını da koyar.

PKK’nin ‘Kürdistan Devriminin Yolu’ olarak da bilinen manifestosunun sadece üç yerinde ‘soykırım’ kavramı kullanılır. İki yerde Kürtlerle ilgili olarak kullanılır ancak metnin bütünlüğü içinde esaslı bir yeri teşkil etmez. Oysa Öcalan’ın Demokratik Uygarlık Manifestosu olarak tanımlanan ve beş cilt olarak yayınlanan temel eserinin Kürdistan ile ilgili 5. cildinin merkezinde ‘soykırım’ kavramı yer almaktadır. Zaten kitabın özgün başlığı da ‘Kültürel Soykırım kıskacında Kürtleri Savunmak’tır.

Burada sömürge ekseni korunmakla birlikte onu da içeren bir kavramlaştırma olarak soykırım kavramı eşliğinde yeniden bir okumaya girişilir. 1970’lerin sosyalist dili ve pratiği içinde Kürdistan, sömürge olarak tarif edilir ve yola çıkılırken 90’lı yıllardan sonra özellikle soykırım edebiyatında kat edilen mesafeler de düşünüldüğünde yerini kavramsal düzeyde soykırıma bırakır. Daha doğrusu sömürgecilik kavramının Kürdistan’ın tarihsel ve güncel durumunu yeterince tarif etmediği düşünülür. Bu noktaya ulaşılmasında önemli olgulardan biri de 1925’lerin Kürdistan’ına uygulanan vahşete benzer yeni bir saldırı sürecinin tekrar etmiş olmasıdır.

Kürdistan’da yaşanan trajedilerin canlı tanıklarının anlatımları, sözlü edebiyatla yaşamaya devam eden hatıralar, kuşaktan kuşağa taşınan tanıklıklar kısacası trajik geçmiş bu kez tüm Kürtleri kuşatan bir ‘modernlik’ içinde yeniden yaşanır. Güncel olan ile tarihi olan bir araya geldiğinde ‘soykırım’ tehdidi altında bir Kürdistan’ın varlığı yeniden toplumsal bilince ve duygulara kazınır.

Bir kez daha geriye dönerek tarihsel olgular, soykırım söyleminin eşliğinde yeniden ele alınır. Kürt siyasetinin taşıyıcılığını yaptığı yeni bir dil dolaşıma girer ve siyasal-kültürel alanı kuşatır. Kültürel soykırım, dil ve kültür üzerinde doludizgin devam ederken, siyasi soykırım da Kürt iradesinin tasfiyesi olarak tüm Kürt toplumu içinde kabul gören yeni tanımlamalar haline gelir. Kürt siyaseti, tarihsel trajedilerle canlı belleği, güncel politik süreç ve olası tehlikelerle birlikte yeniden ‘soykırım’ kavramı etrafında şekillendirir. Sömürgeci güç, soykırımcı güç olarak da olması gereken yere konulur. Sömürge kavramını eksen alan ana ideolojik-politik kavrayış gibi soykırım eksenli bakış da benzer bir süreçsel işleyiş içinde Kürt toplumunun ve politik edebiyatının ana kavramsallaştırmalarından birine dönüşür.

 

Yeni Ortaklıklar ve Direniş Zemini

Türk hegemonyasının, ‘sömürgeci ve soykırımcı’ olarak tarifinin dahi, kendi başına nasıl bir politik ağırlık oluşturduğunu daha doğrusu güncel politikanın arka planına dönüştüğünü, parçalanmış Kürdistan olgusu göz önüne getirilerek daha iyi kavranılabilir. Kürt toplumu parçalanmış bir coğrafya ve toplumsallığa sahiptir. Sadece dört ayrı sömürgeci gücün pençesi altında olması değil, sayısız alt ayrımları olan bir sosyal, kültürel parçalanmışlığa da sahiptir. Doğrusu atomize olmuş bir toplumsal yapı söz konusu.

Bu kadar parçalı bir dokuyu, üstelik azgın ve etkin sömürgeci sistemlerin devamlılığı içinde yeniden birleştirmek, mevcut ayrımları aşan, onları anlamsız ve değersiz kılan ortak noktalar yaratmak demektir. Bu sadece ‘Kürdistan’ı yeniden dile getirmek değil aynı zamanda ‘yeni bir Kürdistan tahayyül’ etmek demektir. Sömürgeciliğin imal ettiği verili Kürdün havsalasının alamayacağı yeni tanımlamalar, sosyalist bir ideoloji, toplumun demokratik yeniden kurtuluşu ekseninde mücadeleye girişmek demektir.

PKK, Kürdistan gençliği başta olmak üzere, egemen baskı ve asimilasyona rağmen iradesi kırılmamış, karşı koyma arzusunu yitirmemiş herkese ilk önce ‘Sömürge Kürdistan’ı tarif etti. Bir de bu sömürgecilere karşı aslında anlamlı bir direnişin ve karşı koyuşun olmadığını, sömürgecilik karşısında yenilmiş, ‘düşürülmüş’, iradesi ezilmiş bir toplumu yerleştirdi. Biri olmadan diğerinin olmasını düşünmek imkânsızdı. Aralarında ontolojik bağ olan iki temel olgu olarak bilince çıkarıldı. Sömürgecilik zaten bir toplumun iç ilişkilerini parçalayıp, kendine bağlamanın adıydı. Bir tür toplum olmaktan çıkarılma hali. Sömürgeciliği tarif ederken, onu aşamayan, onun eklentisine dönüşen toplumu tarif etmemek zaten direniş olanağına sırt çevirme anlamına geliyordu. Böylece ne sömürgeci hegemonya kabul edilecek ne de bunun karşısında verili toplumsal ilişkilere değer verilecekti. Ve bu nedenle ilk önce, acemice de olsa sömürgeciliğin yarattığı, beslediği iç ilişkilere öfhesini yöneltti. PKK bu iki nokta üzerinden kendini inşa etti. Atomun içindeki gizil enerjiyi açığa çıkarcasına, bitimsiz toplumsal enerjisini bu ikili yapıya yönelerek var edebildi. PKK’nin siyasete dâhil ettiği herkes hem sömürgeci güçle hem de kendi iç toplumsal ilişkileriyle ve bununla bağlantılı olarak kendi şahsında taşıdığı izlerle hesaplaşmayı yöntem olarak önüne koydu. Bu hesaplaşmadan doğan yeni bireylerle yeni bir siyaset ve yeni bir toplum şekillendi.

PKK’nin kuruluşundan bugüne kadar ürettiği tüm politik metinlerin ekseriyeti aslında sömürgeci güçlerin tarihi dokuları, sistemik özellikleri, içinde yer aldıkları uluslararası ilişkiler ile bunun karşısındaki Kürdistan toplumunun tarihsel, sosyal ve güncel yetmezlikleridir. Zaten her iki konu grubunun analizi ve eleştirisinden oluşan bir sentez olarak direniş ve özgürlük kültürü açığa çıkabilmiştir. Yani PKK, pek çok siyasal parti ve ya hareket gibi salt program ve tüzükten ibaret değil. Hatta artık bu şekli metinlerle bağını keseli çok olmuştur. PKK’nin derinliği onun ideolojik-politik ve kimlik olarak kurucu bir güç olmasından, yeni bir siyasal kültür yaratmasından ve bunları da yeni bir kişilik ile birlikte başarabilmesinden kaynaklanıyor.

Özcesi, PKK siyasal alana taşıdığı tüm Kürtlerin ve mücadele tarihi içinde politik arenada yerini alacak olan her kuşağın siyaset yapma tarzını önemli ölçüde daha baştan belirlemiştir. Tarihsel tecrübelerden edinilen dersler, temel ideolojik argümanlar, politik talepler ve her şeyden önemlisi de egemenin sömürgeci ve soykırımcı karakterinin özümsenmesi, bu ortaklığın ana damarlarını oluşturmaktadır. PKK, zaman içinde oluşan bu politik kültürel dokuya, politik ortak mirasa dayanarak oyun kurmaktadır. Kürt toplumunun en diri, en aktif kesimleri yani esasında siyasal talepleri olan/oluşan büyük çoğunluğu PKK ile başlayan yeni siyasal kültürünün içinde yer almaktadır. Hem PKK’yi belirleyen hem de aslında derinliğine alarak onu koruyan da bir ‘politik beden’ olarak da kavranmalıdır Kürdistan toplumu. PKK’ye asıl politik esnekliğini kazandıran da bu mekânsal/bedensel genişlik ve sağlamlıktır. Pratik, taktik, güncel tüm söylem ve politik hamlelerin amaçtan savrulmadan rolünü oynaması aslında Kürt siyasetinin merkezcil kuvveti olarak da tanımlayabileceğimiz bu ideolojik-politik varoluştan, sağlamlık ve kök tutmaktan kaynaklıdır.

 

(II) MERKEZKAÇ KUVVET: BİR DİRENİŞ DİNAMİĞİ OLARAK ‘DEĞİŞİM’

PKK literatüründe değişim kavramının belli bir zamandan beri adeta büyülü bir anlama sahip olduğunu görüyoruz. Özellikle Reel sosyalizmin öyküsü eşliğinde değişim eleştirel bir çözüm olarak hep dile geldi. Değişmemenin yenilgiyle eş anlamlı olan bir ‘yan anlamı’ bile oluştu.

Çok genel olarak bakıldığında PKK’de değişim süreçlerinin merkezinde parti başta olmak üzere devrimin ‘araç’larının olduğunu görebiliyoruz. En kritik dönemlerden biri olan Uluslararası komplo sonrası, İmralı yargılamalarına sunulan metinde de bunu net olarak görmek mümkün. Öcalan burada şöyle diyor: ‘Partiler bir araçtır. Dönemlere göre dönüşmezlerse tıkanma nedeni kadar aşılmaktan, yenilmekten de kurtulamazlar. Kısır bir tekrar kadar, ne kadar kahramanca olsa da özgürlük idealine katkı sağlamaz’ Bu anlamıyla değişim aslında mücadele araçlarının sağlamlaştırılması anlamına geliyor.

Değişmeden özgürleşme olmuyor.  Değişim, özgürleşmeye doğru giden yolu açan anahtar işlevini görüyor. Özgürlüğe götürmeyen hiç bir değişimin anlamlı olmadığını da, değişime yüklenen manadan çıkarmak olası. Şubat 99 komplosundan sonra daha görünür hale geldiyse de özünde, değişerek özgürleşmek olarak formüle edilebilecek bu şiarın kökleri eskidir. Dinamik, diri, direngen kalmanın, donmamanın, dogmatikleşmemenin de garantisidir. Değişim özgürleşmenin anahtarıdır. Değişerek değiştirme, PKK’nin siyasal literatürde dolaşıma soktuğu orijinal bir yöntem ve söylemdir. Ortadoğu zeminiyle birlikte ele alındığında bunun anlamı daha iyi görülür.

Değişmek aynı zamanda zenginleşme oluyor. Parti formatı dışında yeni siyasal araçlar Kürt siyasetin gündemine hep değişim süreçlerinde girdi. Yeni sivil inisiyatiflerden Kongre tarzı üst örgütsel mekanizmalara kadar yelpaze oldukça genişledi. Ama en önemlisi de ‘komün’ adı verilen toplumsal hayata en yakın duran bir birliktelik şekline ve özyönetime dayalı yeni bir siyaset felsefesi ve radikal demokratik siyaset teorisine ulaşıldı. Geleneksel sosyalist literatür dışında çağın en güçlü beyinleriyle yürüyen, onlardan esinlendiği kadar onları genişleten, farklı bir bağlamda onları da içerecek düşünsel ve siyasal modellere yelken açan bir fikri derinleşme, çoğulculaşma yine ‘değişim’in karşı konulmaz büyüsü içinde hayat buldu.

Daha da genişletilebilecek bir değişim listesini yapabiliriz. Ama önemli olan, tüm bu değişimlerin mücadele ve direnç imkânlarını genişletiyor olmasıdır. Kürt siyasetine Şubat 99’da yaşatılmak istenilen cehennemden kurtulmak ve yeniden özgürlük rotasına giriş yapabilmek gibi mucizeye yakın bir süreç eğer değişime olan ontolojik yatkınlık, stratejik deha ve taktik ustalık olmasaydı, asla gerçekleşemezdi.

Değişim süreçlerinin başarısı, üzerine oturulan toplumsal ve örgütsel zeminin siyasal kültür ve ideolojik derinlik açısından sağlam olmasından kaynaklanmaktadır. Güncel ve taktik söylem ve yönelimler, siyasal açıdan taşıdıkları tüm risklere rağmen toplumsal ve örgütsel dokuda ciddi tahribatlara yol açmadan pratikleştirilirler. Bu taktik yönelimler karşı cenahta her zaman istenilen etkiyi yapmazsa da, hareketli ve elastiki bir pratik politika yapma olanağını vermektedir. Kürt siyasetinin şaşırtan, hareket olanakları ve kıvraklığı tahmin edilemeyen, canlı ve dinamik bir politik söylem ve eylem kapasitesine sahip olduğu görülür. Ortadoğu gibi bir zor zeminde, ilişki ve ittifakların günlük değiştiği bir politik topografyada, devrimci demokratik özünü yitirmeden ilerlemenin başarı da bu taktik hareketlilikte ve bu hareketliliği belli mesafede tutabilen ideolojik derinlikte gizlidir.

Zaman, zaman zorlu yaşanan değişim süreçlerinde ve politik hareketliliğin yoğunlaştığı dönemlerde de hep akılda tutulan, toplumun kılcal damarlarına varana dek yer etmiş egemen gücün karakteri ve Kürdistan’ın bağımlı statüsüdür. Hiç bir süreç veya politik zorunluluk sömürgeci ve soykırımcı egemen zihniyeti ve icraatlarını unutturacak bir körlük yaratamıyor. Aksine hep farklı söylem ve yöntemle canlı tutuluyor.

2011 yılında yayınlanan eserinde Öcalan bu gerçeği, arzulanan çözüm üzerinden veciz bir ifadeyle dile getiriyor: ‘Kürdistan, sömürgecilik ve soykırımın yaşandığı bir vatan gerçekliği olsa da varlığı inkâr edilemez. Üzerinde tarihine ve toplum gerçekliğine bağlı ve layık şekilde özgür yaşamak isteyenlerin son ferdi durdukça varlığı devam edecektir. Yalnız Kürtlerin değil, Ermenilerin, Süryanilerin, Türkmenlerin, Arapların ve özgür yaşamak isteyen her birey ve kültürün demokratik, özgür ve eşitçe paylaştığı ortak vatan olacaktır. Ulus-devlet olmaması, şansızlık değil şansı olacaktır. Bu sefer yeni bir sınıflı, ekoloji düşmanı, kentleşmenin, ulus-devletçi uygarlığın değil, Ortadoğu’da demokratik modernitenin şafak vaktinin doğuş yaptığı, beşiğinde büyüdüğü vatan olacaktır.”

 

(III) ÇITAYI YÜKSELTEREK İLERLEMEK

Öcalan, Kürt gerçekliğini kangren haline getiren etkenleri sadece kolonyalist güçle sınırlamaz. Onu da içine alan daha geniş bir hegemonik sistemin varlığına işaret eder. Kapitalist Modernite olarak adlandırılan bu sistemin karakteristik öğelerinin izini sürerek 5 bin yılla sembolize edilen ‘uzun süre’ içinde ki sürekliliklerini ortaya koyar.

Demokratik Modernite adını verdiği alternatif sistem içinde de Kürt meselesinin çözümünü ele alır. Hem sorunun kaynağı hem de çözüm dinamiği böylece iç bütünlüğü olan bir paradigma içine yerleştirilir. Hiç şüphesiz bu yeni paradigma ile, Kürt dinamiğinin çözüm ve etki kapasitesini de arttırmış olur. Bu paradigma sadece Kürt kördüğümü için değil aynı zamanda tüm ulusal ve kimliksel problemler için de çözüm kapasitesi sunar.

Esas olarak bu yeni paradigma ile Türk egemenlik sisteminin sömürgeci ve soykırımcı karakteri daha anlaşılır bir hale geliyor. Ve bu arkaik sistemi bugüne kadar ayakta tutan ulus-devletçi küresel kurgunun köklerine saldırarak aslında onu anlamsız, güçsüz ve aşılacak hale getiriyor.

Bu paradigma içinde Kürt ulusuna yönelik ana iki eksende çözümü kurguluyor. Bu iki eksen ile Türk egemen sistemin sömürgeci ve soykırımcı karakterinin aşılmasını hedefliyor. Başka bir söylemle Öcalan, ‘yeni bir Kürdistan tahayyülünü’ her yeni sistemik kavrayışında daha güçlü ve köklü bir şekilde yeniden formüle ediyor.

İlk olarak kültürel soykırımın, asimilasyon ve erimenin aşılması açısından ‘zihniyet boyut’unun üzerinde duruyor. Bu boyutu ‘Kürtlerin uluslaşmasının bilimsel, felsefi ve sanatsal devrimle temel zihniyet ve duygu dünyasını yaratmak6’ olarak ele alıyor.

Sömürgeci ilişkilerin dağıtılmasını ‘bedensel varoluşun’ yeniden düzenlenmesinde görüyor. ‘Bedensel boyutun temelinde Demokratik özerklik yatar7’ diyor. Ve en önemlisi de her iki boyutu devrimci demokratik dinamiğin aşabileceğini ifade ediyor. Mevcut sistemin de bu çözüme yatkın hale getirilmesi için onun saldırgan, şovenizm üzerine kurulu mekaniğini bozuyor, adeta ‘dişlerini sökerek’ demokratik sivil çözüme zorlamaya çalışıyor.

 

SONUÇ

Kürdistan coğrafyasında yaşayan ve dünyanın dört bir yanına dağılmış kimlik ve demokrasi talebi bulunan Kürtlerin büyük çoğunluğu Türk egemenlik sisteminin sömürgeci ve soykırımcı karakterinin bilincindedir. Bu bilinci Kürt siyaseti büyük bir emek ve bedel ile yaratmıştır. Özgürlük talebi olan yeni bireyler ve bunların toplamı olarak yeni toplumsal doku, kendisini bu bilinç ile yoğurarak tarihin sahnesine çıkarmıştır. PKK yeni ve kurucu bir siyasetin, yeni insanın ve yeni bir toplumun tarihsel olarak ebeliğini yapmıştır. Bu siyaset, kendisini bağımlı hale getiren tüm etken ve güçle göbek bağını kendi elleriyle kesmiştir. Azmini, gücünü, özgüvenini ve inancını yaptıklarından almaktadır.

Ve yine günlük olarak coğrafyanın ve hayatın her alanında bu bilinci diri tutacak ideolojik, politik ve kültürel bir dinamizm içindedir. Kürt toplumuna ve siyasetine içerilmiş bu tarihsel ve ideolojik bilinç aynı zamanda politik sahada çok hızlı ve atik top çevirmesine, inisiyatif almasına, değişim siyasetini düşünme ve uygulamasına imkan vermektedir.

Ve değişim dilinin de pratik politik tüm adımların da temel hedefi, egemenin sömürgeci ve soykırımcı karakterini değişime uğratarak Kürt halkının ve diğer etnik, dinsel ve cinsel kimliklerin özgürlüğünü sağlamaktır. Bu özgürlük aşkı, karmaşanın içindeki sadeliğin ta kendisidir. Bu, Kürt gerçekliğinin kaotik doğasına karşı uzun soluklu ve sürdükçe karmaşıklaşan ve hedefini büyüten direnişi içinde yeşeren, duru bir bilincin ve temiz bir kalbin çok rahatlıkla görebileceği bir sadelik ve ulviyettir.

 


1- Abdullah Öcalan, Kürt sorunu ve Demokratik ulus çözümü, sy.263, Mezopotamya yayınları, 2012
2- Musa Anter, Hatıralarım (1-2), sh.8, Avesta yayınları
3- age, syf 155
4- Kürt sorununa demokratik çözüm manifestosu, sy.11, Serxwebûn yy, Kasım 99
5- Abdullah Öcalan, Kürt sorunu ve Demokratik ulus çözümü, sy.147, Mezopotamya yayınları, 2012
6- Age, sy.433
7- Age, sy.434
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.