Düşünce ve Kuram Dergisi

Kürtlerin Nesnel Sorunu: Birlik

Hamza Tunç

Kürtlerin temel sorunu ulusal birliğe doğru ilerleme zorluğudur. Şüphesiz Kürt halkı, mücadele ve bedel ödemeler sayesinde yaşam ve bilinç alanında çok önemli değişimler yaşadı ve halen de yaşamakta. Her ne kadar “Kürt halkının varlığı” konusunun tartışıldığı dönemler geride kalmış olsa dahi, bunca ilerlemeye rağmen, eğer bir ulusal birlik oluşmazsa, bu hususta gerçekleşecek bir gerileme ihtimal dahilinde olacaktır. Dolayısıyla gerçekleşmesi muhtemel olan gerileme tüm alanları kapsayacaktır ve bu durum bilinç açısından tedavisi imkansız yaralara sebebiyet verecektir. Bilindiği üzere, tarih boyunca (tarihin ilerleyişi, seyri) Kürt halkı çeşitli zor durumlarla karşılaşmıştır. Söz konusu durumlar; soykırım, asimilasyon, sürgün, teslimiyet, yabancılaşma (kendi özünden uzaklaştırılma) vb. şeklinde tecelli etmiştir. Buna karşın, Kürt halkının direnişi canlı tutulmuş ve daimi olmuştur. Direnişler içerik ve nitelik konusunda farklılıklar göstermiş olsa da, ulusal birlik fikri noksan olsa dahi, direniş açısından hiçbir şekilde zayıf düşmemişler ve büyük bedeller ödemişlerdir. Çünkü Kürt halkının kültür ve geleneğinde “direniş” olgusu halkın başat ihtiyacı konumundadır. Şüphesiz Kürt halkının bunca barbarca saldırı ve soykırımlar karşısında-halen bugün 40-50 milyonluk nüfus ile-ayakta kalmasının sebebi, var olan direniş kültürüyle doğrudan ilişkilidir. Fakat 40-50 milyonluk Kürt halkı, bu direniş kültürüne rağmen, halen bir ulusal birlik çerçevesi içinde yer almamakla birlikte, birbirlerinden kopuk bir şekilde yaşamamaktadır. Hâssaten bilinç açısından yaralı konumundadır. Tarihte ise bu duruma karşın verilen mücadeleler çok az görülmekte. Yeri ve zamanı geldiğinde, tamamen ulusal nitelikte başkaldırılar da gerçekleşmiş, fakat ulusal birlik düzeyine ulaşılamamıştır. Çünkü temel sorundan uzaklaşıp “ulus”(ulus-devlet) adına mücadele verilmiştir. Kapitalist çağda Kürt halkını “ulusallık” konusu etrafında oyalamak zaten hegemonik bir politika şeklinde tezahür etmekte. “Dolayısıyla Kürt ulusal sorunundan ziyade, ulus olmama sorunu daha ağır basmaktadır.”[1] Eğer esas olan göz ardı edilirse-veya buna zorlanılsa-zaten zafer için kalıcı bir sonuç elde etmek mümkün olmayacaktır. Konu iki katmanlıdır: İç etkenlerle birlikte dış etkenler de mevcuttur. O halde ulus olamamanın neden değerlendirilmediği, durum için yapılan iddialar ve oluşan engellerin neler olduğunu, hangi bilinçle eylemsellik oluşturulduğunu, bu bilinçlenme üzerindeki etkilerin neler olduğunu ve neyin gerçekleştiği vs. gibi sorular sorabiliriz? Her şey bizi bilinç noktasına götürecektir. Dolayısıyla bilinç anlamında “birlik” sağlanamazsa pastanın bütününü görebilmek imkansızlaşır ve küçük parçalarla yetinmek tek hedef haline gelecektir. Ne iyi olarak kabul etmekle bağlantılı, ne de kader olarak bu durum sözkonusu olabilir, Kürtler bu durum karşısında yeterince acı çekiyorlar. Her şeyin bir esasa dayandığı gibi Kürt sorunu da, tarihi ve derin bir esasa dayanmakta. Sadece birkaç olay ve durumun sonucu olarak ele alınamaz. Bin yıllar boyunca süren bir oluşumdur. Doğru sonuca ulaşabilmek için tarihin iyice okunup değerlendirilmesi gerekmekte. Bugünden itibaren “Kürt halkı vardır” noktasına takılıp kalmak, bizi sadece esas sorundan uzaklaştırmakla kalmaz, aynı zamanda hegemonyaların saldırmaları konusunda cesaretlendirecektir. Çünkü Kürt halkının kendi esas meselesinin peşine düşmediğini fark edeceklerdir. “Ulusun kendisi kavram olarak bir zihniyet durumunu ifade eder. Kürtler açısından bu zihniyet durumu gerçekleşmiştir. Fakat aynı hususu bedenleşme için söyleyemeyiz. Salt zihinle yaşanmayacağına göre, bedenleşme önemli bir gerçekleşme, dolayısıyla hakikat durumunu ifade eder, edecektir.”[2] Bedenleşme birlik formunu barındırmakta ve bu form yaşamın idamesi anlamına tekabül etmenin yanı sıra, güvenlik anlamını da içeriyor. Kuşkusuz söz konusu beden-formun niteliği, yöntemlerle ilişkilidir ve gerçekçi bir yaklaşımla bu yöntemler ele alınmalıdır. Kapitalist modernitenin yöntemleriyle Kürt halkının bedenine şekil vermek mümkün değildir. Sistem kendi temelini sorunlar üzerinden oluşturmakta ve sorunlar yaratmakta. Kapitalist modernite devletli uygarlığın nirvanasını açıkladığı gibi, bütün insanlığın gerilemesini (toplumsal-bilinçsel düzeyde) de açıklamakta. Kürt halkı da, devletli uygarlığın oluşum aşaması boyunca kapitalist çağda insanlık dışı uygulamalara maruz kalmaktadır. Kürt halkının bugün, böylesine derin bir sorun yaşamasının en önemli sebebide bu sistemin ve devletli uygarlığın bırakmış olduğu mirastır. Sorunun çözümünü bu sistemde aramak ise büyük bir çelişki yaratacaktır. Her şeyin kapitalizmle başlamadığı hususu doğrudur, zaten bu eksik bir saptamadır, bu nedenle bizim sorunu devletli uygarlığın başlangıcından ele almamız gerekmekte. “Kürt orijinli toplulukların yaşadıkları ilk ciddi toplumsal sorunları Sümer uygarlığına bağlamak mümkündür. Gılgameş Destanı zaten bu sorunlar üzerine kurgulanmıştır”[3] Kısacası tarihin derinlikleri ne kadar aydınlatılırsa geleceğimiz de o denli aydınlanacaktır. Yoksa insan fiili haliyle izah etme durumuna düşecektir. “Tarihini doğru kavrayamayan ve yazamayanlar için, şimdi’yi doğru kavrayıp özgürleştirmeleri ve demokratikleştirmeleri çok zayıf bir olasılıktır.”[4] Kürtlerin uygarlıkla tanışması, karşıt duruşu ve içinde şekillenmesi, kendi özsavunmaları, iç ve dış etkenler, parçalanma süreçleri, 4 parçaya bölünmesi, dört parçada yaşadıklarının bütünü değerlendirilmelidir.

 

Bütün Farklılıklara Rağmen Ortak Bir Yaşam: Neolitik

Bilindiği üzere insanlık tarihinin %98’lik kısmı doğal yaşam ya da doğal toplum tarzından oluşmaktadır. Doğal yaşamın nirvanası ise neolitik dönemdedir. Neolitik düşünsel, dilsel, yaşamsal, bilimsel, kültürel, yerleşimsel, sanatsal ilerlemeyi ifade etmektedir. Kadın, kutsal ve toplumda yönetici konumundadır, doğa kutsal ve canlıdır, toplumun totemi insandır. Toplumdan kopuş ölüm manasına gelmekte. Bugün görülen, işlevsel, baskı, özel mülkiyet, kâr, yanıltma, hırsızlık, cinsiyetçilik ve şovenizm gibi bazı kavramlar neolitik dönemde gelişmemiştir. Bu kavramların devletli uygarlıkla birlikte geliştiği söylenebilir. Doğal toplum yaşamı birbirini geliştirme ve birbirini besleme esasları üzerinde kurulmuştur. Dolayısıyla her şey kesindir anlayışı ön plandadır. Neolitik devrimin Zagros ve Toros kavisinde gerçekleştiği ve Kürtlerin ülkesinde şekillendiği, artık somut ve kesin bir bilgidir. Altın Hilalde buzul çağından çıkış, yerli halka neolitik devrimin imkanlarını sunmuştur. Köylülük, tarım ve hayvancılık gelişmiştir. Devrimin öncülüğünü yapanların Aryenik halklar olduğu ise mutlak bir bilgidir. Aryen kelimesinin etimolojik anlamı da toprak ve tarımla uğraşan kişilere işaret etmektedir ve Sümerlerden itibaren Zagros halkları için kullanılmıştır. Aryenik halkların öncülüğünü ise Kürtler yapmıştır. Buna binaen Aryenlerin Kürt olduğu iddia edilmemekte, sadece büyük kesimin ve öncü birliğin Kürtler olduğu dile getirilmekte. Esasında Kürt halkının yaşamı neolitik yaşama atıfta bulunmaktadır. Kürdistan’da halen çoğu alanda neolitik yaşamın izlerine rastlamak mümkün. Dolayısıyla bunca yaratıcılık ve ilerlemeye karşın olumsuz bir şey ortaya çıkarmaları kabul edilir bir şey değildir. Devletli uygarlığın oluşumuyla birlikte Kürt halkı-yani ataları-daha çok ön plana çıkmakta ve tutumlarıyla uygarlık tarihinde resmi bir şekilde dahil olmuşlardır.

 

Kürt Toplumunun Parçalanma Çağı: Devletli Uygarlıkla Tanışma

Kürt halkı kendi bünyesinde devletli uygarlığın potansiyelini barındırmıyordu. Kültür ve ahlakları zaten bu durumu mümkün de kılmıyor. Bu nedenle uygarlıkla karşılaşma ile birlikte onlar için yeni bir dönem başlamış oldu. İlginç olan ise bu dönemin bir trajediyle başlamış olmasıdır. Toplumun durumu, bilinci geri dönülmesi zor bir yola girmiştir. Kadın yerine artık erkek kendini ön plana çıkararak, kadının doğal otoritesine saldırmış ve kendisini zorla konumlandırmıştır. Zaten Sümer mitolojisine baktığımızda tanrı ve tanrıçalar arasındaki savaşın nasıl tezahür ettiği görülecektir.

Kürt halkı, ilk dönemlerden itibaren Sümerler tarafından “Kurt-ti” (Dağ halkı) olarak adlandırılmış ve aralarındaki savaşlar dile getirilmiştir. Doğrudan Kürtlerin atalarıyla karşı karşıya kalmışlar. Enkidu da Kürt toplumundan kopmuş ve hainlerin yol göstericisi olarak tarihe adını yazdırmıştır. Kendi güdülerine yenik düşerek kendi halkına (Humbaba şahsında) saldırmıştır. İhanet tohumlarını ekerek Kürt halkının içerisine bir sınıf şeklinde sokmuştur. Kürt halkı zaten Sümer medeniyetine (devletli) karşın mücadele yürütmektedir. Dağları aynı zamanda kendileri için direniş yurdu görevindedir. Şüphesiz Enkidu kendi ihanetiyle saldırı iznini vererek, işbirlikçilik yaparak gücü uygarlık güçlerine teslim etmiştir. Kendi şahsında Kürt halkını yabancılaşma ve kırılma sürecine dahil etmiştir. O zamandan beri, halk “direnişçi” ve “teslimiyetçi-işbirlikçi” şeklinde parçalanmıştır. Ova halkı, dağ halkı nezdinde “teslimiyetçi-işbirlikçi”konumundadır ve direniş kutsal bir gelenek şeklinde Kürtler arasında yeşermeye başlar. Sümerler döneminde Kürt halkı Huri adıyla, Akad döneminde Guti, Asurlular döneminde Kassit, Urartu, Med, Nairi vb adlarla anılmışlardır. Her ne kadar isimler değişse de hepsi Kürt halkıdır ve çoğunlukla konfederasyon şeklinde yaşamışlardır. İlginç olan da bu. Kürtler ne zaman birlik bilinciyle biraraya gelmişlerse (federasyon formunda) o zaman büyük bir güce erişerek büyük, etkileyici, üretken medeniyetler kurmuşlardır. Bu açıdan birlikteliği açığa çıkaran sinerji görülmeye değerdir. Fakat bu birlik hali esnasında sınıfsal, işlevsel ve çekişmezlik gibi durumların gelişmesiyle birlikte, birlik zayıflamış ve dağılmalar, yenilgiler süreci adeta başlamış oldu. Özellikle devletleşme eğiliminin güçlendiği, içte çelişkilerin baş gösterdiği, karşıtlıkların yaşandığı zamanda ihanet ve işbirliğine yönelimler ortaya çıkmıştır. Bu durumlar bilinçli bir şekilde gerçeşmişlerdir. Bu nedenle Enkidu bilgisiz değildi, tam tersine durumun bilincinde olduğu için kendi halkına saldırdı. Çünkü bireysel güdüleri kendisinden büyük bir ihanet beklemişlerdir. Daha sonra tanrıçalar ihanetinden dolayı Enkidu’yu öldürürler fakat, ihanet artık Enkiduyla son bulmuyor. Aynı şekilde Mitannilerde aşiret federasyonu şeklinde bölgesel bir güç olarak yüzyıllarca Kürdistan bölgesinde varlığını korur. Asur ve Hitit gibi büyük güçler dahi karşılarında duramıyorlar. Fakat trajik bir şekilde aralarında oluşan çelişkiler nedeniyle yıkılıyorlar. Bu olayda da Matiwaza olumsuz bir rolle, işbirlikçi-hain rolüyle ortaya çıkmaktadır. Kendi amaçları uğruna bir iç savaşı yöneterek Hititler ile işbirliği yapar ve gücü ortadan kaldırmaya çalışır. Hititler ve Asurlular içteki çelişkiyi daha da derinleştirerek Mitannileri ortadan kaldırma fırsatını yaratmak istediler. Sonuç olarak söz konusu durum gerçekleşir ve Mitanniler yıkılırlar. Aynı durum Medlerde Harpagos eliyle gerçekleşir. Kişisel bir kin gütmenin peşine düşerek Medlerin yıkılmasına yol açar. Öngörüden o kadar uzaktır ki ne yaptığını, neye sebep olduğunu bilmeden ihanet ederek tahtı Farslara teslim eder. Bunun üzerine Med Lideri Astiyag der: “Bre namerd madem sen intikamını aldın, en azından sen tahta geçseydin ya da Medlerden (Kürtlerden) birine tahtı verseydin. Sen gittin tahti uşaklarımız olan Farslara teslim ettin.” Bu tarz da bir güdünün nelere sebep olduğuna şahit olduk. Sıradan bir duygu bir halkın umudunu yok edebilir.

Eğer bilinçte geçerli bir şey yoksa fiil olarak ta gerçekleşmesi mümkün değildir. Aynı zamanda bilincin bulanıklaşması dış etkilere de açık hale gelmektedir. Parçalanma, dar düşünce Kürt halkını trajik olaylara sürüklemiştir. Doğal-anaerkil toplumdan uzaklaşma bu sonuçları doğurmakta. Bu nedenledir ki, devletli uygarlığın gelişiminin başlangıcında Kürtler annenin öncülüğünde sınıfsal, işlevsel, soygun ve talana karşı direnmişlerdir. Uygarlığı kabul etmeleri ölüm anlamına gelmekteydi. Fakat devlet zihniyeti Kürt toplumu içerisinde yerleştiğine artık karşıtlarına benzemekten kendilerini koruyamamışlardır. Huri, Guti, Kassit, Urartu, Nairi, Med birlikleri her ne kadar direniş ve kültür mirasını canlı tutmuş olsalar dahi, olumsuz zihniyetten dolayı ayakta kalamamışlar ve yıkılmışlardır. Medlerin yıkılışından sonra artık bir türlü bir güç olma imkanını elde edememişlerdir. Kendi yurtlarında özerk ve direniş pozisyonunda beklemişlerdir. İskender, Roma, Safevilere bağlı güçlere karşı direnmişlerdir ve kendi bölgelerinde bir güç sahibi olarak kalmışlardır.

 

Parçalamayı Derinleştiren Süreç: İslamla Tanışma

İslamın yayılması Kürt toplumu için yeni bir sürecin başladığını ifade eder ki, en çok bu süreçte olumsuzluklar ortaya çıkıp, toplumu etkileyerek parçalamayı güçlendirmiştir. Kürt toplumunun İslama kadarki yaşam şekli herkesçe bilinen bir durumdur. Her şeye rağmen özlerini yitirmemişlerdir ve toplum olarak direnişe meyilli bir yapıları vardır. Sınıf, teslimiyet, işbirlikçilik, ihanet gibi anlayışlar vardı fakat, o kadar da yaygın değildi. Her ne kadar başat güç olmasalar da etraflarındaki çevreyi kendi kültürlerinin etkisi altında bırakıyorlardı. Bu anlamda Kürtler ciddi bir yabancılaşma yaşamıyorlar. Fakat İslam, yani Araplar kültür ve dil açısından Kürt halkından farklıydılar. Bu da beraberinde kültür ve dil konusundaki yabancılaşmayı ifade eder. Bilindiği gibi Kürtler önemli oranda kendi istekleriyle İslamı kabul etmemişler. Genel olarak İslam seferleriyle birlikte zorunlu müslümanlaştırma söz konusu olmuştur. Kürt halkı İslamın yayılmacılığı karşısında Araplar başta olmak üzere çoğu sefere karşı direnmişlerdir. İslami güçler bu temelde Kürdistan’ı kana buluyorlar. İlk başta direnmeyen bazı Kürt kesimleri teslim olmuşlardı. Fakat halkın çoğunluğu dağlara çekilerek direnmişlerdir. Zamanla parçalanmaya da yol açılmıştır. Sünniliği kabul eden Kürtler, Aleviliğin gelişmesi ve Êzidi kalmaları, islamın “ümmet” anlayışı ve Arap kültürü etkisinde gerçekleşmiştir. Ümmetçiliğin doğası gereği ırk, kabile, kavim de ortadan kalkmaktadır. Bu süreçte Kürt ezen sınıf da daima işbirlikçi ve yabancılaşma pozisyonunda kalmıştır. Zaten mirlik ve tarikatların şekillenmesi de gelişir.

“İslâmiyet’in yeni bir toplumsallık olarak Kürt orijinler üzerindeki etkisi, dinsel cemaatlerle beylik düzenlerini geliştirme ve güçlendirme temelinde olmuştur.”[5] Zaten Sünnilik, Alevilik, Êzidîlik hem bedensel hem zihinsel parçalanmayı belirtmektedir. Tek başına bu şekilde bir parçalanma Kürtleri birlik bilincinden uzaklaştırırak her parçasısını farklı bir kıyıya sürükleyecektir. Teslimiyetçi ve işbirlikçi rolünü en çok Sünni kesim üstlenmiştir. Her ne kadar Êzdilik ve Alevilik öz kültürün koruyucu hareketleri olsalar dahi ulusal bir birlik hareketine dönüşemediler. Aynı şekilde Kürtlerin bir kısmı işlevsel İslam ve devletten uzak kalarak tarikat-tasavvuf mantığıyla hareket ediyorlar. Olumlu da olsa radikal bir tutum sergilemediler. Sunni üst sınıfın işbirliği ve teslimiyeti kültürel yabancılaşmaya yol açmakta. Üst ve alt sınıf birbirinden farklı hareket etmekte. Birbirlerinden bu şekilde bir uzaklığ, yaşantıyı çelişkilerle doldurmaktadırlar. Olumsuz duygular yaratılır ve bu durum ağır yaralara yol açar. Dolayısıyla sömürgeci güçler daima Kürtlerin bu halinden faydalanmak istiyorlar ve bundan güç alıyorlar. Buna karşın en çok Kürt halkı direnmekte. Osman döneminden itibaren Kürt direnişini kırmak için, korkutmak için Amed’den Siirte kadar Kürtlerin başını direklere asıyorlar. Aynı şekilde kesik Kürt başlarını Dicle Nehrine boşaltıyorlar ve başları üzerinden İslam-Arap ordusu geçiyor. Bu verilerden yola çıkarak direnişin düzeyi de açığa çıkmakta. Fakat ön cephede ortak bir duruş, ortak bir direniş gerçekleşmediğinden dolayı İslam’ın yayılmasında engellenemiyor. Dağlık bölgeler hariç bütün bölgelerde tek güç haline geliyorlar. Dağlı direnişine karşın da bilinç saldırıları düzenliyorlar ve bu şekilde onları bilinç yönünden esir almak istiyorlar.

Sömürgeci güçler yayılma dönemlerinde bölgedeki toplumların durumlarını da değerlendirirler. Var olan duruma göre politik yaklaşım belirleyip daha çabuk sonuç almak istiyorlar. Arap-İslam yayılmacılığı Kürtlerden ağır darbeler almış olsalar da, Kürtlerin bir araya gelmelerine ve güçlenmelerine asla izin vermezler. İşbirlikçi ve ajanlarını daha da geliştirirler. Bu uygulamalar Moğollarda, Turanlarda, Osmanlılarda ve Abbasilerde de aynı şekilde devam edecektir. Onların nazarında Kürtlerin bir araya gelmesi “kıyameti” andıran bir durum niteliğini taşıyor. Kürtlerin birlikte hareket etmelerine karşın muazzam ölçüde korkuyorlar. Örneğin Abbasi ve Emevilerin arasında yaşanan savaşta Ebu Muslimî Horasani (Kürttür) kendi gücüne rağmen Abbasilere yardım eder ve kısa bir süre içerisinde iktidar, Emevilerden Abbasilere geçer. Ebu Müslim kendi halkının parçalılığının farkındadır ve Kürtleri kendi etrafında birleştirmek, birliği oluşturmak için çabalar. Fakat Ebu Müslim’in birlik çabaları iktidara (Abbasi) ulaştığında, Ebu Müslim anında bir komployla öldürülür ve birlik engellenir. Egemen güçlerin uğraştığı kadar Kürtler, kendi birlikleri için ciddi şekilde çabalasalardı ve birliğe yaklaşsalardı var olan durum farklı olurdu.

Bu örneğe karşın farklı durumlarda söz konusudur. Bunlar için ise Merwani ve Eyyubiler örnekleri verilebilir. Onların Kürrtlükleri tartışmasızdır, fakat duruş ve eylemleri Kürt’e dair bir manzara sunmamakta. Hareket alanları hanedan çevresi gibi dar bir alanda kalır, öteye gidemiyorlar. Nitekim şekillenmeleri de İslam sultanları ve İslam saray kültüründen farklı değildir. Mervaniler işlevsel olarak güçlenmek için Malazgirt Savaşı’nda Selçuklulara (Türklere) yardım ediyorlar ve kısa bir süre sonra Selçuklular Mervani hanedanlığına son veriyorlar. Aynı şekilde Eyyubiler İslam adına Mısıra kadar başarılı seferler düzenlerler ve “İslamın Kılıcı” olarak tarihe damgasını vurmuşlardır. Birliğe karşıt ve dar düşündükleri için onlar üzerinden Kürt birlik mücadele gelişmiyor. Kürtlük dil ve yaşam olarak baskın olsa da dar bir çerçevede kalmıştır. Mervaniler ve Eyyubilerin bir birlik oluşturma güçleri vardı ama, var olan kavrayıştan dolayı bu çok geride kalan bir durum olmuştur. Baktığımızda Türk (Türkmen) uzunca bir süre aralarında çelişkili ve dağınık kalmışlardır ancak, konu birlik olunca bir oluyorlar ve çelişkiler birliğin gölgesi altında kalıyor. Bugün bu durumun sonucu ortadadır, akbabalar misali Kürt yurduna yapışmışlar ve her an kan emiyorlar.

Osmanlı dönemi de değerlendirilmesi gereken bir konu. Her ne kadar bu dönemde Kürtler “mirlik” şeklinde yapılanmış olsalarda hiçbir zaman büyük ve tek güç haline gelemediler. İşbirlikçi rolündeydiler. Kendi bölgeleriyle sınırlı kalmışlardır. Zaten hemen hemen her bölgede bir çok mirlik ortaya çıkmıştır. Her bir mirliğin ortaya çıkışı Kürt parçalanmasına o kadar etki ediyor ki, işbirlikçilik, çekişmezlik potansiyelini artırmıştır. Zaten İslamdan sonra ve özellikle Osmanlılar döneminde aşiretlerin rolü olumsuz bir açıdan şekillenmiştir. Dolayısıyla bu, aynı zamanda aşiret yapısı itibariyle Kürt halkının devletli uygarlığa karşı verdiği mücadelenin bir açıklamasıdır. Bu temel uygarlığın doğuşundan itibaren şekillenmiştir. Fakat aşiret ve mirlik aynı yapıdalar, aynı mantıkla sınıfsal ve işlevsel bir şekilde davranıyorlar. Botan, Serhad, Soran, Behdînan, Horasan vs. mirliklerini anabiliriz. Birbirlerine karşın kıskanç, kindar ve rekabet halindeler. Her bir mirlik kendini merkezileştirerek çabuk çabuk bir araya gelmiyorlar, birbirlerine yardım etmiyorlar (istisnalar hariç). Bu durum beraberinde “haremcilik” anlayışını da geliştirmiştir. Bakış açısı dar kaldığı sürece farklı parçalanmaların potansiyeli de zayıflamaz. Örnek olarak Yavuz Sultan Selim dönemini verebiliriz.

Bilindiği gibi Kürtlerin yardım ve güçlerine karşın onlardan temsiliyet bekliyorlar, Osmanlılar. Fakat mirlik-aşiretler bu durum kabul etmiyorlar ve anlaşamıyorlar. Yavuz Selimin bölgeye kendisinin bir vali atamasını istiyorlar. Yavuz bu fırsatı kaçırmak istemez ve Kürtlerin bu zayıf yönünü açıkça keşfeder. Kendi işbirlikçisi ve muhatabı olarak İdrisi Bitlisiyi seçer, sahip çıkar. Bölgedeki ajanı şeklinde kullanır ve onun yoluyla kendi meşrutiyetini ve kontrolünü bölge üzerinden ilerletir. Kürtlerin parçalanması Osmanlının işine yarar ve bu nedenle mirliklerin özerk statülerine karışmak istemiyor, sadece kendi himayesi altında bırakmak istiyor. Kürtler yıllarca cephelerde Osmanlılar için savaşırlar. Safevilerlle, Suriye ve Mısırlılarla. Kürtler sayesinde her yerden zaferle ayrılırlar. Bunun üzerine Yavuz Selim Kürtlerin parçalanmışlığı ile dalga geçer gibi. Muş yakınlarında Kürtlerin yardımları için bir çeşme yapar ve Kürtlere armağan eder. Çeşme üzerine şunları yazdırır: “Allahım sen Kürtlere fırsat verme/ Dehre Sultan olmasın/ çarıkları sürekli ayaklarını sıksın/ Hiç iflah olmasınlar/ daima gözlerine vur ve vergiyi onlardan al/ en azından karnı hiç doymasın/ gavurlar yesin bu çeşmeden/ en azından Kürtlere hiç nasip olmasın…, bu anlayış Osmanlı ve Türkiye’de de devam etmektedir. Bununla birlike Safeviler cephesinde de durum pek farklı değildir. Özgürlük ve direniş eğilimleri daha fazla olsa da kalıcı bir zafer elde edilmiyor. Zaten sonunda Kürdistan 1639’da Osmanlı ve Safeviler arasında iki parçaya ayrılır. Ülkeyi parçalama süreci başlamış olur ve kapitalizm çağına değin sürer.

Kürtlerin düşünsel, toplumsal ve ulusal parçalanmalarına dair sitemi Ehmedê Xani çok iyi dile getirmiştir. Ehmedê Xaninin sitemi Kürtlerin bir ittifakının olmamasına ve Arap, Acem ve Türklere uşaklık yapmalarına ve vergi vermelerine dairdir. Birlik oluşumunun rolünü dile getirir ve yüreği büyük bir gamla dolmuştur. Zaten “Kürt” ve “Kürdistan” olguları epey gelişmişlerdir. Ehmedê Xani’nin Mem û Zin’i ülkenin acı ve gerçeğini gözler önüne serer. Zin’inin ülke şeklinde tanımlamaktadır, birlik ve ulus şeklinde bir temsiliyete sahiptir. Mem ise ülke aşkının peşine düşen insan, birlik için mücadele eden insanı temsil etmektedir. Beko da kavuşmalarına karşın gelişen engeldir. Çünkü Beko kıskançlıktır, dedikoduculuktur, kibirliliktir, bencilliktir, işbirlikçiliktir, yabancıdır, Enkidodur, Matiwazadır, Harpagosdur. Beko’nun varlığı daima sorun teşkil etmektedir. Devrim için Beko’nun ortadan kalkması gerekmektedir. Ehmedê Xaninin gam ve sitemi cevapsız kalmaktadır ve kapitalist çağa yaklaşırken Kürtler aynı şekilde parçalanmışlıklarını devam ettirmekteler ve halen korkunç uygulamalarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

 

Kürt Ulusunun Engeli ve Varlığından Uzaklaşma: Kapitalist Çağ

“Ulusal gerçeklik olarak Kürtlüğün kapitalist modernite çağında ölümcül darbeler yediği açıkça ortaya serilmiş bulunmaktadır.”[6] Kapitalist sistem 16.Yüzyılda Avrupa’da “ortaya çıkmasına” rağmen bin yıllık bir şekillenme yaşamıştır. Çünkü bu sistemin temelinde kölelik ve tüccarlık vardır. Sistem için herhangi bir olgu, bir satış değerine sahiptir ve bu şekilde etik ve kültürü anlamsızlaştırıyor. Kapitalist güçlerin etkisi 19.Yüzyıldan itibaren Kürtler nezdinde somutlaşır. Gittikçe zayıflayan Osmanlı gözünü Kürtlerin topraklarında bulunan zenginliğe diker. Vergi almaya başlarlar, özerkliği tamamen kendilerine bağımlı hale getirirler ve Kürtlerden asker devşirmeye başlarlar. Bu süreçte Kürt halkı dağılmışlıklarının yanı sıra ulusal bir ilerlemeye de hazırlar. Ancak bu temelde belirleyici bir çıkış yine gerçekleşmiyor. Hem bölgesel hem kapitalist güçler gizli ya da açık bir şekilde Kürt halkına saldırır. 19.Yüzyıl başlarında Kürtler mirlik yapısında Osmanlı ve Safevilere karşı baş kaldırırlar. Babanzadelerin, Soranların, Bedirhanilerin ard arda başkaldırıları gelişir. Bu başkaldırılar kendi mirliklerinin otoritelerini korumak amaçlı gerçekleşmiştir. Gerçekleşen her bir başkaldırı tam zirve noktasındayken yenilgiye uğruyor. Hem kimi mirlikler ve aşiretler Osmanlıların cephesinde devrimcilere karşı savaşıyorlar hem de kapitalist güçler her şekilde Osmanlıya destek veriyorlar. Osmanlı zayıf bir durumda fakat, kapitalist güçler tamamen yıkılmalarına izin vermiyor, zayıf bırakarak kendi himayelerine almak istiyorlar. Eğer başkaldırılar birlik niteliğini taşısalardı mutlaka sonuç vereceklerdi, ama şahit olunan şey bu birlikteliğin zayıf kalmasıdır. Mirlikle işlevsel şekilde hareket etmek daha ön plandadır. Dolayısıyla mirlikler kendilerini ünlü ailelere bağlı kılarak ulusal bilinci pek umursamazlar. Kendilerini Osmanlı, Abbasi, Omeriyan vb. ailelere bağlayarak mirliklerini meşhur ve meşrulaştırmak istemişlerdir. Yani kendilerini İslam-Arap ailelerine dayandırmak istemişler. Bedirhani ailesi kendilerini Halidilere dayandırıyorlar, onlardan geldiklerini iddia ediyorlar. Bu şekilde Kürtlükle herhangi bir bağları söz konusu olamaz. Çünkü Halidiler Araptır ve İslam komutanı Halid bin Velid bu ailedendir ve Kürdistan’a yapılan seferlere öncülük etmiştir. Ehmedê Xani’nin dediği gibi Kürtlüğün değeri pazarda kalmıyor artık. Daha 19. Yüzyılda Molla Said adlı bir vatandaş şöyle der: “Kim bey oluyorsa Abbasi ailesinden, Osmanlı ailesinden, Halidilerden geldiğini idia ediyor ya da ben falancanın soyundan geliyorum, filancanın neslindenim, ya da ben şalgam ailesinden, soğan ailesinden yahut havuç ailesinden…diyorlar. Fakat hiçbir şekilde dilleri “Kürdüm” demeye dönmüyor.”[7]

Bedirhanîlerin başkaldırısının yenilgisiyle birlikte artık mirlik kurumu da ortadan kalkmıştır. Bilindiği üzere Bedirhanilerin başkaldırısı da bir iç ihanetle –Yezdan Şêr- ile birlikte yenilgiye uğruyor. Bunun yerine şeyhlik ve ağalık aynı işlevde gelişirler. Dış güçler Kürtlerin birleşmesini istemiyorlar ve farklı şekilde engeller oluşturmuşlardır. Kapitalist sistem için neolitiğin yurdudur, toprağı bereketlidir, dünyanın yoludur, coğrafyası çekicidir Kürdistan. Bu toprakları ele geçirmek için kalleşçe planlar yapılmakta. Ortada ulus olamama sorunu vardır. 20. Yüzyılda Kürtleri “ulus” konusunun gerisinde bırakmak istiyorlar. Kürtlerin esas konularının bu olmadığını biliyorlar ve bu nedenle bölgede krizi canlı tutmuşlardır. Türk Cumhuriyetinin inşasından önce de Kürtlerin mücadeleleri eksik olmuyor. Fakat somut bir şekilde Şeyh Ubeydullah ulusal bir bilinçle yaklaşır ve sonuç olarak Kürt aşiretlerinin saldırıları sonucunda başkaldırı bastırılır. Aynı şekilde Türk Cumhuriyetinin kurulmasından sonra Şeyh Saîd, Ağrı, Sason, Dersim, Şeyh Mahmud serhildanları gelişiyor. Fakat yine de bir sonuç alınamıyor ve büyük soykırımlar gerçekleşiyor. Eğer hepsi bir bütün olarak tek seferde başkaldırsaydılar muhakkak sonuç çok farklı olacaktı. Türk Cumhuriyetinin kurulmasından sonra Kürdistan dört parçaya bölünür. Her parçada Kürtleri farklı uygulamalara maruz bıraktılar ve her başkaldırıyı darağacından geçirdiler. Asimilasyon, sürgün ve ölümü birlikte tatbik etmeye başladılar. Eğer kapitalist güçlerin etkisi olmasaydı, ulus-devlet çağında Kürtlerin bir başarı elde etmeleri mümkündü fakat sonuç ortada. Özellikle Şeyh Mahmud’un başkaldırısında bunu açıkça görebiliyoruz. Zaten Berzencî en sonunda bağırarak şunları söyler: “Bağırıyorum sesim çıkmıyor, Ey hain Kürt…” Kürtler açısından ulus-devlet olamamak büyük bir kayıp değildir. Aksine çok değerli bir imkandır çünkü ulus-devletin halkların başına neler getirdiği ortadadır. Buna rağmen eğer bir çatı altında toplanılsaydı veya bir kurum etrafında birlik sağlanılsaydı Kürtlerin bugünkü yaşantısı farklı olabilirdi.

Günümüzde kapitalist sistemin dünya üzerindeki etkisi apaçık ortadadır. Bunda Kürt halkının payı ise: Irksal, kültürel ve bilinçsel soykırım oldu ve inkar durumu gelişti. “Kapitalist modernite güçlerinin-ilk başta İngilizler-oluşturdukları konsept içinde Kürtlerin konumu kültürel bir soykırım niteliği taşımaktadır. Bu komplolarla örülmüş kültürel soykırım bünyesinde gelecekte işbirlikçi Kürtlere farklı misyonlar yükleyeceklerdir. Şüphesiz bu rol ve misyon soykırım çerçevesinde “araçsallaşma” olarak tezahür edecektir.”[8] Özellikle Türkiye’de Kürtleri inkar etmek, “Şark Islahat planı” şeklinde uygulanmıştır. Her şekilde Kürt halkının kültür ve kimliğinden uzaklaştırılması sağlanmak istenmiştir. Dört parçada da az çok farklılıklarla birlikte, bu politikalar uygulanmıştır. Zaten bu doğrultuda Kürt halkının durumu net bir şekilde anlaşılabilir ve nasıl bir yaşam düzeyinde oldukları ortaya çıkar. Kürt halkı en çokta ekonomi yoluyla “terbiye” edilmeye çalışılmıştır. Kürtlüğü yakıcı bir olgu haline getirmek istiyorlar ve bu şekilde maneviyatına saldırmak istiyorlar. Yaşamak için inkara ihtiyaçlarının olduğu bir durumu gerçekleştirmek istiyorlar. “Kürtlüğün kendisi beş para etmez bir nesneye dönüştürülmüştür. Dahası, bu nesneye kim daha çok tekme vurursa, sistem ona sahip çıkmakta ve onun yaşam şansı olduğuna hükmetmektedir”[9]

Kürt halkının birlik sorununun oluşturduğu düğüm öyle bir hal almış durumda ki, Gordion düğümünü aşmış durumda. Keşke keskin bir kılıç bu düğümü tek bir seferde çözebilseydi! Fakat sorun çok yönlü ve etkili bir çözüm gerektiriyor. Annelerimizin sorunlar karşısında dediği gibi: “Bu kör bir düğümdür ne ağızla açılır ne de dişlerle”.

Reel olarak dört parçada Kürt toplumunun şekillenmesi kimi farklarla gerçekleşmekte. Olumsuz bir şekilde elbet. Var olmak için kendilerini inkar etmeleri gerekiyor ve bölgesel-sistemse güçlerin çizmiş oldukları tipolojik sınırlar içerisinde kalmaları gerekiyor. Farklı bir tabirle her parça tek başına ve diğer parçalardan habersiz ve soyutlanmış durumda kalmıştır. Zaten ulusal-birlik bağlamında Kürt halkına atalarından kalma çok az bir birikim sözkonusudur. Var olanlar da çok yetersiz kalmakta. Kürtere nazaran artık ulusal birlik ve Kürtlük ölümle eşanlamda kavramlar şeklinde kodlanmış durumdaydı. Özgüven açısından ciddi bir kırım yaşanmıştı. Öyle bir hale geliyor ki, sadece güdüsel bir yaşam hakkı kalıyor. İşbirlikçi taraf daima ezen güçlerin yanında yer alıyor ve Kürtleri ezen bir araç olarak görevlendiriliyor. Onlar nezdinde Kürtlerin ezilmiş, eğitimsiz, sessiz, dindar, köle ve boş şey olarak kalmaları gerekiyor. Bunları aşmış bir tip ise uyanmış bir Kür’ü tanımlamaktadır.

Kürtler “açlık” gibi bir araçla ezildiklerinden toplum da az çok buna göre şekillenecektir. Başat mücadele karın tokluğu ise “açlık” da aynı politikaları açıklayacaktır. Bu nedenle Kürt toplumu detaylıca ve geniş bir perspektiften incelenmeli. “Kürtlerin dört parçalı bölünüşü ve her parça üzerinde varlığına yönelik değişik tasfiye uygulamaları nedeniyle süreç (soykırım) farklı işlemiş, her parça değişik düzeyde soykırımdan nasibini almıştır. Kürtlerin tabi tutulduğu soykırımın karakterinden ötürü bu süreç halen devam etmektedir. Bu yönüyle işgal, sömürgecilik, asimilasyon ve soytükenişiyle karşı karşıya olan Kürt gerçekliği böylesi bir süreç kapsamında değerlendirilmelidir: Ulusal kimlik olmaktan çıkarılmaya çalışılan bir gerçeklik!”[10] Beyin hamur gibidir, nasıl mayalanırsa o çerçevede şekillendirilebilir. Kürtler eğer “kendi” “ulusal” ve “birlik” olgularından uzaklaşırsa, kendi doğalarında gündem dahi olamayacaklardır. Dolayısıyla direnişin gelişimi karşısında gamsız, çabasız ve cesaretten uzak davranışlar ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak önemli olan şey “sen” olmakta ve ulusunun durumu önemsiz kalmakta. “sen” ulusundan daha üsttesin anlamına gelir. Kürt Özgürlük Hareketinin kurulmasına kadar Kürt halkının parçalanmış, birlikten mahrum, karşıt ve gerilmelerini bu şekilde gözler önüne serilebilir. Kapitalizmle birlikte ulus-devlet çarkı, endüstriyalizm, kapitalizm ve Kürtlük iç içe geçerek Kürtlük yasasını ortaya çıkarmış durumda. Görüldüğü üzere bu doğrultuda çaba ve mücadeleler gerçekleşmiş (kapitalist dönemde) fakat esas iç soruna odaklanamadıkları için başarılı olamamışlardır. Kuzey, Güney, Doğu ve Batı parçaları kendilerine göre hareket etmişlerdir. Bütünlüklü bir şekilde Kürtler ele alınmamış. Her ne kadar bu şekilde bir kaç potansiyel sözkonusu olduysa da marjînal bir şekilde kalmış ve sonuç olarak işbirlikçi ya da ajanlaştırılıyorlardı. Devletin bölgede çalışan güçleri gibiler. Kürt hareketlerinin tasfiyesinde önemli görevler üstleniyorlar, komplolar gerçekleştiriyorlar. Bu anlayıştaki hareketler, yani kendi düşmalığını yapmak, birliğe duyulan inanç ve umudu yok eder. Esastan yüz çevirerek kendi bulundukları ülkeye göre yaşamaya odaklanıyorlar. “(Kürtler) yaşadıkları ülkeyi kendi ülkelerine dönüştüremiyorlar. Bunun aksine egemen ulus-devlet statüsü içerisinde yer edinebiliyorlar. Yani ulusallaşmaktan, anavatanadan uzaklaşarak diğer ulusların vatanları kapsamında değerlendiriliyorlar.”[11] Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki bütün Kürtler…

Türkiye somutunda Kürtlerin durumuna baktığımızda yapıdaki şekillenmeler açıkça ortaya çıkacaktır. En önemli kısım Kuzeydir ve bütün Kürtler üzerinde bir etkiye sahip. Türkiye’de Kürtler için “kendini inkar” durumunun gelişmesi, hayatta kalma olasılığını bile çok azalttı. Dilden, kültürden, tarihten uzaklaşmayı, yabancılaşmayı, asimilasyonu çok derin bir şekilde yaşamışlardır. Aynı zamanda kendini düşünme, aç karnına çalışmak, devletin içine yerleşmek, sakin kalmak, korkak kalmak, Kürtlüğe hiçbir şekilde dikkat etmemek vb. gibi yaklaşımlar Kürt halkını etki altına alındığını gösteriyor. Bütün bir toplumu bu çerçevede değerlendirmek yanlıştır, fakat büyük çoğunluğu bu anlayış içinde yüzer. “Ben, maddiyat, din, aile”nin ulustan daha çok ön plana çıktığı yerlerde akıl ve yürek kaybedilmiş demektir. Kendi maneviyatından düşüşü ifade eder ve yaşamsal sorunlar ortaya çıkar. “Toplumsal ilerlemeye karşın Kürtlerde meşhur bir çelişki vardır. Kan davası, komşunun davası, köpek davası, eşek davası…ben bunların tehlikelerini gördüm. Daha küçük yaşlarda buna bulduğum cevap, bunun aksine ulaşmaktı.”[12] Farklı bir tanımlamayla yapay (suni) çelişkiler ortaya çıkmakta. Tavuk için bile birbirlerini öldürebilirler, fakat konu devrim ve egemene karşı başkaldırıya geldiğinde, aynı cesareti sergileyemiyorlar.

Tarihten ve parçalanmadan ders çıkaran Kürtler “biz kurumuş ağaçlarız bir daha da yeşermeyiz” diyorlardı, bugün “taşlarda bile gül yeşerttiler” anlayışını ortaya çıkardılar. Yani geçmişteki Kürtler bugünkü Kürt halkının durumunu görseler şaşırırlar. Toplumsal tarihin akışkanlığını özgürlük Hareketinin ilk adımından önce ve sonra şeklinde bölebiliriz. Özgürlük hareketinin fedakarlığı ve mücadelesiyle birlikte Kürt halkının durumu ciddi değişimler geçirdi. Özellikle bilinç açısından çok önemli ilerlemeler kaydedildi ve bugün gelinen düzey somut bir şekilde ortadadır. Ancak bir birlik oluşturma düzeyi daha gerçekleşmiş değil. Söz konusu gelişmelere rağmen Kürt egemen sınıf ve kesimlerindeki durum hemen hemen aynıdır. Özelliklede Kuzeydeki işbirlikçi Kürtler, kendi Kürtlüklerini bilmeyen Kürtler ve uyanmış Kürtler gibi ayrım devam ediyor. Bilinçte yaratılan sınırlar halen yeterince yıkılmış değildir. Bin yıllarca süren bir şekillenme, bu nedenle ciddi bir yaklaşım-mücadele ve örgütlenme gerekmektedir. Aşiret rekabetleri, bölgesel rekabetler, hareketler arası rekabetler, aileler arası rekabetler gibi belli şekillerde devam ediyor.

Kürtlerin doğrudan inkar edildikleri süreç her ne kadar geride kalmış olsa dahi, “inkar” farklı formlarda kendi varlığını korumaktadır. Kürtler için sürekli “kardeş” kelimesini kullanılıyor. Bu şekilde devrimden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Yeri geldiğinde vitrin olarak Kürt bir bakan, Kürt bir işçi, sanatçı, siyasetçi bir Kürt, öğrenci, asker-korucu bir Kürt’ü ön plana çıkarırlar ve bakın bunlarda Kürt derler. Biz Kürtleri inkar etmiyoruz, bu Kürtler kardeşliğe ve devletine bağlı; devletlerine yardım ediyorlar. Kürtlük davası peşinde değiller, hepimiz kardeşiz ve bunlar da emareleri şeklinde dile getirirler. Zaten yeri geldiğinde bu kimseler de kendilerini herkesten daha çok Kürt göstermeye çalışırlar. Ancak Kürtlükleri tartışmaya açıktır. Bir metafor kullanacak olursak: Kürtler portakal olsalar ve portakalın suyu sıkılmış olsa ve başka bir meyvenin suyu (özü) yerine konulsa, portakal ne kadar “kendisi” olarak kalmış olabilir? Dışı ayrı içi ayrı olur. Bugün Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkının mücadelesi egemen güçleri çaresiz bırakarak politikalarında esnek olmaya zorladı. Egemen güçler bugüne kadar “Kürtler, kardeş Kürtler, vatandaşlarımız Kürtleri” gibi söylemleri neden hiçbir zaman kullanmadıkları kadar kullandılar? Evet toplumun bir kesimini etkiliyor, bu bir gerçek. Zaten etkilenenler de daha çok nankörlerin pençeleri arasında kalmışlar, gamsız ve işbirlikçi rolünü, süreçten uzak kalmayı ifade ediyorlar. Bazıları bir kıyıda bazıları diğer kıyıda bu şekilde bir birliktelik de söz konusu olamaz. İnkar veya göz ardı edilecek bir durum değil bu. Çünkü kendi uluslaşmasından uzak bir kesim, kendi geleceğini de tehlike atıyor ve zayıflıyor demektir. Zor da olsa birlik gerçekleşebilir. Fakat daha geniş bir pencereden Kürt halkının parçalı durumu tartışılmalı. Ulusal bilinç ön plana çıkarılmalı ve özyönetim esas alınmalıdır. Dolayısıyla KDP’nin rolünün düşüşü de açık hale gelecektir. İçten yani kendi iradesini yönetmek olmazsa zaten dışgüçlerin oyununa dönüşmüş demektir. Bu nedenle KDP bu rolüyle Kürt birliği önünde bir engel oluşturuyor.

Özgürlük Hareketi halk iradesini belirtiyor ve dış bir yönetimden uzak ve kopuktur. Bu nedenle bütün sistem güçleri karşıtlığını yapmaktadır. Hareketin yenilmezliği de yaratılan amacın ruhundadır. Doğru bir temelde hareket edildiğinde, insanları kendi etrafında nasıl topladığı açıktır. Sadece sözde değil, kendi amacında da eylemselliği gerçekleşmeli. Kürt halkını dört parçada da uyandırmış ve canlı tutmuştur.

 

Birlik İçin Öze Dönüş

Şüphesiz kalıcı bir çözüm için yöntem önemlidir. Kürt birliğinin oluşum yolu kendi doğasında saklıdır. Kültürel, dilsel, ahlaksal vb. bir dönüş hakikate daha uygun düşmektedir. Dolayısıyla kapitalist sistemin yöntemleriyle (ulus-devlet şeklinde) çözüm mümkün görünmemektedir. Çözümde bütün varlıkların yer alması gerekmekte ve çözüm halkın bütününe hitap etmeli. Bilinçte bütün varlıkları kucaklama fikri, kendi halkına beslediği sevgi ve birlik ruhunu yaratır. 2014 yılındaki başkaldırıda bu durum somut bir şekilde kendini göstermiştir. Şengal ve Rojava’ya karşı saldırılar gerçekleştiğinde diğer parçalarda ve diasporadaki Kürtler, muazzam bir sahiplenme gösterdiler. Birbirine sahip çıkma ruhu açık bir şekilde orta çıktı. Êzidi, Sunî, Alevi, Kürtlerin her bir kesimi bir bütün olarak aynı cephede yer aldılar. Bu tarzda bir duruş ve var olan ruh sömürgecileri büyük oranda korkuttu ve bu durum onların tekrardan kalleşçe planlamalara sevk etti. Bununla birlikte yaratılan ruh her ne kadar kaybolmadıysada bir şekilde gelişmeler engellenmeye çalışıldı. Hem dışardan hem de içerde kalleşçe hareket etmek olumsuz bir sonuç doğurdu. Her gün vahşi bir şekilde saldırılar düzenleniyor ve buna rağmen Kürt halkı ve bölge halkları mücadeleci bir şekilde ayakta. Kendi birliklerine, kendi ulusuna, kendi toprağına sahip çıkıyorlar. Fakat mücadele bütün ülkeye yayılmadı. Ancak bu hiçbir zaman yayılmayacağı anlamına gelmiyor. Düşünce-ideoloji-hareket bütünlüğü açıklamaktadır. Demokratik paradigma, kadın özgürlüğüne dair var olan istenç ve ekolojik bir yaşam ile bu birlik gerçekleşebilir. Bu yüzden kendi doğalarına dönüş içinde en doğru yoldur. Dar ve inkarcı bir düşünce ile değil, tarihten tecrübe edinerek, özgürlükçü bir anlayışla hareket ederek, bütün halkları, inançları, etnisiteleri vb. kabullenerek, kendi toplumsal mirasına sahip çıkarak, iradesini esas alarak, kendini toplum ve ulusa karşıt anlayışlardan uzak tutarak, toprağını ve varlığını kabul ederek, ortak ve adil davranarak, doğayı savunarak yapılabilir. Çünkü insanlık için de, Kürtler için de doğru yöntem budur. Kürt halkı için ulusal kongrenin çatısı, sistematiği için Kürdistan Topluluklar Birliği, bütün bölge ve yeryüzündeki halklar için demokratik ulus birliği, her açıdan alternatifi barındıran kalıcı bir çözümü açıklamaktadır.

Bilinç ve anlayış gerçekçi bir şekilde düzenlendiğinde, fiiliyatta da parçalanma-parçalı olma durumu engellenmiş olur. O zaman acı, mutluluk, şüphe, yükseliş, ilerleme de ortak bir şekil alır ve Kürt bilinç ve ruh açısından da ortak hareket edilir.

Bilinç ve ruh için birlik gerekiyor. Bu süreç için büyük fedakarlıklar gerekebilir. Ve bu fedakarlıklar bugün her şekilde verilmekte. Gelecek için çocuklar demokratik ulus bilinç ile büyüseler, kendi kültürlerini ve dillerinden uzaklaşmasalar, eğitim görebilselerdi. Birlik için hiç kimse kendi şahsiyetini ön plana çıkarmasa, dini, etnik menfaatlerini öne koymasa, az çok her kes kendi gücünün yettiği kadar elini taşın altına koysa, kendini egemen güçlerin hile ve oyunlarından kurtarasa ve onların elinde “araç” olmasa, geleceği iyi şekilde öngörse, iç çelişkileri ulusal birliğin gölgesi altında bıraksa, toplumsal eğitime önem verse, tarihsel bilincini geliştirse ve diğer gerekli şeylerin gerçekleşmesi için çabalarsa başarı gerçekleşir. Bunun yanı sıra işbirlikçi kişiler ve ihanet edenlerin teşhir edilmeleri gerekiyor. Dış güçlerin iç çelişkiler yaratmaması ve denetim altına almamaları, için onların güçlenmelerine izin verilmemeli. Büyük Kürt şairi Cegerxwîn daha 20.Yüzyılda “Ey Kürtler birlik olun, birlik olmazsanız bir bir gideceksiniz” diyerek gerçeği açığa çıkarmıştır. Bu süreçte bunca acı ve bedel ödemelere rağmen “devlete karşı gelmeyen, soru sormayan, başkaldırmayan Kürt” olarak kalmak, bilincin, ruhun ve vicdanın ölümü anlamındadır. Demokratik ulus birliği yaşamsal bir öneme sahiptir. Gerici ve mücadele dışı sınırlar geçilmeli, artık dış engelleri yaratan durumlar da herkesin şahsında gereksizleştirilmeli. Sadece Kürt halkı için değil demokratik ulusunun yaratılması, bölgedeki bütün güçler için olumlu bir işlev barındırıyor. Kürtler çoğunlukta, bugüne kadar devleti tamamen kabul etmediler-zaten kendi kültür ve ahlaklarına uygun değildi-ve bu gelenek ile şekillenmediler. Bu özelliğiyle bugün bütün insanlığın özgürlüğüne öncülük etmektedirler. Demokratik ulus birliğini oluşturacak olan sinerji işbirlikçileri yenecek ve varolan genel sorunları ortadan kaldıracaktır. Oynanmak istenen oyunlar, kalleşlik ve hırsızlık doğru bir tavırla çürütülebilir. Sadece herkese yetişmek gerekiyor ve hiç kimsenin düşmanın elinde kalmasına izin verilmeli.

Görüldüğü gibi Kürt birliğinin sorunu durumu derin bir temele sahiptir. İlk süreçler ve bugüne kadar gerçekleşen olaylar, var olan anlayışlar ve eylemler iyi bir şekilde okunursa çözüm de ortaya çıkacaktır. Kürtleri NAN (ekmeğin) yurdunda NAN’sız bıraktılar, ne kader ne de bir gerekliliktir. Kürt halkının bertaraf edilmesi ve işbirlikçi güçlerin yurtlarında yerleştirilmesi gerekiyordu. Kürtlerin şu an bütün süreçlerden daha çok imkana sahip, kılıfı kırmak doğru bir yöntem, bilinç ve anlamlılıkla mümkündür.

 

Onurlu bir yaşam her gün ölmekten daha iyidir.

Jiyanek bi rûmet ji mirina her roj çêtir e.

 

 

  • Kürtçeden Çeviren; Xalo Zinar

 

 

[1] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu-DUM
[2] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu
[3] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu
[4] Abdullah Öcalan, Nexşeya Re
[5] Abdullah Öcalan, DUM
[6] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu
[7] Bazil Nikitin, Kürtler
[8] Seta Akademi, Soykırıma Karşı Kültürel Direniş
[9] A. Öcalan, DUM
[10] A.Öcalan, DUM
[11] Seta Akademi, Ziman u Çalakiye Rstiy
[12] Seta Akademi
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.