Düşünce ve Kuram Dergisi

Kuzey ve Doğu Suriye’deki Halklar ve İnançlar

Cihan İnan

Etnik ve inanç, toplumun tarihsel kimlikleridir. Günümüzde bilinen kimlik ve kültürlerin bu iki olgu üzerinde oluştuğunu belirtmek mümkündür. Çünkü toplumsal yaşamda vücut bulmuş hemen her değer doğrudan ya da dolaylı bu iki kimlikle ilişkilidir; tüm toplumsal değerler ya bu iki kimliğin sınırları içinde olup besleyen ya da onlardan beslenen konumdadır.

Etnik kimlik toplumlarda başta dil olmak üzere, maddi manevi değerler alanında ortaklık ifade eden kültürü temsil eder. Çağımızda ortaklık daha çok düşünce-zihniyet alanında yaşanıyor olsa da, geçerli kural budur. Etnik kimliğin binlerce yıllık oluşum serüveninde coğrafi koşulların doğrudan etkisi, toplumda binlerce farklı etnik kimliğin doğuşunda belirleyici rol oynamıştır. Toplumun ekolojik boyutu olan doğanın insan yaşamını belirleyen etkisi, birkaç yüz yıl öncesi kadar olmasa da devam eden değişmez bir diğer kanundur.

Din ve inançlar da etnik kimliğin önemli bir unsuru sayılır; din hem etnik kimliği oluşturur zenginleştirir hem de etnik değerlerce yeniden ve yeniden biçimlendirilir. Örneğin mezhep ve tarikatlar gibi. Ancak bir etnik kimliğin birden fazla dine mensup üyelerinin olması, etnik kimlik tanımlamasında dini diğer sosyal geleneklerden biraz daha farklı bir noktada tutmamızı gerektirir. Günümüzde Kürtleri ve Arapları bu zengin kültüre sahip halklara başlıca örnek gösterebiliriz. Örneğin Kürtlerin önemli bir kesimi Müslüman iken, sayıca az bir kesimi de Êzidî’dir; milyonlarca Müslüman Arap yanında birkaç yüz bin Hristiyan Arap da vardır.  Bu gerçeklik Rojava Kürtleri için de geçerlidir. Suriye Arap halkının dinsel ve inançsal kimliği de kültürel farklılıklar içermektedir. Bu yanıyla Suriye küçük bir Ortadoğu bile sayılabilir.

Kültürel zenginlik, toplum yaşamındaki çeşitlilikten, kimlik ve değer olarak da farklılıktan kaynaklanır. Toplumsal zenginliklerin tümü tarihsel birikimin eseridir. Bu yanıyla toplumsal zenginlik kabul edilecek bir değerin mutlaka zaman ve mekan anlamında sınanmış olması gerekir. Böylece bir olgu ne kadar tarihsel ise o kadar değerlidir ve dolayısıyla günümüz için de zenginlik kaynağıdır, diyoruz. Yakın bir geçmişte yaşama girmiş herhangi bir olgunun zenginlik sayılıp sayılamayacağını, yani tarihsel olmayı başarıp başaramayacağını şimdiden bilemeyiz. Örneğin megapol türü kentleşmeden tutalım, hemen her gün yeni biçimleri çıkan, çoğu toplumların adını dahi duymadığı teknik bazı araçlar gibi. Dolayısıyla toplumsal zenginlik, gerçek anlamda, yüzlerce yıldır var olan, var olmaya devam edecek olan kültürel değerleri tanımlar. Etnik kimlik ve din-inanç kültürü, yüzlerce hatta binlerce yıldır var oldukları, var olmaya devam edecekleri için gerçek anlamda zenginliktir. Bu gerçeklikten ötürüdür ki her iki olgu aynı zamanda toplumsal yaşamın çeşitliliğinin, farklılığının gerçekleştiği mekanıdır ve yurdudurlar. Diğer tüm kimlikler de az ya da çok bu iki tarihsel zenginlik kaynağı tarafından beslenerek büyütülmüş, ya da bu iki olgu tarafından baskılanıp başka yeni değerlere dönüşüme zorlanmıştır. Kilisenin ortaçağda toplumsal değerleri baskılayıp Rönesans’a yol açmasında yaşandığı gibi.

Konuya bu cümlelerle başlamaktaki amacımız, demokrasi anlayışımızı temel alarak belirteceklerimizi daha iyi anlatabilmek içindir; yazı konumuz olan devrim ile birlikte Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye’deki etnik ve dinsel kimliklerin toplumsal, siyasal alanda yaşadığı değişim dönüşümü de bu yaklaşımla daha somut ele alabiliriz.

 

Çok Kimlikli Suriyeliliğin İnşası Süreci İşlemektedir

Kuzey ve Doğu Suriye halkları, hiç olmadığı ve hiç yaşamadıkları kadar devrimle birlikte demokratik bir ortamda yaşıyorlar. İkincisi bu bölgede demokrasi de dünyanın birçok yerinden çok daha fazla sistemini kuracak imkanlarla buluşturulmuştur. Gerçekte anlatmak istediğimiz, bir yorum olarak paylaşmak istediğimiz bu husustur. Abdullah Öcalan’ın, “Demokratik Uygarlık Manifestosu” adıyla kaleme aldığı beş ciltlik eserinde, “bir yerde ne kadar çok zenginlik varsa, orada kültür olarak demokrasi daha fazla vardır; bu kültür demokratik bir siyasal rejime dönüşmemişse, o zaman kurulma zemini her yerden çok daha güçlüdür” anlamına gelecek çok geniş değerlendirmelerde bulunmuştur. Günümüzde “demokrasi farklılıkların bir arada yaşamasıdır” tespiti artık bir slogandır ve dünyanın tüm dillerinde tıpkı “Jin, jiyan, azadî” gibi seslendirilmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında Suriye toprakları Rojava Devrimi’nden önce kültür olarak da zemin olarak da demokrasi bekleyen bir ülkeydi, diyoruz. Aslında sadece Suriye değil, Afganistan’dan Fas’a, Kurdistan’dan Yemen’e kadar Ortadoğu kültürel geçmişi itibarıyla, demokrasinin üzerinde inşa edileceği, sisteminin kurulacağı dünyanın en mümbit bölgesidir. Suriye de bu zenginlikten payını yeterince almıştır.

Suriye etnik olarak Arap, Kürt, Asuri-Süryani, Ermeni, Çerkes, Türkmen, Rum halklarının evidir. Suriye adlı bir kavim, aşiret ya da kabile yoktur. Suriye adı verilmiş bir toprak parçası vardır. Bu toprak parçasında Suriye adından binlerce yıl daha eski etnik kimlikler yaşamaktadır. Araplar, Kürtler, Asuri-Süryani kimlikler bu kadim kültürün başlıca gruplarıdır. Ancak Baas rejimi, tüm bu kimlikleri milliyetçi-dinci parti ideolojisiyle ele alıp, Arap milliyetçiliği içinde eritmek, parti militanı yapmak tarzında bir amaç gütmüştü. Bu dayatma Arap toplumundaki zenginliği de tahrip etmiş, parçalamıştır. Diğer etnik kimlikler ise nefes alamaz hale gelmişti. Devrim en başta bu baskı, dayatma ve asimilasyon politikalarını sonlandırmıştır.

Rojava Devrimi’nden bu yana on bir yıl geçmiş oldu. Artık Kuzey ve Doğu Suriye olan bölge, son dört yıldır demokratik konfederal bir sistemle idare edilmektedir. Sıkça adlandırıldığı gibi özerk bir bölgesel yönetimi de mevcuttur. Bu zaman zarfında halkların ve inanç gruplarının yaşamında ne tür olumlu değişiklikler yaşandı sorusu pratik gözlemler dahilinde adilce yazılmayı gerektiriyor. Bu adil yaklaşım aynı zamanda mevcut değişim ve dönüşümden kim ve kimlerin neden rahatsız olduğunu da gündeme taşımalı ve karşılaştırmalı bir yöntemle yanıt verebilmelidir. Tüm bunları görmek, adaletli bir değerlendirmede bulunmak, hakkını teslim etmek için Kuzey ve Doğu Suriye bölgesini onbir yıl öncesiyle mukayese etmemizi gerektirecektir. Yapılması gerekip de yapılmayanların savaş ve saldırıları, ambargoları ve tehditleri gözardı etmeden, demokratik ulus siyaseti ve konfederal sistem özelliklerini ölçü alıp muhasebesi yapılabilir.

Suriye rejimi, Baas’ın program ve tüzüğünü referans almış, buna göre kurulmuş bir sistemdir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilk otuz-kırk yılında sistemini CHP program ve tüzüğüne dayandırmasında olduğu gibi. Zengin kültürel yapısına rağmen Suriye Arap Cumhuriyeti adını kullanarak, resmiyette sadece Arapların devleti olduğunu ilan etmiştir. Kuşkusuz ki söz konusu ulus-devlet dönemi olduğu için de akla “hangi Arap” sorusu gelmek zorundadır. Dışarıdan, ama özellikle de Türkiye’den bakıldığında Suriye Alevi Arap devletiymiş gibi görünür. Daha doğrusu AKP’nin başını çektiği çevrelerce böyle tanınması için yığınca söz sarf edilir. Oysaki Suriye devleti resmiyette Alevileri tanımamıştır. Hristiyanlar dışındaki herkesi İslam kabul etmiştir. Devlet başkanının Müslüman olması bile anayasaya yazılmıştır. Ancak pratikte, görevlendirmelerde, güven ve samimiyet gerektiren işlerde -o da her kurum ve alanda değil- Alevilere öncelik tanımıştır. Başka bir ifadeyle Suriye’de Arap Aleviler, anayasal güvencesi olmayan bir serbestiye sahiptir. Suriye’de rejim Sünni Arapları, siyasal fikirlerine ve eğilimlerine göre sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırma, siyasi, ekonomik, sağlık, güvenlik ve eğitim gibi alanlara yansıtılmıştır. Somutlaştırırsak, Dêrazor, Irak Baas Partisi’ne duyduğu sempati nedeniyle her zaman kuşkuyla bakılan bir kent olmuştur. Irak sınırındaki birçok Arap kabilesine dönük de benzer kuşku ve güvensiz yaklaşımlar olmuştur. Bu bölgeler ekonomik olarak kısmi bir montaj sanayi dışında geliştirilmemiştir. Her zaman korku içinde tutulmuştur. Suriye rejiminin Kürtlere dönük politikası ise dünyada eşine pek rastlanmayan türden olmuştur; Kürtler hem var hem yok hükmünde sayılmıştır. Resmiyette ve pratik politikada Kürt yoktur. Düşman ve tehlikeli bir yapı olarak Kürt vardır. Örgütlenme ve siyaset yapma hakkı yoktur ama bölücü suçlamasıyla sürekli gözetim altındadır. Bir kısmı vatanında yabancı ve mülteci olarak kabul edilmiştir. Resmi kâğıtlarda Arap, gündelik yaşam dilinde Kürt denilmiştir.

Toprakları başkalarının olup gerektiği zaman müsadere-Hizama Erebi/Arap Kemeri-edilebilir denilmiştir. Ülkesinde, kentinde ve köyünde, başkaları için nöbetçidir. Kürtler adeta Kurdistan’a gökten inmiş bir halk olarak algılatılmıştır. Örneğin Kürtçeye yamuk, bozuk dil denilmiştir. Kürt bahçesinde bile olsa taş üstüne taş koyamaz, mülk edinemez… Tüm bunları ancak kimliği Arap olan biri aracılığıyla yapabilirdi. Êzidî ve Alevi Kürtlerin inanç kimlikleri inkar edilmiştir.

Hristiyan halklar dinsel kimlikleri itibarıyla tanınmış, ibadet ve okullarında eğitim hakkı verilmişken, etnik kimliklerini istedikleri gibi yaşamalarına ortam sunulmamıştır. Bu halklar korkuyla, çoğu kez rejimle işbirliği içindeki bazı dini ve cemaat temsilcisi kişiler aracılığıyla denetim altında tutulmuştur. Suriye rejiminin halk ve inanç gruplarına dönük politikasının önemli bir ayağı da halkları birbirine düşman yapmaktır. Örneğin rejim ile Kürtler arasında değil, Kürtler ile Araplar arasında sorun varmış gibi bir taktik izlenmiştir. 12 Mart 2004’de Qamişlo’daki futbol maçında Dêrazorlulara yaptırılan provokasyon bu türden bir politikanın sonucunda yaşanmıştı. Halkları aldatan bu ulus-devlet taktiğini, Eylül ayının ilk haftasında QSD’nin (Demokratik Suriye Güçleri) Dêrazor’da çeteleşmiş gruplara karşı yürüttüğü operasyonunda, Türkiye ile birlikte bir kez daha kullanmaya çalıştığını gördük. Kürt kentlerindeki Ermeni, Asuri-Süryani ve Arap halka, alttan alta her zaman Kürtlerin kendilerine baskı yaptığını, rejim olmazsa Kürtlerin kendilerini buralardan kovacağını fısıldamıştır. Rejimin bu politikası özellikle Asuri-Süryani halkta Kürtlere karşı önyargı ve güvensizlik yaratmıştır.

1960’da Rojava Kurdistan’ında petrol yatakları keşfedildi. 1962’de Serêkaniyê’den Dêrik’e kadar ki alan “Arap Kemeri” politikası denilen politikayla Araplaştırılacaktı. Bu politikayı son on yıldır Türkiye devleti devralmıştır. Yani Suriye Baas Partisi’nin başlattığı politikayı AKP ve lideri Tayip Erdoğan pratikleştirmeye çalışmaktadır. Suriye Baas Partisi, Tabqa Barajı’nın su altında bıraktığı köylüleri yerleştirmeyi bahane ederek, Türkiye’nin AKP’si ise mültecileri bahane ederek Arap Kemeri’ni Kürtleri yurtlarından ederek, uygulamaktadır.

Suriye rejiminin halklara ve inanç gruplarına dönük politikası hakkında kısa bir özetini sunmaya çalıştığımız uygulamaları, Suriye ulus-devletinin kültürel soykırım yapan bir devlet olduğunu yeterince göstermektedir. Her ne kadar son on yıl içinde söylemde bu gerçekliğinden vazgeçmiş gibi bir izlenim oluşturmaya çalışıyorsa da, bu söylemin tarihsellik kazanacak kadar özlü ve içten olup olmadığını şimdiden belirtemeyiz. Çünkü zaman zaman Kürtlere eleştirinin de ötesinde hakaret içeren, Araplarıysa küçük düşüren söz ve eylemlerle saldırabilmektedir. 2012 Rojava Devrimi, Arap ve Kürtler gibi tüm halk ve inançların rahat bir nefes almasını sağladı. Ancak halklar Türkiye’nin saldırılarında olduğu gibi daha tehlikeli yeni saldırılara da maruz kalabilmektedir. Bu saldırılar devrimle oluşmaya başlamış ortamda toplumun çok kimlikli, inançlı ve dilli yapısının demokratik sistemini inşa etmesini geciktirmektedir. Aynı zamanda ilişki ve ittifaklarını, dost yapılarla geleceğe dönük plan ve projelerini sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Gerçekte Türkiye’nin yaptığı şey, Suriye rejiminin demokrasiye açık hale gelmesini engellemek, milliyetçi-dinci çizgide kalmasını sağlamak, iç çelişkilerini derinleştirip kendine mahkûm etmektir. Kuzey ve Doğu Suriye halkları ile AKP-MHP Türkiye’si arasındaki düşmanlığın kaynağı budur; halklar demokratik bir Suriye, AKP-MHP Türkiye’siyse bölünmüş ve ideolojik olarak dinci-milliyetçi bir Suriye istemektedir.

Rojava Devrimi, Suriye Baas rejiminin ağır sorunlar altında boğmaya çalıştığı halklara en başta sorunlarını rahat dilendiren bir ortam yaratmıştır. Örneğin rejimin çok bilinçli ve ince politikalarla halklar arasında yarattığı düşmanlık, çoğu Kürtlerin olmak üzere Asuri-Süryani halkının, bazı bölgelerde de Arapların el konulmuş mülkleri sorunu, devrim olur olmaz gündem olmuştur. Devrim, her halka, etnik ve dini kimliğine bakmadan tartışma, eleştirme, kendi kararını alma özgürlüğü, kendini ifade etme cesareti ve sorunlarını dilendirmek için güven ortamı sunmuştur. Zaman zaman gerginlikler olsa da Arapların Kürtleri, Kürtlerin Arapları demokratik temelde eleştirebilecek mekanizmalar mevcuttur; halklar Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi alanlarında, Baas rejiminin yol açtığı sorunları çok rahat tartışabilecek, karar alıp uygulayabilecek imkanlara sahiptir.

Arap Kemeri politikasına maruz kaldığı için topraklarını kaybetmiş Kürtler, 2012’de silahlanarak topraklarını geri almaya kalkışınca, devrim güçlerince engellemiştir. Çünkü devrimci güçler, halen Kürtlerin topraklarını kullanan Arap halkının rejim tarafından oraya getirilip yerleştirildiğini bilerek hareket etmiştir. Bu yaklaşım Arap halkı içinde devrimci güçlere ve politikasına güveni artırmıştır. Asuri-Süryaniler de mağduriyetlerini dillendirip taleplerini muhatap mekanizmalara sunmak yanında, rejim döneminden çok daha fazla korunur, desteklenir olmuştur. Bu halk ilk defa silahlı öz savunma güçleri yanında öz irade ve bilinçleriyle ilk defa siyasi partilerini kurmuş, kimliklerini inkâr etmeden yönetim kademelerinde sorumluluk almaya başlamıştır. Başta eğitim alanında olmak üzere devrim bölgesinde katı Arap ulus-devlet politikasını değiştirecek adımlar atılmaktadır. Rejimin Arap yurtseverliği yerine ikame ettiği milliyetçiliğe karşı her halkın kendi kimlik ve kültürüne göre kendini örgütleyerek, yaşamını düzenleyerek, çok kimlikli Suriyeliliğin inşası süreci işlemektedir. Devrimle birlikte Suriyeli olmak için Arap olma zorunluluğunu kaldırmış, tarihsel geçmişinde kim neyse onu esas almış, özgür yurttaş olma bilinciyle halklara yaklaşmaya başlamıştır. Böylece Araplar daha özgür ve rahat, diğer etnik ve dini yapılarsa kendi gerçekliklerini tüm sorunlarına rağmen inşa eder noktaya gelmiştir.

Rojava Devrimi, klasik ve klişe sloganlarla ifade edilegelmiş devrimler gibi anlaşılmamalıdır. Zaten o türden gelişmelere devrim denilmesi doğru da değildir. Devrim artık halkların kendi sorunlarını ele alabilecek ve çözecek ortama kavuşmasıyla başlayan süreçtir. Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de son on bir yıldır olan budur. Bu on bir yıl içinde kökü yüzlerce, binlerce yıl gerilere uzanan sorunlar ortaya saçılmıştır. Örneğin kadınların toplumsal, siyasal ve ekonomik alan yanında öz savunmada da örgütlü yer almaya başlaması, kökü binlerce yıl öncesine giden cins çelişkisi ve etrafında yaratılan birçok sorunu dışa vurmuş, çelişki ve çatışma içinde bu sorunları çözen bir ortam doğmuştur. Bu türden gelişmeleri basın-yayın organlarına yansıyan görüntülerden, konuşmalardan anlamak mümkündür. Gençlik ilk defa geleneksel toplumun “büyükler, atalar, tecrübeliler” dediği kesimin kültürel baskısından kurtulacak imkana kavuşmuş, acemilikleri olsa da canlı ve heyecanlı yürümeye başlamış, oldukça cesaretli duruşlar sergileyecek güce ulaşmıştır. Artık gerontokrasi daha iyi deşifre olmakta ve karşısına gençlik iradesi çıkmaktadır.

 

Sonuç Yerine

Devrimden itibaren başlamış en iyi gelişmelerden biri de içinde birçok olumsuz davranış ve eğilim barındırıyor olsa da toplumun tüm kesiminde ve katmanında yaşanan arayıştır. Rejim dönemi ile devrim sürecinden bu yana yaşananları mukayese ederek varlığını dışa vuran arayış, demokratik toplum inşası için zemin ve olanaklar hazırlamaktadır. Bu arayışta rejimin unutturmak istediklerini daha fazla hatırlamak, yeniden değerlendirerek anlamlandırmak da vardır. Geçmişi doğru ve yeterince analiz etmek, sonuçlar çıkarmak sağlam bir gelecek inşası için hayati önemdedir. Bu sosyal gerçeklik Kuzey ve Doğu Suriye halklarında çarpıcı yaşanıyor. Örneğin Kürt Aleviler ve Êzidîler 1960’lardan bu yana ilk defa kendisi olarak toplanıyorlar. Hem ibadet ediyorlar hem de kültürlerinde sosyal anlamını yitirmeye başlamış değerlerini yeniden tanımlayarak, kültürlerini canlandırıyor ve yaşamlarına küçük ama güzel anlamlar katıyorlar.

Alanda tüm inanç ve halk kesimlerinin kendini daha kolay ve korkusuz anlatacak, sorunlarını tartışacak imkanlara kavuşması küçümsenemez. Çünkü bölgemizdeki hiçbir ulus-devlet egemenliğindeki halklara geçen yüz yıl içinde böyle bir ortamı sunamamıştır. Her ne kadar Irak Anayasası’na oldukça demokratik maddeler yazılmış, Suriye devleti de sosyalizm kavramını kullanmış da olsa, bu tür görece olumlu hususlar hiçbir zaman hayata geçirilememiştir. 20. Yüzyılın Ortadoğu’suyla mukayese, kendi başına Kuzey ve Doğu Suriye’deki gelişmelerin Ortadoğu demokrasi kültürünün gücüne, canlılığına ve imkan bulduğunda hızla gelişebileceğine kanıttır. Halklarımız için en büyük kazanımın bu olduğu tartışmasızdır.

Bölgede tüm etnik ve dini grupların ortak kurduğu örgütlemeler mevcuttur. Bu örgütlemeler hem kadın ve gençlik, hem toplumsal ve siyasal, hem de inanç örgütlemeleridir. Örneğin tüm inançların bir araya gelerek oluşturdukları Mezopotamya İnançlar Birliği vardır. Bu birlik, bu yıl uluslararası katılımcıların da olduğu ikinci konferansını yaparak önemli kararlar almıştır. Demokratik Suriye Meclisi, tüm halkların siyasi çatı örgütüdür. Sadece siyasi ve dini örgütlemeler alanında değil, kültürel ve toplumsal olarak da gruplar arasında Baas rejimi dönemiyle kıyaslanamaz olumlu gelişmeler yaşanmaktadır. Tüm inanç ve halk gruplarının birbirinin önemli kutlama ve anmalarına karşı saygı içinde olması, birbirini anlayabilecek dille birbirine yaklaşması, artık yaşamın rutini haline gelmiştir. En çok horlanmış, görmezden gelinmiş, özellikle de Müslümanlar nezdinde karalanmış Êzidîlere dönük yaklaşım yüzseksen derece değişmiştir; ortak platformlarda Êzidîler inançlarını çekinmeden anlatabilecek, eleştirilerini sıralayabilecek duruma gelmiştir.

İnanç ve halk toplulukları arasındaki kültürel alışverişte daha başka önemli gelişmeler de mevcuttur. Daha önce birbirine güvensiz yaklaşan bu kesimler, artık birbirinin bayramlarına gidebilmektedir. Müslüman din adamları, kiliseleri ziyaret etmektedir. Bayramlar aynı zamanda tüm inançların çok daha kolay birbirini arayıp sorduğu, kutladığı günler haline gelmiştir. Samimiyet içinde taziyelere giderek birbirinin acı ve hüznünü paylaşmak, dayanışmada bulunmak da yeni bir gelişme sayılabilir. Tüm bu kültürel ve sosyal davranışlar halklar arasında dayanışma duygularını büyütmekte, kardeşlik bağlarını güçlendirip ortak paydaları artırmaktadır. Bu yılın Eylül ayının başında Dêrazor’daki kimi çete gruplarına dönük başlatılan operasyonu, Kürt-Arap çelişkisi ve çatışmasıymış gibi lanse eden, Kürt-Arap savaşı çıkarmak için yedi yirmidört çalışan Türkiye ve benzer şer odaklarının tüm kışkırtıcılıklarına rağmen başta Dêrazor Arapları olmak üzere bölgedeki Arap topluluğundan kimsenin bu fitneye gelmemesi, aksi bir tutum göstermesi; anlatmaya çalıştığımız halklar ve inançlar arasındaki dostluk ve kardeşlik ilişkisinin pratik sonuçlarındandır. Çünkü mevcut durumda tüm sorunlara ve sıkıntılara rağmen topluluklar bir diğerinin ne yaşadığını, sorunlarını ve ihtiyaçlarını görebilmekte, anlamak ve destek sunmak için çaba göstermeye gayreti içinde olabilmektedir.

Tüm bu sosyal gelişmeler, üzerinde yükseldiği paradigma sayesinde gün gün demokratik ulus çizgisinde kendi demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü yaşamını inşa etmektedir. Bölgemizi binlerce yıldır hapsetmiş iktidar modernitelerinin dinci, milliyetçi, faşist sistem ve yaşam alışkanlıklarına dayalı yürütülen soykırımları hatırlarsak, Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşananların, insanlık kazanımı anlamında değeri ve önemi daha iyi anlaşılmış olur.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.