Düşünce ve Kuram Dergisi

Rojava Toplum Sözleşmesi’nin Analizi

Ercan Kanar

Rojava Anayasası’nın analizine geçmeden önce anayasa, özyönetim, adem-i merkeziyetçilik ve doğrudan demokrasi konularına özet olarak değinelim.

 

Anayasa Üzerine

Yaygın iddiaya göre anayasa bir toplum için “ortak pakt” olduğu kadar ortak bir kimliği de ifade eder. Anayasalar, Hans Kelsen’in normlar hiyerarşisine göre diğer bütün hukuki kurallardan ve yapılardan üstündür. Devletin temel örgüt yapısını kuran, önemli organlarını ve işleyişlerini belirleyen, temel hak ve özgürlükleri tespit edip sınırlarını çizen hukuki metinlerdir. Tarihi eskiye dayanır. Modern anayasacılık ise 18. yüzyılda başlar. Eski tarihlerdeki Lagaş Kralı Urukagina’nın Emirnamesi (M.Ö. 24. yüzyıl), Babil Hammurabi Kuralları ( M.Ö. 18. yüzyıl), Solon Anayasası (M.Ö. 6. yüzyıl), Roma Hukuku’nun temelini oluşturan 12 Levha Kanunları (M.Ö. 5. yüzyıl), Birleşik Krallık’ta 1215 Magna Carta, 1628 Haklar Dilekçesi, 1689 Haklar Beyannamesi eski dönemlerin anayasaları olarak kabul edilir. Şu anda yürürlükte olan en eski anayasa 1787 ABD Anayasası’dır.

İddiaya göre anayasanın etik temeli: “İnsan haysiyeti olmalıdır. Anayasanın düzenleme alanı haysiyet-eşitlik-özgürlük üçlüsünden hareketle uygulandığı yeryüzü parçasının değerlerini kapsamına almalı, siyasal örgütlenmeyi insan ve ülke hizmetine yönlendirici bir düzenleme olarak gerçekleştirilmelidir.”

Anayasa kavramının özellikle Amerikan anayasacılık tarihinden beslenen ideal anlamını da devreye sokarsak sivil anayasaya ilişkin daha bütünlüklü bir tasavvurunu edinebiliriz. Buna göre anayasa birlikte yaşamanın temel kurallarını ve siyasal yapıya ilişkin temel tercihleri belirleyen toplumsal mutabakata dayalı bir sözleşme sayılır.

Anayasanın bir toplumsal sözleşme olarak nitelenmesi sadece Amerikan anayasacılık geleneğini idealleştirmeye yönelik boş bir slogan veya temelsiz bir mitos olarak görülmemesidir. Bunun derindeki anlamı, Althusser’e dayanarak söyleyecek olursak insanların kendi kaderlerini tanrının veya geleneğin tekelinden kurtarıp ellerine alma isteklerinin ifadesi olmasında yatar. Anayasaya toplumsal bütünleşmeyi sağlama gibi bir işlevin atfedilmesi de buraya bağlanabilir. Bunun ön şartı ise anayasanın yapımı sürecine tüm toplumsal güçlerin mümkün olan en geniş ölçüde katılabilmesidir.

Anayasanın toplum sözleşmesi olarak görülmesi Habermas’ın deyişiyle, hukukun muhataplarının aynı zamanda onun müellifleri olmaları gerektiğini öngören demokratik cumhuriyet fikrinde temelini oluşturur. Habermas’a göre yurttaşlar, ancak siyasal özerkliklerini kullanarak düşünce ve irade oluşumu süreçlerine eşit ve kapsamlı katılım yoluyla kendi hukuki düzenlerinin yazarı (müellifi) haline gelebilirler. Anayasalar iddiaya göre kişiler-toplum-devlet ve kurumlar arasındaki ilişkilerde hak ve ödevlere ilişkin kuralları vaaz eder. Oysa bu iddialar gerçekle çelişir. Gerçek odur ki anayasalar mevcut sistemi ve sistemin egemen sınıfının çıkarlarını teminat altına alır. Tabii bu esas vasfının yanında çelişkilerin sıcak çatışmaya dönüşmemesi için denge ve denetim, frenleme kurallarını da içerir.

Şimdi anayasalar nasıl olmalı sorusunda yanıt arayalım. Birincisi vatandaşlık tanımlanırken herhangi bir etnik, dinsel, dilsel, mezhepsel ya da kültürel kümeye atıf yapılmaması ya da bunlara ilişkin çağrışım yapan kavramların kullanılmamasıdır. İkinci olarak toplumun çoğul yapısında var olan etnik-dinsel-dilsel mezhepsel ve kültürel çoğulculuk tanınmalıdır. Yani birinci unsur bu kimliklerden hareketle vatandaşlığın tanınmaması ve eşdeğer kabul edilmesidir. Ancak bu şekilde anayasal vatandaşlığı gerçek anlamıyla kabul etmiş ve toplum tarafından kabul edilebilir hale getirmiş oluruz. Yani dillerin ve halkların hak eşitliği. Yani çok dillilik ve çok kültürlülüğün teminat altına alınması.

Anayasanın ilk temel maddesi, “İnsan türünde mündemiç onur ve bunda içselleşen maddi ve manevi değerlerin ve özgürlüğün ihmal edilmezliği, bireyin özerkliğinin güvence altına alındığı ve kendi kaderini kendi iradesiyle belirlediği toplumsal yaşamın ve siyasal düzenin temelidir” olmalıdır.

İnsan hakları temelinde anayasada düzenleme yapacaksak ölçü hakların bireyin ve maddi ve manevi varlığını onun özerkliğini, egemenliğini oluşturan somut unsurlar temelinde geliştirmeye yönelik ve elverişli olup olmadıklarıdır.

Devlet tanımı ise; vatandaşlık bağı ile bağlı oldukları ülke sınırları içindeki toplumu oluşturan her renkten, etnik kökenden, cinsiyetten bireylerin egemenliklerini dil, felsefi düşünce, din, mezhep, inanç, vicdan ve kanaat, bedensel, zihinsel, cinsel ve benzeri farklılıklarını koruyacak birlikte huzur ve barış içinde özgürce yaşamak amacıyla kurdukları demokratik cumhuriyettir.

Anayasanın felsefesi, “Özgürlüğün güvencesi özgürlüklerin özgürce kullanabilmelidir” olmalıdır. Anayasada hakların tanımı; bireyin maddi ve manevi varlığını geliştirebilmek için gerekli tarihsel toplumsal süreçte belirlenen değişen ve çeşitlenen ihtiyaçlarının karşılanması için oluşturulmuş ortam, koşullar, karşılanmış ihtiyaçlar onun haklarıdır. Bu haklar her birey için genel olabilir.(Barış hakkı, konut hakkı, çalışma hakkı, girişim hakkı, gelişim hakkı, mülkiyet ve miras hakkı, sağlık hakkı, sosyal güvenlik hakkı, çevre hakkı, tatil hakkı, bilgiye erişim hakkı, kamu makamlarının sahip olduğu bilgi ve belgelere erişim hakkı, vicdani ret hakkı, özgür birliktelik hakkı, anadilde eğitim hakkı vs.)

Anayasalar özgürlüklerin ve hakların dokunulmazlığına ilişkin şu hükmü içermelidir: “Toplumsal yaşamda ve siyasal düzeyde bireyin başkalarıyla olan ilişkilerinde tek başına ya da başkalarıyla birlikte yararlandığı özgürlükler ve bu özgürlüklerin kullanılması hiçbir şekilde ve hangi nedenle olursa olsun sınırlanamaz, engellenemez, kaldırılamaz veya yok sayılamaz.”

Dünya tarihinin çeşitli evrelerinde görüldüğü gibi şeklinden ve bağlamından hareketle, sivil anayasanın üç temel özelliği vardır: İmtiyazların tasfiyesi, anti militarizm ve devlet merkezli olmama. Sivil anayasayı toplumsal yaşamın ve siyasal sistemin temel ilkelerinin yurttaşlar topluluğu tarafından belirlediği ana belge olarak tanımlayabiliriz. Zira anayasayı bir toplum sözleşmesi olarak görmek anayasayı toplumun yapmasını, yani kurucu iktidarın toplumda olmasını kabul etmeyi gerektirir. Sözleşme fikri tarafların eşit özneler olarak kabul edilmesi öncülüne dayanır. Hannah Arendt’in deyişiyle “yatay toplum sözleşmesi” bireylerin birbirlerini muhatap aldıkları ve birbirlerine sözler verdikleri bir ilişkiler yumağı yaratır.

Tarihsel olarak anayasa eskiden kopma ve yeni bir başlangıç yapma niyet ve ihtiyacının en açık simgesi olarak anlaşılmalıdır. Anayasanın yeni sayılabilmesi için eskinin dayattığı tabuların bu süreci etkilemesine izin vermemek gerekir. Demokratik cumhuriyet anayasası, bürokratik ve sınıfsal imtiyazları dışlayan toplum içindeki farklılıkları tanıyan ve bu farklılıklardan kaynaklanan gerilimlerin müzakere ve katılım yollarıyla çözülmesini teşvik eden mekanizmaları da kurumsallaştırması şarttır. Özgürlüklerin hiçbir zaman ortadan kaldırılmaması ve sınırlandırılmaması gerekir.

 

Doğrudan Demokrasi

Demokrasi kelimesini ilk kullananın Heredot olduğu bilinmektedir. Etimolojik olarak demos ve kratos kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşur. Demos “halk” demektir. Kratos “yönetim” anlamına gelmektedir. O halde demokrasi de “halk yönetimi” anlamına gelir. İddiaya göre demokrasi, “halkın halk tarafından halk için yönetimidir.”

Doğrudan demokrasi halkın toplumu yöneten yasaları aracısız temsilcisiz yaptığı sistem olarak tanımlanır. Aracısız olması yönüyle halkın yasama ve yürütme faaliyetini bizzat yapmayıp bu faaliyetleri yapacak kişileri belirli sürelerle seçtiği temsili demokrasiden ayrılır. Doğrudan demokrasinin günümüzdeki uygulamaları referandum, halk girişimi, halk vetosu, halkın belirli sayıda imza ile yasa önerisi, seçtiklerini belirli sayıda geri çekebilmesi, mülki amirlerin halk tarafından seçilmesi, yönetimde rotasyon, halkın yargılama faaliyetine katılımı, yargıda jüri sistemidir. Temsil katılımı ve vatandaşlığı yok eder. Çünkü insanlar içinde bulundukları ortak kamu alanlarının sınırlarını çizen hukuk kurallarının oluşturulma sürecine katılmazlarsa birey de olamazlar. Yapmaktan çok gözlemek bireyi bekçi yapar ve yorgun bir seyirci gibi uykuya daldırır.[1] Rousseau, yasama gücüne katılımla yürütme gücüne katılımı ayırarak yasanın genel iradesinin ifadesi olması nedeniyle yasa yapma gücünün asla temsilciye bırakılamayacağını ancak yürütme gücünde halkın temsil edilebileceğini belirtmiştir.[2] Temsil, demokrasinin iki olmazsa olmaz unsuru özgürlük ve eşitlikle bağdaşmaz. Toplumun kendi iç düzenleyicisi olma rolünü yok ettiği için adalet ile de bağdaşmamaktadır.[3]

Tocqueville’e göre, “dünyadaki en demokratik ülke, kamusal yararı gerçekleştirmek için yığınların katılımını sağlayan ülkedir.” Doğrudan demokraside yapılan yasaların, alınan kararların daha fazla hukuki güce sahip olduğu kabul edilir. Doğrudan demokraside özgürlük bekçileri sayıca çok daha kabarıktır; yani halk. Referandum, halk girişimi, halkın vetosu (Veto henüz yürürlüğe girmemiş bir yasal işlemin reddidir), azil (Amerika’da bazı eyaletlerde azil kurumu sadece temsilciler için değil kamu görevlileri ve yargıçlar için de söz konusu olmaktadır. Kaliforniya’da; vali, başsavcı, adalet ve milli eğitim hizmetlerinin başında olan kamu görevlileri, milli eğitim genel müdürü, polis şefi halk tarafından seçilmekte ve azil yoluyla görevlerinden alınabilmektedir), jüri sistemi, halk mitingleri, halk kurultayları…

 

Özyönetim

Özyönetim deyince akla ilk Yugoslavya ve Tito gelse de; özyönetim düşüncesi tarihsel süreçte hümanist, sosyalist ve anarşist düşünceler, işçi sınıfı mücadeleleri ve çeşitli sosyalist deneyimler sonucunda ortaya çıkıp gelişti. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yükselişe geçen sosyalist ve anarşist mücadeleler, sendikalist hareketler, 1871 Paris Komünü deneyimi, İngiltere’de Fabian hareketi, Rusya’da 1905 ve 1917 devrimleri ve ayrıca 20. yüzyılda bazı ülkelerde dönem dönem gerçekleştirilen ve işçileri belli bir düzeyde karar alma süreçlerine katmış yasal düzenlemeler ve kurumsallaşmalar özyönetim düşüncesinin gelişmesine önemli katkı sağladı. Fourier, Owen, Blanc, Marx, Buohez, Bakunin, Proudhon, Lenin, Luxemburg ve Gramsci gibi teorisyenler özyönetim düşüncesini gelişmesine katkıda bulundular. Düşüncenin kökleri Rousseau’ya kadar uzanır. Özyönetim düşüncesi özgürlük arayışıdır. Özyönetim düşüncesi mevcut yaşamdan memnun olmamaktır. Özyönetim düşüncesi mevcut yaşamın değiştirilebileceği iddiasındadır. Bu düşünce başka bir yaşamın mümkün olduğuna inanır. Kaynağında liberal temsili demokrasinin, özel mülkiyetin, kapitalizmin ve devletçiliğin eleştirisi vardır. Özyönetim düşüncesi özel mülkiyete ve devlet mülkiyetine karşı çıkar. Toplumsal mülkiyeti savunur. Ülke yönetiminde de adem-i merkeziyetçilik esastır. Halkın seçilenleri geri çekme hakkı vardır. Aynı makama tekrar seçilmenin sınırı vardır.

Rousseau bütün kötülüklerin kaynağı olarak özel mülkiyeti görür. Voltaire’e yazdığı 30 Ocak 1750 tarihli mektupta, “Ben özgürlüğe taparım. Hem başkalarına hükmetmekten hem de başkalarına kul olmaktan aynı derecede nefret ediyorum” demişti. Rousseau, istibdat ve tirana diktatöre karşı halk isyanını ve devrimi haklı bulmuş ve desteklemiştir. Lakin Rousseau karamsardır. Ona göre gerçek demokrasi hiçbir zaman gerçekten var olmamıştır ve olmayacaktır.

Marx ve Engels’e göre, devlet tarafından atanmış memurların görevlerinden alınmaları ve bunların yerine yeni memurların halk tarafından seçilmesi, devlet bürokrasisinin sona erdirilmesi, bunun için tüm vekillerin ve memurların halk tarafından seçilmeleri, gerektiğinde her an halk tarafından görevden alınabilmeleri, vekillere, memurlara ve işçilere maaşların ödenmesi gerekir. Yugoslavya’da 1950-1980 döneminde uygulanmış olan sosyalist özyönetim sisteminin nihai amacı üreten ve yöneten insandır. Bu görüşünde kaynağı Marx ve Engels’tir. Proudhon’a göre yargıda jüri sistemi de şarttır. Lüxemburg’a, göre demokrasinin ve özgürlüğün olmadığı yerde sosyalizm kurulamaz. Gramsci’ye göre, demokrasinin temel örgütlenme ve yönetim biçimi fabrika konseyleridir. Mandel’e göre sosyalizm bir özyönetim sistemidir. Tito sosyalist özyönetimin düşmanı olarak bürokrasiyi, teknokrasiyi, liberalizmi ve milliyetçiliği gösterdi.

Yugoslav ekonomist Horvad’a göre sosyalizmin iki temel özelliği vardır. Bireyin özgürlüğü ve özyönetimsel kolektifler. Horvad tek partili rejimlere de karşı çıkmıştır. Komünist Parti’nin siyasal aktivistler birliğine dönüşmesini savunmuştur. Adem-i merkeziyetçiliği, yönetimde rotasyon sistemini, siyasetin profesyonel meslek olmaktan çıkarılmasını savunmuştur. Markovic’e göre özyönetim sadece işçilerin kontrolü, işçilerin katılımı, proletarya diktatörlüğü, katılımcı demokrasi veya adem-i merkeziyeçilik değildir. Özyönetim tüm bunları içermekle beraber öz belirlenim ve öz harekettir. Yani özyönetim bireyin ve toplumun kendi kendine harekete geçip kendi kendisini belirlemesidir. Markovic’e göre Komünist Parti öncü üst örgüt olmaktan çıkmalı işçi sınıfıyla dayanışma örgüte dönüşmelidir. Merkezi planlama bürokrasiden arındırılmalı, yerel planlamayla uyumlu hale getirilmelidir. Devlet organları aşama aşama özyönetim organlarına dönüşmeli, piyasa ilişkileri aşama aşama yok edilmelidir.

Stojanovic’e göre sosyalist toplum Marx’ın sözünü ettiği özgür üreticiler birliğidir. Birliğin amacı insani özgürleşmedir. Ona göre kapitalizme uygu düşen insan karakteri homo economicusdur (Yani amaç para kazanmaktır). Devletçiliğe uygun düşen insan karakteri homo politicustur (Amaç siyasi iktidarı ele geçirmektir). Her ikisi de insanı nesne haline getirir. Ona göre toplumsal özyönetime uygun düşen insan karakteri homo humanustur (Amaç kendi varoluşunu gerçekleştirmek, özgürleşmektir).

Özyönetim sistemi, toplumsal mülkiyeti savunur. Emekçi konseylerini, yoksulluğun ortadan kaldırılmasını savunur. Merkezi değil adem-i merkeziyetçi planlamayı savunur. Piyasa ekonomisinin yerine toplumsal planlı ekonomiyi, çalışma dışı zamanın uzatılmasını, teknolojik gelişmeyi, demokratik siyaseti, partisiz siyaseti, siyasal adem-i merkeziyetçiliği, demokratik kamu yönetimini, (her vatandaş belirli bir süre kamu hizmetinde görev almalıdır) eleştiri ve müzakere kültürünü savunur. Özyönetim düşüncesi, özgür eleştirel kamuoyunu, sivil toplum kuruluşlarının etkinliğini, bilgiye erişim kurallarının açık olmasını, felsefi bilimsel sanatsal eğitimi, fikri hür ve aktif vatandaşlar yetişmesini savunur. Özyönetim düşüncesi, özgür yaşamı ve emekçi bireyi yüceltir. Toplumcu ahlakı savunur. Özyönetim düşüncesi, endüstriyel demokrasiyi savunur. Sağlık ve eğitim hizmetlerinin kamusallığını savunur, ücretsiz olmasını savunur. Özyönetim düşüncesi, dış politikada bağımsızlığı savunur.

 

Rojava Toplum Sözleşmesi

Sözleşmenin giriş bölümü özyönetim düşüncesine belli ölçüde kapı aralayan bir giriştir. Üçüncü maddedeki a şıkkı yanlış algılamaya müsait bir şıktır. Esad’ın yönettiği Suriye çoğulcu ve demokratik bir sisteme sahip değildir. Bu şıkla Rojava kastediliyorsa açıkça Suriye kelimesi yerine Rojava yazılmalıydı. Dokuzuncu maddede Cizîr Kantonu’nun resmi dillerinin Kürtçe, Arapça ve Süryanice olması olumludur ancak eksiktir. Türkmenlerin ve Çeçenlerin dilleri de resmi dil olarak kabul edilmeliydi. Örneğin Bolivya’da tüm etnik toplulukların dilleri aynı zamanda resmi dildir. Bolivya’da ondan fazla resmi dil bulunmaktadır.

18. maddede, “Suçlar ve cezalar ilgili yasalarla düzenlenir” denmiştir. Şöyle bir ekleme olması gerekirdi. Suç tiplerinin azaltılması ve ceza yerine eza teşkil etmeyen alternatif yaptırımların hedeflenmesine çalışılır.

30. maddede, yurttaşların hakları düzenlenmiştir. Belirteceğimiz hakların da bu maddede yer alması gerekirdi. Şöyle ki kamu makamlarının elindeki bilgi ve belgelere ulaşım hakkı, barış hakkı, gelişme hakkı, vatandaşlıktan çıkma hakkı, vicdani ret hakkı, özgür birliktelik hakkı, özgürce irade beyanıyla mahkeme kararı olmadan boşanma hakkı, çevre hakkı, anadilde eğitim hakkı.

41. maddede, “Mülkiyet ve özel mülkiyet hakkı güvence altına alınır” denmektedir. Ancak esas istikametin toplumsal mülkiyet olduğu vurgulanmalıydı.

4. bölümde yasama düzenlenmiştir. 49. maddede seçme yaşının 18 olması olumludur ancak seçilme yaşının 22 değil de 20 olması gençliğe güven açısından daha isabetli olurdu. Yasama bölümünün en önemli eksikliği doğrudan demokrasiye yer vermemiş olmasıdır. Yurttaşların da belli sayıda imzalarla yasa teklif edebilmeleri, belli sayıda imzalarla vekilleri ve temsilciler geri çekebilmeleri düzenlenmeliydi. Ayrıca insan haklarına ilişkin yasalar hariç temel yasaların halkoyuna sunulması yani referandum düzenlemesi yer almalıydı. Halkın vetosu ve azil, doğrudan demokrasi açısından önemli unsurlardır.

54. maddede kanton yöneticiliğe aday olacak kişinin 35 yaşını geçmiş olması gerekir düzenlemesi vardır oysa gençliğe güven açısından 20 yaşın esas alınması gerekirdi.

Sözleşmenin adalet meclisi bölümünde yargı sistemi düzenlenmiştir. Ne var ki halkın yargılama sürecine katılımına yer verilmemiştir. Oysa özyönetimde ve doğrudan demokraside jüri sistemi halkın yargılama sürecine katılımının önemli bir yoludur. Örneğin, Bolivya Anayasası’nda halkların hakları mahkemesi vardır. Rojava Anayasası’nda da adalet meclisi bölümünde böyle bir mahkeme türünün olması faydalı olur.

Yüksek Seçim Komiserliği bölümünde 76. maddenin 5. şıkkında Yüksek Seçim Komiserliğinin çalışmalarının mahkemeler, sivil toplum örgütleri ve Birleşmiş Milletlerin gözetimine açıktır düzenlemesi gayet olumlu bir düzenlemedir.

7. bölümde, Yüksek Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin düzenlemede 79. maddenin 1. şıkkının a ve b bölümlerinde yapılan düzenlemede isabetli düzenlemelerdir.

85. maddede demokratik özerklik yönetiminin hukuki yemini düzenlenmiş ve tanrı adına yemin düzenlemesi yapılmıştır. Oysa tanrı yerine adalet ve insanın özgürlüğü adına yemin ederim şeklinde olsaydı daha seküler ve doğrudan demokrasiye uygun olurdu.

86. maddede, “Kadın temsil oranı tüm kurum, yönetim ve kurullarda yüzde 40’tan az olmamalıdır” denmektedir. Bu düzenleme ile temsilde cinsiyet eşitliği gözetilmiş, cinsiyet kotası getirilerek kadın hakları güçlendirilmiştir. Ayrıca LGBTİ+ haklarına da yer verilmesi gerekirdi.

90. maddede, eğitim yöntemleri ve müfredatında da siyasetten uzaklaştırma ırkçı ve şoven kavramları kaldırılır bu iyi bir düzenlemedir ancak eksiktir. Milliyetçi kavramlar da kaldırılmalıdır.

93. maddede, kanton yürütme meclisinin 2/3 oyuyla olağanüstü hal belirlenebilir veya kaldırılabilir düzenlemesi yapılmıştır. OHAL düzenlemesi hiç olmamalıdır.

94. maddede, bakanlıklar düzenlenmiştir. Şehit Aileleri Bakanlığı ve Din Bakanlığı düzenlemesi vardır. Din Bakanlığı tehlikeli bir oluşumdur. Laikliğe aykırıdır. Şehit Aileleri Bakanlığı da şehitliği kutsayan bir yaklaşımdır. Seküler anlayışa terstir. Bu iki bakanlığın yerine Ekoloji (Çevre) Bakanlığı ihdas edilse daha iyi olurdu.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz; Rojava Toplum Sözleşmesi Ortadoğu’daki devletlerin anayasalarına göre daha ileri bir anayasadır. Her ne kadar kısmen özyönetime kapı aralar gibi gözükse de ancak toplumsal özyönetim açısından halkın yasama ve yargı faaliyetine katılımı bakımından önemli eksiklikleri olan bir anayasadır.

 

 

 

[1] Benjamin R. Barber, Güçlü Demokrasi, Ayrıntı Yayınları
[2] Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, Adam Yayınları
[3] Benjamin R. Barber, Güçlü Demokrasi, Ayrıntı Yayınları
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.