Düşünce ve Kuram Dergisi

Marksizm ve Köylülük Sorunu

Ergin Atabey

M. Hardt ve A. Negri “Çokluk” adlı kitapta köylülüğü “Alacakaranlık” başlığıyla ele almayı tercih etmişlerdir. Neo-Marksistler olarak köylülüğün alacakaranlık bir dünya olarak tanımlamalarında şaşılacak bir durum yoktur. Hardt ve Negri de Marksizmin izlediği yolu takip ederek aynı endüstriyel kente; ya da kapitalist moderniteye çıkıyorlar. Fakat haklarını yememek lazım… Hiç olmazsa yarı aydınlık-yarı karanlık bir dünya olarak tanımlasalar da “çokluk”ları içinde köylülüğe yer veriyorlar. Ama bu yer veriş geçicidir. Hardt ve Negri’ye göre tarımsal üretimin koşulları değişmiştir; madencilik, endüstri ve maddi olmayan üretim biçimi kırsal yaşamı da kapsamıştır. Bu nedenle er veya geç köylülük ortadan kaybolacaktır. Köylülüğün “çokluk” içindeki yeri alacakaranlık vaktiyle sınırlıdır. Endüstriyalizm, dolayısıyla kapitalist modernitenin “aydınlığı” dünyayı sardıkça köylülük de yok olacaktır.

Marksizm ve köylülük sorunu tartışılırken yöntem olarak Neo-Marksistler’den başlamak yadırgatıcı olabilir. Ancak, her ne kadar da her biri kendisini diğerinden ısrarla ayrıştırsa da söz konusu Marksizm, “mezhepler” ve köylülük olunca hepsi aynı yere çıkıyor. Genelleştirmenin sakıncalarını göz önünde bulundurarak bunu belirtiyoruz. Sonuçta ister “Ortodoks” ister “saf” ve ister “Neo-Marksist”ler olsun; tümü kendisini daha fazla Marksist olduğu iddiasıyla Marksizmin temel kuramsal ilkelerine bağlıdır. Referansları Marksizmin temel paradigmasal sayıltılarıdır. Aralarındaki nüanslar birer “mezhep” olarak kendilerini belirleyen farklar oluyor.

Marx 19. yüzyılın son yarısında Fransız köylülüğünü incelerken iki sonuca varmıştı: Birincisi, köylülerin pasif ve kendilerini temsil etmekten aciz olduğu tespitiydi. İkincisi ise, Marx’a göre köylüler fabrikadaki işçi sınıfı gibi bir arada olmayıp kırsal bölgelerde dağınık yaşadığı için iletişim kurup bir örgütlülüğü yaratamazdı. Engels, Fransız veya Alman köylülüğünü incelerken köylülüğün siyasal bir özne olamayacağından hareketle işçi sınıfının köylülere siyasal önderlik yapması gerektiğini belirtmiştir. Lenin tam da bu yolda yürümüştür. Rusya’da 1850’lerden itibaren Rus köylülüğünün karşılıklı dayanışması, eşitlikçiliği ve ortaklaşmacılığının bir sonucu olarak ortaya çıkan Narodnik köylü hareketini daima yerdi, dışladı ve gerici ilan etti. Narodnik hareketi, devrimci eylemlerle Çarlık’ı sarstığı gibi Sovyetlerin oluşumuna da öncülük etmiştir. 1917 Ekim devrimi esas olarak Narodnik Hareketin oluşturduğu Sovyetlerin eseri olmasına rağmen Lenin önderlikli Bolşevik proletarya diktatörlüğü Sovyetleri tasfiye etmeye götürmüştür. Mao, Çin köylüsüne inisiyatif tanıyıp onu devrimin öznesi olarak ele almasına rağmen, Marksist ve Leninist ilke olan işçi sınıfının siyasal liderliğine sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Köylü-işçi ilişkisinin tanımlarken bu ilişkide işçi sınıfının “büyük birader” olduğunu belirtmiştir. Neo-Marksistlerden olan Hardt ve Negri (yanlış bir okumayla) bir taraftan köylülüğün nasıl kendi kendini tasfiye ettiğini J. Stein Beck’in “Gazap Üzümleri” romanına dayanarak çözümlerken, öte yandan değişen üretim biçimi ve ilişkileriyle köylülüğün nasıl yok olduğunu klasik dünya edebiyatı üzerinden ortaya koymaya çalışmaktalar. Onlara göre 19. yüzyıl öncesi 20. yüzyılın çeyreğine değin Avrupa edebiyatı büyük oranda köylü dünyasını merkez alıyordu. Ancak 21. yüzyılla birlikte edebiyat için merkez artık kent veya endüstriyel yaşam tarzıdır.

Bu anlamıyla Marksizm ile köylülüğün yıldızı hiçbir zaman barışamamıştır. Elbette bu Marksizmden  kaynaklanmıştır. Bunun nedeni de Marksizmin bir kapitalist modernite kuramı olmasıdır. Tabi ki kapitalist modernitenin sol ekolü olan Marksizm köylülüğe yabancıdır. Çünkü, “Marx her şeyden önce kapitalist rejimin sosyoloğu ve iktisatçısıdır. Marx bu rejimin, insanları uğrattığı yazgının ve karşılaşacağı evrimin kuramını yapmıştı.”(1) Alain Touraine Marksist çıkışa dair “… adeta sakin bir göle atılmış taş gibidir ve göl bir daha durulmayacaktır.” derken devamında Marx için, “Sanayinin toplumbilimcisidir.”(2) der. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ise Marx’a dair, “Fakat esas yanılgısı, çoktan entelektüel ortama damgasını vurmuş aydınlanmanın gözde ideolojisi olarak pozitivizmin bakış açısını esas almasıdır.”(3) diyor. Galina Serebryakova “Ateşi Çalmak” adlı roman serisinde Marx ile dindar yazar Willhem Weitling arasında geçen bir diyaloğu aktarır. Weitling, Marx’ın söyledikleri ve yazdıklarından hareketle Marx’a şöyle der: “Siz eğitmek istediğiniz insanlardan çok uzaklarda yaşıyorsunuz. Siz ne biliyorsunuz? Siz halka nasıl yardım edebilirsiniz?”(4) Dindar yazarın Marx hakkındaki bu tespiti kuramsal anlamda Marx’ın halktan kopuk, uzak ve yabancı olmasına dairdir.

Ezilenler adına geliştirilmiş bir kuramın köylülüğe yabancı oluşu bir paradoks olarak görülebilir. Ancak Marksist kuramın zaten köylüler için geliştirilmediği gerçekliğinden hareketle bakıldığında ortada herhangi bir paradoksun olmadığı görülecektir. Marksist kuram esasında bir endüstriyel işçi sınıfı için geliştirilmiştir. Marksist kuramda köylülüğe dair çözümlemeler vardır elbette. Ancak söz konusu değinilen köylülüğün sanayileşme veya kapitalist modernite karşısındaki çözülüşüyle ilgilidir. Marksist kuramda köylülüğü toplumsal yaşamın ve komünalitenin kök hücrelerinden biri olarak ele alan, bu bağlamda kapitalist modernite karşısında sergilediği direnişi gören ve onu özgürlük mücadelesinin bir dinamiği ve sorunlarının çözülmesi gereken bir toplumsal kesim olarak ele alan bir bakış açısı yoktur. Bu nedenle Marksizm köylülüğe yabancıdır.

Günümüzde bir köylülük sorunu olduğu yadsınamaz bir gerçekliktir. Kapitalist modernite endüstriyalizm, kapitalist piyasa ve kanserojen kentleşmesiyle köylülüğü çepeçevre kuşatmıştır. Küresel şirketler eliyle tarım ve hayvancılık üzerine devasa tekeller kurulmuştur. Köylünün tohum elde etmesi dahi yasaklanmıştır. Köylülüğe dayalı tarım ve hayvancılık yanında komünalitesi de hızla dejenere olmaktadır. Ulus-devletlerden küresel şirketlere, dünya bankasından IMF’ye dek kapitalist modernitenin tüm bileşenlerinin hedefinde köylülük vardır. Neoliberalizmin küresel entegrasyon olarak tanımladığı politikaların, saldırganlığın hedefi köylülüğün tasfiyesidir.

Tüm boyutlarıyla küresel olarak entegre olmuş kapitalist modernite endüstriyalizmi, kapitalist piyasacılığı ve ulus-devletçiliğinin saldırganlığı altında köylülük sorunu acil çözülmeyi bekliyor. Her şeyden önce toplumsallığı ahlaki ve politik niteliğiyle değil de, ekonomizmle çözümleyen Marksist bakış açısı dışında yeni bir bakış açısıyla köylülüğü ele almak gerekiyor. Salt sorunların çözümü açısından değil; devrimci dinamik olarak da köylülüğü çözümlemek gerek. Marksizmin devrimci perspektifi ahlaki ve politik niteliği ölçü olarak esas almadığı için köylülüğü devrimci dinamik olarak görmüyor. Toplumsallığın ve komünalitenin temel dayanaklarından biri olan köylülük doğru ele alınıp sorunu çözülmeden, insanlık yaşadığı “felaketlerden” kurtulamaz. Ronald Barthes, “Yeni baştan okuma yapmayanlar, kendilerini her yerde aynı hikâyeyi okumaya mahkûm ederler.” der. Köylülük tan  ımı ve sorunu bağlamında Marksist kuramdaki tıkanıklığın aşılması için yeni baştan bir okuma yapmak zorunludur.

 

Kapitalist Moderniteye Koşan Marksizm ve Köylülük

Marx, köylü isyanlarının yoğunca yaşandığı üç merkez olan Almanya, Fransa ve İngiltere’de yaşamıştır. Fakat Marx, hızla kapitalist moderniteye koştuğu için bu üç Avrupa merkezlerindeki köylülüğün toplumcu ve komünal, ahlaki ve politik, dolayısıyla devrimci dinamiğini görememiştir. Tarihsel olarak Marx, devlet-iktidar öncesi dönemi “ilkel” ve aşılması zorunlu bir evre olarak tanımladığı için komünal yaşamın ve toplumsallığın gelişimindeki rolünü anlamlandıramamıştır. Devletçi-iktidarcı uygarlığın geliştirilmesiyle birlikte tarihin tüm dönemlerindeki direnişçiliğini çözümleyememiştir. Temel neden ise Marx’ın kapitalist modernite büyüsüne kendisini kaptırmış olmasıdır. Şüphesiz Marx, kapitalist modernitenin vahşiliğini görmüştür.

Ancak kapitalist modernitenin “devrimciliği” yanında vahşiliğini “zorunlu kötülük” olarak anlamlandırmıştır. Bu anlamıyla kapitalist modernitenin bilimini ve sanayisini üstün gördükçe Marx nazarında köylülük önemini yitirmiştir. Söz konusu bilim ve sanayileşmenin büyüsüne kapıldıkça kapitalist moderniteyi ve burjuvaziyi “tam anlamıyla” devrimci bir güç olarak görmüştür. Marx ve Engels karşısında köylülük ve burjuvazi vardır. Onlar tercihlerini burjuvaziden yana yapmışlardır. Bunu Komünist Parti Manifestosu’nda şöyle deklare etmişlerdir: “Burjuvazi tarihte tam anlamıyla devrimci rol oynamıştır. (…) Burjuvazi, üretim aletlerini, dolayısıyla üretim ilişkilerini ve bunlarla birlikte bütün toplum ilişkilerini devrimcileştirmeksizin yaşayamaz.”(5)

Bu bağlamda Marksizm salt kuramsal yönüyle kapitalist moderniteye doğru koşmakla sınırlı kalmadı; kapitalizm tam yaşanmadan sosyalizme geçilmez diyerek, kapitalist moderniteyi ideolojik, politik ve örgütsel dayanağı haline de getirdi. Kuşkusuz bu Marksist devrimciliği de etkilemiştir. Marksist devrimcilik de hızla devletçi-iktidarcı kente, pozitivizme ve endüstriyalizme koşarken bu yürüyüş tarzını devrimciliğin temel yürüyüş tarzı haline getirdi.

Marksizmin kapitalist moderniteye koşuşunun nedeni elbette toplumsal çözümlenmesidir. “Marxçı teori, “insan’ı maddi gerçekliğin iki öznelliğin somutlanması olarak görür. Birincisi, kendini emekle tanımlayan bir üretici olarak; ikincisi, işlevleri öncelikle ekonomik olan toplumsal bir varlık olarak.”(6) Bu bağlamda Marksizm insanı, dolayısıyla toplumu homo economicus olarak ele alır ve tanımlar. Dolayısıyla Marksist kuramdaki ilerici ve devrimci parametre, ölçü, üretim güçleri, bilimsellik, teknik-sanayi ve iş gücünün örgütlenme düzeyidir. Marksizmi ekonomik indirgemeciliğe hapseden temel neden toplumu bu temelde ekonomizmle çözümlemesi ve siyasal devrim tezlerini buna dayandırmasıdır. Gerek burjuvaziyi ilerici ve devrimci ilan etmesi, gerekse de kapitalist modernite dışı toplumsal kesimlerle birlikte köylülüğü gerici ilan edip kapitalist moderniteyi zorunlu görüp burjuvazi ve ona bağlı olan işçi sınıfı dışındaki tüm toplumsal kesimlerin tarihin çöp sepetinde yer alacağının “kehaneti”nde bulunması toplumu ekonomizmle çözümlemesinden ileri gelmektedir. Marksizme göre en ilerici ve devrimci üretim gücünü, bilimselliği, teknik-sanayiyi burjuvazi elinde bulundurmaktadır. En çok iş gücü örgütlenmesini de burjuvazi gerçekleştirmiştir. Bu nedenle zaman kapitalist modernite zamanıdır. Bu zamanın ruhuna uymayan her toplumsal kesim arkaiktir, gericidir, tarih dışıdır; ve sonunda burjuvazi hepsine son verecektir.

Bu parametre ve ölçü ışığında köylülüğü ele alan Marksizm, kapitalist modernite karşısında köylülüğün çözüleceğine ve yok olacağına inanmaktadır. Köylülüğü; “köylülük”, “kırsal sınıf yapısı” ve “tarım sorunu” kavramlaştırmalarıyla ele alırken, kapitalist modernite karşısında köylülüğün yaşadığı sorunları tanımlamak ve çözmek için değil; söz konusu çözülüşün nasıl olduğu/olacağı; çözülen köylülükle ilerici ve gerici unsurların ne gibi nitelikler kazanacağı üzerinde durmuştur. Bu anlamıyla Marksist kuramda köylülük, üretim tarzı ve ilişkilerindeki değişiklik ve köylülüğün çözülüşü temelinde yer almıştır.

Bu bağlamda, kapitalist modernitenin kırsal alanı etkilemesiyle köylülükte yaşanan çözülme sonucu, köylülük üç kesime ayrılmıştır. Marksizme göre, oluşan kesimlerden biri yoksul köylülüktür. Kapitalist modernite koşullarında yoksul köylülük, emeğini “özgürce” satma olanağını yakaladığı için proleter/işçi sınıfı statüsünü kazanacaktır. İkincisi zengin köylülerdir. Bu kesim kapitalist çiftçiler olarak da tanımlanır. Kapitalist çiftçiler paraya, üretim araçlarına ve başkalarının emeğini satın alma gücüne sahip olduğu için kapitalist statüsüne yükselecektir. Marksizm açısından bu kesim devrimci köylü kesimidir. Devrimciliği burjuvazinin devrimciliği ayarındadır. Üçüncü kesim ise geleneksel tarım ve hayvancılıkla geçinen köylülüktür. Marksizme göre bu kesim “ilkel köylü”dür; gericidir. Bu anlamıyla Marksist kuramda topraktan kopartılan, kapitalist modernitenin üretim tarzı ve ilişkilerine dâhil olan, işçileşip veya kapitalistleşen kesim ilerici ve devrimcidir. Bu temelde Marksizm on beş bin yıldan uzun süredir var olan ve komünal yaşamın, toplumsallığın önemli bir dinamik gücü olan köylülüğün yok olmasını doğal ve olması gereken bir gelişme olarak görmüştür.

“Marx’a göre köylülük ‘kendi-içinde-sınıf’tır. Kendi-için-sınıf değil. Çünkü organizasyonu, bu sınıf üyelerinin kendi ortak çıkarlarının bilincinde olmaya ve sınıf bilinçli eylem gibi örgütlenmiş örüntüler geliştirmeye yetkin değildir. Marx’a göre sınıf, sadece o sınıf doğrudan doğruya politik bir karakter taşıdığında tam olarak var olur.”(7) Bu anlamıyla Marx, köylülüğü salt kendi çıkarlarının bilincinde olmayan, mücadele, örgütlenme ve eylem yeteneğinden yoksun olan ve politik niteliğe sahip olmayan bir kesim olarak tanımlamamıştır. Marx, Fransız köylüsü şahsında köylülüğü pinti ruhlu ve bencil olarak tanımlarken; Alman köylüsü şahsında da köylülüğü arkaik ve zamanı geçmiş köy yaşamını korumaya çalışan gericiler olarak tanımlamıştır.

Marx’ın köylülüğe dair en çarpıcı yaklaşımı ise Hindistan köylülüğü şahsında ortaya çıkmıştır. Marx, İngiltere sömürgeciliği ve işgalciliğinin Hindistan’daki rolünü değerlendirirken Hindistan’daki köy komünlerini kastederek şöyle der: “Bu küçük basmakalıp sosyal organizma biçimleri, İngiliz vergi tahsildarının ya da İngiliz askerinin gaddar müdahalesinden çok, İngiliz buharı ve serbest ticaretinin etkisi nedeniyle çözülmeye, ortadan kaybolmaya yüz tutmuştur. (…) Hintli eğiriciyi olduğu gibi dokumacıyı da ortadan kaldıran İngiliz müdahalesi, ekonomik temellerini infilak ettirerek bu küçük yarı-barbar, yarı-uygar komünleri çözmüş ve en büyük, doğrusunu söylemek gerekirse, Asya’nın tanık olduğu yegâne sosyal devrime yol açmıştır.”(8)

Marx’a göre İngiltere sömürgeciliği ve işgalciliği ilerici ve devrimci rolüyle Hindistan’da Doğu despotizmini parçalayacaktır. Hurafeleri,  geleneksel kurallarla oluşturulan köylülüğü, vurdumduymazlığı, barbar bencilliği ortadan kaldıracaktır. Ot misali ve pasif yaşam tarzının yerine modern yaşam tarzını getirecektir. Doğa efendisi insanları köle eden, maymun ve ineğin karşısında huşu içinde diz çöktüren ve kaba yabani tapınma dışında bir şey bilmeyen insan yerine modern insanı koyacaktır. Bu anlamıyla Marx Kapitalist modernitenin en etkili güçlerinden biri olan İngiltere burjuvazisi ve ulus-devletinin yıkıcı ve ”yenilikçi” rolünü ortaya koyarken tercihini sömürgeciliği ve işgalciliğinden yana yapmıştır.

Marx kapitalist moderniteye koşarken tarihsel olarak köylülüğün komünalist ve toplumcu niteliğini çözümleyip görmediği gibi döneminin kentlerindeki köylü isyanlarını da işçi sınıfına mal etmiştir. Esasında kapitalist modernitenin geliştirilmeye başlamasıyla birlikte fabrikalarda, iş yurtlarında gelişen isyanlar kırsal kesimdeki köylü ayaklanmalarının bir devamıdır. 17.  18. Ve 19. Yüzyılın sonlarına dek süren isyanlarda köylülüğün komünal ve toplumcu nitelikleri belirleyicidir. Bu dönemlerde Marksizmin tanımladığı anlamda bir işçi bilinci henüz gelişmemiştir. Kırsal bölgelerden kentlere göçertilen köylüler fabrika vb. iş yaşamı ve koşullarına isyan etmişlerdir. Köyün komünal yaşam tarzı ve toplumcu alışkanlıklarından, en önemlisi kendi kendine yeten özgür yaşamından koparılan köylüler içine hapsedildikleri koşullara isyan etmişlerdir. Bir Paris Komünün işçi sınıfının eseri olduğu iddia edilemez. Tersine Marksist anlamda işçileşme geliştirildikçe isyan ruhundan uzaklaşma yaşanmıştır. Eğer Marx’ın iddia ettiği gibi işçileşme isyanı tetikleyen faktör olsaydı 20. yüzyıl ve günümüzde işçi isyanlarının kapitalizmi devirmesi gerekirdi. Ama tersine bir durum yaşanmıştır. İşçileşme geliştirildikçe köylülüğün komünal ve toplumcu niteliğinden uzaklaşma yaşanmış ve işçi sınıfı doğası gereği kapitalist modernite içinde orta sınıf haline gelerek onun bir parçası olmuştur.

 

İktidarcı Uygarlık Dışında Köylülüğü Tanımlamak

Köylülük; komünal ve toplumcu niteliğiyle tarım ve hayvancılığa dayalı kendi kedine yeten bir toplumsal kesimdir. Doğal toplumun ikinci evresi olan yerleşik yaşama geçişten beri toplumsal varoluşun temel dinamiklerinden biridir. Bu anlamıyla insanlığın gerçekleştirdiği ilk devrimin sonucu oluşmuştur. Köy devrimin en temel özelliği etkisinin yaşandığı dönemle veya zaman dilimiyle sınırlı olmamasıdır. Öcalan, “İnsanlığın evrensel tarihinde bu devrim esastır.” (9) diyor. Yerleşik yaşamı, tarım ve hayvancılığı, en önemlisi de komünalitesi ve toplumsallığıyla gerçekleştiği tarihten günümüze değin demokratik uygarlık tarihinin tüm zamanlarına damgasını vurmuştur.

Marx’ın iddia ettiğinin aksine köylülük varoluş niteliğiyle politiktir. Salt politik değil, ahlakidir de. Hiyerarşik, devletçi-iktidarcı toplumun geliştirilmesiyle komünal- toplumcu değerlerin savunulması için direnişe geçmiştir. Marx tarihi tek boyutlu ele aldığı için demokratik uygarlık tarihi görmemiştir. Köylülük demokratik uygarlık güçleri içinde en etkili direnişçi bileşenlerden biridir. Tarih boyunca komünal-toplumcu yaşam için direnmiştir. Sümer, Mısır, Asur, Pers ve Roma köleciliğine karşı direndiği kadar feodalizme ve kapitalist moderniteye karşı da ölümüne direnmiştir. Eğer Marx-Engels az da olsa kapitalist modernite büyüsünün etkilerinden kurtulmuş olsalardı 14. Yüzyıldan itibaren İngiltere, Fransa ve Almanya’da gelişen köylü ayaklanmalarını, direnişini görebileceklerdi. Bu isyanların başarısız olmaları köylü direnişini yok kılmaz. Öte yandan köylü direnişi önemli oranda kültüreldir. Devletçi-iktidarcı uygarlığın ve onun günümüzdeki temsilcisi olan kapitalist modernitenin tüm bastırma, tasfiye etme yönelimlerine rağmen köylülük yok olmamıştır. Halen temel toplumsal bileşenlerden biri olarak varlığını sürdürmektedir. Belki köylülük bastırılmıştır; ama komünal-toplumcu yaşamın maddi ve manevi kültür değerlerini temsil etmesi ve yaşatmasıyla insanlığı yaşatan zemin olmaktadır. En önemlisi kent-kır ilişkisinde denge rolünü oynayarak kapitalist modernitenin insanlığı yutmasına engel olmaktadır. Bugün insanlığı yaşatan temel zemin köylülüğün temsil ettiği değerlerdir.

Kapitalist moderniteye koşan Marksist kuram ve pratiğin aksine Öcalan köylülüğü komünalizm, eşitlik, özgürlük ve demokrasi temelinde demokratik modernitede güncelleştirmiştir. Bu bağlamda demokratik modernite paradigmasıyla köylülük  dejenere  yönlerinden arındırılarak, komünalist ve toplumcu değerleriyle demokratik modernitenin temel bileşenlerinden biri haline getirilmektedir. Bu sayede köylülüğün utanılması ve kaçınılması gereken bir kişilik ve yaşam tarzı olmadığı açığa çıkmaktadır.

Bu bağlamda köylülüğü ahlaki-politik bir özne olarak tarih sahnesine çıkartmak, köylülüğü olduğu gibi kabul etmek anlamına gelmemektedir. Devletçi-iktidarcı uygarlıkça köylülük bastırıldıkça komünal-toplumcu değerlerinden yabancılaşmıştır. Köylülüğün güncelleştirilmesi bir yönüyle komünal-toplumcu değerlerinin sahiplenmesi, öte yandan da devletçi-iktidarcı uygarlığa ait olan kişilik, zihniyet ve yaşam tarzının reddedilmesi ve onlara karşı mücadele edilmesi anlamına gelmektedir.

Köylülük günümüzde kapitalist modernitece çepeçevre sarılmış olsa da en önemli devrimci dinamiklerden biridir. Murray Bookchin,”ve bizler devrimlerin bizlere verdiği dersi öğrenmeksizin gelecekle yüzleşmeyi göze alamayız.”(10) der. Devrimlerin öğrettiği temel derslerden biri, köylülüğün devrimci dinamiği olmadan devrim gerçekleşemez ve kalıcılaşamaz. Bunun en yakın örneği reel sosyalizmdir. 1917 Ekim devrimi Sovyetler de örgütlenen köylülüğün eseridir. Reel sosyalizmin yenilgisi ise Sovyetler’den köylülüğün tasfiyesi sonucu ortaya çıkmıştır. Reel sosyalizmin köylülüğü bastırıp tasfiye etmeye çalışırken, komünal-toplumcu dokuyla uyuşmayan işçiliği ikame etmeye çalıştığı için yenilmiştir. Bu anlamıyla köylü dinamiğinin demokratik modernitenin direniş ve inşa perspektifiyle buluşturulması önemli gelişmeleri açığa çıkartacağı kesindir. Köylülük nasıl ki insanlığın ilk devrimi olarak evrensel çapta büyük gelişmelere yol açtıysa, günümüzde de demokratik modernite devrimiyle benzer bir rolü oynayacağı açıktır. Yeter ki doğru yaklaşılsın.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Uygar toplum garip bir oluşumdur. Söylediği her şeyin tersinin doğru olması gibi bir özelliği vardır. O halde şaşırmamak için uygar toplumu hep tersinden okumlayız.”(11) der. Bu tersinden okuma çözüm yolunun demokratik modernite paradigmasında göstermiştir. Köylü sorunu bu anlamda ancak ahlaki-politik toplum ve demokratik konfederalizm perspektifiyle çözülebilecektir.

Toplumsal sorunları çözmenin yöntemini geliştirirken Öcalan, toplumsal varoluşun oluş ve gerçekleşme niteliği nasılsa çözümleri de benzerdir diyor. Bu  perspektif köylü sorunu içinde geçerlidir. Sorunları da ancak komünal-toplumcu tarzda çözülebilir. Bu aynı zamanda  devrimin altın kuralıdır da. Köylülük komünal yaşamın ve toplumsallığın kök hücrelerinden biriyse; buna dayanmayan hiçbir devrimin başarı şansı yoktur.

 

Kaynakça
1.Raymond Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Çev: Korkmaz Alemdar, Kırmızı Yayınları, 2014, s.107
2.Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi, Çev: Hülya Uğur Tanrıöver, Yapı Kredi Yayınları, 2016, s. 97
3.Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, Cilt 2, 2015, s. 545
4.Galina Serebryakova, Ateşi Çalmak, Cilt 2, Çev: Nurşen Özkan, Evrensel Basım Yayın, 2014, s.160
5.K.Marx ve F.Engels, Komünist Parti Manifestosu, Çev: Sol Yayınları Yayın Kurulu, Sol Yayınları, 1998, s.45/46
6.Murray Bookchin, Ekolojik Bir Topluma Doğru, Çev: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, 1996, s.195
7.Russel Keat ve John Urry, Bilim Olarak Sosyal Teori, Çev: Nilgün Çelebi, İmge Kitabevi, 1994, s. 176
8.Lenin ve Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun, Çev: Gökhan Atılgan, Evrensel Basım yayın, 2013, s. 174/178
9.Abdullah Öcalan, age , Cilt 4, s. 35
10.Murray Bookchin, Köylü İsyanlarından Fransız Devrimine, Çev: Sezgin Ata, Dipnot Yayınları, 2012, s.25
11. Abdullah Öcalan, age, Cilt 1, s.143

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.