Düşünce ve Kuram Dergisi

Ölü Doğan Süreçler: Cenevre-Astana

Musa Özuğurlu

Cenevre süreci 2011’den bu yana Suriye’de yaşananlarla ilgili en uzun ama bir o kadar da verimsiz süreçlerinden biridir. Uzun bir süreye yayılan bir dizi toplantılar sonrasında Astana süreci olarak devam eden toplantılar dizisinde tarafların/aktörlerin tutumlarına ve pozisyonlarına bakılırsa verimsizliğin/sonuçsuzluğu nedenleri daha iyi anlaşılabilir. Suriye üzerinde söz sahibi olduğunu ya da olması gerektiğini savunan devletler/aktörler Cenevre süreci başla(tıl)madan çok önce harekete geçmişlerdi.

ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, Avrupa Birliği, Suudi Arabistan, Katar, Arap Birliği, “Suriye’nin Dostları Grubu” gibi devletler, oluşumlar ve bloklar yaptırımlar, izolasyon girişimleri başta olmak üzere Suriye’de yaşanan sürece bir şekilde müdahil oldular. Bu gibi girişimlerin temel amacı Suriye’de yönetimin değişmesini çabuklaştırmaktı.

Cenevre süreci bu girişimlere paralel olarak ve hemen hemen aynı zamanlarda ortaya çıktı. Suriye’nin Dostları Grubu’nun ilk toplantısı 24 Şubat 2012 Tunus’ta, ikinci toplantı ise 1 Nisan 2012 tarihinde İstanbul’da yapılmıştı.[1]

Daha önceki girişimlerin düzenlenmiş hali olarak tarif edilebilecek Cenevre sürecinin ilk toplantısı ise 30 Haziran 2012’dir. Bu toplantıya kendilerine “Suriye Aksiyon Grubu” adını veren BM ve Arap Birliği Genel Sekreterleri, Çin, Fransa, Rusya Federasyonu, İngiltere, ABD, Türkiye, Irak, Kuveyt, Katar gibi ülkelerin dışişleri bakanları ile AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi katılmıştır.

Bu toplantı sonrasında yayınlanan bildiri[2] ve temel alınan “6 Maddelik Plan”[3] Cenevre sürecinin temel anlaşmazlık maddelerini de ortaya koyar. Bugün hala anlaşmazlığın temeli olarak tartışma/görüşme konusu olan bu maddelerin en önemlisi politik geçişin nasıl olacağıdır. Sürecin başlangıcında politik geçişin nasıl olacağından kasıt ise geçişin ve siyasi geleceğin Esad’lı mı, Esad’sız mı olacağıydı.

Yukarıda anılan uluslararası aktörlerden Batı bloku ve birlikte hareket eden Arap bloku ile muhalefet, Esad’ın meşruiyetini kaybettiğini ve bu nedenle de geçişte ya da gelecekte Suriye siyasetinde söz sahibi olamayacağını, olmaması gerektiğini savunurken, Suriye yönetimi ve Rusya Esad’ın meşru olduğunu ve Esad’ın geleceğine Suriye halkının karar vermesi gerektiğini savunuyordu.

Muhalefetin Suriye yönetiminde pay sahibi olması, serbest çok partili seçimler gibi maddeler ise “Esad şartı” sonrasında ele alınacak tali konular olarak görülüyordu. Cenevre görüşmeleri daha ilk oturumdan “Esad şartı ve muhalefetin yönetimde yer alıp almayacağı ya da hangi muhalefetin yer alacağı” konularında tıkanıp kalmıştır.

Suriye yönetimi en başından bu yana silahlı isyancıları “muhalefet” olarak görmemiş ve “terörist” tanımlaması yapmıştı. Cenevre süreci ve diğer süreçlerde Suriye yönetiminin karşısında yer alan taraflar ise silahlı ya da silahsız olsun yönetime karşı savaşan bütün kişi ya da grupları “Suriye halkının özgürlüğü için savaşan meşru temsilciler” olarak görmüştür. Bu ayrım bugün de güçlü bir şekilde devam etmektedir.

Cenevre görüşmeleri Cenevre 2 (Ocak 2014), Cenevre 3 (Ocak 2016) ve Cenevre 4 (Mart 2017) olarak devam etti ancak taraflar arasında herhangi bir anlaşma sağlanamadı. Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura koordinasyonunda yapılan Cenevre 4’e BM (temsilcisi), Güvenlik Konseyi üyeleri, Suriye Uluslararası Destek Grubu, Suriye yönetimi, Yüksek Müzakere Komitesi, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu (SMDG), halen Koalisyon’un bir üyesi olan Kürt Ulusal Konseyi, El Rahman Lejyonu gibi taraflar katıldı. Bu toplantı aynı zamanda Türkiye’nin katılımcılar ile ilgili tavrının barizleştiği bir toplantı oldu.

 

PYD Türkiye Tarafından Reddediliyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov toplantı hazırlıkları sürerken, daha önceki toplantılardan dışlanan Demokratik Birlik Partisi (PYD)’nin de toplantıya davet edilmesi gerektiğini açıkladı.[4] Lavrov, amaçlarının daha önce görüşmeler yapan Şam yönetimi ile PYD’yi “ülkenin birliği için ortak bir zeminde buluşturmak olduğunu” belirtti.

BM’nin Cenevre Ofisi Rusya Temsilcisi Alexei Boravadkin de gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bu görüşmelerin (yönetim ile muhalefet arasında) doğrudan olmasını, muhalefet delegasyonunda da günümüz Suriye’sinde mevcut olan ve ülkedeki krize barışçıl çözüm arayan bütün politik güçlerin doğrudan temsil edilmesi gerektiğine inanıyoruz-Kürtler dahil” dedi. Türkiye ve muhalefet tarafından kabul edilmeyen PYD bu açıklamaların hemen öncesinde Rusya’dan Cenevre toplantısına katılım konusunda garanti aldıklarını açıklamıştı. Ancak Lavrov’un teklifi Türkiye ve SMDG tarafından reddedildi. Türkiye PYD’yi PKK’nin devamı olarak tanımlıyordu. SMDG ise doğrudan Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkelerin kontrolündeydi. Nitekim o günlerde yapılan bir Türkiye ve politik-silahlı muhalefet grupları toplantısında PYD’nin Cenevre’ye kabul edilmemesi kararına varıldı.

Toplantıya katılan taraflardan olan Kürt Ulusal Konseyi (KNC) heyetinin başkanı İbrahim Biro, “Türkiye’nin PYD’nin toplantıya katılmayacağını belirttiğini ve bu görüşün Suriye muhalefeti tarafından da paylaşıldığını” açıkladı. Biro, “Moskova’da bir araya gelen Kahire Grubu ile Moskova taraflarının ve PYD’nin Suriye muhalefeti içinde henüz kabul görmediğini” savundu. Biro’ya göre anılan taraflar “Suriye yönetimine yakındı.”

Türkiye ve muhalefetin tavrı daha sonra yapılan Cenevre toplantıları ve Astana sürecinde de aynı şekilde devam etmiştir.

 

Astana Süreci

Cenevre sürecinin somut sonuçlar getirememesi hem muhalefeti hem de Suriye yönetimini destekleyen ülkeleri farklı arayışlara yöneltti ve Cenevre süreci Astana sürecine evrildi. Astana süreci denince her ne kadar akla ilk olarak Suriye, Rusya, İran ve Türkiye gelse de aslında ilk toplantı muhalefet grupları tarafından 2015’te yapılmıştır. Bu toplantıyla birlikte oluşan “Suriye Platformu” daha sonra da çok sayıda toplantı gerçekleştirmiştir.

2015 ve devamındaki toplantılar Fransız-Suriyeli politikacı Randa Kassis’in başkanlığında yürütüldü. Randa Kassis aynı zamanda Suriyeli politikacı Kadri Cemil ile birlikte “Suriye Seküler ve Demokratik Muhalefeti Delegesyonu” oluşumunun eşbaşkanlığını yürütüyordu. Nisan 2015’te yapılan ilk toplantıya Suriye yönetiminin katılmaması tercih edildi. Aynı yılın Ekim ayında yapılan ikinci toplantıda ise 2016 yılında parlamento seçimlerinin yapılması talep edildi.

Ocak 2017’de yapılan devam toplantısına Suriye yönetimi ve aralarında Ceyş El İslam örgütünün lideri Muhammed Alluş’un da bulunduğu 12 isyancı örgütün temsilcileri katıldı. Bu toplantı BMGK 2254 kararı temelinde bir çözüm önerisi ile sona erdi. 2254 sayılı karar ateşkes, politik geçiş, yeni anayasa ve serbest çoklu seçimler temelinde maddeler içeren bir bildiriydi. Bu toplantının en somut sonucu “Suriye Arap Cumhuriyeti” ifadesi yerine “Suriye Cumhuriyeti” ifadesinin kullanılmasının önerilmesiydi. Konuyla ilgili bildiride, siyasal otoritenin desantralizasyonu, federatif yapının bir unsuru olarak “bağlantı bölgeleri”, başkanlığın yetkilerinin zayıflatılarak parlamentonun güçlendirilmesi ve İslami içtihadın anayasanın temellerinden biri olmaktan çıkarılmasını da önerildi.

Şubat, Mart ve Mayıs 2017’deki toplantılarda ise “gerilimi azaltma bölgelerinin oluşturulması sonucu çıktı ve İran da Türkiye ve Rusya’nın yanında sürece katıldı. Bu bölgeler arasında henüz İdlib bulunmuyordu. Görüşmelerin beşinci turu Temmuz 2017’de altıncı turu ise Eylül 2017’de yapıldı. Bu toplantıda İdlib de gerilimi azaltma bölgelerine eklendi. Ekim 2017’de yapılan toplantıda ise garantör ülkeler olan Türkiye, Rusya ve İran BMGK 2254 temelinde bir çözümün oluşturulması konusunda anlaştılar. Aralık 2017’de yapılan sekizinci toplantı ise Suriye tarafı “Türkiye dahil bütün yabancı güçlerin şartsız ve derhal çekilmesi” çağrısında bulundu.

Ocak 2018’e gelindiğinde ise bu kez Soçi’de bir toplantı yapıldı ve bu toplantıya aralarında muhalefet temsilcilerinin de bulunduğu 1500 temsilci katıldı. Mart 2018’deki Astana toplantısı sonrasında yapılan Eylül 2018 zirvesinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında İdlib’de “tampon bölge” oluşturulması için anlaşmaya varıldı. Ağustos 2017’de ABD ve Türkiye Suriye’nin kuzeyinde SDG bölgesinde olası bir Türkiye operasyonunun önlenmesi amacı ile “askerden/silahlı güçlerden arındırılmış bir tampon bölge” için anlaşmaya varıldı.

Aralık 2019’da Türkiye, İran ve Rusya arasında yapılan yeni Astana toplantısında ise daha önce alınan prensip kararları da dahil herhangi bir ilerleme sağlanamadı. Astana toplantılarının daha sonraki buluşması Temmuz 2021’de oldu. Bu toplantıya Suriye, Suriye muhalefeti, Türkiye, İran, Rusya gibi ülkelerden temsilciler katıldı. BM, Ürdün, Lübnan ve Irak gözlemci gönderdi. Toplantı sonunda yayınlanan ortak bildiride Türkiye, İran ve Rusya’nın Suriye’deki “ayrılıkçı hareketlere karşı” duruşuna vurgu yapıldı ve Cenevre’de daha önce de toplantılar yapan “anayasa komisyonunun” tekrar toplanmasının gerekli olduğu vurgulandı.

 

Cenevre’nin Alternatifi Astana

Astana süreci, Rusya (ve İran’ın) Suriye üzerinde Suriye yönetimine karşı söz sahibi olduğunu düşünen ve isyan sürecini yönetmeye çalışan uluslararası koalisyona bir alternatif girişimiydi. Suriye’de isyanın istisnalar dışında belli bir hedefe ulaşamaması ancak Rusya’nın Türkiye’yi de zorlayarak İran’la birlikte “saha gerçeklerine uygun” adımlar atması Astana süreci daha önceki girişimlere göre Suriye yönetimi açısından bazı somut sonuçlar getirdi.

Bununla beraber Suriye’de 2011’den bu yana devam eden süreç içerisinde ortaya çıkan bazı dinamiklerin sahada elde ettiği bazı somut sonuçların dışında muhaliflerin gerek sahada gerekse Cenevre ve Astana süreçlerinde herhangi bir kazanım elde ettikleri söylenemez.

 

Muhalefet Açısından Durum

Suriye’deki isyan sürecinde muhalefet genel itibariyle iç ve dış muhalefet olarak ayrıştı. Dış muhalefet, SMDK ve bazı siyasi figürlerle anılırken iç muhalefet, yönetimin devrilmesini isteyen ancak silahlı mücadeleye karşı çıkan Yerel Koordinasyon Komiteleri, SSNP (Suriye Sosyal Milliyetçi Parti) gibi birtakım oluşum ve siyasi partilerden oluşuyordu. Diğer yandansa cihatçı örgütler vardı. Bu örgütler her ne kadar iç muhalefet olarak anılsa da uluslararası bazı güçlerin kontrolünde oldukları yadsınamaz. Ancak bu gibi muhalif profillerin yanında Kürtlerin geliştirdiği “Suriye içinde hem siyasal hem de silahlı” faaliyeti içeren bir dinamik zaman içinde somutlaştı.

Zaman içerisinde örgütlenme, Suriye yönetimiyle kurulan diyalog, IŞİD gibi Şam’ın da mücadele ettiği selefi cihatçı örgütlere karşı verilen mücadelede kazanılan başarı ve “özerk yönetimin” müesseseleştirilmesi, Suriye ve Ortadoğu’da yeni bir dinamiğin ortaya çıkmasına yol açtı. Bugün bu dinamik uluslararası alanda kendine muhatap da buldu ancak yerel ve bölgesel karşı koymalar da mevcuttur.

Suriye yönetimi Kürtlerin özerk yönetimini kabul etmiyor. Türkiye ise, bu anlamda herhangi bir kazanımı kendisine yönelik tehlike olarak değerlendiriyor. Rusya her ne kadar kısmi olarak Suriye içinde federatif bir yapıya karşı olmasa da, bu federatif yapının klasik tanım dışında Suriye yönetiminin istediği şekilde olması için çaba sarf ediyor.

Rusya’nın bu modeli daha çok adem-i merkeziyetçilik olarak tanımlanabilir-ki Suriye yönetimi de bu modeli daha önce bizzat Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın ağzından dile getirmişti-İran zaten Şam yönetimi ile tamamen mutabık bir tavır içerisinde. Türkiye ise bu “formüllerin” tamamına karşı. Türkiye gerek içeride gerek Suriye’de gerekse uluslararası alanda Suriye Kürtlerinin herhangi bir kimlikle varlık göstermesine itiraz ediyor. Gerek Cenevre sürecinde gerekse Astana sürecinde PYD’nin yer almamasının temel zemini budur.

Suriye’de bundan sonra oluşacak siyasi sürecin geleceğin şekillenmesinde de yerel dinamiklerin dikkate alınmaması halihazırda ilerlemeyi engelleyen/tıkayan/zorlaştıran unsurlardan biri. Ortada ciddi bir güven sorunu var. ABD’nin kendi topraklarındaki varlığını kabul etmeyen Suriye yönetimi, Kürtlerin bugüne kadar elde ettikleri kazanımın “devletleşmeye” evrileceğini düşünüyor. Kürtler ise, birtakım garantiler almazlarsa ABD’nin çekilmesi durumunda Suriye yönetiminin 2011 öncesi reflekslerine dönmesinden endişe ediyor.

Bu anlamda Suriye yönetiminin Türkiye’nin SDG/YPG’ye karşı olan yaklaşımını zımnen kabul ettiği söylenebilir. Nihayetinde Suriye yönetimi “Türkiye’nin baskısı altında” olacak Kürtlerin kendisine yanaşacağını düşünüyor.

Suriye diğer yandan Kürt tarafını kendi adem-i merkeziyetçi modeline yaklaşabileceği beklentisiyle ve yukarıda çizmeye çalıştığımız çerçevede Kürtlerle diyalogun sürmesinden yana. Şu saptamanın da yapılması gerekir: Astana süreci, Cenevre sürecinden farklı olarak aslında Fırat’ın batısıyla ve genel pazarlıklarla ilgiliydi. Ancak Fırat’ın doğusu stratejik yeraltı ve yerüstü ürünlerin de bulunduğu bir bölge ve burada ortaya çıkan dinamik Suriye ve onunla birlikte hareket eden Rusya, İran gibi ülkeler ve oluşumu tehlike olarak gören Türkiye açısından “en önemli sorun olarak” duruyor. Bu durum yukarıda anılan süreçlerin akamete uğramasının en büyük nedenlerinden biridir. Cenevre ve Astana süreçleri devletler bazında her ülkenin kendi çıkarları ve bu doğrultuda işbirliği yaptığı/desteklediği tarafları, oluşumların muhatap alınmasını istediği ve bunu büyük oranda sağladığı süreçlerdi.

Bugün gelinen noktada, tarafların pozisyonlarını koruduğu ve bu kriz yönetimini devam ettirme niyetinde oldukları anlaşılıyor.

Fırat’ın batısında Suriye yönetiminin mücadele ettiği birtakım örgütler eninde sonunda elimine edilecektir. Ancak Fırat’ın doğusu konusu gelecekte askeri olana evrilme olasılığı olsa da halihazırda askeri değil siyasi bir konudur. Şimdi olduğu gibi gelecekte de Şam yönetimiyle Kürtler arasında çetin pazarlıklara ve mücadeleye sahne olmaya devam edecektir.

 

Cenevre ve Astana’nın Aşılması Gerekiyor

Cenevre ve Astana süreçlerinin artık kadük kaldığı söylenebilir. Bu süreçler elbette bazı toplantılarla devam edecektir. Ancak konu artık 2011’de çeşitli şekillerde ortaya çıkan “muhalefetin” de katılımıyla sürdürülen bir konu olmaktan çıkmıştır ve sadece devletlerarası pazarlıkların yaşandığı bir sürece evrilmiştir. Bu da eğilimin, hedeflerin, beklentilerin saha gerçeklerine, yerel dinamiklere göre değil devletler ve bloklar bazında tarafların kendi çıkarlarına ve bu çıkarlar doğrultusunda yapacakları tanımlamalara göre şekilleneceğini düşündürüyor.

 

 

 

[1]http://www.mfa.gov.tr/the-second-conference-of-the-group-of-friends-of-the-syrian-people-will-take-place-in-istanbul.en.mfa
[2]https://peacemaker.un.org/sites/peacemaker.un.org/files/SY_120630_Final%20Communique%20of%20the%20Action%20Group%20for%20Syria.pdf
[3] https://peacemaker.un.org/sites/peacemaker.un.org/files/SY_120414_SixPointPlan.pdf
[4] https://www.rudaw.net/english/middleeast/syria/10022017

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.