Düşünce ve Kuram Dergisi

Rojava Özgürlüğün ve Demokrasinin Jeopolitiğidir!

Leyla Zeynep Kuran

“Ey doğu ışığı, parla ki
Uyuyanlar uyansın!
Vaad yerine gelsin,
Karanlık aydınlansın.”
Ursula K. Le Guin / Mülksüzler

 

“Mülksüzler” adlı romanında Le Guin, kahramanını bir yerde şöyle konuşturur: “Benim toplumum da bir fikir. Beni oluşturan o. Bir özgürlük fikri, değişim, insan dayanışması fikri, önemli bir fikir.”

Rojava, bu bağlamda özgürlüğe uyanmış bir fikrin bir coğrafyada ve toplumda vücuda ve dile gelmesi olayıdır. Felsefik ve ideolojik olduğu oranda tarihsel-sosyolojik ve bir o kadar da Abdullah Öcalan özgünlüğünde ifadesini bulan bir otantikliğe sahiptir. Nasıl ki zaman içinde olmak o anda var olmak ve oluşmaksa, Rojava varoluş hamlesi içindeki varlığın nabız atışlarıdır. Deneyimsel olarak yorgun ve tarihsel olarak uyutulmuş Ortadoğu zemininde, geçmiş, şimdi ve geleceğin tek bir yaratıcı anda birleşmesi sonucunda açığa çıkmış bir özgür yaşam dinamizmidir. Sadece Le Guin’in değil, A. Cezairî’den A. Negri’ye, A. Gramsci’den H. Arendt’e ve oradan M. Bookchin’e uzanan özgür yaşam fikriyatına sahip birçok düşünürün, özgür insanın bir sentezidir Rojava. Arzuladıkları, hayalini kurdukları ve bir gün gerçekleşme umudunu taşıdıkları özgür geleceğin kan ve can bulduğu, ruh ve bilinç kazandığı bir coğrafyadır. Rojava, özgürlüğün ve demokrasinin jeopolitiğidir. Öyle bir jeopolitik ki Cezairî onu, “Benim farklı bir evrensellik anlayışım var. Kendine özgü olanla zenginleşmiş, her kendine özgü olanı içine almış, her birinde derinleşmiş ve her birinin bir arada var olduğu bir evrensellik” tarzında düşünürken, o demokratik ulus olarak Rojava’da yaşam bulmuştur.

Oluşmak, sadece kendimiz olmak değil, bir ilişkiler sistemi içinde ötekilerle birlikte var olmak ise; bu, anlamlı yaşamın anlam yükleyerek yaşamanın ve yüklenmiş anlamları yaşatmanın yeri ve yurdu haline gelmek demektir. Bu manada Rojava, öze dönüşü ve yeniden doğuşu imleyen bir arkeolojik kazı mekânıdır. Sömürgeciliğin oluşturduğu kalın katmanların kazılıp atıldığı ve derinlerdeki yerli kültürel özün meydana çıkarılıp yeniden diriltildiği bu mekânda, demokrasi ve özgürlük insani varoluşa ilişkin olarak kendini baştan üretmektedir.

Yaşamın politikayı belirlediği bir mücadelenin asli ilkesi haline geldiği bu yerde, direniş hayatın her yerinde ve oluşun her biçimindedir. Abdullah Öcalan’ın felsefik anlayışla sürdürülebilir bir özgürlük perspektifinin kurulmuş olması, Rojava’yı diğer demokrasi ve sosyalizm deneyimlerinden ayrı bir yere koymaktadır. Kadın öncülüklü özgürlük ve demokrasi gerçekleşmesi, ilk sömürge olan kadının özgürleşme eylemi üzerinden kurulduğundan, toplumsal özgürleşme hedefini daha köklü bir içerikle ele alıp pratiğe kavuşturmaktadır. Özgürlük sosyolojisi kadının özgürlüğünü, kadının özgürlüğü de özgür toplum inşasını temellemektedir. Rojava’da her şey bir özgürlük bağlamı içerisinde devinmektedir. Devlet-iktidar olgularının toplumun en ücra köşelerine değin nüfuz ettiği koşullarda, kapitalizme ve onun sömürgeci soykırım uygulamalarına karşı dünya insanlığına “Umut hala yaşıyor” dedirtecek alternatif bir direniş mekânı yaratmak önemlidir. Direniş, “Kahrolsun emperyalizm-kapitalizm” sloganları savurup, kapitalist modernite yaşamında kulaç atmaya devam etmek olmadığına göre, yeni bir yaşam biçimi ve alanını üretmeye ihtiyaç olduğu açıktır. Zira direniş içerisinde olmak, uygarlık sisteminin dışına çıkmak ve kendi öz değerlerin doğrultusunda kendini yeniden kurabilmektir. Rojava özgülünde de başarılan bu olmuştur. Ortadoğu genelinde bir dalga düzeyinde gelişen halk hareketleri, hegemonik dünya sisteminin müdahaleleriyle saptırılıp etkisizleştirirken, Rojava, Öcalan’ın stratejik yönlendirmeleri ile devletlerarası oyun ve saldırıları boşa çıkararak kendi yaşam alanını oluşturmuştur.

Ulus-devletler topluma tekçiliği, ayrımcılığı, düşmanlaşmayı ve faşizmi dayatırken, demokratik ulusla Rojava etnik, dini, cinsi, sınıfsal, mahalli, bölgesel ve ulusal tüm topluluklara uzanmış, her bir kültürel varoluşa özerk ortak yaşam imkânı sunmuştur. Farklılık ve çoğunluğa dayalı bu varoluşta kültürler, demokratik özerk siyasi oluşumları biçiminde kendilerini örgütlerken, yeni bir ulus figürüne, bir özgür komünler komünü deneyimine somutluk kazandırmışlardır. Yalnız bu somutluk, canlı, dinamik ve sürekli oluşum halinde olduğundan, deneyimle kendini yenilemeye açık bir somutluktur. Demokratik medeniyetin özgürlük ve özerklik esasına dayalı bu anatomisine Öcalan, “Demokratik ulus bir ruh ise, demokratik özerklik bedendir” biçiminde tanımlarken, tam da buna işaret eder. Özgürlük, eşitlik ve demokrasi ortak paydasında buluşan halklar açısından ruh, halklar arası birlik, yani demokratik ulus iken; bu birlik içerisinde beden, her halkın kendi öz kültürü doğrultusunda özerk yönetimlerini oluşturmasıdır. Rojava Devrimi’nin, demokratik ulusu halklar arası birlik, demokratik komünal yaşam, özgür eş yaşam ve öz savunma ayakları üzerinden inşa girişimi, bölgesel ulus-devlet statükosunda bir kırılma yaratırken, aynı zamanda ulus-devlet güçleri ile hegemonik güçler arasında bir gerilim sürecini de tetiklemiştir. Ulus-devletin Ortadoğu’da miadını doldurduğuna dair düşünceler hegemonik güçlerde de mevcuttur. Ancak ulus-devletin geçireceği dönüşüme dair henüz net bir karar verilemediğinden, ne klasik ulus-devletlerin tasfiye sürecini başlatabiliyorlar ne de kontrolleri dışında farklı aktörlerin gelişmesine olanak tanıyorlar. Hem bölge ulus-devletleri ve hem de Rojava Devrimi bu kapsamda değerlendirildiğinde, her iki kesimi kontrol altında tutmaya özen gösterdikleri söylenebilir. Hegemonik güçlerin bölgede yürüttükleri denge politikaları ve taktik ilişkilenme biçimleri, tamamen bu kontrolün sağlanmasına dönüktür.

ABD hegemonyasının Rojava Devrimi konusunda sergilediği görece “dost” tutum, çizdiğimiz çerçeveyi aşamadığı gibi, Rojava özgülünde açığa çıkan fiili durumu kendi lehine etkileme ve yönetme isteğinden kaynaklanmaktadır. ABD, Rojava adı altında bir Kürt oluşumuna karşı değildir; karşı olduğu şey, Rojava Devrimi’ni gerçekleştiren ruh ve bilinçtir, Öcalan’ın ideolojik çizgisidir. Yoksa genel topluluklarla ve onların yönetimleriyle bir biçimde bir sorunları bulunmamaktadır. Bunun en aleni göstergesi Bill Clinton döneminde ABD Senatörü olan Gary Hart, “Dördüncü Güç: 21. Yüzyılda Amerikan Büyük Stratejisi” başlıklı çalışmasında dile getirdikleridir. G. Hart çalışmasında, “Yerel toplum ve mahalle, ülkenin temel siyasi birimi olarak tekrar kurulmalıdır. ‘Küresel düşün, yerel hareket et’ çok bilinen bir sözdür. İç güvenlik ve geçim güvenliği, dayanıklı bir mahalli toplum yönetimi gerektirir. Resmi eğitim, refah, yerel güvenlik gibi ulusal sosyal programların yenilikçi yönetimine ancak mahalli toplum seviyesinde ulaşılabilir… Ekonominin küreselleşmesi ve artan olayların kontrolünün kendi ellerinde olmadığı hissi hesaplara katıldığında, vatandaşların doğrudan dâhili mahalli toplumsal hayattaki özyönetim haklarının ve sorumluluklarının arttırılması sağlanabilir” demektedir. Kendi toplumu açısından 21. Yüzyıl stratejisini bu içerikte formülleştiren bir ABD’nin ideolojik hasımlık dışında Rojava Devrimi ile ne sorunu olabilir? Diğer taraftan, kapitalist sistemin 21. Yüzyıl stratejisini yerel toplumların temel birim haline getirilmesi ve özyönetim haklarının güçlendirilmesi esasına dayandırması, Rojava Devrimi açısından bir imkânlar demeti sunmaktadır. Öz özü çağırır misali, Rojava sahasında da taktik taktiği çağırmaktadır. Diplomasi sanatının yetkince devrede tutulduğu, halklar ve uluslararası etkileşimle dünyaya açılan bir dayanışma ağının örüldüğü koşullarda devrimin inşası ve savunulması daha kudretlice gerçekleştirilecektir. Unutmayalım ki Yunanistan’ın Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesini zaferle taçlandırması savaş meydanlarındaki başarılarla değil, “anlatı savaşı”nı yoğun ve yaygın bir tarzda yürütmesiyle mümkün olabilmiştir. Güncelde, gerek güçleri arasındaki çelişkilerin ve gerekse de coğrafyanın bu otantik halklarından olmanın beraberinde getirdiği meşruiyet daha aktif ve örgütlü politika yapmayı gerektirmektedir. Zira politika pratiğe ilişkindir ve ancak ilişkilerin bir politikası oluşturulabildiğinde güç haline gelinebilmektedir.

Öcalan’ın tasavvurunda Rojava, bir demokratik ulus pratikleşmesi olduğu ölçüde, benzer düzeyde bir Kürt aklının, Kürt ulus stratejisinin yaşam bulması gereken bir alanıdır. Kürt ulusunun temel hedefleri nelerdir; ideolojik, politik, diplomatik, askeri, ekonomik ve benzeri konularda nasıl bir strateji amaçlanmaktadır ve bunun için hangi güç unsurlarına öncelik verilmelidir? Bu sorulara güçlü yanıtların verildiği bir ulusal strateji belgesinin oluşturulması ve Kürtleşmesi, birliğin bunun etrafında örgütlendirilip harekete geçirilmesi, kendi kaynağından Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesine yapılmış en azami katkı olacaktır. Dolayısıyla Rojava, Kürt ulus aklının kendini kurumsallaştırıp tüm parçalarıyla işleyen bir mekanizmaya konuşturduğu bir merkez olma rolünü de üstlenmiş durumdadır.

Kürt varlığının demokratik ulus içeriğinde örgütlenmesi, açık ki dört parça Kurdistan’ın ve beraberinde Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin demokratikleştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu pratikleşme, Öcalan’ın “Ortadoğu federasyonu” önermesinin önünü açmanın yanı sıra Kürtlerin Ortadoğu’yu demokratikleştiren ve barışa çeken belirleyici güç olmasını da sağlayacaktır. Kaldı ki Ortadoğu’nun halklar ve kabileler federasyonu tarzındaki geçmiş tarihi, buna fazlasıyla olanak tanımaktadır. Ortadoğu toplumsal dokusunun coğrafi ve kültürel iç içeliğe dayalı yaşam özellikleri, zaten doğalında oluşmuş bir federasyonu tanımlamaktadır. Öcalan, “Tarihte doğal bir federasyon olan Ortadoğu uygarlığı çağdaş demokratik kriterlerle sivil toplumu geliştirdiğinde, iddialı bir antitez konumunu yakalayabilir. Avrupa uygarlığının sağ tezleri ile Ortadoğu uygarlığının sol antitezleri diyalektik bir birlik kurarak, tarihte Ortadoğu gibi bir kez daha tüm insanlık için gerekli senteze doğru bir hamle yaratabilirler” derken, özünde bu realiteye işaret eder. Rojava’da yaşam bulan demokratik ulus olgusu, bu realitenin “Demokratik Halklar Federasyonu” karakterindeki yansımasından başka bir şey değildir. Özlemi duyulan halklar arası tarihsel birlikteliğin yeniden canlandırıldığı bir ulusların ulusudur artık Rojava.

Kapitalist sistemin çözümsüzlük dayatmasına karşı demokratik medeniyetlerin çözüm yeteneğini temsil etmesi sebebiyle Rojava, tarihsel toplum geleneğinden aldığı güç ve bilinçle ezilen halkların güncel ve geleceğe dair tüm umutlarını üstlenmiştir. Bu manada Rojava;

1- A. Öcalan’ın ifadesiyle bir kadın devrimidir; nasıl ki kadın köleliği en derin kölelikse, kadın devrimi de en derin özgürlük ve eşitlik devrimi olmak durumundadır. Özgürleşen kadın, özgürleşen demokratik toplumdur.

2- İktidar ve devlet dış toplulukların özgür, eşit ve demokratik birlikteliğinin sağlandığı mekândır. Toplulukları birbirleriyle çatıştırarak iktidar tekellerine kazandıran milliyetçilik zehrine karşı halklar arası dayanışma ve demokratik değerler temelinde ortaklaşma kültürüdür. Hakeza Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu inşasıyla, Demokratik Ortadoğu Federasyonu’nun öncülüdür.

3- Demokrasi yolunda ilerleyerek sosyalizmi inşa çabasının en saf ve sade haliyle vücut bulup toplumsallaştığı bir devrimdir. İnsanların tüm toplumsal faaliyetlerini demokratik örgütlülüğe kavuşturduğu bu devrim, taşıdığı potansiyelle yeni bir enternasyonale öncülük ve beşiklik etmeye de adaydır.

4- Rojava zemininde oluşan öz savunma ve öz savunma güçleri, bütün Ortadoğu halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin önünü açan öncü güç pozisyonundadır. Dolayısıyla salt bir Rojava gücü değil, Ortadoğu’nun geneline hitap edecek çekirdeksel bir özgürlük ve demokrasiyi inşa gücüdür.

5- Rojava, tamamlanmış ya da tamamlamayı bekleyen bir plan-proje değildir. İnsanlığın özgürlük arayışı ve mücadelelerinin deneyim zenginliğine açık, ancak kendi özgürlüğü olan ve bu özgürlükte kendini her gün deneyimlerle yeniden kuran bir süreçtir. Kapitalist saldırganlığın ve soykırımcı sömürgeciliğin kuşatmasında varlığını sürdürebilmek, kendini sürekli oluş içinde bir süreç olarak işler halde tutmayı gerektirir.  Rojava, demokratik modernite paradigmasının jeopolitiği haline gelmiştir. Kendi varlığında sürme çabasında olan halk ve topluluklar, bu jeopolitikte örgütlülük ve irade kazanarak demokratik ulus haline gelmiş ve ulus devletçiliği durdurmayı başarmışlardır. Rojava somutunda ifadesini bulan bütün bu gerçekleşmeler ve gerçekleşme faaliyetleri, özgür ve demokratik yeni toplum ve insanı açığa çıkarmaya dönüktür. Ahlaki ve politik toplum, özgür eş yaşam, ekolojik ekonomi pratikleşmeleri, insanın gerçek doğasına yapılmış köklü bir yolculuk ve bir öze dönüş hamlesidir. Bu muhtevada tüm insanlığa yöneltilmiş evrensel bir öze dönüş ve birlikte oluşma çağrısı özelliği de taşımaktadır.

Sömürgeci ulus-devlet statükoculuğunun, işbirlikçilerinin ve kapitalist barbarlığın Rojava’yı kuşatma, açık ve örtülü müdahalelerle devrimi akamete uğratma ve tavsiye etme operasyonları, kaynağını Rojava’nın demokrasi ve özgürlük arayışındaki insanlık için bir umut ışığı haline gelmesinden almaktadır. Sömürgeci saldırganlık, insanlığın bu başarı umudunu ortadan kaldırmayı ve halkları kendi çözümsüzlük girdabının mahkûmları haline getirme stratejisini sürdürmeyi amaçlamaktadır. Denebilir ki bin yıl önceden icat edilen oyun, tekrar tekrar sahnede tutulmak istenmektedir. Hatırlanmakta, dönemin hegemon gücü Roma İmparatorluğu, kendisine karşı direnen halkların özgürlük mücadelesini sönümlendirmek için “Roma Vatandaşlığı” kavramını icat etmiş ve bununla halkları uygarlık çarkının içine alarak yüz yıl süren “Pax Romana”yı geliştirme imkânı bulmuştur. Günümüzde ulus-devlet vatandaşlarıyla bu uygulama daha da derinleştirilmiş, vatandaş devlet eliyle geliştirilen sömürü ve soygun düzeninin yaftalı hedef öznesi haline getirilmiştir. Varlığı her bir yerinden haraca, modern ağızla “vergi”ye zincirlenmiş ve seçimden seçime oy kullanmaya koşullandırılmış bu modern kölelik rejimi açısından Rojava, kuşkusuz tüm ayıplarını açığa vuran bir boy aynasına dönüşmüştür. Aynanın varlığı, ulus-devletin ve kapitalist modernitenin teşhiridir. Rojava’nın yaşaması, devletlerarası sistemin sürekli sorgulanır pozisyonda tutulması ve ömrünün kısalması anlamına gelmektedir. Bu nedenle Rojava Devrimi daimi bir saldırı altında tutulmaktadır. Kapitalist sistemin ve onun soykırımcı ulus-devletleri açısından Rojava’ya saldırı gerekçesi yapılan nedenler, özünde “Rojava neden savunulmalı?” sorusunun yanıtını da beraberinde taşımaktadır. Rojava Devrimi savunulmalı; çünkü o, ahlak, politika, demokrasi ve özgürlük gibi insanlığa kaybettirilen değerlerin yeniden yeşertildiği bir devrimdir. Konfedere ağlar biçiminde gelişen bir halklar federasyonu olarak, üzeri önce dincilik ve sonradan milliyetçilikle örtülüp görünmez hale getirilen Ortadoğu’nun kadim dayanışma ve birlikte oluşma kültürünü yeniden canlandırmakta, görünür hale getirmektedir.

Rojava Devrimi savunulmalı; zira kadın soykırımının yürürlükte olduğu bir coğrafyada toplumun kurucu vasfıyla kadın, Rojava’da hem isyanın hem de demokratik inşanın öncü gücü konumundadır. Tam da Konfüçyüs’ün “Bilge adam devlet yapar, bilge kadın devlet yıkar” dediği yerde durmakta, devleti durdurarak özgür topluma giden yolu açmaktadır. İlk el koyma, mülkleştirme ve sömürge haline getirme kadınla başlatıldığına göre, toplumsal kurtuluş da kadının özgürlük, eşitlik ve demokrasi buluşmasında başat hale gelmesiyle mümkün olacaktır. Büyüsü bozulmuş dünyanın mevcut halleri göz önünde tutulduğunda Rojava’yı savunmak, özgür insanlığı ve onun demokratik değerlerini savunmak anlamına gelmektedir. Marks’tan mülhemle belirtmek gerekirse, o kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz zamanların ruhudur; sömürü ve baskı altında inleyen halkların acılarını dindiren direniş içerisindeki umuttur. O halde umudu büyütmeye ve Rojava’yı çoğaltmaya devam.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.